IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Konuyu Değerlendir Stil
Alt 24 Temmuz 2012, 02:30   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Sevmeyi Bilmek (yazılar) kitap - 1 - Nuri Can





Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Sevmeyi Bilmek (yazılar) kitap - 1 -


Sevmeyi Bilmek


“İnsanların çoğu, kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.

Kendisini sevilmeye lâyık görmediği için, sevilmekten korkuyor.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor,
gençliğinin kıymetini bilmediği için..
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.”
W. Shakespeare

Bir ninniyi kıskandıracak kadar güzel sesiyle çakıl taşları arasından sızıp gelen su, çimenler, dağ çiçekleri, ceylanlar, kuşlar, denizler, yeni doğmuş süt kokan
bebekler, güller, toprak, rüzgarda nazlı nazlı devinen yapraklar, ağaçlar, kısacası her şey. Ne yana baksam her şey bana insanları anlatır. İnsanların inceliğini, duyarlılığını, insancıllığını, sevecenliğini ululuğunu, yaratıcılığını, sanatçılığını.

Dünyada bunca yıkım, kıyım,zulüm,ihanet ve kötülükler olmasına rağmen; yine de insanlar hakkında kötü düşünemiyorum. İnsanları öylesine güzel, öylesine derin, anlamlı, zarif, sevimli düşünüyorum ki; onları güneş gibi sıcak, toprak kadar vefalı, su kadar temiz, çimenler gibi zarif, ceylanlar kadar güzel, kuşlar gibi özgür ve verimli bir toprak kadar üretken ve olgun düşlüyorum.


Ya güller? Gülleri anlatacak kelime bulamıyorum. O üstün gururlu, minnet nedir bilmeyen; kendinden, güzelliğinden emin güller..... Güller bana daima genç kızları hatırlatır. İnce, hassas, kızararak bakan, soluveren, hemencecik küsen, kırılan; tatlı bir söze, bir gülümseyişe hemen yüreğini açıveren halleriyle, genç kızları hatırlatır... Güller ki; her yaprağı binbir anlam, binbir renk, ahenk dolu.


İnsanlar, silahlar üretip akılalmaz savaşsalarla cinayetler işleyeyerek güçsüzlere haksızlık edip, açlık ve sefaletin kol gezmesine seyirci kalsalar da, intikam peşinde koşup; ırkçılık ve dini bağnazlıklarla ilkel davranışlar göstererek beni zaman zaman hayal kırıklığına uğratsalar da; her şeye rağmen yine de insanları güzel düşlemekten kendimi alamıyorum. Çünkü insanları yeryüzünün en değerli varlığı olarak görüyorum. Vicdan, adalet, merhamet ve sevgi gibi değerli unsurların yalnızca insanda var olduğunu ve bu unsurların, insanı insan eden ögelerin en başında geldiğini unutmadan yaşıyorum.


İnsanı insan eden bir diğer öğe ise bilinç ve düşüncedir. Duyguysa, olaylar karşısında ve yaşamda insanların hissettikleri şeylerdir. Örneğin, acı veya sevinçtir. Korku, heyecan, endişe, acımadır. İyilik, dostluk, güzellik, adaletli ve vicdanlı olmak gibi değerler, salt insana özgü bir olgudur. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Aydınlık ve karanlık nasıl biribirinin zıddıysa, iyilik ve kötülük ya da güzellik ve çirkinlik de biribirinin zıddıdır. Ama evrende her şey iç içedir ve beraber yaşar. Karanlık nasıl ki kötülüğü, çirkinliği, körlüğü, cehaleti, zulmü, haksızlığı, adeletsizliği, vicdansızlığı, sevgisizliği, hoşgörüsüzlüğü temsil ediyorsa; aydınlık da iyiliği, güzelliği, ilgiyi,doğruyu, dostluğu, merhameti, dürüstlüğü, adaleti ve vicdanı temsil eder. Unutmayalım ki, tabiatı güneş aydınlatır, insanı da bilgi. Bilgi, eğer iyinin ve vicdanın hizmetinde ise, bilginin hakça paylaşılması, adaletin hayata geçirilmesi mümkün olur. Aksi takdirde haksızlık, vicdansızlık, zulümler ortaya çıkar.


Yirmibirinci yüzyılda, bilgi çağında yaşıyorken; insanın inancına, diline, kültürüne, bilincine, düşüncelerine, görüşüne ket vurarak, baskı uygulayarak, hakaret ederek bir yere varmaya çalışan sırtlanları anlamakta ve anlatmakta güçlük çekiyorum. Tertemiz bir suyu bulandırmak ne kadar kolaysa, bir insanı dininden, inancından, renginden, dilinden, tipinden, ırkından, dünya görüşünden dolayı hor görmek, aşağılamak, iftira atmak da o kadar kolaydır. Zor olan; insanı, insan olduğu için sevebilmekte, onun bize benzemeyen yanlarını hoş görebilmektedir.İnsan gibi sosyal bir varlığa da zor olan yakışır.


Öyleyse

Önemli olan insana saygı duyabilmek, insanca yaşamayı ve yaşarken de paylaşmayı öğrenebilmektir. Dünyada her insanın, her milletin yaşam hakkına saygı duymayı, insanları anlamayı ve en önemlisi de hoşgörüyle bakmayı öğrenmek, onların hakkını da kendi hakkıymış gibi savunmak, insan olmanın gereğidir. İnsanları diğer canlılardan ayıran özellikler de bunlar olsa gerek…Bu gereği yerine getirmek, son derece hassas ama bir o kadar da basittir. İlk bakışta zor görünse de.

Ama ne yazık ki sırtlanlar, gün aydınlığını sevmezler. Güzellikler onların meselesi değildir. Onların gülistanı çirkinliklerdir. Nefrettir, kindir, düşmanlıklardır. Onların hiç kimseye merhameti, sevgisi, saygısı olamaz; hatta kendilerine bile. Yürekleri, beyinleri, kan, kin ve nefretle doludur. Erdemleri, namus anlayışları bacakları arasındadır. Buna bağlı olarak beyinleri ve yürekleri de namus anlayışları kadar kirlidir.


Bence bu dünyada ihtiyacını duyduğumuz ve muhtaç olduğumuz en önemli şey sevgi, dostluk ve hoşgörüdür. Küçücük bir tebesüm ve tatlı dil, karşımızdakine verebileceğimiz en güzel hediyedir. İnsanlar sevmeli, şartlar ne olursa olsun sevmesini bilmeli. Hayata hoşgörü ile bakılınca, olaylar yumuşuyor. Bunu hepimiz biliyoruz mutlaka, ama yine de hoşgörüyü söylemeliyiz biribirimize, hatırlatmalıyız. Çünkü yaşamın tadı ayrıntılarda gizlidir, yaşamak sevmektir, hissetmektir, anlamaktır.


” Bir kızılderili dede ile torunu evlerinin önünde oturmuş, biraz ötede boğuşan biri siyah diğeri beyaz iki köpeği seyrediyorlarmış. Torunu sormuş:

“ Neden iki tane köpek besliyorsun?
Dede yanıtlamış:
“ Onlar benim için iki simgedir evlat. İyilik ve kötülüğün simgesi... İyilik ve kötülük de içimizde böyle sürekli mücadele eder durur.”
Torun sorar:
“ Peki, sence hangisi kazanır mücadeleyi? ”
Bilge reis derin derin gülümser ve der ki:
“ Hangisi mi evlat? ...... Ben hangisini daha iyi beslersem o kazanır...”

Sevgi, insanlara bağışladığımız bir duygu, bir armağan. Bu yüzden bazen tek taraflı da olabiliyor ve bu yüzden bunu hiç tanımadığımız insanlara da bahşedebiliyoruz.


Severek yaşamak güzeldir, severek yaşamanın güzelliğini ve önemini farkedenler de güzeldir… Dünyada bir şey olabilmenin ötesinde çok daha önemli bir şey var aslında; o da insan olabilmek. İnsan olabilmenin ilk koşulu ise; yüreğinde sevgi ve merhamet taşıyabilmektir. Yoksa kim olduğumuzun, nereden geldiğimizin, hangi ülkenin pasaportunda adımızın yazılı olduğunun ne önemi var! Bu dünyada, sadece insan değil miyiz? Bu dünyada bizim yaşam hakkımız kadar, başkalarının da yaşama hakkı var. İnsan dediğin odur ki; nerede ve kime yapılırsa yapılsın, birine yapılan zülmü, haksızlığı, vicdansızlığı, her zaman yüreğinde hissedebilsin, bunu kendisine yapılmış gibi görebilsin..


Yeryüzünde ki bütün insanlar insanlık bahçesinin çiçekleri değil midir? Öyleyse hiç bir devletin, ırkın, insanın, inancın yada gücün bu çiçekleri ezmesine, soldurmasına fırsat verilmemeli, müsamaha gösterilmemelidir. Bütün halkların, toplum yada bireylerin kutsal olan yaşama hakkı korunmalıdır; Hatta kültürlerinin gelişmesine katkı sunulmalıdır. Bu dünya hepimizin. Bu dünyada herkese, bütün halklara ve kültürlere yetecek kadar yer var. Yeterki cehalet, siddet, baskı ve inkar yerine, hosgörü, sevgi, saygı hakim olsun...


Öyleyse Türk - Kürt, Alman – Rus ya da Müslüman - Hıristiyan olmanın ne önemi var, söyler misiniz? Aslolan- hepimize bir hayatın bahşedilmiş yada armağan edilmiş olması değilmidir?


“Allah'ın bile insanlar hakkındaki hükmünü, ömürleri sona erdikten sonra verdiğine inanırken...

Biz kim oluyoruz da insanlari birkaç kez görmek, iki-üç yazı okumak, birkaç dedikodu dinlemekle... Yargılama hakkına sahip olabiliyoruz! ” diyor Dale Carnegie...

Herman Hesse de diyor ki:” Ben vatanseverim ama, önce insanım. Her ikisinin bir arada yürümediği yerde daima insana hak veririm.”


O halde, neden başkalarının hep bizden farklı yanlarını göz önünde bulundurup da, neden biraz da bizimle ortak yanlarını bulup ortaya çıkarmaya çalışmıyoruz? Sonradan yaratılan ve dayatılan dil, mezhep, ırk, tarikat, kültür, bölgecilik, şeyhlik, aşiretcilik gibi kavramlar yüzünden çıkan savaşlara, katliamlara, haksızlıklara karşı durmuyoruz? İnsanlığın ortak değerleri olan hoşgörü, sevgi, saygı, barış, özgürlük, bireysel hak, adalet gibi evrensel değerlere inanmakta, kim ne zarar görebilir? İnsani duygulardan yoksun ve insanlıktan nasibini alamamış sırtlanlardan başka, kim bu ortak değerlere karşı çıkabilir?


Yılgınlıkların, yorgunlukların damarlarımızda dolaşıyor olması bizi bıktırmamalı, yıldırmamalı; bizi insani değerlerden uzaklaştırmamalı. Bedenimizde, sevgiye açık bir yüreğimiz olduğunu unutturmamalı. Çünkü bize, herşeyden önce yüreğimiz gerekli. Sevgiyi görmek, duvarını örmek ve sevgiyi çevremize sunmak için, önce yüreğimiz gerekli bize. Bozgunlardan ve sevgiyi kirleten yozluklardan yılmamak için, korkmamak için bize sadece yüreğimiz gerekli.


Düşüncelerimiz, yargılarımız, önyargılarımız; o yakıcı ve yıkıcı yıldırımların beynimize ulaşmaması için ne kadar barajlar, dalgakıranlar, duvarlar inşa etse de, ne kadar tarihsel, kültürel, ideolojik, gündelik paratonerimiz olsa da, bir yerden sonra, en azından şöyle kendi yüreğimizle başbaşa kaldığımızda, eminim bu gerçeği anlarız. Bir kez olsun, biz de yürekten o soruları sorarsak kendimize, mutlaka anlarız sevginin gücünü. Ya da en azından sormak durumunda kaldığımızı varsayarsak, anlarız...


Işıkla, dostlukla ve umutla kalın






Yaşamın Anlamı Sevgidir


Sevmeyi Bilmek Gerek


“Tanrıya ulaşmak için, sevmek gerek. Sevmeyi bilmek gerek. Sevgili olmak gerek” Hacı Bektaşı Veli


Merhaba!

Sevgiyi dolu dolu yaşamak için sevmeyi bilmek gerek. Hacı Bektaş Veli’nin ifade ettiği gibi... Çağımızda toplumları düşmanlıklara yönelten, sevgiden alıkoyan etkenlerin üzerine durup düşünmeden, bunların neler olduğunu bulup çıkaramazsınız.

Sahtelikten, yüzeysellikten gerçekliğe, geleceğe doğru derinleşmeden ve sevdiklerimize bağlılığımızı göstermeden yaşıyoruz. Bunda aldığımız kültürün de etkisi var tabi...

Şunu bilmeliyiz ki, sevgiye değer vermeyen, içinde sevgi ışığı taşımayan insanlar yada toplumlar merhametsiz ve acımasız olur. Benliklerindeki ihtirasları yenmemiş sevgisizlik insanı olurlar. Fırsat ellerine geçtiğinde gaddarlıklarıyla her tür kötülüğü yapmak için hazırda beklerler. Ve bundan da sonsuz zevk alırlar... Böyle gaddarların, gaddarlıkların sağcısı, solcusu, dinlisi, dinsizi olmaz...

Unutmamak gerekir ki, içimizi ısıtan tek şeydir sevgi. Bir dostun sevgi ışığıyla gözlerimize bakışıdır... Sevgisiz hiç bir şey güzel ve anlamlı olamaz. Yüreğinde merhamet ışığını taşımayan hiç bir insan sevgiyi bilemez... Mevlana'nın 'Yürek yanmayınca göz yaşarmaz' sözü ne kadar doğru ve anlam kazanıyor burda...


Savaşlar ve başka halklara düşmanlıklar, terör, kendisi gibi inanmayanlara, kendisi gibi düşünmeyenlere yapılan ayrımlar, haksızlıklar, zulümler ve baskılar hep insanı sevmemenin sonucu doğan gaddarlıklardır.


Eline silah alıp acımasızca insan öldürenler kahraman ilan ediliyor üstelik...

' Eğer bir adam marşla uyum içinde yürüyebiliyorsa, o değersiz bir yaratıktır. Kendisine yanlızca bir omurilik yeterli olabileceği halde, her nasılsa yanlışlıkla bir beyni olmuştur onun. Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçsiz şiddetten, aptalca vatanseverlikten tiksiniyorum. ' der Albert Einstein...
Biz ideolojisi için adam öldürenleri de gördük, dini, mezhebi, inancı ve Allah için adam öldürenleri de... İnsanı sevmeyen ve yüreğinde zerrece merhamet taşımayan insanın Allah sevgisi samimi geliyor mu size?

İnsanlığın bugün en çok gereksinim duyduğu sevgiyi gerçekleştirebildiğimiz oranda dünyayı kötülüklerden kurtarıp, yaşanılabilir bir cennete çevirebiliriz...

Unutmamalıyız ki, sevgi bütün toplumların mihenk taşıdır, sevgi yaşamda ahlak olarak hayat kaynağı olursa ancak dünya üzerinde barış kurulabilir.
Sorun bütünüyle insanın iç dünyasıyla ilgilidir, her şeyden önce insanın kendisiyle barışık olması ve sevmeyi bilmesi ile ilgili...

İnsan olarak öncelikle yaşamımızı anlamlandırmak ve yaşamanın anlamını kavramak için sevmek zorundayız.

-Hayat baştan sona sevmek, sevmek baştan sona hayattır.- sözü mutluluk zevkinin sırrına ermek için tek yoldur.

Bunların yanında, duygularımızın da hayatımızı etkilediğini söyleyebiliriz. Kin,kan,nefret, düşmanlık duygularından kendimizi arındırıp sevgi ve merhamet bizi yönlendirmeye başladığında, diğer tüm kötü unsurlardan kurtulmuş oluruz ki, zaten mutluluk, aşk, dostluk, sanat da sevmeyle başlar...


Düşünceler ve görüşler kişileri doğruya etkileyebildiği ölçüde değer kazanır.

İnsana faydası olmayan her söz ve düşünce boş bir lakırtıdan öteye geçmez. Dostluğun, iyiliğin, güzelliğin tek yol göstericisi ve tek kaynağının sevgi olduğunu unutmamalıyız... Bu duygunun tadına varabilmemiz için mutlu olmayı, sevmeyi, sevilmeyi, ağlamayı, gülmeyi ve en önemlisi hoşgörülü olmayı bilmemiz gerekir...

Dünya yada ülkemizin bellibaşlı edebiyatına, sanatına bir göz atın baştan sona sevgiyi anlatan ürünlerle dolu olduğunu göreceksiniz. Gerçek bir sanatçı, insana, hayvana ve bitkilere nefretle bakamaz. Hem baksa bile insanlığa, dostluğa faydalı gerçek sanat eseri ortaya çıkaramaz…


Sevginin anlamı bütün dünyada aynıdır ve bütün dünya aynı anda aynı duyguyu paylaşabilir, yaşayabilir sevgiyle insanlara yaklaşılabildikçe…

Unutmamalıyız ki yaşamın anlamı sevgidir. Sevginin anlamı yaşam...

Şimdi sevmek zamanıdır, sevgimizi göstermek için geç olmadan yola çıkmalıyız, düşmanımız bile olsa, her canlının yaşamına saygı göstermek zorundayız.

Bütün düşmanlıkları, kinleri, nefretleri ve çağın kirliliklerini ancak sevgiyle temizleyebilir ve sevgiyle yok edebiliriz…
Sevgi bütün insanlığı ve evreni sevmektir çünkü. Herkesin düşüncesine, inancına, kültürüne, yaşam biçimine saygı duymaktır...

Dünyamızın sevgiye ihtiyacı var sevgili dostlar, sevginin küçük çocuklar gibi bakıma ve korunmaya ihtiyacı var. Sevginin yaşamaya ihtiyacı var, dünyanın, gelecek nesillerin ve çocuklarımızın geleceği için…


Yoksa, karanlık çağların karanlık fikirlerine, düşmanlıklarına, nefretlerine kurban olup gidecek çocuklarımız. Onlar da ne sevgilerini ne de insani duygularını tanımlayabilecek ve de ifade edebilecekler...


Sevmeyi Bilenlere sevgiler... Sevgiler, sevmeyi bilenlere, Sevgiler, sevginin anlamını bilenlere, Sevgiler, sevgiye selam diyenlere... Sevgiler, sevgiyle kucaklaşanlara...





Dostluk Gülü


“Güller, laleler, karanfiller bütün çiçekler solar.

Çelik ve demir kırılır.
Ama gerçek dostluk ne solar, ne kırılır” Nietzsche

Bir gün evinizden çıkıp bir gül bahçesine girin, dokunun ellerinizle bir güle. Ama koparmayın sakın, yalnızca dokunun ve okşayın. Sevin, sadece sevin ve sevgisini tutup koyun gönlünüze.

Dalında duran bir gülün nasıl buram buram hasret, aşk en önemlisi de dostluk koktuğunu göreceksiniz.

Güllerin üzerindeki çiy damlalarına bakın! sevinç ve hasret gözyaşlarıdır onlar, dostluk gözyaşlarıdır. Sevdiği için dökülmüştür, dostu için. Sevgiyle okşadığınızda bakın nasıl özlemle yanar elleriniz, yüreğiniz nasıl da aşkla çarpar, sevgiyle tutuşur. Onu koparmaya varmaz eliniz. Kalbiniz titrer.


Dokunun bir güle, koparmayın; sadece dokunun. Ne kadar katı olursanız olun, katı yüreğinizin nasıl yumuşadığını göreceksiniz. Sevginin, dostluğun sıcaklığı kalbinize nasıl dolduğunu hissedeceksiniz.


Ve o an başınızı kaldırıp uçsuz, bucaksız gökyüzüne bakın, göğün mavisindeki ferahlığa. O an belki, sevdalı bir kuş gelip konacak saçlarınıza, ürpererek ve ürkerek gözlerinize bakacak. Avuçlarınızın içine alıp kalp atışlarını dinleyin. Salın sonra gökyüzündeki özgürlüğe ve derin bir nefes alın. Havada özgürce kanat çırpınışının güzelliğini doldurun içinize. Dostluğun, vefanın, sevginin, özgürlüğün eşsiz güzelliğini yaşayın.


“Gül verenin elinde gül kokusu kalır” der bir Çin atasözü. Bende gül koklayanın yüreğinde gül kokusu kalır diyorum. Bir gül ancak bir dostun elinden verilince, iç bayıltıcı güzelliğini algılar ve anlarız. Buram buram kokladığımızda dostluğun ağırlığını hissederiz.


Vefalı bir dostumuzu kaybettiğimizde yada ondan ayrıldığımızda nasıl da sancır yüreğimiz, gecelerce uykusuz kalır gözyaşı dökeriz. Sevgimizin, dostluğumuzun ölçüsünü ancak o zaman anlarız, ama ne yazık ki, bazen iş işten geçmiş olur. Çünkü geç kalmışızdır.


Bilir misiniz? nice köklü dostluklar, ayrılık tokatını beklermiş, anlaşılmak için? . İnsan bazen dostluğun önemini, değerini ve bir dostunu ne kadar çok sevdiğini ancak iş işten geçince anlar.


Balıklar engin denizde suyun kıymetini ancak ondan uzak kalınca farkına varır ab-ı hayatın ne olduğunun.


Dostluklar öylesine güzel, öylesine derin, anlamlı, incelikli, içtenlikli ki; bir güneş kadar sıcak, toprak gibi vefalı, su gibi temizdir.


Vefanın, dilin, duygunun, yüreğin el ele, yüz yüze, iç içe girdiği, gönül gönüle birleştiği, bir gül bahçesinin güneşlenmesidir dostluk. Fırtınalarda, boranda yüreğimizin ısınmasıdır. İşte o nedenle, her şeye rağmen sizinde bir dostluk gülünüz olsun yüreğinizde...


Her şeye rağmen, yaşamak şey güzel yine de. Önemli olan kimseyi düşürmeden, düşmeden, tutunabilmemiz hayatın bir yerlerine. İnsanların biribirini seviyor olması, dostluk kurması ne güzel. Ne güzel karların yağması, karların erimesi, uçuşması kelebeklerin, açması çiçeklerin her bahar ne güzel. Yüreğimizin çarpması sevgiyle, dostlukla, annelerin sevgisi, çocukların gülmesi ne güzel...


Siz de bir güle dokunun ve sadece koklayın göreceksiniz ki, dostluklar, sevgiler ne kadar önemli ve değerlidir.


Dostluk öyle bir şey ki, hep tazelenmek ister. Hatırlanmak ister. 'Dostluk gülü dikeniyle avuçlamaktır kanasada'... Dost olun sizde, şu üç beş günlük ömrünüzde kimseye kötülük etmeyi düşünmeyin. Size kötülük etseler bile. Vicdanı rahat, yüreği temiz olun. Dostluğun aydınlığını, sıcaklığını ve lezzetini tadın. İliklerinize dek hissederek yaşayın.


'Dostlarınızla öyle yaşayın ki,düşman olduğunuzda, söyleyecek şeyleri olmasın.

Düşmanlarınızla öyle yaşayın ki, dost olduğunuzda, yüzü kızarmasın.'

Yeri geldiğinde sararıp solun, düşen bir kuru yaprak olun, ama asla soldurmayın, sarartmayın dostluk gülünüzü...


“Gülleri dikenleriyle yargılayacağımıza, dikenler içinde böyle bir güzellik bulduğumuz için şükretmeliyiz! ..”

Unutmayın, hayata hiçbir şeyiniz olmasa dahi, yüreğinizi ısıtacak hep bir dostluk gülünüz olsun...
Dost Kalın...Dostlukla kalın...


Yüreğin Üşüdüğü Gün


Yüreğin üşüdüğü gün

sıcacık bir günü düşün
sıcacık bir bahar gününü
umudun büyüklüğünü
ve sonsuz maviliğini göğün

yüreğin üşüdüğü gün

bir çocuğun gülüşünü düşün
bir çocuğun beyaz düşünü
göveren dal uçlarını
çatlayan tomurcuğu
ve çiçeklenen yerini her öpüşün

yüreğin üşüdüğü gün

bir ormanın gümbürtüsünü düşün
bir ırmağın türküsünü
bulutların beyazlığını
güneşin kızıllığını
ve ısıtan yanını özğürlüğün




Hayata Gülümseyen Gözlerle Bakmak

Umut Işığı

Bir günlük de olsa sadece kendinizi düşünün ve sadece kendiniz için yaşayın! .. Gülümseyin bir günlük de olsa... Bir günlük de olsa gülümseyin ve zihninizdeki bütün kötülükleri, kinleri, düşmanlıkları, fesatlıkları, kıskançlıkları bir kenara bırakın; Sadece sevgiyi, dostluğu, mutluluğun güzelliğini düşünün ve tutun içinizde....

Yüreğinize umut tohumları ekip sevgi tomurcukları yeşertin sadece, hayata gülümseyin ve gülümseyen gözlerle bakın, sevgi yolculuğuna çıkın bir günlük de olsa...

Bir günlük de olsa unutun bütün acılarınızı, kederinizi, üzüntülerinizi; Sabah uyandığınızda aynada ilk kendinize gülümseyin. Çünkü eminim içiniz ferahlayacak, hayata daha bir umutla sarılacaksınız. Çevrenizle, kendinizle barışık, dost, umutlu ve mutlu olun yada öyle olduğunuzu düşünün. Gülümseyin, çünkü gülümsediğinizde hayata daha olumlu gözlerle bakmasını ögreneceksiniz. Daha olumlu düşünceler oluşacak beyninizde. Unutmayın hayata hangi gözle bakarsanız öyle görürsünüz! ..


Güzel görüp güzel düşünmek bütün sıkıntılara, hastalıklara iyimser bir bakış açısıyla bakmak, biyolojik açıdan daha rahat ve sağlıklı olmanızı sağlar. Beyninizin salgıladığı bu salgılar % 40 50 oranında daha faydalı olur. Ve hayattan daha fazla zevk alırsiniz.


Bir günlük de olsa hayallerinizle yaşayın, güvenin çevrenizdeki insanlara ve ümit edin. Bunu denemenizde fayda var, en azından bir kaybınız olmaz! ...

O vakit dünyanın daha renkli, yaşamın daha zevkli, yaşanılır ve güzel olduğunu hissedeceksiniz.

Unutmayın ki, umut en umutsuz, karanlık gecelerde bile ışığını esirgemez sizden.

En zor anlarınızda bile yitirmeyin ümidinizi! ...
Çünkü umut etmek yaşanmış bir hayatın ardında yaşamaya yeniden tutunmaktır.
Çünkü umut etmek çekilen acıların, çilelerin ardında yeni ve güzel bir günün doğacağı muştusuna inanmaktır! ...
Unutmayın ki, insanın elindeki en büyük sermayedir umut. Umutsuz yaşanmaz bu dünyada, umutsuz hayal bile kurulmaz.
Kime ait olduğunu bilmediğim ama çok sevdiğim aşağıdaki öyküyüyü sizlerle paylaşmak istedim...

Mumların Öyküsü! ..

“”Dört tane mum usul usul yanıyordu...
Ortalık o kadar sessizdiki, mumların konuşmalarını duyabiliyordunuz...
Birinci mum dediki:
''Ben BARIŞ'ım.!
Ama kimse benim yanmama yardımcı olmuyor.Sanırım yakında söneceğim.''
Alevi hızla azaldı ve sonunda tamamen söndü.
İkinci mum:
''Ben VEFA'yım.!
Ne yazıkki artık vazgeçilmez değilim.Onun için,bundan sonra yanıp durmamın bir anlamı kalmadı.''
Sözlerini tamamladığında esen hafif bir rüzgar onu tamamen söndürdü...
Sırası geldiğinde üçüncü mum, hüzünlü bir sesle dediki:
''Ben SEVGİ'yim!
Yanacak gücüm kalmadı. İnsanlar beni unuttu,değerimi anlamıyorlar. En yakınlarını sevmeyi bile unuttular.''
Vefa'da daha fazla beklemeden sönüp gitti...
Ansızın..!
Odaya bir çocuk girdi ve üç mumunda yanmadığını gördü.
''Neden yanmıyorsunuz? Sizin sonsuza kadar yanmanız gerekmiyor muydu? '' dedi.
Ve ardından ağlamaya başladı...
O zaman dördüncü mum konuşmaya başladı:
''Korkma, ben yandığım sürece öteki mumlarıda yeniden yakabiliriz, ben UMUT'um! ''
Çocuk parlayan gözleriyle UMUT mumunu aldı ve öteki mumları birer birer yaktı...

UMUT ışığı yaşamımızdan hiç eksik olmamalı...

...Ki hepimiz onunla birlikte VEFA'yı, BARIŞ'ı ve SEVGİ'yi yaşatabilelim...””

Kendinizi bir gün için de olsa mutlu, huzurlu kılın. Kırılmayın kimseye, kimseyi kırmayın. Hacı Bektaş Veli’nin sözünü unutmadan yaşayın ”sizi incitselerde incitmeyin”. Küsmeyin size küsselerde. Affedici olun, onurunuzla oynayanları, yoksulluğunuzu hor görüp sizi aşağılayanları bile affedin, affetmek büyüklüktür. Düşman olmak kolay, önemli olan dost olmaktır insana, kurda, kuşa, çiçeğe, suya...


Sabah kalktığınızda ilk kendinize gülümseyin, sonra çevrenizdeki canlı, cansız her şeye.

Zengin- fakir, çirkin–güzel, büyük- küçük, din, mezhep, ırk ayırımı gözetmeden, herkesi kucaklayın sevin ve herkesi sevgiyle, saygıyla selamlayın....

Dost olun bütün insanlarla. bütün düşmanlıkları silin hafızanızdan. Dostluğa, sevgiye, yardıma ihtiyacı olanlara uzatın elinizi. Mutsuz, umutsuz uçurum kenarında bir canı düşünün. Bir insanı uçurum kenarından çekip almak, onu yeniden hayata bağlamak az şey midir? .. Var olan tüm güzelliklerden daha güzel değil mi? .. Dahası tutunacak dal olmanız az şey midir? ..


İnsanlarımızın çoğunluğu sevgiden, hoşgörüden, umuttan, dostluktan, barıştan ve mutluluktan söz edilmesini ayıplarlar, daha önemli konularda ciddiyet beklerler. Varsın ayıplasınlar. Siz dostlukları deneyin. Güzelliklerin, dostlukların insanın hayatında, onların düşündüğünden daha önemli olduğunu göreceksiniz...


Bir günlüğüne de olsa haramdan, riyadan uzak durun, aldatmayın kimseyi, dürüst çalışın, dürüst kazanın, helal yiyin; Elinizdekiyle yetinip şükredin ve şükran dolu yaşayın doğan güneşe, akan suya.


Bir günlüğüne de olsa kırmayın, kızmayın, öfkelenmeyin, kötü söz söylemeyin, küfür etmeyin, incitmeyin, hor görmeyin hiç kimseyi, hiç bir canlıyı aşağılamayın... Dostça, insanca, yaşamın ve dostluğun umut çiçekleriyle donatın hayat yolunuzu... Gülümseyin ve ümit ederek yaşayın göreceksiniz ki, tüm olumsuzluklara ve tüm kötülüklere rağmen hayat çok güzel! ..


Yeni yılda umutları, tomurcukları bol daha nice yeni yılllar, yeni baharları yaşamak, sevgiyi, umudu ve dostluğu her zaman yaşatabilmek dileğiyle beraber, uğurunuz açık, yolunuz yüreğiniz kadar aydınlık. Sevinçleriniz, sevgileriniz, sevenleriniz, dostlarınız, mutluluğunuz ve şansınız bol olsun...


Unutmayın! en ümitsiz zamanlarda bile ümit öten bir kuştur! .. En zor anlarınızda bile ümidinizi yitirmeyin! ... Ümit ederek yaşayın...

Unutmayın ki, umut en umutsuz, karanlık gecelerde bile ışığını esirgemez sizden... Umutla kalın, umutla ışıyın, umutla yaşayın...


Gülümse Güneşe Umut Yeşersin


Türküler söyle dost yüreğine

gülümse güneşe umut yeşersin
.../
kır çiçekleri kırılmasın kirpiklerinde
saçlarını savuran bu rüzgar esmesin
şafaklar umut açmıyorsa
yastığında yaslandığın gecelerin

ser önüne yoz akşamları

küflü gurbet gecelerini de al yanına
tutuşturalım bir ucundan içimize batan bu hayatı

ömürki, nazlı bir bahçedir

kimi gün çicek açar, kimi gün yaprak döker
say ki, sende varsın dünyada
bırak uyusun kollarında bu nilüfer
baharlar tadında kalsın sarmalında umut
bir sonbahar yaprağına yazılı da olsa adın
sende hayatını oyna acıların karşısında

bırak dönsün dünya

sende dokun bir ucundan hayata
aldırma sedası sarsık keman iniltilerine
mutluluk dediğimiz ulaşılmaz bir dağ da olsa
demirden kale de olsa içimizi kuşatan aşk
hiç kervan geçmese de
düştüğümüz kuyunun kenarından
aldırma,
herkesin hayatında
acının solduramadığı günlerde vardır

bırak hayatın hangi burgacında

dalgalanıyorsa kalbin dalgalansın
bir kelebeğin ömrü kadar da olsa ömrün
bir sarmaşık tutkusuyla sarıl yaşama
hangi uçurumun kıyısında olursan ol
her zaman heybende biraz umut
yedeğinde sevgi kırıntıları bulunsun

1988 İstanbul





Sevgimizi Paylaşmayı biliyor muyuz?



”Yaşamaya zaman ayırın, zira zaman bunun için yaratılmıştır…

Düşünmeye zaman ayırın, başarının bedeli budur…
Sevmeye zaman ayırın, güçlü olmanın kaynağı budur…
Etrafınıza bakmaya zaman ayırın, günler bencilliğinize yetmeyecek kadar kısadır…
Terbiyeli olmaya zaman ayırın, insan olabilmenin sembolü budur”
Goethe

Merhaba!

Siz, siz olun insani değerlerinizi öldürmeyin! Ağlamaksa ağlamak, gülmekse gülmek, hüzünlenmekse hüzünlenmek, sevmekse sevmek. İnsan bir makina değil, duygusuyla, merhametiyle, sevgisiyle insandır.

Ve nitekim yaşamak. Tek bir dokunuşta, bir bakışta gizli, hissetmekle kalan sahici değerler... Yapay değerlerimizde büyüttüğümüz, her şeyi lükste, parada, maddiyatta aramanın, hırsın, bencilliğin, çürümüşlüğün gerçek değeri ne ola ki.


Hayatımıza o kadar çok karmaşa ve ucuz değerler girdi ki; her gün biraz daha kaos, biraz daha karmaşa içinde yaşamın farkına varmadan kaybolup gidiyoruz. O kadar acele yaşıyoruz ki hayatı. Bir tabloya bakarken, ya da bir şiiri okurken bile neyi anlattığını, üzerinde durup düşünmeye fırsat bulamıyoruz.


Geldiğimiz yüzyılda insanlar artık sadece yaşamlarını daha zengin bir ortamda sürdürme kaygısı taşıyorlar. Asıl değerlerin yerini (saygı, sevgi, dostluk, güven, paylaşım gibi) maddi değerler almış. Oysa ki sevgi, vefa, dostluk duygusu kutsal değerlerdir maddi değerlerle, maddi çıkarlarla ölçmek onu aşağılamaktan başka bir şey değildir.


O kadar çok sevgi var ki yarım kalan, bu acelecilikten sevgileri bile yaşayamıyor ve paylaşamıyoruz. Birbirimize yeterince vakit ayıramıyoruz. Yaşamın yanı başımızda su gibi akıp geçtiğinin farkına varamıyoruz. Dostluklar bile sahte ve çıkar ilişkilerinden öteye geçmiyor. Farkında mısınız, ne kadar çok özlüyoruz doğal dostlukları ve sevgileri?

Belki basit ama işte ders almamız gereken bir hikaye.

'İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yeli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar.

Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar. Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyorlar, sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına geliyorlar. Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor, 'hiç anlayamadım, niye yolun ortasında oturup saatlerce yok yere bekledik? ' Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki; 'Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik...'

Niye içimiz de hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığımızı, niye mutlu olmayı beceremediğimizi, niye kendimiz olmayı başaramadığımızı ve 'niye' ile başlayan daha bir dolu sorunun cevabını açıkça veriyor. Inkalar'ın yaşlı torunu. Çünkü kimilerimiz bu aptal hayat içinde o kadar hızla yol alıyoruz ki, ruhumuz çok arkada kalıyor, hatta onu nerelerde unuttuğumuzu bile hatırlayamıyoruz.... Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor.

Sanıyoruz ki, çok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız. Evet kimi zaman bunlara sahip oluyoruz ama ruhumuz yanımızda olmadan.'

Peki biz gerçekten dost olabiliyor muyuz insanlara, çıkarsız sevebiliyor muyuz insanları?


Neden hep yalnızlığı seçiyoruz çoğunlukla; neden hep boğulduğumuzu sanıp kaçıyoruz insanlardan? Bu acelecilik, bu korku, bu kaçış niye? Sevgileri, gerçek dostlukları, insani ilişkilerimizi öldürmüyor muyuz hep beraber, sevgilerimizi de öldürecek kadar sevgi katili olmuyor muyuz?


Biliyoruz ki, düşündüklerimizle yaşantımız arasındaki ilintiler çoğu kez özlenenin, umulanın dışında kalıyor. Toplum olarak da, bireysel olarak da, durmadan bir karamsarlığa bir yılgınlığa doğru sürükleniyoruz. Bunları söylerken edebiyat yaptığımı ya da bilgiçlik tasladığımı sanmayın. Salt bireycilik, bireysel saplantılar değil bunlar. Toplumsal bir yangına dönüşmüş durumda.


Bunları yazarken bir arkadaşımın anlattığı ve yazarının ismini bilmediğim kısa bir öykü geldi aklıma. Hatırladığım kadarıyla öykü şöyle...


“”Dağlık bir bölgede adam küçük oğluyla yürürken, oğlan ayağını taşa çarpar ve can acısıyla, “Ahhhhh! ”diye bağırır. Dağdan, “Ahhhhh! ” diye bir ses gelir ve bu sesi duyan çocuk hayret eder. Merakla “Sen kimsin? ” diye sorar; ama aldığı tek yanıt “Sen kimsin? ” olur. Çocuk bu yanıta kızar ve “Sen bir korkaksın! ” diye bağırır.Dağdan aldığı yanıt “Sen bir korkaksın! ” dır. Babasına bakar ve “Baba ne oluyor? ”diye sorar.


“Oğlum, dikkat et! ” diyen baba, vadiye doğru, “Sana hayranım! ” diye bağırır.Ses “Sana hayranım! ” diye yanıtlar. Baba “Sen harikasın! ” diye bağırdığında, bu kez dağdan “Sen harikasın! ” yanıtı gelir. Çocuk şaşırmıştır, ama hala ne olduğunu pek anlayamamıştır.


Baba oğluna durumu açıklar: ”Oğlum, insanlar buna yankı derler ama; ama gerçekte YAŞAM’ın kendisidir. Yaşama ne verirsen sana onu yansıtır. Yaşam senin davranışlarının bir aynasıdır. Eğer yaşamında daha çok sevgi istiyorsan, insanları daha çok sev. Eğer sana saygılı davranılmasını istiyorsan insanlara saygılı davran. Eğer başkaları tarafından anlaşılmak istiyorsan, önce başkalarını anlamaya gayret göster. Eğer insanların sana hoşgörülü ve sabırlı davranmasını istiyorsan, önce sen insanlara karşı hoşgörülü ve sabırlı olmalısın.

Oğlum yaşamda ne ekersen onu biçersin. Bu doğa yasası, yaşamın her yönü için geçerlidir.””

İnsanların yaşamı tesadüfler sonucu oluşmaz; insanların yaşamı onların davranışlarının yansımasından başka bir şey değildir...


“Sevinçler paylaşıldıkça artar, üzüntüler paylaşıldıkça azalır” sözü insanlar için en güzel ve en doğru yol gösterici olarak algılanmalıdır.


Bazen karşımızdakilerin varlığına bile tahammül edemiyoruz, çarpık sağlıksız bir kişiliğe doğru sürükleniyoruz. Salt “Sevmeyi bilmek” başlıklı yazımdan dolayı onlarca tehdit ve küfür maili aldığımı yazsam inanır mısınız?


Ey siz sessiz sevgilerin sessiz ortakları... Bu serin gecenin ıslak damlacıkları bedeninize yayılırken, üşüyüp kaçmak yerine, yüreğinize sevginin sıcaklığını esir edin... Ve bunu kendinize bahşedilmiş en kutsal ödül sayın. Sevin, yalnızca sevin...

Dünyanın en güzel şeyi insanların sevildiğini bilmesidir, daha da güzeli sevebilmesidir, sevmeyi bilmesidir. Sevmek hiç bir zaman çılgınlık değildir. Sevmek insan tarafımızı bulmamızdır. Dünyada sevmeyenlere, sevemeyenlere acımalı. Sevebilen insan, kendini ve yaşamı keşfeden insandır; talihli insandır. Duygulu duyarlı ve güzel insandır.
Sevgidir insanı yücelten, insanın yaşamına anlam ve derinlik kazandıran. Sevmeyenler ve sevemeyenler ot gibi yaşayıp, ot gibi gidenlerdir. Ah evet, sevgisiz bir dünyada hala sevmeyi bilen siz duyarlı dostlara selam, bilmeyenlere de bir mesaj iletiyorum bu şekilde...

‘”Dünyayı şairler ya da çocuklar yönetse, o zaman dirlik düzenlik olur; çünkü ikisinin de yüreği sevgi doludur, ikisi de açık yüreklilikle yaklaşır hem beyninin hem yüreğinin sorunlarına” diyen yazara katılmamak mümkün mü? .


Beynimi beyninizin aydınlığına yaslayıp, yüreğimi yüreğinizin sıcaklığına; güzel, yalın yapmacıksız duygularınızdan öpüyorum.


Yaşamı savunma sorumluluğu ve bilinciyle

mutluluklara…




Sevgi Kirlenmesi


Günümüzde sevgi ve aşk kelimesi pek çok kişinin diline dolayıp ağzından düşürmediği bir moda sözcüğü olmuş. TV ya da magazin basında sevgi ve aşk kelimesini yalnızca diline dolayıp, gerçek anlamda sevgiyi içinde hissetmiyenlerin sürekli sevgiden, aşktan sözetmeleri, değeri ölçülmez, pahası biçilmez bu manevi duyguyu kirletmekten, yok etmekten başka bir işe yaramıyor aslında! ..

Aşkı, sevgiyi sıradan şeylerin tutsağı yapmak, şehvete kurban etmek onu sonsuza kadar yitirmek demektir. Gerçek sevgi, şehvete kurban edilmeden, kirletilmeden çıkarsız, hilesiz karşı tarafa sunulandır.

Dil ucuyla sevgi edebiyatı yapmak, mevsimlik, günlük, gecelik aşk yaşamak, sevişmeyi sevgi yada aşk sanmak; Cehalet, budalalık, aymazlık ve sevgiye ihanet etmekten başka bir şey değildir. Bu sevgiye yapılan en büyük vefasızlık, insafsızlık ve kötülüktür bence.


Sevgi insanın yüreğinden doğan ve zamanla insanın bütün benliğini, hücrelerini saran kutsal bir duygudur. Gerçek sevgi (kavramı) gecelik, mevsimlik, anlık aşklarla ölçülemez. Mutlak emek verilmesi gereken ve paylaşılarak büyüyen, büyütülen, anlamı, değeri, rengi, kokusu, aklığı, ışığı olan bir duygudur.


Günümüzde pek çok insanın elbise değiştirir gibi sevgili değiştirmesi ve seviştik sözcüğünü “aşk yaptık” sözcüğüyle eş tutmalarını şaşırtıcı ve o kadarda tiksindirici buluyorum.


İnsan psikolojisinde yüce ve kutsal duygu girişimlerini besleyen sevgiler olduğu kadar, bazılarında da insanı süflüleştiren, onu aşağılık bir yaratık haline gelmesini kışkırtan bir takım ucuz, nefsi ve iğrenç tutkular da vardır. Ki, bunları aşk, yada sevgi sanmak cehalet ve aptallık değil de nedir söyler misiniz?


Meselenin asıl en kritik tarafı ne yazık ki, pek çok insanın bu aşağılık tutkuları sevgi, yada aşk olduğunu zannetmesidir. Bu kahrolası zamanda sevginin, aşkın, sanatın, emeğin beş para etmez hale getirildiği dünyamızda. İnsanın insan olarak varlığını sürdürebilmesi ancak bu banal değerlerden kendini korumasıyla mümkündür.


İşte burada yeni nesillerin etkilendiği ve gelecek nesillere de bulaşması kaçınılmaz olan, içinden çıkılması zor bir durumla karşı karşıya bulunduğumuzu unutmamalıyız.

İnsanın insani değerlerinin, ahlakın beş para etmediği, insan sevgisinin sadece söylemden ibaret olduğu, sevginin sadece maddi çıkarın ön şartı haline getirildiği bir çağda yaşıyoruz. Yaşamanın insan olana utanç verdiği bir çağda...

Oysa herşeyin başı sevgidir. Sevgisiz hiç birşey güzel ve anlamlı değildir. Gerçek sevginin yolu yürekten, yüreğin yolu da beyinden geçer. Beynin yolu iyi niyetten, temiz duygulardan ve ahlaklı olmaktan geçer. Sevgi ahlak dışı hiç bir ima, hiç bir duygu kabul etmez.


En kutsal sevgi karşılık beklemeyen sevgidir. Karşılık bekleyen sevgi gerçek ve asıl sevgi değildir; çıkarcıdır, ucuz günübirlik yaşanan sevgidir. Kirlidir, maddiyatı ve çıkarı fazilet sayar. Asıl sevgi, hilesiz, çıkarsız, kutsal ve asıl olandır.


Çağımızda temiz,erdemli, kirlenmeden yaşamak zor ve çileli bir yoldan geçmeyi gerektirir. Ama bu yol temizdir, insanidir, kutsaldır. Derinliği, güzelliği, anlamı olan bir yaşam biçimidir. Gerçek sevginin özlemini duyarak ve bu duyuda kendini bulan insan nereye giderse gitsin, nerede yaşarsa yaşasın insan kalır. Çünkü insanın insan olarak kalması, insanın sevgisinden, dürüstlüğünden ödün vermemesi, ben kalması gerekiyor. Sevgi, özlem, bilinç, kişilik derinliği yaratır insanda. Mağazalar, lüks arabalar, günübirlik sevgiler değil... En eski ve zamanın yok edemediği tek yüceliktir sevgi, unutmayın...


Her sabah uyandığınızda ince bir sevda yakmıyorsa yüreğinizi, vicdanınızda bakabileceğiniz bir yüzünüz yoksa aynalarda; Yüreğinizde merhamet, gözlerinizde rahmet akmıyorsa sevda denizlerine ve yakmıyorsa içinizi incecik bir merhamet ateşi...


Satın gitsin! Bu dünyada benim dediğiniz neyiniz varsa; Ağlarken gül dökmüyürsa gözlerinizin altı.



Sevgiler kirleniyor sevgilim


Sevgiler kirleniyor sevgilim

uygarlık adına, çağdaşlık adına
umutlar kirleniyor sevgilim
havalar soğuk mu soğuk

insanlar eceliyle ölmüyor artık

radyosyonlu ölümler
kokainli ölümler
kanserli ölümler
aidisli ölümler kol geziyor
dünya çaresiz mi çaresiz

insanlık ölüyor sevgilim

tabiat ölüyor
güzellik ölüyor
kötülükler boy veriyor
zaman hain mi hain

oysa

bir çiçek olmalı umut
açmalı yaralı topraklarda
çocuklar yarınlara güvenle bakmalı
sevinçler yeşermeli yapraklarda

nefretler sevgiye dönüşmeli sevgilim

acılar sevince
dostluklar yücelmeli insan sevince
insan sevince yalanlar küçülmeli
dağlar küçülmeli çocuklar büyümeli
ırmaklar ağlamalı, çocuklar gülmeli

savaşlar bitmeli sevgilim

acılar bitmeli, açlıklar bitmeli
sevgileri kirletenler
bu diyardan gitmeli

bunca kan

bunca gözyaşı
dünyamıza yetmeli

insan bu dünyada ya sevmeli ya da ölmeli





Vicdan Kalbin Terazisi mi?



Vicdan nedir?

Zalım ile mazlumu, acımasızlıkla merhameti, haklı ile haksızı, insanın içindeki iyi ile kötüyü, hayır ile şerri ayırt etmeye yarayan önemli bir duygudur. Hemen herkeste, bir görüntü yada olay karşısında bu duygunun varlığı ve etkisi hemen anlaşılır...

Daha önceki yazılarımda da üstüne basa basa vurguladığım gibi, dünyada en kutsal, en değerli şey nedir diye sorsalardı bana, herhalde hiç tereddütsüz vicdandır derdim “sevgidir”, “ merhamettir” derdim. “İnsanın sevildiğini bilmesidir.” derdim. “Daha da güzeli sevmeyi ve sevilmeyi bilmesidir.”


Sevmenin bir çılgınlık, ağlamanın bir zaafiyet ya da, bir zayıflık olduğunu düşünenlere acıyorum. Oysa ki sevmek, güçlü olmak, insan tarafımızı bulmak demektir. Sevmek; dünyaya, insana, hayvanlara, bitkilere yani doğaya hilesiz bakmak, doğayı ve doğadakileri her halleriyle benimsemek demektir. Vicdan, merhamet ve dürüstlüğümüzdür sevgi. Hayata umutlu bakışımız, yaşama sevgiyle sarılışımızdır. Bir kuşun kanadının kırılışına yüreğimizin titreyişidir, yanışıdır.


Sevenlere değil, asıl dünyada sevmeyen, sevemeyen, sevilmeyen ve sevmesini bilmeyenlere acımalı. Sevebilen insan yaşamı, yaşamın derinliğini, kendini ve ruhunun iç derinliğini keşfeden insandır. Aşk değil midir insanı erdemleştiren, güzelleştiren dostlar? Derinliğimiz, güzelliğimiz aşktan değil mi? Oysaki aldığımız kültür, içinde yaşadığımız sistem ve zaman o kadar sahte ki... Gülüşler, dokunuşlar, bakışlar sevgi sözleri bile hepsi sahte geliyor insana.


“Benliği hor ve hakir kılıp, insanı yükselten aşk ve sevgidir. Onsuz bütün beden tamahtan ibarettir. Tamah ise alçaltandır. Sevgi ve şefkat insanın, öfke ve şefkat ise hayvanın temel hasletleridir. Sevgi güneştir, ama kusurları örtmede gece gibi olun! ” der Mevlana.


Aşk hilesiz sevmektir dostlar ve sevgiyi taa ruhunun derinlerinde hissedebilmektir. Bence sevebilen insan talihli insandır, güzel insandır, erdemli ve saygın insandır. Saygınlığı ve sevilmeyi hak eden insandır.


Güzelliklerin, inceliklerin öz kaynağı değil midir sevgi! Karda, kışta bile olsa insanın içini ısıtan, şiir duygusunu yeşerten, sevdaların mana tezgahında dokunan ve bakınca gözlerde kutsal şiir gibi okunan, derin bir mana değil midir sevgi! Sevgi, yüreğini güzelliklerle beslemek, ruhunu kinden, fesattan, hasetten, iftiradan yalandan, kıskançlıklardan, kötülüklerden arındırmak değil midir?


Yönünü sevgiye çeviren insan çevresine sevgiyle, saygıyla bakmasını, yüreğini düşmanlıklardan, kirlerden; kinlerden arındırmasını da bilir. Çünkü insanın içindeki canavarı dizginleyen bir güçtür sevgi. İçinde sevgi, merhamet taşımayan insanın, acıma duygusu da olmaz, düş kuramaz, düşünemez.. Dolayısıyla içinde sürekli başkalarına karşı kin, nefret, kötülük besler. Merhametsiz, acımasız ve zalim olur. Oysa ki, insan olarak her insanın mutlak sevmesi, düş kurması, düşünmesi, gülmesi ağlaması gerekmiyor mu? Hani ünlü bir söz vardır ” Yürek yanmayınca göz yaşarmaz.” derler ya, işte onun gibi bir şey.


Ben insanın maddiyatına ve mevkisine değil, insanın kişiliğine, insani değerine önem ve değer verilmesinden yanayım. Görünüşe ve şakşaklara aldanmamak gerekir. İnsanın insani değerleri içinde, ruhunda ve gözlerinde saklıdır. İçinde çirkinlikler besleyen insanı hangi makam, hangi maske, hangi elbiseyle donatırsanız donatın çirkinliğini gözlerinden görürsünüz, bakışlarından anlarsınız.


İnsanın niteliklerini ve sevme yetilerini geliştirerek tırmanacağı yüksek düzeye; nitelik ve erdem basamaklarına ancak sevgiyle çıkılabilir. Sevgisiz bir insan, vicdanını devreden çıkardığında yapamayacağı haksızlık, yapamayacağı vicdansızlık, düşünemeyeceği kötülük kalmaz. Yani sevgiyi, merhameti yüreğinden dışlayan bir insan, alçalmayı seçmiş demektir. Vicdan devreden çıkartıldığında, insani hiç bir parıltı, hiç bir değer kalmaz insanda ve o insan alçalmayı seçmişse zaten ineceği düzeyin de sınırı olmaz, alçaldıkça alçalır. Bu tür insanları genelde karakol yada hapishanelerde insanlara salt işkence yapmak için tutarlar. Eski dönemlerde de bunlara cellat denirdi.


En sevmediğim insan tipi çıkarcı, yalancı, iftiracı, içten pazarlıklı, hani derler ya saman altından su yürüten yada yılan gibi yanına yaklaşıp gizlice sokan, insani hiç bir nitelik taşımayan yalaka tiplerdir. Hani kendisinden güçlü gördü mü “Elini öp’im abi! ” deyip, önünde doksan derece eğilen. Zayıfı gördüğünde kabadayılığı tutan ve gücü yettiğince ezmeye çalışan, biraz zoru gördüğünde ise sahtekarca milliyetçi ya da dindar ayaklarına bürünen vicdansız, merhametsiz, acımasız insan tipidir. Bu tip insanlar her yerde mevcut. İhtiraslarına ulaşmak için izledikleri yol, yöntem ve entrikalarla alçalabildikleri kadar alçalırlar. Hayatım boyunca bu tip insanlardan hep kaçmaya, uzak durmaya çalışmışımdır. Onlarla aynı ortamı, aynı havayı soluduğumda hep tedirgin olurum. Sevgisizlikleri, kirlilikleri üzerime bulaşır diye..


Sevgiden ve kitaplardan korkmamalıdır insan. Sevgiden ve kitaplardan korkan kimseler, içlerinde aydınlık taşıyamazlar. Çağı da yakalayamazlar. Günümüz insanının ve gençliği; bir tuzağa düşürülmek isteniyor.Ucuz tv programlarıyla (kitaptan ve gerçek sevgiden uzak) , günübirlik aşk dedikodularıyla insanlar uyuşturuluyor. Kendilerine ucuz, kalitesiz tv programları izlettirerek, insanlar okumaktan uzaklaştırılıyor.Kitaptan yoksun yaşamak ise, insanlarının doğruyu bulmalarını zorlaştırıyor. Oysa herkes biliyor ki, tarihte yükselmenin, gelişmenin ve aydınlanmanın yaşandığı zamanlar; yüreklerin kitapla ve sevgiyle beslendiği çağlardır. Savaş, karanlık, cehalet ve düşmanlık dünyanın ve insanın başına sürekli felaketler, belalar getirmiştir.


Çağı yakalamak, çağdaşlaşmak ve çağlar öncesini anlamak için öncelikle insanın yüreğini sevgiye ayarlaması, kini ve nefreti Kaf Dağının ötesine kovalaması, insanı erdemli insan kılan zeka ve sevgiyi ön plana alması gerekir.


İnsan sevmediği birine malını verebilir belki, parasını verebilir ama en değerlisi olan sevgisini, sevmediği birine verebilir mi? Cebindeki parayı, üstündeki eşyayı vermek, sanıldığı kadar önemli de değildir bence. Çünkü bunlar sevdikleriniz kadar kıymetli de değildir. Ama insan sevmediği birine en değerli şeyini veremez, yüreğini, sevgisini

veremez.

Malını ya da kumarda parasını kaybeden de çok şey kaybetmiş sayılmaz. Çünkü onları yeniden kazanma şansı var. Herhangi bir kaza ya da olayda cesaretini yahut ümidini kaybeden de çok şey kaybetmemiştir. Onları yavaş yavaş yeniden kazanabilir. Ama onurunu, haysiyetini, insanlığını kaybeden kişi her şeyini kaybetmiş sayılmaz mı? Onun bir daha kazanma şansı mümkün müdür? ... Sevgi ve vicdanınızla başbaşa kalın diyorum... Yazımı 80’li yıllarda yazdığım bir şiirimle noktalıyorum...



Ben Yokum


Güzellik bu denli ucuzsa

ve bu denli çirkinse yaşamak
nankörse emek
çıkarsa her kapının anahtarı
ben yokum

ben yokum

bir gecelik ilişkiler kadar değersizse aşk
parayla ölçülüyorsa dostluklar
ihanetler, savaşlar, karanlıklar üzmüyorsa
ve utandırmıyorsa yoksulluklar
ben yokum

erdem bu denli küçükse

ve bu denli büyükse yalanlar
hayaller yoksa
umutlar yoksa
çiçek açmıyorsa sevda bahçeleri
özlemi anlatmıyorsa karanfil
ben yokum

yaşam dediğiniz

zamanı tüketmek
maviyi kirletmek
yiyip içip yan gelip geğirmekse
küfretmekse sizden olmayana ana avrat
doğru dostum ben aykırıyım

varsın sizin olsun

marklar, arabalar, dolarlar
sizin olsun, konfor lüks
şan, şöhret, mevki

bana bir dilim şiir

bir nebze sevgi yeter

yeter

bir içten gülüş
bir tutam düş
ve güneşin yedirengi




Ahlak Sevgi Ve Hoşgörü


İnsan, tabiatından kendisinde var olan kötü huylarından istesede kolay kolay vazgeçemez. Ancak insan gerçekçi, insancıl, karşı fikirlere tahamül gösteren, inançlara saygılı, mantiki bir eğitim ve iyi bir terbiye ile zaafları baskı altına alınıp, güzel tarafları öne çıkartılırsa. İyilik, merhamet ve hoşgörü gibi kavramların kapıları açılır ve insanın kendisinde var olan kötü huyların önü kesilebilir...


Çocukların büyüme, gelişme ve eğitim çağında gereksiz, hiç bir işe yaramayan, günlük yaşamında kullanamıyacağı hurafelerle, kof, saçma-sapan bilgilerle zihnini işgal etmenin, çocuğa hiç bir yararı olmayacağı gibi, körpecik beyinlerinin gelişmesine zarar verir.


Eğer çocuğunuzun hayatta kendine güvenen kişilikli, kötülüklerden uzak, çevresine sevgi dolu gözlerle bakmasını ve insanları, hayvanları sevmesini istiyorsanız; Beynini sürekli olumlu düşüncelere yöneltip, başkaların hakkına saygılı olmasını sağlayın.. Kötülüğün, mutsuzluğun, umutsuzluğun, sevgisizliğin, kıskançlığın, kısacası başarısızlığa ve kötülüğe neden olan olumsuz duygu ve düşüncelerden arınmasını gerçekleştirmeye çalışın.


Çocuğunuzun intikam, kin, kötülük gibi olumsuz duygulardan uzak yetişmesini ve hayat çizgisinde dürüst, onurlu, kişilikli bir insan olmasını istiyorsanız. Sevgi, merhamet, hoşgörü, anlayış gibi insani kavramların, küçük yaşta öğretilmesi, karşı fikirleri, dinleri, inançları, milliyetleri saygıyla karşılaması gibi, güzel unsur ve güzel duygular, çocukluğunda ve gelişme çağında garantina altına almalı sınız ki,. ileri yaşlarda depreşmeye yönelik zaaflarını asgariye indirmiş olsun.


Ben 38 yılını memleket sevgisi ve memleket hasretiyle geçiren, düşünen bir insan olarak, insanların sadece yemek yiyip geğirdikten sonra ne yapacağını bilmeyen, kendisi gibi olmayan ve düşünmeyenlere küfür eden, kaba, kimliksiz, kişiliksiz nesiller yetişmesini istemiyorum.


Sevgi ve hoşgörünün çağımızda insanlar arası, toplumlar arası, en önemli barışçıl etken olduğunu unutmamalıyız. Sevgi, dostluk ve hoşgörü, insanlar biribirileri ve gerçeklik arayışındaki ilişkiyi, doğru kullanabilmelerinin, güven duygusunu hissedebilmelerinin biricik yoludur.


Dünyadaki, canlılarda yalnızca insanlarda var olduğu ve yalnızca insanlara ait olan özbilinç, adalet, merhamet, vicdan, hayal gücü ile aldığı eğitim ve terbiye, insanın yaşamını denetim altına almasını, düzenlemesini ve geleceğe ait ölçülerin gelişmesini sağlar. İnsanoğlu içinde bulunduğu yaşamı ileriye dönük değişimi tasarlarken, ilk kural yüreğini sevgiyle, saygıyla, merhametle doldurup, vicdanlı ve bilinçli olmasını gerektirir.


Sevgiyi, hoşgörüyü yalan ve çıkardan uzak tutup, hilesiz bir biçimde gönlümüze dokuduğumuzda ve yüreğimize nakış nakış işlediğimizde, sığ ve kirli sularda kürek çekmekten kurtulur, gerçek doygunluğu, doğruluğu, mutlulugu ve erdemi yakalamış oluruz..


Alışkanlıklar, önyargılar, bir toplumu tümden aşağılamalar ve kontrol altına alınamayan intikam, kin, nefret gíbi olumsuz duygular tüm toplumlara ve tüm insanlığa ancak zarar getirir. Yararlı olunamıyorsak bari dünyanın ve insanlığın gelişmesine, zarar vermeyelim...


Çağımızda insanlığın büyük uyanış içine girdiği demokratlık, (hümanist) insancıl değerlerin yüceldiği dünyamızda, insanların hala palavra ve kafaları bir örümcek ağı gibi saran şovenizm, dini fanatizm gibi çağdışı fikirlere, neden hala sıkı sıkıya sarılıp itibar ettiklerini anlamış değilim. Bilmezler mi asarız, keseriz mantığıyla hareket eden, gücü yettiğini, gücü yettiğince ezmeye çalışan insanlarda ne özbilinç ne özsaygı ne de mantık ve vicdan olur.


Her şeyden önce birey yada toplum olarak, aydın, her düşünceye, her inanca saygılı, okumayı alışkanlık haline getirip, kitap okumayı seven insanlar, nesiller yetiştirmeliyiz ki, dünyaya, insanlığa ve toplumumuza bir yararı olsun...


Bilimin, bilginin, teknolojinin ilerlemesine bir diyeceğim elbette olamaz, ama aynı zamanda da bilimin, bilginin, teknolojinin, zekanın kötüye kullanılmasından, pazarlanmasından da yana değilim. Aynı oranda din, milliyet gibi kutsal unsurları, küçük çıkarlar için kötü emellerine alet edenlerden hep tiksinmiş, rahatsızlık duymuşumdur.


Çocuklarımızı eğitimden ve sorumluluklardan uzak, vurdum duymaz, saygı ve sevgiden bi-
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], tembel, sadece kendi çıkar ve rahatını düşünen bencil yarattıklar olarak yetiştirirsek. Onların kişilikli, dürüst, onurlu, yardımsever, karşı fikirlere, milliyetlere, dinlere saygılı, hoşgörülü olmasını öğretemezsek. İnsan olarak, düşünen, sorgulayan kafa yapılarına destek olmaz ve yol göstermezsek. Çağın bilgi donanımıyla donatmazsak. Yaşamın anlamını anlatamazsak. Ne olur bilir misiniz? ..

Dünyadan, yaşamdan bi-
haber kimseye hoşgörüsü, saygısı, sevgisi olmayan, acıma, merhamet nedir bilmeyen, gözünü kırpmadan insan öldürebilen, başkalarını korkutarak yada sömürerek güç kazanmaya çalışan, tembel, hoşgörüsüz, egoist bir nesil yetiştirmiş oluruz. Onun için çocuğun aile ve okulda alacağı kültür, eğitim, terbiye ile başkalarının fikrine, kültürüne, inancına, giyimine saygı duymaları; sosyal etnik farklılıklara hoşgörüyle bakmalarını, eşitlikçi anlayışı paylaşım ve dayanışma duygusunu geliştirmeleri gerektiriyor... Herkesin hakkının kendi hakkı kadar öneminin vurgulanmasını gerektiriyor.

Eğer çocuklarımızı kız yada erkek diye ayırırsak, soru sormalarını, sorgulayıcı olmalarını, kişilik kazanmalarını engellersek,. farklı olana hoşgörüyü ve saygıyı belletip bunu bir yaşam tarzına dönüştüremezsek. Sorunlar bir dağ gibi gittikçe büyür ve altında kalkamıyacağımız bir hal alır.


Sadece çevresindekilere değil, farklı olan her şeye saygılı, höşgörülü, anlayışlı, sevecen ve yardım sever olarak yetiştirirsek, asıl sorunların zaman içerisinde gittikçe küçüldüğünü göreceğiz.

Dürüstlük, insanın önce kendisine karşı dürüst olmasından geçer. Dürüst olmayıpta başkalarının yanında dürüstlük taslamak hiçte dürüstlük değil.

“Akıllı, bilgili olmakla, adil ve ahlaklı olmak aynı kapıya çıkar” diyor H. Ali. Ne doğru bir söz değil mi? Bütünlük, var olmak, kişiliğin önemi varsa, insanlara ve tüm canlılara karşı adil olmayı öğretmeliyiz çocuklarımıza. İyi bir insan olmanın temel gereği budur. Asıl mesele dün- bugün- yarın değil ve farklı din, dil, kültür değil. ïnsanın gerçeği ve bütünlüğü meselesidir.


Yargılamak adil olmayı ve bilmeyi gerektiriyor. Bilmek ayrı bir fedekarlığın adı unutmayalım...


Ne demişler: Tatlı dil yılanı ininden, Acı dil insanı dininden çıkarır.


Nihayeti, herkesin yolcu olduğu bu dünyada, yazımı sevdiğim bir kıssadan hisseyle bitirmek istiyorum istiyorum:


“Yolcu”

“ Kalıcı değerleri öne alanlar, geçici değerler yüzünden hem kendilerine hem birbirlerine hayatı zehir etmezler. Dünyada yolcu olduklarının bilincini sürekli uyanık tutarlar.“
Gerçeği arayan genç, bu uğurda yolculuk yaparken Polonya’da bir bilgeyi ziyaret eder. Bilgenin içinde yaşadığı tek odası kitaplarla doludur.
Genç hayretle sorar; “Diğer mobilyalarınız nerede? “ Bilge; “Sizinkiler nerede? ” diye aynı soruyu sorar gence.
Genç biraz şaşkın bir halde, “Ama ben yolcuyum diye karşılık verir.“
Bunun üzerine, Ben de öyleyim der, “ben de öyle”


Nuri Can




Dostluk Ve Yaşam



“ Sen gülerken yanındakilerde güler ama ağlarken yalnız ağlarsın, onun için öyle bir ağaca yaslan ki asla yıkılmasın, öyle bir dost edin ki seni asla bırakmasın...”


Merhaba Dostlar,

Ne yazık ki, kaskatı gerçeklerle dolu bir dünyada çirkinliklerin, güvensizliklerin at koşturduğu bir zamanda yaşıyoruz.
Yalancı ve yapay mutluluklardan gözlerimize öyle perdeler çekilmişki asal sevgiyi, dostluğu, insanlığı, şükretmeyi unutmuşuz. Dünyayı bağışlasalar yine de doymak nedir bilmiyoruz.
Bu zamanda gerçek sevgiyi, gerçek dostluğu yalansız - dolansız yüreğinde taşıyan kaç kişi kalmıştır acaba?

İlişkiler vıcık vıcık; ihanet, riya, sahtekarlık tiksinti veriyor insana. Çirkinliklerden, çirkefliklerden uzak durmak için ancak hayal dünyasında teselli edebiliyoruz kendimizi.


Vicdanlarını kirletenler rüyalarımızı da kirlettiler ne yazık ki, kirli, çirkin emellere alet ediliyoruz çoğu kez. Bu yüzden zaman zaman insanlara olan güvenimizi yitiriyoruz. İnsan kalmak, onurlu insan gibi yaşamak isteyenlere çok ağır geliyor yaşadığımız çağ.


Dört yanımız kirli paralar, menfaatler, iki yüzlülükler, ucuz değerlerle sarıldı. Baba’nın oğulu, kardeş’in kardeşi sattığı bir çağdayız. Çeşitli dalavereler, alavereler, oyunlar, entrikalar, ucuz çıkar ilişkileri kaptı dostluğun, vefanın, dürüstlüğün, mertliğin yerini.


Mertliği namertliğe, dostluğu çıkarlara kurban ettik. Yıldızların yerini süslü avizeler, ayın, güneşin yerini de kara bulutlar aldı. Denizleri kirlettiğimiz gibi doğayı da kirlettik. Sevgiyi, insanlığı kirlettiğimiz gibi yürekleri de kirlettik. Aşk, şehvete yenik düştü... Göz yaşlarımız da akmıyor artık, yüreğimiz de yanmıyor. Katılaştıkça katılaştık...


Kirlenmiş bir dünyanın ağırlığı altında kalmışız, her gece televizyonlarda yalan ve sahtekarlık melodileri dinletilerek uyutuluyoruz ve aynı melodileri kulaklarımıza üfleyerek uyandırıyorlar bizi her sabah. Çevremizi üçkağıdın, yalanın sahtekarlığın utanmazlığın pis kokuları ve kara bulutu sarmış.


Her gün biraz daha uzaklaşıyoruz inceliğin, saygının, sevginin, dostluğun senfonisinden. Her gün biraz daha sarıyor ahtapotlar gibi her yanımızı engerekler, çıyanlar... İnsana doğaya, yeşile, suya, hayata düşman nesiller yetiştirmek için yarışıyoruz sanki, öylesine hızlı yaşıyoruz ki, kimse durup düşünmüyor nedenler üzerinde, dönüp bakmıyor ardındaki uçurumlara...


Gerçek dost bildiklerimiz de yavaş yavaş elini ayağını çekip gidiyor bu dünyadan. Oysa ki bir zamanlar dostlar vardı, dostluklar vardı... Dertleri bir, neşeleri bir, acıları biribirine karışmış. Yürek yüreğe, omuz omuza, cancana yaşayan dostlar…


Ama artık kimse içtenlik kokan, dürüstlük kokan dostları, dostlukları tercih etmiyor. Çünkü her şey paraya ve çıkara endekslendi. Cebinde dolar, ağzında puroyla dolaşanlar, banka hesabı kabarık olanlar, ipek gömlek giyip altın zincir tasmalarla, pahalı arabalarla hava atıp dolaşanlara rağbet ve de öyleleriyle dostluk kurmak moda.


Öyle bir kara zaman dilimine denk geldi ki yaşamımız. Çıkarı için kardeşin kardeşi sattığı, baba’nın oğulu aldattığı, hırsızlığın, onursuzluğun, --------liğin, adiliğin, haysiyetsizliğin, haram lokmanın normal karşılandığı ve bunlara övgülerin dizildiği bir zamana denk geldik, kahretsin...


İnsanlara bakıyorumda aç gözlülüklerinden bu dünya sanki onlara ebedi kalacakmış gibi davranıyorlar. Biraz olsun insanca yaşamaya, insanca düşünmeye kimse yanaşmıyor, gelecek nesillere de kötü örnek oluyoruz.


Menfaatlerimiz için kötüleri ve kötülükleri kendimize dost edinme gayreti içine girdik. Onuru, gerçek dostluğu, dürüst olmayı unuttuk! .. Onayladık kim ne kadar adilik ne kadar kötülük yaparsa, sustuk, ayıplamadık, yadırgamadık, yargılamadık, kınamadık, üstelik onlar gibi konuşmaya, onlar gibi giyinmeye, onlar gibi davranmaya heveslendik...


Oysa yaşamı anlamlı kılan şey, yaşananın ve de yaşanacak olanın niçin ve nasıl yaşandığını bilip ona göre yaşamaktır asıl olan, temiz olan, doğru olan...

Şerefle bitirilmesi gereken en ağır ödev onurla yaşanan ve onurlu yaşanan bir ömürdür. Bu kirlenmiş pis kokuların yayıldığı çağda temiz kalmak zor bir savaştır. Ama kirlilikler içinde temiz kalabilmek önemli olduğu kadar daha bir kutsaldır...

Ucuz zevkler ve başkalarına hava atma lüksü için namusunu lekelemeye, eroin tüccarlığı yapıp gençleri zehirleyerek insanlığını yitirmeye, çıkar için el etek öpmeye, onurunu, haysiyetini satıp hayatını karartmaya değer mi bu üç günlük yaşam? ...


Ne yazık ki, maskelerin arkasına saklıyoruz gerçek yüzümüzü ve kimliğimizi çoğu kez. Göz kırpıyoruz yalanlara, yalancılara, sahtekarlara sahtekarca. Ulu orta tepkimizi göstermiyoruz...


Pis bir illet sarmış her yanı, ne yana dönsek sevgisizlik, bencillik ve sahtekarlık illeti... Ağzımızı kapatıyoruz konuşmuyoruz, görmemezlikten geliyoruz görülmesi, karşı çıkılması gerekenleri.


Esmer günlerdeyiz şimdi, dört tarafta karanlıklar üşüşüyor üstümüze, isleniyor duygularımız git gide, umutlarımız inciniyor. Utanması gereken yüzsüzlerin yerine biz utanıyoruz çağımız adına, utanmak adına,yoksulluk adına, kahretsin...


Zaman öylesine katı ve acımasız ki, her şey gerçek değerini ve rengini yitirmiş sanki. Renksiz bir dünyayı hiç hayal ettiniz mi? Renksiz, gri, kirlenmiş bir dünyada yaşamayı hiç düşündünüz mü?

Çevrenizdeki insanların zevklerini ve renklerini bir düşünün. Gökyüzü, denizler, dağlar, çiçekler, ağaçlar da rengini yitirseydi nasıl olurdu hayat? ...

Bu yüzden diyorum ki çağın kirliliği üzerimize bulaşarak her an bizi kirletmeye çalışsada, ilişkilerin tümüne hakim olamasak dahi ki,ilişkiler insanı etkiler; en başta bu anlamda kirlenmeye karşı uyanık olmamız gerekiyor. İnsan eğer bu dünyada temiz kalmak istiyorsa ve temiz bir insan gibi yaşamak istiyorsa bunun yükünü peşinen omuzuna almak durumundadır zorda olsa...


Gönül ışığını görmeyen gözler, nerden bilsin ki aydınlığı,insanlığı ama bir gün mutlaka bu tarihin çarkı dönecek ve bütün görkemiyle güneş doğacak yeniden. Güzel günler gelecek mutlaka. Bu umudumu hep saklı tutuyorum...


O gün gelince alçaklığın, hilekarlığın, sahtekarlığın sorulacak hesabı elbet, düzelecek her şey, karanlıklar ebedi değildir. Bir gün sevinçle koşacak çocuklar aydınlığa, şimdi her ne kadar karanlıksa, kıyılıyorsa da dost bildiğimiz aydınlık günlere. Ne olursa olsun bir gün mutlaka umutla, gerçek dostluklarla, pırıl pırıl fikirlerle, sevgilerle ışıyacak dünyamız ve hayat...


Yazımı, beğeneceğinizi umduğum “Rudyard Kipling”in anlamlı ve güzel bir şiiriyle noktalıyorum...

.....................

Adam Gibi Adam Olmak


çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse

sen aklı başında kalabilirsen eğer
herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır
hem kendine güvenebilirsen eğer

bekleyebilirsen usanmadan

yalanla karşılık vermezsen yalana
kendini evliya sanmadan
kin tutmayabilirsen kin tutana

düşlere kapılmadan düş kurabilir

yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer
ne kazandım diye sevinir
ne yıkıldım diye yerinir
ikisini de önem vermeyebilirsen eğer

söylediğin doğruyu ve gerçeği büken düzenbaz

kandırabilir diye safları dert edinmezsen
ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz ve
yeniden koyulabilirsen işe

döküp ortaya varını yoğunu

bir yazı turada yitirsen bile
yitirdiklerini dolamaksızın diline
baştan tutabilirsen yolunu

yüreğine, sinirine “dayan” diyecek

direncinden başka şeyin kalmasa da
herkesin bırakıp gittiği noktaya
sen dayanabilirsen tek başına

herkesle düşüp kalkıp yine de erdemli kalabilirsen

unutmayabilirsen halkı krallarla gezsen de
dost da düşmanda incitemezse seni
ne küçümser nede büyültürsen çevreni

her saatin her dakikasına

emeğini katarsan alın terine
hakçasına bölüşürsen vicdanındaki adaleti
her şeyiyle dünya önüne serilir
korktuğun yerde el öpmez
hükümran olduğun yerde ezmezsen
oğlum adam oldun demektir
üstelik adam gibi bir adam.

Şiir: Rudyard KİPLİNG

Şiir çeviri: Bülent Ecevit
Minnacık bir katkı: N. Can



Sevmeyi Biliyor muyuz?


“Sevgiyi biliyor muyuz?

Benim olmadığım zaman da sevmeyi?
Benden olmadığı zaman da sevmeyi?
Benim gibi olmadığı zaman da sevmeyi?
Bana benzemediği zaman da sevmeyi?
Gerçek sevgiyi demek istiyorum...
Biliyor muyuz?
Bunu sormamız gerekiyor...
Kendimize de, başkalarına da, dünyaya da...
Bunu sormamız gerekiyor”
Erdal Atabek

Sevmek yada sevmeyi bilmek, önce insanın kendisiyle barışık ve kendisini sevmesiyle başlar.

Sevmek demek dünyada bir kişiyi yada sadece yakınlarını sevmek demek değildir. Sevmek dünyadaki, tüm insanları ön yargısız, beklentisiz, çıkarsız sevmektir. Sevmek kuru kuruya sevmek değil, insanların mutluluğu, huzuru ve iyiliği için çaba sarfetmektir. İnsanların insanlığa yakışır bir şekilde yaşaması, doğaya ve diğer varlıklara zarar vermeden, gelecek kuşaklara iyi bir ortam oluşturulması ve iyi bir mirasın bırakılması için taraf olmaktır. Gelecek kuşaklara kirli, lanetli topraklar değil, sağlıklı ve temiz topraklar bırakmalıyız ki, bize saygıları kalsın.

Çocuklarımızı kin ve düşmanlık duygularından uzak tutarak, insanlara, doğaya ve hayvanlara karşı saygılı olması; tüm varlıkları sevmesi, koruması, yaşatması ve gelecek nesillere sağlıkla, dostlukla, sevgiyle teslim edilebilmesi için onları eğitmek; yalandan, riyadan uzak ahlaklı ve saygılı yetiştirmek öncelikle bizim asıl görevimiz olmalıdır.


Bence, insanın anlayışlı, hoşgörülü, diğer canlı varlıklara karşı saygılı olması gerektiği gibi, kalbi de sevgi, dostluk ve barışla çarpmasıdır. İnsanlar arasında din, renk ve ırk ayrımı yapmaksızın tüm varlıkları sevmesidir. Derviş Yunus da ki, gibi “Yaratılanı sevmek yaratan’dan ötürü” ya da Mevlana’nın çağrısındaki, “Kim olursan ol gel”gibi.


Sevmek, insanın sevgisini paylaşmasıdır, gözyaşının anlamını, insanların tümünde yürek, gurur ve değişik yaradılış özellikleri olduğunu kabul edip insanları olduğu gibi sevmenin erdem olduğunu bilmesidir.


İnsan başkalarına karşı iyi- kötü bütün davranışlarında vicdanını terazi olarak kabul edip kullanması dahilinde ve her şeyi onunla ölçüp, biçip tartması halinde, kendisine yapılmasını istemediği nahoş davranışları, haksızlıkları başkalarına da yapılmasını istemez. Vicdanıyla haraket eden kişi ne başkalarının hakkına saygısızlık eder, ne de haksızca rencide eder kimseyi.


Kişinin her şeyden önce kendisine karşı dürüst ve onurlu davranması gerekir ki, başkalarına karşı dürüst ve saygılı olsun. İnsanın, insan olması bence her şeyden önce kalbini taşımaya değer bir insan olmasından geçer. Yoksa kalp yaşama fonksiyonlarını sürdürmek için atmaktan başka bir görev yüklenmez. Unutmayalım ki, insanın insan olarak hissedebileceği en gerçek duygu, sevgi ve vicdanıdır. Yaşamanın anlamı ve amacı da bu olmalıdır.


Bilgisiz cahil bırakılmış birey, toplum ya da ülkeler, ekonomik, politik olarak geri kalmış ülkelerdir. Gelişmekte olduğunu idda eden ülkelerde politik yapıları gereği, eğitim ve kültürel eğilimlere yada sağlık ve sosyal ilişkilere harcamaları son derece kısıtlıdır. Bu nedenle o ülkelerde mili kültür bilincinde de bir gelişme olmuyor ve o toplumlarda yaşayan bireyler de çoğunlukla biribirine karşı ön yargılı ve kabadır. Tartışmaların kavramını, kıvamını ayarlıyamazlar, en ufak bir olayda hemen kavga, küfür, kaba kuvete başvurup gözünü kırpmadan biribirini öldürebilirler.


Bireyleri kitap okuma ve güzel sanatlarla haşır- neşir olan toplumlar hoşgörü, anlayış, sevgi ve saygıya daha yakın toplumlardır. Altın çağ olarak bilinen dönemler sanat ve sanatçının el üstünde tutulduğu dönemlerdir. İnsanlarda sevgi, saygı, hoşgörü, aşk daha ön plandadır bu dönemlerde.


“İnsan iyiliğin kölesi” der H. Ali. İyilik de şerrinden kuşku duyulan kimselere karşı en sağlam bir sığınaktır. İnsanlara yararlı olmanın, iyilik etmenin sınırı yoktur. Himmeti yüce bir fert, başkaları için ruhunu feda etmeye kadar diğergam olabilir.


Ne varki, böyle bir civanmertliğin insan için bir erdem ve o insanda içtenlik, hasbilik (gönüllülük) , niyet duruluğu olması, ırk, aşiret taasubundan uzak durması, din, mezhep, renk ayırımı yapmamasından geçer.


Sevgili dostlar şu yirmibirinci yüzyılda hala körpe beyinlere kin, düşmanlık, nefret ve kahramanlık aşılayanlara, güçsüzün hakkının ırzına geçenlere, tabiatı yok edenlere karşı, nerde olursak olalım karşı duralım. Çağımızın insanı olma gereğimizdir bu.


İki ağaç dikelim sevginin, dostluğun, barışın, gelecegin sembolü olsun. Ömür boyu hep sevelim, sevilelim ve sevginin kanatları altında mutluluğun, dostluğun, yaşamın tadını çıkaralalım. Gerçek sevginin büyüsünü bilenler hep sevgiyle kalsın. Güler yüz tatlı dil ve her şey gönlünüzce olsun...

Sevgi ve dostluk yağmurları altında hoşça kalın, dostça kalın.....



Şartlı Sevgi Sahte midir?


İnsanların ne kadar kötü olduğunu görmek beni hiç

şaşırtmıyor, fakat bu yüzden hiç utanmadıklarını
görünce hayretler içinde kalıyorum.
(Goethe)
Zaman ve içinde yaşadığımız sistem o kadar yapay, yalan ve sahte ki, dostlar... Sevgiler, dostluklar, ahbaplıklar bile çoğu zaman iki yüzlü ve çıkara dayalıdır. İşte bu nedenle, içinde hilesiz sevgi taşıyanlara acı ve zor geliyor yaşadığımız çağ. Tebessümler, gülüşler, dokunuşlar, sevgi sözleri hepsi hepsi yalan ve sahtekarca... Oysa gerçek sevgi, kimin daha karlı çıkacağını düşünmeden karşısındakine vermek değil midir? Bilirizki, sevgi bir çiçektir ve bu çiçeğin yetişmesi için de hayat en verimli toprağı sunar bize ama biz o toprağa sevgi çiçeği yerine yalan, kıskançlık ve haset çiçeği ekiyoruz...

Hayatı anlamak ve yaşama anlam katmak için; sevgiyi yakalamak ve anlamlı kılmak lazım. İnsanlar yüreğini sevgiye ayarlamalı ki, kini, nefreti ve çıkarı kafdağının ötesine kovalasın. Yoksa insanı erdemleştiren, duyguyu sıcak, yüreği temiz tutan, çıkarsız, yalansız, sevgiye yönelmesi mümkün değildir insanın. Gerçekten sevmeyen insanın hayatı zaten güzel ve anlamlı da olmaz?


Kalbimiz tutkularımızın, duygularımızın, sevgilerimizin yaşadığı yerdir. Kalbimiz vicdanımızdır, dürüstlüğümüzdür. Hassastır, narindir, kolayca kırılabilir, ama inanılmaz derecede esnektir. Kalp aldatılmaya, kendini aldatmaya, sahtekarlığa gelmez. Kalbimizde sevginin, erdemin yaşaması bizim dürüstlüğümüze bağlıdır. Şu üç beş günlük ömrümüzde yaşamımızı sahtekarlıkla, yalanla, dolanla, aldatmayla yürütmenin bize kazandıracağı ne olabilirki. Sevgiye ihanet etmekle kalbimize, kendimize ihanet etmiş sayılmaz mıyız? Sevgi; doğruluk, dürüstlük ve kendi yaşamımızın özgürlüğe kavuşturulması değilmidir aslında? .


Düşünüyorum da sanki bütün ilişkiler insani değerlerin dışında,yalnızca para ve çıkar üzerine kurulu. Çünkü birey olarak, toplum olarak el üstünde tuttuğumuz anlamsız değerler ve aldığımız kültür, içinde bulunduğumuz zaman bunu gerektiriyor.


Hayatımda hiç kimseye kötülük düşünmedim, bilerek kimseye kötülük ettiğimi de sanmıyorum. Hayatım boyunca hep insanlara iyilik etmek için çırpındım, bunu beni tanıyan herkes bilir. Çıkar için babam da olsa elini öpmedim. Haksızlığına inandığım bir olayda hiç bir insana taraf tutmadım. Yaşamım boyunca kimseye muhtaç olmadım, ama zengin de olamadım. Zengin olmam zaten mümkün değildi. Çünkü ilaç ya da yemek paramı bile aç kalma pahasına da olsa ihtiyacı olduğuna inandığım insanlara verdiğim çok olmuştur. Bu huyumdan dolayı babam bile hiç sevmedi beni, para kazanmaktan başka hiç bir nitelik taşımayan kardeşlerimi daima el üstünde tuttu. Oysa ki, babam varlıklı sayılır, maddi olarak hiç bir şeye ihtiyacı da yok.


Sevgisini çıkarsız, yalansız sevdiklerine vermek, mal para yada yemek vemekten daha iyi değil midir? . Sevmek demek (hayatta ölmek değil ama gerektiğinde gözünü kırpmadan canını verebilmektir sevdiklerine.) Sevgi kutsal bir duygudur, değerini para ile ölçmek onu aşağılamak olur. Bazen düşünüyorum da insan sevmeden nasıl yaşar, toprağı, suyu havayı en önemlisi de insanı sevmeden nasıl yaşar?


Kimi insan için yaşamak sadece bir dolup boşalma kanalıdır. Yanlızca yiyip içip tuvalete gitmektir. Lüks arabalara binmek yada başkalarına hava atmaktır. Ne korkunç ne tiksindirici değil mi? Hiç bir derinliği ve ağırlığı olmayan ve yaşadığını hissedip de neden yaşadığını bilmemek ne çirkin şey.

Çevrenizde o tür insanlarla bir konuşun. Hayatla, mutlulukla, sevgiyle ilgili fikirlerini sorun, alacağınız cevapları bir değerlendirin ve göreceksiniz ki bu dünyada ot gibi yaşayan ne çok insan var. O zaman kızmadan bana hak vereceksiniz. Bu tür insanlar çevremizde o kadar çok ki. Oysa, insan sevgisi, sevdası, bilgisi, ilgisi, düşü, düşüncesi, kültürüyle insandır. (İnsan salt bir dolup boşalma kanalı değildir.)

Sevginin kökeni insanınki kadar eskidir, insanla birlikte sevgi de var oldu yeryüzünde. Sevgisiz bir hayat koca bir hiçtir, boş bir kalıptır. Hayat koca bir kitaptır, sayfaları sevgiyle çevirdikçe ancak insan, insanlığının farkına varabilir. En kutsal sevgi karşılık beklemeden sevmektir. Karşılık bekleyen sevgi, gerçek sevgi değildir; çıkarcı, ucuz, basit ve günübirlik yaşanan sevgidir.

Sevgi sanılan bazı günübirlik hoşlanmalar da kalıcı değildir, gelip geçicidir. Çünkü yalnız çıkara ve anlık hoşlanmalara dayalıdır. Gerçek sevgi temiz, hesapsız ve hilesizdir. Gerçek sevgi üzerine kurulan ilişkilerin temeli de öyle kolay kolay yıkılmaz. Sevgi kin ve nefret tutmaz, gerçek sevgide bencillik yoktur. Sevgiyle yapılan hersey yapıcıdır, saygındır, güzeldir. İnsanın hissedebileceği en gerçek duygudur sevgi, unutmayalım.

Sevgi ve aşk insanoğlunun kalbinde taşıdığı en soylu ve en güzel duygudur. Yaşamanın anlamıda sevmek... Yüreğinizdeki sevgi çiçeğini asla ve asla hiç bir zaman soldurmayın...




Hiç Birimiz Masum Değiliz!



Hiç birimiz düşündüğümüz kadar masum değiliz!


Sevgi, bilinçtir. Hayattır. Özgürlük ve barıştır.

Sevgi, mutluluktur, sevinçtir, kahkahadır, umuttur.
Sevgi, vicdandır, gözyaşıdır, merhamettir, şefkattir.
Sevgi, dostluktur, sıcaklıktır, inançtır, korkmadan
başımızı bir omuza yasladığımızda huzur ve güvendir.
Sevgi, aşktır, şiirdir, özlemdir, özveridir, onurdur,
Sevgi, insan olma kaygımızdır, insan olmaktır,
hayata hilesiz bakmaktır, dürüstlüktür, insana değer vermektir.
Sevgi, alçak gönüllülüktür,kendine saygıdır.
Dost-düşman her canlının yaşama hakkına saygı duyup kabul etmektir.


Gözlerimize öyle bir perde çekilmişki hep yalancı mutluluklar peşinde koşup duruyoruz. Sevgiyi, dostluğu, acımayı, yardım etmeyi, bir düşküne el uzatmayı, merhamet duygumuzu yitirmişiz adeta, şükretmeyi unutmuşuz. Şöyle oturup bir düşünün, hangimiz öyle değilizki?


Çoğumuz güzel insan olduğumuzu düşünürüz, kimseye kötülük etmediğimize inanırız. Basit bir yaşam üzre yürüyüp giden alçak gönüllü ve kendi halinde kişiler sanarız kendimizi... Oysa işin aslı hiç de öyle değil. Hiç birimiz düşündüğümüz gibi masum olmadığımız gibi, kendimizin nerede ve ne kadar kötülüğü içimizde barındırdığımızı bilmek istemiyoruz, hatta aklımıza getirmeyiz bile.


Oysa başkalarıyla olan düşmanca ilişkilerimiz, önyargılarımız, kıskançlıklarımız, beddualarımız ne ölçüde iyi yada kötü insan olduğumuzu gösterir bize. Eğer görmek, anlamak istiyorsak tabi bu tarafımızı.


Bazı durumlarda içimizdeki kötülüğü karşımızdakine ne kadar yansıttığımızı bilemeyiz. O zaman en zehirli gazlar en öldürücü silahları elimizde bulundurmak, düşman sandıklarımızı öldürmek en kutsal ve milli bir görev olur. Yada bunları gerçekleştirenlerin kahramanlıklarını öve öve bitiremeyiz, saatlerce alkışlarız. Yaşamanın her canlının hakkı olduğunu düşünmeyiz bile ve de bunu savunanları hainlik ve vatana ihanetle suçlarız…

Üzerimize giyindiğimiz karanlık kıyafetlerimizle ne yazık ki başka toplulukları ayırmakta, düşmanlıklar doğurmakta ve düşmanlıklar ilan etmekte nedense tereddüt etmiyoruz. Kendimize doğru veya yanlış hayata bakış açımızda bir yön çizerken başkaların farklı çizgisine ve varlığına tahammül edemiyoruz. Hoşgörüyü kendimize ve insanlara çok görüyoruz.

İnsanın kendi bilincinin farkına varması ilk bakışta belki zor bir durumdur. Çünkü böyle biri kendini yeni çatışmalar, kayıplarla yüklemiştir. Ve iyice incelip düzeltilmesi gereken bir kişilik gölgesi ile karşı karşıyadır artık.

Çünkü var oluş nedenini yakalamıştır. Düzeltilmesi gereken yanlarını düzenlemeye çalışacaktır.

Bu kendini düzeltme, temizleme, doğru düşünme işlemi için elimizde ölçü olarak “Vicdan” denen kutsal bir armağan var. Ölçü olarak ikinci armağanda aklımız ve mantığımızdır. Aklımız, düşüncelerimizi, eylemlerimizi hangi dürtülerin yönettiğini bulduk mu işte o zaman iyi ve güzel bir insan olmanın hazzı doluverir içimize. Doğru düşünmenin, doğru bilginin sevinci…


O zaman hiç farkına varmadığımız değerlerin farkına varır, yüreğimizde derinlik kazanırız. Hangi ulustan olursa olsun, hangi din ve hangi mezhebin insanı olursa olsun insanlara kötü gözle bakmaz, haksızlık düşünmez ve onlara karşı savaşmanın anlamsız ve gereksiz olduğunun derinliğine ve bilincine ereriz.


İnsan kişilik yapısının büyük bir bölümünü masum ilkel ve çocuksu nitelikler kapsamaktadır aslında. Ama hep geri itiliyor bu duygular. Bunun niçin geri itildiğinin nedenleri de bellidir. Kutsal sayılan alışılmış ahlaki değerler yüzünden kin gütmek, hoşgörüsüzlük, sevgisizlik, kendisi gibi düşünmeyenleri, kendisi gibi hareket etmeyenleri düşman bilmek kaygusu….


Şurası gerçektir ki yaşamı ve kendimizi seviyorsak, başkalarının yaşamını ve düşüncelerini de ciddiye almalıyız… Varılması gereken en insani doğru nokta buradadır. Budur en ince ve bizim için çizilen en güzel yol…

Gerçek mutluluğumuz, özgürlüğümüz, yaşamımızı anlamlandırmanın ve insanlaşmanın en gerçekçi yoludur bu yol…

Bilimin, bilginin, teknolojinin ileri olduğu çağımızda, hayvani duyguların, çatışmaların, kötülüklerin bir gün son bulacağına, insanın kendi özgür iradesiyle iyiye, güzele, sevgiye, dostluğa, barışa yöneleceğine olan inancımı hep içimde taşıdım ve taşımaya devam edeceğim…




'SEVGİ, İNSAN OLMAKTIR...



Yüreğini Sevgiye Ayarlamak


''Acımak sevgi değildir, üstünlüğün kabulüdür.

Hoşgörü sevgi değildir,istemediğine katlanmaktır.
Bağımılılık sevgi değildir, gereksinmenin karşılanmasıdır.
Sevgi, değer vermesini bilmektir.
Sevgi, yaşama hakkını kabul etmektir.
Sevgi, varolmaktan kıvanç duymaktır.
Sevgi, birlikte olmaktan kıvanç duymaktır.
Sevgi, eşitliğin duyumsanmasıdır.
Sevgi, bütün yapay ayrımların hayattan çıkarılmasıdır.
Sevgi, bilinçtir.
Sevgi, insan olmaktır.''


Sevgi asıl söylemedende anlaşılabilendir. İnsanın derinlerinden gelen bir sestir. Sevgi erdemdir, kutsal bir değerdir. Eğer gerçekten seviyorsa biri ve bu eylemde haklı buluyorsa kendini, sevmenin elbet bir bedeli, çilesi de olacaktır. Seven insan haklı olarak sevgisini bir madalya gibi göğsünde taşımanın gururunu da yaşayacaktır.


Sevgi benim için önleyemiyeceğim ve her gün biraz daha büyüyen bir tutkudur. Bana göre doğanın gerçek, kökü hiç bir zaman sökülüp atılamıyacak tek yasasıdır. Bütün yaratıcılıklarda aşk vardır. Her şeye rağmen nasıl ki, insan umutsuz yaşayamıyorsa ve yüreğinde bir umut taşıma zorunluluğu duyuyorsa. Bence insan sevgisiz de yaşayamaz, sevgiyi de yüreğinde taşımak zorundadır.


Sevgidir insanı insan kılan, ululuyan, insanı insanlığı da mutlu, onurlu, erdemli kılan. İnsan sevmeden yaşayabilir mi? doğayı, toprağı, suyu, havayı en önemlisi de insanı sevmeden nasıl yaşar..İnsanla beraber sevgi de var olmadı mı yeryüzünde? Bu anlamda sevgi ve sevginin kökeni en az insanınki kadar eski değil midir? .


İnsanoğlunun sahip olduğu sevgi duygusu bütün zenginliklerin üstündedir. İnsanın, insan olduğunun doğal bir tezahürüdür. Sevginin olmadığı yerde iyi ve güzel olan hiç bir şey yaşayamaz... Onun içindir ki, zamanın içinde ne geçmişi silik bir ayna gibi durmalıyız, ne de duygularımızı yüzeyselliğin gergefine kurban etmeliyiz. Bu nedenledirki, sevgiyi yüzeysel ucuz değerler kavramıyla sınırlayamayız. Sevgi duygusu bütün zamanların derinliğini içinde barındıran, insanın iç değerlerinin derinliğiyle ilintilidir.


Diğer anlamda bilgi yada alışkanlıklar, sonradan edinilmiş tarihsel bir arka plana sahip olabilirler. Ne kadar da yeni olurlarsa olsunlar, bizden önce yaşamış olanlar üzerinden geçerek bize ulaşan bir yanı vardır elbette.


Bütün bilgiler alışkanlıklar davranışlar kolektiftir. herkese ait bir yanı vardır. Bilgi, duygu ancak harcadığımız zaman sahip olabileceğimiz şeydir. Bu sadece onu söylemekle değil, onu aynı zamanda eylemsel olarak da gerçekleştirebildiğimiz zaman anlam kazanır. Kendimize sakladığımız bilginin, duygunun kime ne faydası olabilir. Bir insan sevgisini, saygısını davranışlarıylada karşı tarafa yansıtırsa ancak bu o zaman gerçeklilik kazanır. İşte bu zihince düşündüğünü pratikte yapma eylemidir.


Tabi ki, her düşündüğümüzü söylemek ve söylediğimizi yapmak çok kolay da değil. Ama bizim sevgi dediğimiz budur. Eğer insanın evrensel ve insani boyutu olan sevgi, saygı yaşamla insan davranışında bir yeri yoksa bir aldatmacadır. Sadece dilde kalır. eylemde gerçekleşemez. Bu demektir ki, biz birey yada toplum olarak eğer sevginin düşüncesini, sözü ve eylemini bir arada gerçekleştiremezsek, toplum yada birey olarak sevgi, saygı, hoşgörüde fazla ileri gitme şansımız yoktur.


Sevginin gücü olmadan hayat yolunda yolumuzu bulabilir miyiz?

Aklımızı başımızda alsa da sevgi aynı zamanda yol gösterir ve de korur bizi.
Sevgi, sevdiğimiz kimselerden uzak kaldığımızda büyülü bir çığ gibi önümüzdeki yolu dümdüz eder; Kuralları, engelleri, uzakları, ayrılıkları dümdüz edip çıkmazlara, çilelere, korkulara, kuşkulara sabırla ve inatla dayanmamızı sağlar.

O sevgi ki, gücü olmadan dizimizde derman, halimizde aman kalmaz.. O sevginin gücü olmadan sıkıntı denizlerinde rüzgarsız kalmış tekneler gibi oluruz denizlerin ortasında...




Sevgi duygusu



Bir insanı sevmek için ille de onunla olmak gerekmiyor. Bir insanı sevmek bir eşya gibi ona sahip olmaktan daha önemlidir. Asıl zenginlik, asıl derinlik mutluluk bu sevgidedir.


Güneşi, ayı, yıldızları da severiz oysa hiç biri madden bizim değildir. İşte güzel olan kirletilmemiş o sevgidir. Bir şeyi ya da bir kişiyi sevmemiz için eşya gibi bizim olması gerekmiyor. Ama o şeyin sevgisi bizim olabilir. İnsanlığın asıl serveti bu sevgidedir.Ama şu da bir gerçek ki çoğu zaman insan olarak sevmesini bilmiyoruz.


Sahip olmak, kullanmak, faydalanmak ve her şeyin gönüllerimize göre olması hırsıyla herşeyi biribirine karıştırıyoruz.


Tanrı sevgisinden tutunda vatan sevgisi, insan sevgisine kadar karşılık beklemeden kirlenmemiş, tertemiz hangi sevgimiz varki. Tanrıyı sevenleri görüyoruz biraz cennet birazda işlerinin iyi gitmesi için, insan sevgisini salt biribirini kullanmak için olduğunu hepimiz biliyoruz. Oysa Küçük hesaplarla ölçüp biçmek değildir sevgi. Asıl gerçek sevgi çıkarsız, yalansız sevgi değil midir? Bunları düşünmeden oluşturan sevgi değil midir?


Önemli olan bir insanı en maddi anlamıyla sahip olmadan da onu sevmenin mümkün olabileceğini ve asıl önemli değerlerin bu sevgi de olduğunu bilmesidir. Elbette insanların çoğunluğu böyle bir sevgiden bi-
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...], sevginin böylesini bilmiyorlar.

Gerçek sevginin, saygının ve mantığın olmadığı yerde, sevginin de iyi ve güzel olan şeylerin de yaşamayacağını öğrenmeliyiz.

Oysa ki, insanın sahip olduğu sevgi duygusu bütün zenginliklerin üstündedir. Ve insanın insan oluşunun doğal bir tezahürüdür de.

Ama maalesef çoğunluğumuz bu değerli değerin farkında değil. Sıradan bir hayatı yaşamanın ve nesnel ucuz değerlerin, ucuz yaşam biçimlerinin geçerli olduğu çağımızda bunun farkında olanlara zor geliyor bu çağ.


İnsan yaşamı hangi çağa ait olursa olsun sevgi ırmağının akışında beslenmelidir. Ancak o zaman yaşam gelecek zamanlara doğru uzanan bir enginliği özünde barındırabilir.Gelecek zamanlara doğru uzanan bir enginliğin sırrı ise mutlak ölçü ve değerlerin gözeltilmesinde yatar.


En kısa tanımla sevgi, sadakat, sadelik olarak nitelendirebileceğimiz ayrıcalık, güzel ve aydın insanın her zaman içinde kıpırtısını duyduğu, duyacağı, duyması gerektiği bir nesiplenme olmalıdır.


Onun içindir ki, biz zamanın içinde ne geçmişin aynasında silik bir görüntü olarak durmalıyız ne de duygularımızın yüzeyselliğin gergefine kurban etmeliyiz.

Bilmeliyizki, sevgi yüzeysel ucuz değerler kavramıyla sınırlanamaz. Sevgi duygusu bütün
zamanların derinliğini içinde barındıran insanın iç değerlerinin derinliğiyle ilintilidir.

Önce kendini bilmek, tanımak, anlamakla oluşur sevgi, şartlanmayla değil. Canlı - cansız tüm varlıklara saygı duymak, doğanın ve yaşamın bir parçası olduğunu kabullenmekle.... Sevgi erdemdir, dürüstlüktür. Çıkarı için kimseyi aldatmamak ve kullanmamaktır.


Sevgi, acılara tebessüm etmektir, umut olmaktır umudu olmayanlara.... Ayrılan kalpleri birleştirmektir… Ağlayan gözleri silmektir... Sevgi, yalnızlığa arkadaş, yetim bir çocuğun gözünde sevinç parıltısı, bir annenin yüreğinde merhamet olmaktır... Kısacası sevgi, insan olmaktır. Onun için diyorum ki, sevin hesapsızca, sınırsızca, sonsuzca ve yüreklice sevin…


Dinine, diline, ırkına bakmaksızın dünyayı, yaşamı ve bütün insanlığı kucaklamaktır sevgi...


Herkese sevgi dolu bir hayat dileğiyle….


Yunusca


Öyle çok sev, öyle yanki bu aşka

Herkeste seninle bir nebze yansın
Varsa gerçek eğer ölümden başka
Ölü dile gelsin sağlar utansın

Sanma uzaklarda gerçekler sakın

Sana şahdamarından daha yakın
Kalbine hakikat sırrını takın
Körler lamba yaksın seni arasın

Cahil kalan cehalete kul olur

İlim alan hakikate yol bulur
Herkesin ettiği bir gün sorulur
Bilki bu dünyada sende insansın

Ne hain ol, ne de ihanet eyle

Doğru yolda ilim eyle fend eyle
Gönül bağın sevgi ile bend eyle
Düşmanların bile seni dost sansın




Vahşileşen Bir Dünya!


'Önce doğruları bilmek gerekiyor;

doğru bilinirse yalnışlarda bilinir,
ama önce yalnış bilinirse doğruya
ulaşılamaz'
Farabi

Dünyadaki silah çeşidi arttıkça insanlığın mutluluğu da azalıyor. Silah üreten ülkeler zenginliklerle donanırken, yoksul ve gelişmemiş ülkelerde açlıktan ölenlerin sayısı gün gün artıyor. İnsanlık, bir miligramı binlerce canı yok edecek zehirlerin pençesinde can verme gününü beklemektedir.


Savaş ilkel insanda bir baskı yaratma biçiminde yansımıştır. Kendi dışındakileri ortadan kaldırma, ilkel insanın kendi eğemenliğini kurmasıdır. İnsan doğasında çöreklenmiş olan ilkellik katliamını kahramanlık sayıyor. Çağdaş ilkelliğin batağında kurtulamıyor insan oğlu. Başkalarını yok etme duygusu aslında doğamızın eğemenliğine yönelmek ve ilkelleşmektir.


Savaş bir şiddet hareketidir ve bu şiddetin sınırı yoktur. Diğer taraflardan her biri diğerine iradesini kabul ettirmek ister, bundan da karşılıklı bir eylem doğar ki, kavram olarak ve mantıken, sonuna kadar gitmeyi gerektirir. İnsanlar arasındaki çatışma aslında değişik unsurlara bağlıdır: İlkellik, düşmanlık duygusu ve düşmanlık niyeti.


En hırslı, en vahşi, en içgüdüsel nefret duygusu bile, düşmanca niyetler olmadan düşünülemez. Örneğin, vahşi kabilelerde duyarlılığın esindirdiği niyetler, uygar milletlerde ise aklın emrettiği niyetler ön plandadır. Bununla birlikte, bu fark vahşilikle uygarlığın öz niteliklerinden ileri gelmeyip bir takım koşullara, kurumlara, v.b. bağlıdır. Bir kelime ile ifade etmek gerekirse, en uygar milletler bile vahşi bir kinin canavarı kesilebilirler.


Hemen her gün dünyanın bir çok yerinde bombalar patlıyor. Şarapneller, akıllı(!) bombalar, tanklar, savaş uçakları, helikopterlerle canlı insanlar üstünde testler yapılıyor.

Diğer yandan cennet vaadiyle bir çok genç canlı bomba ve intihar eylemcisi olarak kullanılıp kendi hayatına ve sıradan insanların hayatına kıyabiliyor.

Hepimiz biliyoruz ki, savaş ilkelliktir. Önemli olan insanın kendi içindeki canavarı öldürüp, kan dökme duygusunu geçmiş dönemlere bırakmasıdır.


Günümüzdeki savaşlara bakarsak ileride nasıl bir savaşın insanlığı beklediğini kestirmek hiç de güç değildir. Ve bu savaşlar giderek daha da korkunç bir hal alacaktır. Bir tek silahın nice insanı yok edebileceği gibi, ilacı olmayan mikroplarla insanın kanı kurutacak ve insan soyunu yok edecek kadar güçlüdür.


Savaşın yarattığı çok yönlü bir egemenlik tüm ülkeler üzerinde geliştiriliyor. Toplumsal gelişmeleri, ekonomik dengeyi darma duman ediyor.


Henüz gelişimini tamamlayamamış ülkeler savaş gereci yapmaya özendiriliyor, özenlendirmekle kalmıyor, bu ülkeler süper ülkelerin eskimiş silahlarının çöplüğüne dönüştürülüyor. Bu ülkelere her silah girişi ile, açlar ordusuna açlar katılıyor. Silahlandırma az gelişmiş ülke insanın kanına ekmek doğramaktır. Böyle olmakla beraber her ülke silah yarışı içinde görünüyor.


İnsanın kendini aşması ve içindeki barış duygusunun engellendiği gibi, bu duygular bile başkalarının tekeline giriyor. Kan dökme duygusuyla gözleri dönmüş kitleler çoğalıyor. Gün gün insanın gelişme ve direnme duygusu da kırılıyor.


Kimse güçlü ülkelerin terörüne ve küstahlığına “dur” deme cesareti gösteremiyor artık.


Yeni Dünya düzeni dedikleri aslında, globalleşen ve gittikçe vahşileşen bir Dünya!


Dilerim genede insanlık, bir gün direnme ve gelişme gücünü kullanarak, kendi gelişimini gerçekleştirir ve barışını kurar.



Nuri Can


[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları tatlim sohbet Mobil Chat
Cevapla

Etiketler
bilmek, kitap, sevmeyi


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Var
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Var
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Reşat Nuri Güntekin - Çalıkuşu Kitap Özeti YapraK Kitap Özetleri 1 28 Kasım 2013 12:52
Sevmeyi bilmek .. SweetLand Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler 0 14 Eylül 2008 20:56