IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Konuyu Değerlendir Stil
Alt 31 Ağustos 2013, 13:43   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Han - Victor Hugo





Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


"Bana yağmuru anlatma, yağ!"

Victor Hugo

Buraya geldim geleli büyükçe bir düşünce çukurunun içerisinde savrulup duruyorum. Hayatta hiçbir şeyin sabit olmaması gerçeği her yanımı bağlıyor. Tam, 'karar verdim bundan sonra böyle olacak' diyorum ama bir zaman sonra karşıma çıkan yeni başlangıçlarla, kurduğum düzen yıkılıveriyor. Kesinlikle olmaz diyebilmeyi özlüyorum. Fakat bunun mümkün olmayacağını bilmek tedirginliğimi arttırıyor. Oysa cesaret, avuçlarımda sakladığım ve kendini daima taptaze tutan tek umudum. Hayaller onunla daha güzel, tatmayı istediğim duygular heyecan verici... Yine de belirgin bir ayrılığa olanak sağlamaya niyetim yok. Sadece ruhumdaki ayrılıklar çoğaldıkça benimsemeyi unuttuğum şeylerin gerçekliğiyle karşı karşıya kalıyor olmanın azabını duyuyorum. Böylesine karmaşık düzlemlerin misafiri olmak zorunda mıyız?

İçimdeki kocaman sessizliğe rağmen yüksek sesle konuşan birileri var. Ve bu konuşma öylesine sessizce yapılıyor ki neredeyse ellerimi kulaklarıma bastırmak gibi mesnetsiz bir harekette bulunacağım. Duymak istemediğim ne çok şey var! Mücadele etmem gerekiyor. Ama bazen öyle büyük yorgunlukların içinden geçiyorum ki koşup ilk bulduğum taşın arkasına saklanmak istiyorum. Tıpkı küçükken girdiğim elbise dolaplarında kendimi avutmak için geçirdiğim zamanlarda olduğu gibi o taşın ardında her şeyden soyutlanmayı bekliyorum. Oyunlarla çepeçevre kuşatılmışız. En çok da kendi içimizde, ruhumuzda oynadığımız oyunlardan dolayı hayata yakalanıyoruz. Saklanmak için türlü yerler ararken birdenbire sobeleniyoruz. Anlamakta zorlanıyorum. Bütün doğruları ya da doğru kabul ettiklerimizi bir kenara bırakalım. İnsan, kendi doğrusuna bile sahip çıkamayacak duruma nasıl gelebilir ki?

Bizi çürüten sonra yenileyen sonra aynı şeyleri baştan sona yaşatan hep aynı kısır döngünün parçaları. Öyle bir zaman geliyor ki benimsedim, kabullendim dediklerimizden apayrı uçlara çekiliveriyoruz. Sanki onlar bize ait değilmişçesine dışlıyoruz. İşte ben bundan korkuyorum. Kontrollü sandığımız duyguların gün gelip de kontrolsüzleşmesinden, benden bağımsızmış gibi davranmasından... O an geldiğinde nasıl bir insana dönüşeceğimi düşündükçe yıllardır biriktirdiğim bana ait her türlü izin silinip yok olacağından endişe duyuyorum. Sanki içimizde sürekli kendini hissettiren artçı depremlerimiz var. Durmaksızın sallanıyoruz. Ne tam anlamıyla durabiliyor ne de durulabiliyoruz. Bu denli güçlü olabilmek, hayata devam edebilmek de beni yeterince delirtiyor. Gerçekten delirmediğini bilmek gibi...

Güneş dağların arkasındaki yerini aldı. Koyu kızıl bir yorgunlukla dizlerini usulca kırarak akşama boyun eğdi. Tabiatın tutarlı olduğu anlar var ama bir gün onun da bizler gibi tutarsızlaşmayacağı kesin değil. Onun hem iyi hem kötü yansımalarından başkası değiliz. O, yalnızca sözcüklerle kendini ifade edemeyen karşılığımızdan başka nedir ki? Çiçekler, hayvanlar, bütün sular hepsinin kendince bir karakteri var. Bütün benzetmelerimizin yegâne desteği tabiat. Onun için sağımız solumuz belli olmuyor. Fırtınalar kopartıyor, zamanı gelince soluyor, açıyor, gel gitler yaşıyor; sinirlenince kükrüyor, sevindiğimiz zamansa güneş gibi parıldıyoruz. Sadece bir an dönüp bakmak yeterli, orada her şeyin sırrı yatıyor. Şimdi bile sıcaklığını yeryüzünden çekip alan şu güneşin yerini karanlığa bırakıyor olması tüm bunları anlatıyor. Gitmek, sıcaklığı da alıp götürüyor. Yerine bambaşka bir duyguyu bırakarak yeni bir mücadelenin koynuna taşıyor. Her gün akşamın olacağını bilmek bir şeyleri değiştirmiyor. Çünkü akşam, her gün başka yaşanıyor.

Uzun zamandır rüya görmüyorum. Kâbuslarla uyanmak yerine, onlarla uyuyorum. Bir insan gözleri açıkken de uyuyabilirmiş, her kötü tecrübede bunu daha da iyi anlıyorum. Ama anlamak rüyalarımı geri getirmiyor. Canımı yakıyor. Sürekli sorduğum soruların içinde kapana sıkışmışımcasına boğuyor. Bir zamanlar, henüz daha küçücük bir çocukken dolaştığım o bahçenin sevdiğim dikenli telleri, içime içime batıyor. Kanıyorum. Ruhum aldığı her darbede gittikçe çekiliyor. Tıpkı bir dere yatağının sularının çekilişi gibi günden güne orada sakladıklarım azalıyor. Ama içimde var olduğunu bildiğim bahar, tüm farkındalıklarıma rağmen bir şeyi unutmuyor: Yaşam/ak...(!) Ve tuhaf ki yakındığım çelişkilerim beni ayakta tutuyor.

Görüyor musun ne haldeyim sarı şehir? Bir tek sana anlatabiliyorum. Gözyaşlarımın gerçekliğini sen görüyorsun. Amansız mücadelemin, kendimle olan kavgamın tek şahidisin. Çünkü sen, o kavganın nedenisin. Ulaşmayı özlediğim yersin. Yalnızca ölümle ayrılacağız. İşte o zaman ne sen beni duyabileceksin ne de ben sana böylesine tutarsız hikâyelerden bahsedebileceğim. Karanlık bile olup olmadığını bilmediğim bir çukurun içerisinde baş başa kalacağız. Birbirimizin içinde, birbirimizden habersiz. O yüzden, ne kadar yol varsa çıkmadığım; ne kadar karmaşık düşünce varsa o veya bu şekilde aklımda geçen, hepsini uykuya dalmadan sana söylemeliyim. Sana gelmeliyim. Bu koca yalnızlıkta biliyorum orada bir yerdesin. Sana ulaşabilmek uğruna buradayım.

Han bugün çok sessiz.Oysa ona baktığımda tanıdığım tanımadığım bütün insanların içinde bir yerlerde kaldığını, belki de kimilerinin saklandığını hissedebiliyorum. Bazılarına katlanmak kolay değil. Giderken bıraktıkları etkiler, bir sihirbazın sihirli sözcüklerini mırıldanması sonrasında ortadan kaybolan eşyalar gibi yok olmuyor. Aynı illüzyona defalarca inanmanın ne demek olduğunu o da iyi biliyor. Karşıtların savaşı içerisinde parçalara bölünen ruhunun dizginlerini tutamayacağını anlamak için dahiyane düşüncelere ihtiyaç yok. Sadece "o an" geldiğinde, hani her şeyin birbiriyle çatışmaya başladığı, hangi seçimin sizin doğrunuz olacağını bulmaya çalıştığınız zaman, tek bir soru sormak yeterli oluyor.

"Bütün bunlar ne için?"
İşte, uçsuz bucaksız kapı da böylelikle açılıyor. Sorular bulvarında bir gece geçirmek yeterli sanırken geceler peşinizi bırakmıyor. Sınırlı sayıdaki sözcükler gittikçe kendi içlerinde açılım gösteriyor. Bazen anlamını hiç bilmediğiniz ya da bilmek istemekten kaçındığınız hayat karşınıza dikiliyor. İçinizden gelip de yapamadığınız her ne varsa kendi varlıklarını onaylatmak istercesine size saldırıyor. Haz ve gerçeklik duygusu çatışıyor. Üstelik o gerçekler bile tam olarak sizin değilken...

Hanın bu sessizliğinin ardında, yolunu bulmak için çırpınan bir yüreği görmemek mümkün değil. Duvarlarının ne kadar sağlam olduğu önemli değil. Yanılsamalar da duvarlar gibi içten yıkılıyor.

Düş yolculuğunun izlerini hâlâ ruhumda taşıyorum. Tahta masamın üzerinde parmaklarımı gezdirdikçe aklıma hiç unutamadığım özlemlerim geliyor. Dokunmak, sahildeki kum taneciklerinin arasından ansızın çıkan dikenler gibi bir daha bana ulaşmasınlar diye ötelediğim aşklarımı hatırlatıyor. Zararsızmış gibi görünen o kısacık anlar, bir başkasının tetikleyicisi haline dönüşüp birbirinden anlamca ne kadar uzak şey varsa, tuhaf bir boşlukta yan yana geliyor. Dönüyorlar. Kendi içlerinde daha önce hiç duymadığım bir müziğin notalarına dönüşüyorlar. Müzik kıvrıldıkça kıvrılıyor. İçe doğru genişleyen, kendi içinde imkânsızı doğrulamaya çalışan büyük bir özlem girdabı bu. Yanağımı yaslıyorum hatırladıklarıma. Tenimde bıraktıkları izler ateşte kaynayan su gibi fokurduyor. O incecik damarlardan geçip gidişlerini hissediyorum. Birikmiş göz yaşları oradaki yalnızlığa selam verircesine yavaşça belirginleşiyor. Ne garip, hiçbir şey tam anlamıyla sökülmüyor.

Hana bakıyorum. O muazzam yapıyı oluşturan her türlü parçanın kendi içinde oluşturduğu ahengi anlayabilmek için neler vermezdim. Ağıtlarla üst üste konmuş taşların onun dokusunda yarattığı ağırlığı, ferahlığı, o kendini koruyan yanlarını; değişen mevsimlerle birlikte üzerinde taşıdığı taşı, toprağı; aralık yerlerinden sızmaya çalışan rüzgârları kısaca hanın varlığını meydana getiren en ufak ayrıntıları bir kitabı okur gibi okumak isterdim. Biliyorum, hiçbir zaman kendini açık etmeyecek. Belki arada bir fısıldasa da yine değişen ve dönüşen yanları hep olacak. Ve günü geldiğin de o da tıpkı diğer her şey gibi aşınacak. Ama bu bütünselliği, aklımın bir köşesinde ölene kadar tutmama da izin verecek.

Kimi zaman gelecek ki sesini duyamayacak gibi olsam da bana taşların nasıl bir araya geldiğini anlatacak, onu dinlememi bekleyecek. Ama kimi zaman da o taşları bir yağmur gibi üzerime yağdıracak ki düşen her parçayı bir bir hissedebileyim diye.
Çünkü dokunmak ve dokunulmak benim en büyük hatırlama kapım.

Yağ üzerime han!

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
han, hugo, victor


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Var
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Var
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Victor Hugo \ Şiirleri Sevda Şairler ve Şiirleri 23 31 Ağustos 2013 15:37
Victor Marie Hugo - Sefiller Kalemzede Ne Okumalıyım? 0 13 Kasım 2012 19:45
Victor Hugo (1802 - 1885 ) Damla Edebi Şahsiyetler 0 11 Eylül 2011 11:58
Victor Hugo -- Bir İdam Mahkumunun Son Günü AngeLus Kültür ve Sanat 0 14 Ekim 2009 10:29