![]() |
Atilla İlhan. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] ATİLLA İLHAN (1925) 15 Haziran 1925'te Menemen'de doğdu. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında kaldı. İki ay hapiste yattı. Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı. Bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okudu. Askerliğinden önce ve sonra üç kez gittiği Paris'te altı yıl kaldı. 1968'te evlendi, 15 yıl evli kaldı. 10 Ekim 2005 Pazartesi gece saatlerinde İstanbul/Maçka'daki evinde 80 yaşında öldü. 1948'de ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi imkanlarıyla yayınladı. 1996 yılından beri köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesi'nde sürdürmektedir. 1970'lerde Türkiye'de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya dönüş yaptı. "Sekiz Sütuna Manşet", "Kartallar Yüksek Uçar" ve "Yarın Artık Bugündür" halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu. Şiir kitapları
Romanları
Dipnot ; -Atilla İlhan- $iirlerine ßu ßaşlık Altında yer verebilirsiniz.. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Moderetor dikkatine. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] ; Tek ßir $iir Olmak üzere.. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] ; Farklı ßir ßiyografi.. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] ; harici 3 $iir. Düzenli tek ßaşlık olmak amaçlı.. |
34 Fn 346 34 FN 346 geceyarıları tenhadır buraları ne in ne cin kırmızı lambası sanki kan damlası demiryolu geçidinin dağılmış su dumanı şimşekli bir karanlığa yağmurun altında çınar çınarın altında o karaltı bırakılmış bir araba 34 FN 346 sağ arka lastiği yırtılmış camlarında kurşun delikleri içinde barut kokusu var hala çalışıyor silecekleri bir sola bir sağa bir sola bir sağa geceyarıları tenhadır buraları ne in ne cin kırmızı lambası sanki kan damlası demiryolu geçidinin şimşekler yaladıkça nikelajını tırnak uçlarında çıtır çıtır yoğun bir elektrik sokağa bu araba mutlaka çalınmıştır şüpheli ne zaman bulabilecekleri dışarda unutmuş bir ayağını bir genç direksiyona yıkılmıştır kanı sımsıcak damlıyor dirseklerinden koltuğa roman çoktan bitmiş yol bitmiş bitmiş kavga hala çalışıyor silecekleri bir sola bir sağa bir sola bir sağa bir sola bir sağa geceyarıları tenhadır buraları ne in ne cin kırmızı lambası sanki kan damlası demiryolu geçidinin |
Ayrılık Sevdâya Dâhil Adım Sonbahar nasıl iş bu her yanına çiçek yağmış erik ağacının ışık içinde yüzüyor neresinden baksan gözlerin kamaşır oysa ben akşam olmuşum yapraklarım dökülüyor usul usul adım sonbahar (Ayrılık Sevdâya Dâhil,1993) |
Adımla Nasıl Berabersem hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların bir dakika bile çıkmıyorsun aklımdan koşar gibi yürüyüşün karanlıkta bir ışık gibi aydınlık gülüşün hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların uzak uzak yıldızlarla çevrilmiş kainatın karanlık boşluklarında akıp giderken zaman adımla nasıl berabersem öylece beraberiz seninle her saat seninle her dakika seninle her saniye gönlümüz mutluluğa inanmış olmanın gururuyla rahat koltuğumuzun altında birer dinamit gibi kellemiz ve sonra her zaman her ölümlüye aynı şartlar altında kısmet olmıyan gerçekleri görmenin aydınlığı alınlarımızda hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların sen bana kalbim kadar elim kadar yakınsın |
Ağır Kan Kaybı Biz yalnızlıktan doğduk o dağdağalı sudan Biz yani erdoğan ayşenur ali ve ahmet Birkaç litre kan bir hayli kemik epeyce korku Sanki bir tesbih koptu tane tane savrulduk Köy köy bucak bucak memleket memleket Yani afyon adilcevaz akçadağ turgutlu Birkaç litre kan bir hayli kemik epeyce korku Buzlu mehtap alçakca kesmişti yolumuzu Bütün kapılardan açıkca kovulmuştuk Silahımız avcumuza yapışmıştı soğuktan Biz yani erdoğan ayşenur ali ve ahmet Birkaç litre kan bir hayli kemik epeyce korku Kestiremedik ne yaptığımızı kim olduğumuzu Sanki bir tesbih koptu tane tane savrulduk Köy köy bucak bucak memleket memleket Yani afyon adilcevaz akçadağ turgutlu Birkaç litre kan bir hayli kemik epeyce korku Ne kadar korkmuştuk elimizden tutmadılar Doğrudur kendi içimizde daraldığımız Kim neyi savundu bilinmez nereye kadar Biz yani erdoğan ayşenur ali ve ahmet Başka bir yalnızlıkta boğulduk / havasızlıktan Sanki bir tesbih koptu tane tane savrulduk Köy köy bucak bucak memleket memleket Ne solculuğumuz solculuktu ne sağcılığımız Karanlık bir kapı ölüp üstümüze kapandılar Kimse bizi sevmedi / ağır kan kaybıyız |
Ağustos Çıkmazı beni koyup koyup gitme ne olursun durduğun yerde dur kendini martılarla bir tutma senin kanatların yok düşersin yorulursun beni koyup koyup gitme ne olursun bir deniz kıyısında otur gemiler sensiz gitsin bırak herkes gibi yaşasana sen işine gücüne baksana evlenirsin çocuğun olur sonun kötüye varacak beni koyup koyup gitme ne olursun elimi tutuyorlar ayağımı yetişemiyorum ardından hevesim olsa param olmuyor param olsa hevesim yaptıklarını affettim seninle gelemeyeceğim attilâ ilhan beni koyup koyup gitme ne olursun |
Ah Ah yüzünün yarısı göz kadife yansımalı bulutlu siyah ah bulutları eflatun o boy aynasından çıktı fransızın malı vişne asidi vardı tadında rujunun ah sinema yıldızı filan olmalı ağızlığı kristal son derece uzun bir kibrit çakıldı mı ah yağmurluklu kız alevinden anlamlı dumanlar üfürüyor ah çocuk yüzünde gül goncası ağız saçlarından incecik su tozu dökülüyor sığınak gibi derin ağaçlar gibi yalnız karartma başlamış ışıklar örtülüyor ellerinde ruh gibi ah portakal kokusu kırkmaları morsalkım göz kapakları saydam çok vapurun battığı bir liman ******su bir hırsla öptüm ki ah ölürüm unutamam ay ışığında deniz akordeon solosu pırıl pırıl yaşadım üç dakika tastamam görkemli çadırında italyan lunaparkın sanki zeytin düşürür yerlere gözlerini ah tahtına kurulmuş bol sakallı bir kadın sutyenler tutmuyor çılğın göğüslerini kaşları ip incesi kumral kirpikleri kalın kim görse şaşırır sakalının süslerini tavana asılmış sosyalist saçlarından ah sabah sabah omuzları kan içinde işkence sonrası genç bir kadın militan yığınlar uğulduyor hummalı gençliğinde adı bile çıkmamış dudaklarından doğru yaşadığının sımsıkı bilincinde ... |
Allende Allende ölüm birden boşalmasıdır insanın kendisinden gizli titreşimler uçar belki boşlukta sesinden güneş vurunca parıldar görünmez ayak izleri ki beyhude korularda eski bir yaz gezmesinden solgun bir gülümseme hani ay büyürken görünür aynalarda bırakılmış nice yüz birikintisinden artık hiç olmasa da sonbahar penceresinde o camların buğulanması her akşam nefesinden kimsesiz bahçelerde besbelli yalnız dolaştığı rüzgârsız akşamüstleri yaprakların ürpermesinden duyulur ardında bıraktığı hayallerin gürültüsü sinsi bir deprem gibi camları titretmesinden masasına gelip gittiği açıkça anlaşılır daktilosu çalışmasa da şeridinin eskimesinden durduğu yerde patlaması mürekkep hokkalarının ömrünce biriktirdiği sosyalist öfkesinden ne kadar yok etse ölüm vuruşu göklerde yankılanan kocaman bir yürek kalır şili'nin allende'sinden |
Artı Sonsuz yağmurun yerden göğe yağdığı bu gece yasak bölgedeyim büyük çingenelerin çaldığı kaçak silahların içindeyim sevişmek kapısının kapandığı bir nabız yoklar ki daima hızlı bir nabız yoklar elim öpüştüklerim hırsızlama çirkin bir ağızda dişlerim bir bıçak değer dudağıma gök yarıldıkça şimşeklerden soğuk aynalarda kilitliyim tırnaklarımdaki elektrikten su gibi erir iliştiklerim kıvılcımlar uçar kirpiklerimden doğumdan öncesini yaşıyorum henüz belli olmadı kimliğim vücudunu arıyor ruhum bir yerde atomun çekirdeğiyim bir yerde artı sonsuzum . |
Ayrılık Sevdaya Dahil görinen yıldız değil yir yir delinmişdür felek gün yüzünün hasretiyle tir-i ahımdan benüm necati -1. açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın en görkemli saatinde yıldız alacasının gizli bir yılan gibi yuvalanmış içimde keder uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın -2. rüzgâr uzak karanlıklara sürmüş yıldızları mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan onu çok arıyorum onu çok arıyorum heryerinde vücudumun ağır yanık sızıları bir yerlere yıldırım düşüyorum ayrılığımızı hissettiğim an demirler eriyor hırsımdan -3. ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş tedirgin gülümser çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var çünkü ayrılık da sevdâya dahil çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili hiç bir anı tek başına yaşayamazlar her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar gittikçe genişleyen yakılmış ot kokusu yıldızlar inanılmayacak bir irilikte yansımalar tutmuş bütün sâhili çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil çünkü ayrılık da sevdâya dahil çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili -4. yalnızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık hava ağır toprak ağır yaprak ağır su tozları yağıyor üstümüze özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı karanlık çöktü denize yalnızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle -5. sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız ikimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi tuz parça kırılsak da hâlâ içimizde o yanardağ ağzı hâlâ kıpkızıl gülümseyen -sanki ateşten bir tebessüm- zehir zemberek aşkımız |
Bana Bir Şimşek Çak... bana bir şimşek çak ortalık fena karanlık yüreğim örtülüyor ağır bir dalgınlığa genişliyorum durmadan değişen o mevsimde dağlarda kalın omuz omuza bulutlar çok fena kalabalık ellerim çıplak bana bir şimşek çak kötü bir tuzaktayım bilmem ne yapsak aklımda fikrimde onlar yaşlı ve genç erkek ve kadın korkularıma tutsak bana bir şimşek çak içim içime sığmıyor artık vahim bir çağrışımdan daha vahimine atlamaktayım bana bir şimşek çak belki fena halde yanılmaktayım o ince kız çocuğu gün doğmadan her sabah bir hapisaneden bir nezarethaneye kelepçeli götürülüyor dudakları titrek gözlerinde buğu bilmem ki nasıl anlatayım bağışlanmaz suçu dünyayı sevmek bir de o adını bile bilmediği kıvırcık saçlı'devrimci'öğrenciyi fakülte kapısında vurulmuş yağmurun altında çıplak bana bir şimşek çak çok yanlış anlaşılmaktayım hesabım yanlış bir mahkemede görülüyor içimdeki zemberek boşandı boşanacak yaşamak mı gerek yoksa unutmak mı şaşırmaktayım galiyef yoldaş ne olacak galiyef yoldaş sibirya sürgünü sanki yalın bir bıçak kayarak bir kırlangıç hızıyla bulutların arasından karanlığın böğrüne saplanacak galiyef yoldaş ne olacak galiyef yoldaş sibirya sürgünü elinde bir mektup eski yazıyla artık yüzünü bile unuttuğu karısından burnunda sadece kokusu var ilkbahar kadar müşfik sonbahar kadar yumuşak galiyef yoldaş ne olacak avrasyada hala mazlumların uğultusu kısa bozkır atlarının nallarından gizli kıvılcımlar ki etrafa saçılıyor azadlık mermileridir çekirdekleri çelik cehennem gibi sıcak bana bir şimşek çak sala veriliyor görünmez minarelerden İzmir de istirdat ı yaşamaktayım bir yangın soluğu sokak içlerinden kordonboyunda muzaffer atlılar fahrettin paşanın süvarisi bana bir şimşek çak yolumu aydınlatacak gazi'nin gözlerinden mavi bir şimşek kuva-yı milliye mavisi aynı emaneti taşımaktayım 'hürriyet ve istiklal benim karakterimdir' çünkü hain sinsi ve korkak aynı düşmana karşı savaşmaktayım |
Başka Yerde Olmak on iki sıfır beş'te izmir'de bir yıldız kaydı imbat durmuştu kan ter içindeydim akdeniz'in elindeydim söz temsili ışıklı bir tesbih karşıyaka'ydı istanbul deyip mendebur sisli bir deniz kahvesinde içiyordum istanbul soluk yeşil bir tramvaydı sultanahmet demişti inliyordu on iki sıfır beş'te izmir'deydim allahım şiir deniz gibi kımıldıyordu on iki on beş'te istanbul'a dağılmıştım hilâl gibi bir kızcağız beşiktaş'ta rüyasını dokuyordu ondan bıkmıştım çiğ mürekkep ve aseton kokuyordu sarıyer'de balıkçılar denizi çekiyordu deniz büyük büyük içini çekiyordu on iki on beş'te bir kadeh cin parlatmıştım kadehimi kırmıştım elim ayağım telaşta vezüv içime çökmüştü şaşırmıştım napoli'de gözlerim güneş diye doğmuştu on iki on beş'te istanbul'da allahım gökyüzü birdenbire buz gibi soğumuştu on iki otuz beş'te napoli garında bir tren çırpınıyordu aşağılık bir gemici barında ben burnumu şaraba sokmuştum katiyyen sarhoştum kirpiklerim yanıyordu santa-lucia civarinda bir karanlık bir iştahsız ****** bulmuştum bilmem neden uyuyup uyuyup uyanıyordu on iki otuz beş'te napoli garı'nda ben utanmasam bilet parası dilenecektim paris diye ölecektim uzaktan notre-dame'ın çığlıklarını dinliyordum kalbim köpürmüştü anlıyordum on iki otuz beş'te napoli'de allahım uyuyamıyordum uyuyamıyordum on iki elli beş'te paris'te kan çıktı içimdeki bozgun büyüyordu herkeste bir telâş vardı herkes acıkmıştı önüne gelen bir sual soruyordu ben daima bir sual soruyordum afrika bulut gibi üstüme yürüyordu on iki elli beş'te sen uyandığın zaman ben paris'teydim gare du l'est'de yoksul bir oteldeydim kahrımdan seni terketmiştim hırsımdan kendimi içkiye vermiştim mektuplarını yakıp yırtmıştım bütün mektuplarını bana yazdıklarını, yazmadıklarını on iki elli beş'te içimde isyan çıktı paris çıldırmıştı ben çıldırmıştım artık öteki ömrümü yaşayacaktım |
Batan Bu Köhne Şileb... garson masa iyi manzarayı değiştir sırası mı mehtabın yıldız yağmurunun bu gece yalnızım onlar gelmeyecek sapa bir yerindeyim umutsuzluğumun hava soğuk olmalı ağaçlar bütün duman eğer bulabilirsen ölü bir kar getir beyazlığı kalın bir su gibi uzayan bu gece yalnızım onlar gelmeyecek batan bu köhne şilebde ne işleri var çünkü battım kasa boş ne para ne çek çünkü bütün telefonlar ısrarla alacaklı bu gece yalnızım onlar gelmeyecek hani o sarışın kirpikleri saçaklı yanağını viski bardağıyla serinleten sonra nilay hani kafayı buldu mu ağlar cam yeşili yasemin cıgara dumanı nursen batan bu köhne şilebde ne işleri var garson masa iyi manzarayı değiştir büyük şimşek çakmalı gök gürültüsü filan şöyle dalları kıran şakırtılı bir yağmur köpek havlamaları bulut karanlığından zehir bulabilir misin çabucak öldürecek artık arsenik mi olur siyanür mü olur hangisi olursa olsun hepsi işime yarar yoksa bir tabanca bul bir avuç mermi getir bu gece yalnızım onlar gelmeyecek batan bu köhne şilebde ne işleri var |
Bela Çiçeği Alsancak garı'na devrildiler Gece garın saati bela çiçeği Hiçbir şeyin farkında değildiler Kalleş bir titreme aldı erkeği Elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler Çantasını karısı taşıyordu Hiç kimse tanımıyordu kimdiler Gece garın saati bela çiçeği Üçüncü mevki bir vagona bindiler Anlaşıldı erkeğin gideceği Bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler Bir türlü karısına bakamıyordu Ayaküstü birer bafra içtiler Gece garın saati bela çiçeği Şimdiden bir yalnızlık içindeydiler Karanlık gelmişi geleceği Birdenbire sapsarı kesildiler Vagonlar usul usul kımıldıyordu |
Ben artık küsüm beni de kırdılar içimde kırdılar karanlık camlardan sular akıyordu şimşekli bir boşlukta saat vurdu beni de kırdılar belki yalnızdılar belki onların da çocukluğu yoktu bütün şarkılara kapalıydılar bir genç kız değmemişti saçlarına beni de kırdılar ben artık küsüm yağmurları yağmıyor ağaçlarıma sularından içmiyorum susadım ama beni de kırdılar soğuk bir ölüm çevik bir bıçak gibi çakıldı aklıma oysa bir şarkıyım yeniden doğan günüm bütün şarkılara kapalıydılar |
Bence Malumdur Dikenin kalbime battigi bir sonbahar gunudur sen elini bulutlarin icinde gezdirirsin bulutlar senin gozlerinin ustunde yururler icini kurtlar kemirir bence malumdur bugulanmis camlarin arkasinda masmavi yuzun senin atesler icinde oldugun bence malumdur ellerin muhakkak cocuk elleridir hep kimsenin bilmedigi turkuler dusunursun onlar neden daima okul turkuleridir suleymanciktan bahseder kara toprakta acik yesil bir yildiz gibi akip giden suleymanciktan ve karinca yuvalarindan bahseder isiksiz komursuz karinca yuvalarindan gokyuzunde kizil bir hilalin kaydigini gorursun sen ansizin gokyuzunde gorunursun gozlerinin rengi bence malumdur elinde degildir aksam serinliginde usursun eylul'den itibaren geceler hazindir uzundur sokaklar yorulur uykuya varip gelirler sokaklarin ustune bulutlar gelirler bulutlarin ustune yildizlarin gozleri gelir bir yildiz bir yildizin ardinca gider yildizlarin kaybolduklari yer bence malumdur karanlikta bir seyler kopar dagilir uzaktan yabanci sesler duyulur sen elini bulutlarin icnde gezdirirsin elin hayalerimi dagitir bilirsin sen elini bulutlarin icinde gezdirirsin . |
Beş Dakika Bekle Git Sen İstinye'de bekle ben buradayım İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım Çünkü ben buradayım karanlıktayım Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor Şarabım bütün ekşi suyum soğuk Yanımda olmadın mı seni daha bir seviyorum Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin Yarı geceden sonra telefon ettin mi hiç Karanlık adamlar hüviyetini sordu mu Ben senin olmadığını arıyorum Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git Bana ait ne varsa seni korkutuyor Sana ait ne varsa hiçbiri benim değil Belki ölmek hakkımı kullanıyorum Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git . |
Böyle Bir Sevmek (Ne Kadınlar Sevdim) Ne kadınlar sevdim zaten yoktular Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir Azıcık okşasam sanki çocuktular Biraksam korkudan gözleri sislenir. Ne kadınlar gördüm zaten yoktular Böyle bir sevmek görülmemiştir Hayır sanmayın ki beni unuttular Hala arasıra mektupları gelir Gerçek değildiler birer umuttular Eski bir şarkı belki bir şiir Ne kadınlar sevdim zaten yoktular Böyle bir sevmek görülmemiştir Yalnızlıklarımda elimden tuttular Uzak fısıltıları içimi ürpertir Sanki gökyüzünde bir buluttular Nereye kayboldular şimdi kimbilir Ne kadınlar sevdim zaten yoktular Böyle bir sevmek görülmemiştir. |
Büyük Yolların Haydudu İşte sımsıcak lejyoner bakalları içinde Margot'nun sigarillosuna ateş tutuyor Tersine dönük gözkapakları uykusuzluktan Kirli sarı bir gök birikmiş kadehinde Hiçbir kibriti bir seferde yakamıyor Asıl bu ödlek flüt onu böyle yıkan Uykusuzluktan çok bu ödlek flüt margot'nun Çıplak gözlerindeki rom lekesi dişlerindeki Tebeşir beyazı açlık paletindeki karanlık Rimelindeki is ve dudak rujundaki kan Je hais les dimanches şarkısı juliette greco'nun İşte dudaklarını konyağa vermiş dinlendiriyor Tersine dönük gözkapakları uykusuzluktan Bir yatak biliyor musunuz ah biliyor musunuz Göğsüne yeşil mürekkeple margot'nun gözleri oyulmuş Her gittiği yere bir tutam sigarillo dumanı götürecek Margot'nun paketinden bir siyah götürecek kusuk siyah Kendine geceler boyamak için izmir'de istanbul'da Nasıl yapıyor bilmiyorum bir türlü aklım almıyor Beyoğlu'ndan st-placide'e çıkıyor basmane'den passy'e İzmir'de 15945'ten soruyorsunuz gitti diyorlar İstanbul'da siyasi polis bile adresini bulmamış |
Cinayet Saati Haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi Demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu Dört bıçak çekip vurdular dört kişi Yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu Deli cafer ismail tayfur ve şaşı Maktulün onbeş yıllık arkadaşı Üçü kamarot öteki aşçıbaşı Dört bıçak çekip vurdular dört kişi Cinayeti kör bir balıkçı gördü Ben gördüm kulaklarım gördü Vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü Hiçbiriniz orada yoktunuz Demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu On üç damla gözyaşını saydım Allahına kitabına sövüp saydım Şafak nabız gibi atıyordu Sarhoştum Kasımpaşa'daydım Hiçbiriniz orada yoktunuz Haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi Polis kaatilleri arıyordu Deli cafer ismail tayfur ve şaşı Üzerime yüklediler bu işi Sarhoştum Kasımpaşa'daydım Vapuru onlar vurdu ben vurmadım Cinayeti kör bir balıkçı gördü Ben vursam kendimi vuracaktım |
Delik Deşik Delik Deşik kirpi gibisin çocuk her tarafın diken kim elini uzatsa delik deşik üstelik sen de kan içindesin . Attila İlhan |
Elimden Gelen Bu Elimden gelen bu ben iki kişiyim Çoğalmak neyse ne azalmak zor Birisi seni her an bırakıp gittiğim Öbürü kan gibi tutulmuş seviyor Ağzındaki acı alnındaki çizgiyim Gözlerine kirli bir bulut getirdim Hiçbir sevinç aydınlığı onu silemiyor Elimden gelen bu ben iki kişiyim Birisi kapadığın kapılardan gitmiyor Yağmur yağmaksa o güneş açmaksa o Bir yerin üşüse onun sıcaklığı Öbürü en içten çağrını işitmiyor Alıp tutmaksa o basıp gitmekse o Bakışları kıyısız deniz uzaklığı Elimden gelen bu ben iki kişiyim İkisi birden çıkmaya uğraşıyor Bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim Birisi yeni baştan serüvene başlamış Öbürü silahında son mermiyi sıkıyor Çoğalmak neyse ne azalmak zor |
Emirgân'da Çay Saati çerağân sarayı'ndan büyükdere'ye üşümek sonbaharında eski çınarların uzadığı yerde gizlice akşamların başlayıp adetâ kendini dinlemeye kafeslerin ardında bol gözlü bir kadın ansızın giydirilmiş ipek ferâceye bir çay yalnızlığı emirgân'dan öteye değdikçe ısındığı yaldızlı bardağın nedîm'den yansıması tatyos efendi'ye tenhâ bir genç kız sesiyle hicazkâr'ın kuytularda çürüdüğü bağdadî yalıların yorgun sarmaşıklarıyla sarkmış bahçeye soğuk kuşlar gibi dağılır boğazda rüzgârın getirdiği donuk bir yağmur pusu istinye'de gemilerin karanlık uykusu kırık direkleriyle dalgın ve hasta birden içimi kaplayan ölüm korkusu selâm verilince meçhul bir namazda gâzâli'yse biraz mevlânâ biraz da kubbenin altındaki divan uğultusu 'şeref' vapurundan en kirli beyazda yüzlerce harbiyeli sürgün yolcusu havada bir asılmış adam kokusu istanbul jöntürkleri hüzzâm bir yasta yankılarıyla telaşlı geceleri bir bebek'ten motorların taşıyıp o kadar bitiremediği en yılgın sonbahar benim gözlerimdeki çok daha dumanlı mütâreke günlerinden alaturka saat kaçta ikinci tömbeki miralay sadık bey'in nargilesinden dem çekip kumrular gibi sebilleri şenlendiren osmanlı sehpâların gölgesindeki emirgân'da acılaşmak koyu bir semâverden çaylar gibi kararıp kaç defalarca eski bir şiir üzüntüsüyle müseddes biçimindeki çoktan unutulmuş kilitli defterlerden |
Gecenin Kapıları Bütün kapılar kapandı, dışardayım Birden karşıma çıkmayın korkuyorum Uykusuzum fena halde, sokaktayım Karanlık bastırdı mı bozuluyorum Fena bir yerimden koptuğum doğru Kendimden çok fazla yaşamaktayım Nereye bağlanacak bu işin sonu Aslında ben kimim meraktayım Bütün kapılar kapandı, sokaktayım... |
Geç Kalmış Ölü Geç Kalmış Ölü Korkacak bir şey yok hesap tamam Sıram geldi mi hatta güleceğim Kendimi hazırladım biliyorum Önce turgut arkasından ömer haybo Daha sonra varujan sonra nureddin Sonra ben değilsem demokrat toni Sonra o değilse mutlaka benim Kendimi hazırladım biliyorum Aysel'in gölgesine saklandım Hep susamışım su içiyorum |
hacı murad'ın ölümü hacı murad'la olduk eski kafkasya'da ihtiyar çuvaşgili santur çalıyordu ne çaldığı zaten anlaşılmıyordu oğlu belki o saat asılıyordu şarap patlak vermişti isyan masada atlas gömlekleri boyundan ilikli sabahlara kadar hançer dokuyanlar mezmur okuyarak duvar duvar dudaklarında karanlık ilkbahar gözbebekleri çelik çekirdekli çalarak getirdiği korkak tatarların bakunin yazması kitaplarından dinamitler yürür bakü sokaklarından siyah bir toz olur doru kısraklarından öfkeli kazakları II'nci nikola'nin ölmek fısıldadıkça son semaveri bulutlanır çay kristal fincanda ıslıklar gizlice bilenir zindanda bir ustura çizgisi azerbeycan'da hacı murad'ın üzengileri |
Harp Kaldırımında Aşk sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin hiç görmediğim yıldızlar gözlerine doğmuş bir büyüklük duygusu dağlar gibi yüreğinde ah biz mutluluğu böyle aranıp duracak mıyız yağmur hep böyle yağacak mı hatıralara eksik olan bir şey var sana bana dair belki bir rüzgar belki rüzgardan da hafif ama kalbimiz yine uzak bir deniz gibi boş heybetli gurupların belirdiği saatlerde sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin acaba nasıl öğrenmişim nasıl farkında olmadan her şey nasıl olup geçmiş nasıl barut yağmış nasıl güneş vurmuş zehirlenmiş şehrin üstüne şimdi hangi kıyılarda gemiler demir alıyor güney rüzgarlarına açıp yelkenlerini belki bir italyan kızı tüfeğine dayanmış senin gibi barışı tasarlıyor dağlarda mahzun esirler harp şarkıları kadar mahzun gizlice talim ediyor hürriyet adımlarını sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin ah şu harp bitse rüzgar gibi bir nefes alabilsek kimseler kimseler çıkmasa yolumuzun üstüne yağmur yağsın varsın ıslansın saçlarımız yalnız duyulmaz olsun göğsümüzdeki darlık dilimizdeki kilit kolumuzdaki zincir ömrümüz meçhullerden meçhullere akıyor saatler bizim değil kitaplar bizim değil bizim değil yaşamak bizim değil hiçbir şey kendi dünyamızda yabancılar gibiyiz ya çok erken ya çok geç doğmadık mı sevgilim buna rağmen mutluluğa inanıyoruz |
Hayır bu döşeği sen mi serdin elin dert görmesin ana ana uyuyacağım ninni çağır danalar girsin bostana çetin bir yoruk kızı hoyrat murat dağ'ından bir papatya getirsin bir gelincik getirsin elimden tutsun beni Metristepe'ye götürsün gönlümce bir hu diyeyim hısımım Ali Osman'a yamacına yöresine rüzgarlı çamlar diaaaim bu hoşmerimi sen mi ettin eline sağlık ana ana lokma dökelim aşure kaynatalım hayır dağıtalım hayır Ali Osman dayıma ördüğün bu çorabı sağlıcakla giyiyorsam tuzladığın bu ayranı afiyetle içiyorsam tuttuğun bu yoğurdu yoğurduğun bu ekmeği kaynattığın bu bulguru çalakaşık yiyorsam etime ve sütüme ineğimin işlikli memelerine kabıma kaçağima toprağıma bu benim diyebiliyorsam Ali Osman dayımın yoksul yüreği bunun bedeli Metristepe ğöğüne uğru yıldız uğramaya ana bu benim yüreğim hısımım Ali Osman'in yüreği |
Her Sabah, Yanılmak! .. sabah olmak her gece kolay mı sanırsınız bulutları dağıtıp güneş olarak doğmak denizle gök arasında çiy yorgunu şehre kurşun kubbeleri buğulu minareleri ıslak soğuk bir trenden inmiştiniz / yalnızdınız bilmem kaçıncı defadır / yine yanılmıştınız hiç uyumamıştınız / gözleriniz yanıyordu yolculuk sanki bitmemişti / birdenbire kendinizi vagonda unuttuğunuzu sandınız sanki katar soluk soluğa tırmanıyordu dumanlı rampaları / bir kılıç gibi çıplak tiz çığlıklarıyla aydınlığı doğrayarak bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız jilet mavisi bir kadın elinde purosu değdiği yer açılıyor çok fena keskin kim olduğunu bilen yok / işin doğrusu yüzünü kaybetmiş aynalarda arıyordu amerikan bara tünemiş sek vodka içiyor geçmişinden rusça bir şarkı arayarak sarhoş olmamak en büyük korkusu bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız elbet en kötüsü sokaklarda tutuklanmak hani bir kere iki yanınızda iki sivil polis beyoğlu'ndan çekilip nasıl koparılmıştınız nabız gibi vuran o kötü ve karanlık his yakanızı hala bırakmadı asla bırakmayacak bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız |
Herşeyi Birden İstemek o kitabı da okudum bitirdim hani o genç kızın beni unuttuğu bir ara fena halde fikrindeydim dudağındaki nem gözündeki buğu durmadan hayal değiştiriyorduk çetrefil bir hayat herkesin korktuğu kaderlerimiz kalındı sevinçlerimiz çabuk yaşamadan dağılıyor yarısından çoğu erteleyip durduk suç ortalığımızı asıl mutluluğun içinde bulunduğu bazı ben yalnıştım o yalnıştı bazı çünkü gecikmenin ağır yorgunluğu yanıldığımız herşeyi birden istemekti isteği gerçekleştirmez isteğin yoğunluğu ihtiyaç başka bir boyuta geçmekti devreden çıkarıp gereksiz sorumluluğu tekrar loş yalnızlıkların en dibindeyim sararmış yaprakların usulca savrulduğu köprüler yıkıldı artık kendimleyim parmak uçlarımda ölümün soğukluğu |
Issızlığın Çığlığı cam ipliğinden sıkı dokunmuştur kristal vitrindeki bu loş kadın soğuk tenhalığında kaşları alnının ince bir hayretle sanki donmuştur yansımaları sokağa vurmuştur kafasındaki müstehcen dazlaklığın sedef boşluğunda aralık ağzının sevişmelere çağrısı korkunçtur taşralı bir 'köpek' buna tutulmuştur simsiyah bir ünlem önünde camların her gece jiletle kazıyamadığın kaç kere kaçırmayı filan kurmuştur çünkü kadınlar gözünü korkutmuştur kraliçesi budur yalnızlığın ürettiği nilüfer iç bataklığının cansız olmasından neler ummuştur ıssızlık çığlığını şehirde unutmuştur |
İhtiyarlar Balladı onlara ün mü gelir bazı ses mi duyarlar yumuşak bir kedere ufalır bakışları idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar ölüme koşullanmış bütün davranışları yorgun öksürükleri oturup kalkışları yaşayıp durmaktan gizlice utanırlar her gece artık gitmek vaktidir sanırlar geçmiş günlerinden bir destek aranırlar uysal bir gülümseme tek sızlanışları idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar ölüme koşullanmış bütün davranışları yolculuk sabaha mı yoksa akşam üstü mü aylardan bu ay mı günlerden acaba ne gün yılan gibi çöreklenmiş bu boğuk kördüğümü çözebilirsen çöz çözememekten üzgün kaç kere hesabını çıkarırlar bir ömrün şu yağmurlu güz dünyadaki son güzü mü bir daha yiyecek mi yediği şu üzümü ya uykuda giderse söylemeden son sözünü ölmek var mı farkına varmadan öldüğünü yılan gibi çöreklenmiş bu soğuk kördüğümü çözmeye uğraşırlar çözememekten üzgün bakılan her resim bütün bir ömrü saklar ellerini kaldırsalar yıllar dökülüşür birazdan yalıda sanki buluşacaklar bir yerde saat çalsa o sevgili görünür umut heykeli midir ay ışığı örtünür bir pencere açılsa unutulmuş şarkılar çocuk bahçelerinden nasıl yankılanırlar kalkan her vapurda giden bir yolcu var gönderilen her mektup onları götürür idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar sabahtan akşama her gün kaç kere ölür |
İkinizden Hanginiz ikinizden hanginizin saçları gece laciverdi siyah yıldız tozundan ışıltılı ve zengin bakır çalığı gözleri derin yer yer eflatuna çalıyor ikinizden hanginizin nemli dudakları fuschia kirpikleri kaşlarına dolaşık ağzı fena halde aşık başladığı her öpüşte kalıyor ikinizden hanginizin neyi noksan neyi fazla ikinizden hanginize sorsan her defasında kendisini ötekisi sanıyor çok fena aldanıyor sahi siz hanginiz hanginizsiniz |
İstanbul Ağrısı Kanatları parça parça bu ağustos geceleri Yıldızlar kaynarken Şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen Sen Eğer yine İstanbul'san Yine kan kopuklu cehennem sarmaşıkları büyüteceğim Pançak pançak şiirler tüküreceğim Demek yine ben Limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor Kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları Mavi asfaltlara çökmüş Diz bağlıyor Eğer sen yine İstanbul'san Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan Sirkeci Garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp İntihar dumanları içindeki Haydarpaşa'dan Anadolu üstlerine bakıp bakıp Ağlayan Sen eğer yine İstanbul'san Aldanmıyorsam Yakaları karanfilli ....... eğer beni aldatmıyorsa Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar Yine senin emrindeyim Utanmasam Gözlerimi damla damla kadehime damlatarak Kendimi yani şu bildiğim Atilla İlhan'i Zehirleyebilirim Sonbahar karanlıklari tuttu tutacak Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor İmtihan çığlıkları yükseliyor üniversite'den Tophane İskelesi'nde diesel kamyonları sarhoş Direksiyonlarının koynuna girmiş biçkin soförler Uykusuz dalgalanıyor Ulan İstanbul sen misin Senin ellerin mi bu eller Ulan bu gemiler senin gemilerin mi Minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında Liman liman götüren Ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi Akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar Neden durmaksızın imdat kıvilcımlari fışkırıyor Antenlerinden Neden Peki İstanbul ya ben Ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy Gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu abbas Ya benim kahrım Ya senin ağrın Ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın Çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi Burgu burgu içime boşalttığın O senin ağrın O senin Eğer sen yine İstanbul'san Yanılmıyorsam Koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine Satır satır okumak istediğim Sen Eğer yine İstanbul'san Eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim Ulan yine sen kazandın İstanbul Sen kazandın ben yenildim Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar Yine emrindeyim Ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa Parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam Hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa Yanılmıyorsam Sen eğer yine İstanbul'san Senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar Gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan Bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir Ulan bunu sen de bilirsin İstanbul Kaç kere yazdım kimbilir Kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken 1949 Eylül'ünde birader mirc ve ben Sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık Sana taptık ulan Unuttun mu Sana taptık. |
Kaptan eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum gece yarısını yaşamaktan yorgunum ayazın avucunda unutmuştun ellerini önünden geçtiğim halde beni tanımadın ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım şiirlerim kül rengi kumrular gibi uçuşuyorlar bakır çalığı göklere katiyyen tahammülüm yok hele paris’in gökleri aklımı başımdan alıyor bana seni senden evvelki poitiers’li kızı hatırlatıyor ayazın avucunda unutmuştun ellerini karanlığın arkasında kıvılcım gözlü ******lar gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım soğuk gözlerinde buğulanmıştı ölsen tanıyamazdın hatta ricardo bile hani vatansız ricardo burnumun dibinden geçti geçen gün beni tanıyamadı oysa au vieux chatalet’de akşam sabah beraberdik üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet neden ve nasıl sevdiğini anlayamadım gitti yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim montmarte metrosu civarında seni gözden kaybettim o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cigara gibi sidney bichet’nin caz havalarını çiğneyip tüküren o saklasın varsın seni sevdigini biliyorum ben yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü bir gazete aldım ama evde okuyacağım kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam seni öldürmek için çareler tasarlasam sükut bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü ve ben unutulsam yazdığım şiirler senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım eski padişahlar gibi unutulsa birer birer ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam ellerim oldum olasıya seni unutsalar yarı gecenin içinden bir zenci sütbeyaz bakıyor rue lafatette’de dünden bugüne geçiyorum eflatun gözlerini bir grog kadehinde unuttum |
Kırmızı Pazar Kız sen burda yeni misin peki leyla nerde Hani çekirdek gözlüm örümcekten korkan Kim ulan beni herkes tanır git patronuna sor Elektrikçi ihsan dedin mi içkide üstüme yoktur Leyla güzel kızdı ben böyle göz görmedim Sen de güzelsin bak omuzların mesela Biz elektrikçi kısmı karanlıkta güreşiriz Ölüm tellerde ıslık çalar gözümüz pektir Saçların kendinden mi sarı boyadın mı Öyle örtülü bakma içimi karıştırıyorsun Buranın tesisatını biz yaptık cahit'le beraber Düğmeye şöyle dokun süt gibi aydınlık Cahit askere gitti bak leyla da gitmiş Geceleri uyku tutmuyor işin yoksa cigara iç Yıldızlar boğazıma dizili inanmazsın Dilsiz misin nesin bir şey söylesene İstanbul'dan mı geldin yalnız mısın . |
Kimi Sevsem Sensin her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet sarışın başladığım esmer bitiyor anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli dudakları keskin kırmızı jilet bir belaya çattık / nasıl bitirmeli gitar kımıldadı mı zaman deliniyor kimi sevsem sensin / hayret kapıların kapalı girilemiyor * * * kimi sevsem sensin / senden ibaret hepsini senin adınla çağırıyorum arkamdan şımarık gülüşüyorlar getirdikleri yağmur / sende unuttuğum hani o sımsıcak iri çekirdekli senin gibi vahşi öpüşüyorlar kimi sevsem sensin / hayret in misin cin misin anlamıyorum |
Cevap: Atilla İlhan. Attila. Atilla değil. ;oki |
Kirli Yüzlü Melekler sayende sayeban olduk İstanbul şehri sayende sebil olduk aç kaldık sefil olduk yıldızlar dem çekti güvercinler gibi başucumuzda ve yaktı perişan eyledi sine-i sad-paremizi saplanıp hançer misali bir hilal sokaklar serseri biz serseri yüksekkaldırım’da bir cezayir şarkısını dile getirdi plaklar cadde-i kebir: bütün ışıklarını yakmış bir gemidir sinemalar nerdeyse boşalacaklar vay anam vay sen ne dersin İstanbul sen garip bir şair olsan söyle ne halt edersin kimin gücü yeterse kahretsin pazarlığı sefalet akıyor gürül gürül sokaklardan yol üstünde bir şehvet çarşısı tıklım tıklım yol üstünde sevda pazarlığı aşk pazarlığı kurtulmadık gitti bu denlü kepaze hayattan hep böyle gecelerin koynunda yaşadık geceler serseri biz serseri karakoldaki aynada safran gibi kirli yüzümüz gözlerimiz hasta gözleri ellerimiz hasta elleri kırılmış kavala dönmüşüz sen söyle serseriler kıralı İstanbul sen söyle iki gözüm hangi merhem çaredir şu bizim yaramıza yel üfürdü su götürdü gençliğimizi elimiz boşa geldi meydanlarda kaldık meydanlar serseri biz serseri sağımız sefalet solumuz ölüm işte geldik gidiyoruz kahrolasın kahrolasın İstanbul şehri |
Korkarım ay soluk soluğa yıldızlar akla ziyan bir irilikte uzaydan yanmış kibrit kokuları koklasam korkarım koklamasam gizli yılan ıslıklarıyla özsuyu zaptediyor henüz birer iskelet gibi çıplak aşağıdan yukarıya ağaçları çiçekleri uyandı uyanacak koparsam korkarım koparmasam öyle yoğun bir elektrikle çıtırdar ki saçları kim değse tutuşacak dokunsam korkarım dokunmasam gözleri bir yangın başlangıcıdır dudakları kırmızı alarm uğultusu şehre yayılır sokak sokak tutulsam korkarım tutulmasam |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 10:29. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk