IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Konuyu Değerlendir Stil
Alt 07 Haziran 2010, 17:41   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Ateş Çizgileri




Saçlarıyla göğe bağlanmış adam gözlerimin içini öperek geçiyor önümden.

Ben olduğum yere doğru duruyorum. Sanki geçen o değil de benim. Geçiyorum yarı aralık kapıların önünden. Yoksulluğun, acının, sefaletin, hüznün, gözyaşının kol gezdiği, en çok da ölüm kokan geniş sokaklardan... Bakışları ayaklarının ucuna düşmüş kadınlar, gözlerinden korku risaleleri okunan çocuklar, yorgun, bitkin bir hâlde yaşlılar… Kimseden ses yok. Ağlıyor anneler. Kucaklarında el kadar bebekleri. Söz yok kimseye… Ellerim, ah işe yaramayan ellerim! Onları birer kâğıt parçası gibi buruşturup cebime koyduktan sonra olduğum yere dönüyorum. Adam, hemen yanı başımdan geçiyor. Ona sessizce: “Burası ustura ile tıraş edilmiş kafaya, yeniden, kanla çizilmiş bir başka Afrika mı?” diye soruyorum. Duruyormuş gibi yapıp aslında yoluna devam ediyor. Sorduğum soru çarmıha gerilmiş gibi kupkuru bir ağacın kolunda asılı kalıyor. Mevsim yaz. Haziran ayı. Güneş kapkara elbiselerini giymiş oysa. Sözüm kanıyor! Havanın yakıcı etkisi terletiyor bedenimi. Derken tozu dumana katmış siyah atlar, ardından daha önce hiç görmediğim yarı hayvan yarı insan biçiminde yaratıklar arşınlıyor sokakları. Korkunç bir inleyişle inliyor gök. Aralık duran kapılardan birini iterek içeri atıyorum kendimi. Vahşi atlara ve yaratıklara ezilmekten son anda kurtuldum diye de seviniyorum ayrıca. -soluk soluğa kalmışım- Girdiğim evin içinde etrafa göz gezdirirken soluk alış verişlerim daha da hızlanıyor. Gırtlağımda binlerce harf birikiyor. Boğulur gibi oluyorum. Buruşuk ellerimi ceplerimden çıkarıp geniş yüzümü çabucak kapatıyorum. Boyun damarlarım birer hortum şeklini almış. Zihnim az önce gördüğüm manzaranın etkisinde ve müthiş derecede zonkluyor. Tanrım! Bu da ne!? Ortada kocaman bir çukur. Çukurun içinde alevleri nerdeyse evin tavanını yalayacak büyüklükte bir ateş. Ateşin etrafında birbirlerine sokulmuş ufacık erkekler, kadınlar, çocuklar... Ateşe bakıyorlar sükût içinde. Ateş aslında onları yakıyor… Neden yılın en sıcak mevsiminde ateş yakmış ki bu insanlar? Üşüyorlar mı yoksa? Neden gözlerini ateşe dikmiş tek kelime etmeden oturuyorlar böyle? Neden birbirlerinin yüzlerine değil de kızgın ateşe böyle tutkuyla bakıyorlar? Ellerimi yüzümden çekip biraz daha dikkatli baktığımda dehşet verici bir vaziyetle karşı karşıya kalıyorum. Alevlerin içinde bir resim belirginleşiyor. Evet, evet bir resim… Yemyeşil bir manzara önce. Sonra başka başka renklerde başka başka manzaralar. Kendimi bir siluetmişim gibi hissediyorum. Sonra hepsinin birleşmesiyle birlikte gözlerim kamaşıyor. Cıvıl cıvıl kuş sesleri, güzel bahçeli, süslü evler, “huzur” verici bir dinginlik… Geçiyorum burayı. Kapıda tekrar karşılaşıyorum o adamla. Yine duruyormuş gibi yapıyor ama yine geçip gidiyor. Bu defa arkasından bağırıyorum “Heyy! Seni takip ettiğimi mi düşünüyorsun?” Oysa beni takip eden o. –bir daha karşılaştığımda soracağım bunu- Her yerde karşıma çıkıyor. Ne yüzsüz adam! –böyle söylediğim için beni bağışla Tanrım- Çok önceden tanıyorum onu sanki. Kim bilir? Belki de…

Duruyorum yürüdüğüm yerde. Ağaçlar dikkatimi çekiyor. Sahi bu ağaçlar neden kupkuru? Her biri derisi soyulmuş bir insan gibi. Ama sakin. Acılarını köklerine gömmüş, bitmeyen bir bekleyişle bekliyorlar. Kaçmak için bir planı yok kimsenin. Onlar da kendilerini buraya ait hisseden insanlar gibi mi düşünüyorlar acaba? Buraya dair hatırladığım en son şey korkunç bir sesten sonra şiddetli bir sarsıntının olduğu. Sonrasında dağlara düşmüştüm. Derken yolum buraya durmuştu. Göz alabildiğince dümdüz bir yer. Topraktan yapılmış penceresiz ve tek göz evler. İnsanların kafalarında vahşi hayvanlar mı boğuşmuş ne? Saçları birbirine yapışmış. Dağınık… Yanaklarından aşağı doğru çizilmiş kalın beyaz izler var. Yüzlerinde hep aynı anlamsızlık. İçimi yangın yerine, aklımı o içinden alevler yükselen kuyuya, gözlerimi birer ateş topuna çeviren bu yer de neresi? Yolum nereden düştü? –yol düşmez oysa düşen sadece insandır- Beni buraya getiren saik neydi? Ah! Bu sorular peşimi bırakmayacak hiç… Kızgın kum ayaklarımı yakıyor. Yalnız değilim, susadığımı hissediyorum. Tam karşıdaki, kapısı yarı aralık eve doğru yürüyorum. Oradan da ses gelmiyor. Hayata dair en küçük bir im bile yok. Sanki hayat hiç uğramamış bu şehre. Atların ayak sesleri işitiliyor uzaktan ve o vahşi yaratıkların. Tam yarı aralık kapıyı açacakken ayaklarım sert bir şeye takılıyor. Düşüyorum!? Acı içinde kıvranırken dönüp de arkama bakıyorum. Kuyruğunu boynuna sarmış parlak bir yılan. Belki de yılan değil. Daha çok kuyruklu ve ağzında dikenler çıkmış bir kaplumbağaya benziyor. Kalkıp yavaş yavaş içeriye doğru gidiyorum. Ah yine o adam! -beni takip ediyor kesin!- Yok, yok hayal görüyor olamam. Burada da bir önceki evde karşılaştığım manzaranın aynısı var. Tek farkla ki bu evde sadece küçücük bir kadın, kocaman bir adam ve sahiplerinin yüz ifadelerine benzeyen yüz ifadesiyle cılız bir kedi var. Oraya girdiğimin farkına bile varmıyorlar. Sadece kedi “yaşıyorum ben” der gibi hafif bir kuyruk sallama ile tepki gösteriyor. Bu insanları da rahatsız edemeyeceğimi, onları o huzur veren düşlerinden uyandıramayacağımı düşünerek tekrar kapıya doğru yöneliyorum. Sahi bunlar düş mü görüyor? Aklımdan “acaba ben de kendimi o ateşin içine atsam mı?” diye geçiriyorum. Kalbim şiddetli bir huzursuzlukla çarpıyor. Adam bu defa yok. Ona bağırmakla hata mı ettim acaba? Neden karşıma çıkmadı? Adımlarımı sıklaştırıyorum. Zihnimden kaynatılmış fikirler akıyor içime doğru. Durmadan, ayaklarımdaki sızıyı unutarak, hızlı hızlı yürüyorum. Az sonra daha önce hiç duymadığım bir ses değiyor kulak perdelerime. Giderek yaklaşan sesle birlikte mat bir ışık aydınlatıyor etrafı. Kim olabilir? Buraya kimler niçin gelir? Acaba bu yoksulluk ve sefalet içinde yaşayan insanlara, açlıktan kemikleri dışarı fırlayan hayvanlara, acı içinde bekleyen ağaçlara, ötmeyi unutan kuşlara yardım etmek için mi geldiler? Gönlümden bunlar geçerken arkamda bir hışırtı duyuyorum. Başımı çevirdiğimde o adamla tekrar göz göze geliyorum. İlk defa bu kadar yakın duruyoruz. Bir süre sessizce birbirimize bakıyoruz. Sonra yüzünü göğe doğru kaldırıyor ve yüzü bir ışık topu gibi belirginleşiyor. Sanki gökten sarkıtılmış bir yıldız… Biraz önce duyduğum sesler kesiliyor. Artık hiçbir şey duymuyorum.

O önde ben arkasında yine hızlı adımlarla ilerliyoruz. Nefesime garip hıçkırıklar karışıyor derken. Köşede, bu kara gecede bile gözleri fark edilebilen bir adam sere serpe yere uzanmış. Gözlerim ona takılıyor. Biraz daha yaklaşıyorum. Gittikçe hızını arttırıyor sessizlik. Nefes aldığını bile hissetmiyorum. Adam önümde hızlı hızlı yürüyor. Yetişmekte zorlanıyorum… Ama şu yerde tıpkı bir sürüngen gibi yatan adamda kalıyor gözlerim. Alnında küçük küçük dağlar birikmiş. Derisi bir paçavrayı andırıyor. Dudakları yırtılmış, çenesinin kemiği çıplak kalmış… Sol bacağı toprağa gömülü… Geride kaldığımın farkına varır varmaz tekrar hızlıca önümde yürüyen adama yetişmeye çalışıyorum. Ne kadar garip! Ayak izlerini görüyorum kapkaranlık gecede. Şehrin dışına çıkıyoruz. Önümüze bir uçurum çıkıyor. Oysa ben dümdüz sanıyordum burayı. Adamın arkası dönük, belli ki beni bekliyor. Adımlarımı yavaşlatıyorum. Nefesimi kontrol etmeye çalışıyorum.

Bir süre ya da birkaç gün öylece beklemişiz. Tam olarak anımsamıyorum çünkü. -başımı kaldırdığımda ortalık aydınlanmıştı- Hafif bir rüzgâr esiyor içimden. Sanki havanın içine gizlenmiş sisi dağıtmaya çalışıyor. İliklerime kadar hissediyorum aydınlığı. Ama kalbim hâlâ huzursuz huzursuz çarpıyor. Ellerim hâla buruşuk birer kâğıt parçası. Ve hâlâ ceplerimden kül ve gül dökülüyor. Adam olduğu yerde duruyor hâlâ. Bana bakıyor. Yeni doğmuş bir çocuğun yüzüne bakıyor gibi. Yüzüne kahırla biçimlenmiş bir tebessümün dalga dalga yayıldığını görüyorum. Gözlerimin önünde bir tablo şekilleniyor bununla birlikte. Bana benzeyen bir siluet beliriyor… Yine geçmişe dalıyorum. Aynı insanların içindeyim tekrar. Ama bu defa mekân farklı. Tanrım! Tıpkı o ateşin içinde görünen resimdeki manzaralar. Şurada, ortasında bir fıskiye olan şu bahçeli evde o adam ve karısı ve elbette kedileri… Adam cılız, kadın biraz büyücek ve cılız, kedi kocaman bir kaplan yavrusunu andırıyor. Diğer tarafta kenarları çiçeklerle süslenmiş bir yoldan gidilen bir ev daha… Ve bunun gibi başka başka birbirine tıpatıp benzeyen onlarca ev. Ev değil adeta birer saray! Ayaklarım zihnime takılıyor bu defa. Kalbim dökülüyor.

Ben hâlâ yorgunum, bitkinim ve susuz… İçime bir çöl uzanmış serapa. Kalkıp yola düşmeliyim, düşmeden evvel!

Ve o adamı bulmalıyım!



siyahi/selami ay
yolcu dergisi /58

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
cizgileri


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Var
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Var
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
İşte Org. Koşaner'in kırmızı çizgileri Lucifer Haber Arşivi 0 28 Ağustos 2010 07:09
Yazıların Altındaki Çizgileri Kaldırma Mack vB 3.8.x Eklentileri 1 02 Kasım 2005 16:16