IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası

IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası (https://www.ircforumlari.net/)
-   Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler (https://www.ircforumlari.net/siir-hikaye-ve-guzel-sozler/)
-   -   Kokuların Oyunu (https://www.ircforumlari.net/siir-hikaye-ve-guzel-sozler/869425-kokularin-oyunu.html)

yeSa 10 Mayıs 2020 17:31

Yok Oluşun Filizlenmesi
 
Akıldan yoksulluk; sonucu nimetlerden yoksulluk kaçışı mümkün olanın kaçışın mümkün olmaması. Sonunu bilerek bir anda kestiremeden o yola freni patlayan otomobil gibi yalpalayarak kaçınılmaz olan kazaya uğramak gibidir. Akıl büyük bir nimettir kullanmasını bilen için, benim içinse hoyratça sonunu düşünmeden kullandığım, sonunda acılara gark olduğum bir düşünce ve bedenimin bir parçası. Derin olan ve sonunda sızıntılarla ve acılarla, kendi mezarını kazan mezarcı gibi mezarını kazan ve mezara girip içine sığmayan bir düşüncesizin en önde gideniyim dersem az söylemiş olurum. Acı ve neşe, yan yana gezen ikiz kardeş gibidir ama biri gelince gidene kadar insanın anasından emdiği sütü ağzından burnundan getirmeden gitmeyen ikiz kardeş. Büyük mutluluklar acının sonunda gelir derler ama bu kelime aklını kullananlar için geçerlidir. Oysa ben defalarca aynı hatayı yapan ve aynı acıları defalarca düşen akıldan yoksun bir insanım. Kimileri ise acı en kalın kemiği bile yumuşatır derlerde inanmayın kemik iyice sertleşerek sırtında kırılan odundan dayak yemiş gibi acılarlarla kıvrım, kıvrım kıvrandıran bir yaşam şeklidir. "Vergilius-Açlıktan öleni bir sandık altın diriltmez" sözü tam oturdu desem az söylemiş olurum. Saygınlığı yerle bir eden, dik olan başı öne eğdiren; gönül yapıcı bir dost bulana kadar düşünmen ve en önemlisi de gönül kırıcı bir şekilde bir dost ve çare bulamadan yoksullukla ve yoklukla baş başa kalmaktır. Ne kadar gayretli ve istekli olsanız da sıkıntınızı karşınızdakine açmaya kalkıştığınızda, onu dost ve arkadaş bildiğinizde öyle olmadığını anlamanın tokat’ını yiyerek geri dönmek en kötüsüdür. Elinizde olmadan bu duruma düşmek çileli olan yola çıkmayı kimse istemez ama mutlak olan başa gelince söylenecek söz bitiyor ve acı gerçek tüm çıplaklığı ile hayatına giriyor ve tek başına acılarla baş başa kalıyorsunuz.

Şu en iyi dostum bu en iyi arkadaşım şunlar en iyi akrabam sorusunun cevabını bulmuş olmanın hüznü içinde boynu bükük gerisin geriye dönerek acılarla hayatına devam ediyorsunuz. Bu durum başa gelince herkes bir anda âlim kesiliyor sanki hayatta her şeyi kendileri biliyor ve böylesi bir duruma kendileri hiç gelmeyecekmiş gibi ukala bir konuşma içine girmeleri en çirkin ve mide bulandıran tarafı. Elindeki beyaz bayrağın biranda simsiyah olmasının doğumu içinde müjde bir acınız daha oldu nidası ile sap gibi ortada kalmaktır. En az mutluluk veren tarafı da bu sıkıntılar sonunda acıya karşı bedeninizin çelik gibi olmasının tesellisidir veya avuntusu ile azda olsa hayatınıza devam ederek gidiyorsunuz. Sakin akan derenin önüne set çekerek akan suyun etrafa akarak boşa gitmesi bu durumu açıklayan tek açıklamadır. Buda bir tecrübe etrafındakileri tanımak için, bir benzeri olmayan bir hayat okulu; en zengin dostun ve arkadaşın bu durum karşısında halini anlatınca senin ona acıyasın geliyor ve anlıyorsun ki o senden daha zavallı ve yoksul. Söylediğine söyleyeceğine bin pişman olmaktır.

Sabahın güneşi ufukta yeni doğuyordu, hafiften rüzgâr esiyordu. Yolda yalnız giden garip yolcu gibi sendeleyerek yürüyordu. Düşüncelerle dolu zihni ve anlaşılmaz ve tuhaf bir eda ile bir anda durdu. Aklında gezen anlaşılmaz hileler ve ince oyunlar şaşılacak ve hayret edecek bir kıvraklıkla dolaşıyordu. İnsanı acizliğe ve insanlık yokluğuna, büyük felaketlere sürükleyerek çıkaracak, düşüncelere olmanın ezikliği ile ilerde duran taşın üstüne oturdu. Etrafına bakında sessizlik hâkimdi, birkaç kişi işe gitmek için uykunun mahmurluğunda yola çıkmıştı.

Amaçlarını ve gayelerini bilmenin huzuru içinde uygunluk ve düzene sokmuş oldukları yaşamlarının mutluluğu içinde işlerine gidiyorlardı. Beyhude ve boş olan bu düşüncelerden kurtulmak için doğruldu etrafına bakındı kendisinden başka hiç kimse kendisi gibi elem ve sıkıntıda olmadığının farkına vardı. İlerde kendi kendine vücut bulmayan başka bir gezegende gelmiş olan sıkıntının ezikliği belli olan bir kadın hüzünlü olarak ağaca yaslanmış hıçkırıklarla ağlıyordu. Bu hıçkırıklar, tüm bedenini kaplamış cehennemde, yanan bir kadının anlayışı içinde aşırılıktan uzak, büyük bir sıkıntı ve eleme bürünmüş bir şekilde bedenini kaplamış hıçkırıklarla ağlıyordu. Usulca yanına yaklaştı, omzuna dokundu. Kadın irkilerek döndü, gözlerinde akan yaşlarla gizli sırlar arayan bir bedevinin yüz simasına bürünmüşlük karamsarlığı ile göz göze geldi. Kapalı bir gözle görünen bütün yönleriyle çıkmaza giden yolcunun hazırlığında olduğu alnındaki derin çizgilerde belli idi.

- Neden böylesine acılar içinde ağlıyorsunuz? Şöyle bir kenara oturun. Çok bitkin görünüyorsunuz.
Genç kadın istemeyerekte olsa, isteksizce ilerdeki parkın bankına oturdu. Mahzundu, ürkekti ispat gerekmeyecek şekilde bu her halinde belli idi. Kıymet değer görmeyen bedeni, çok bedel ödemenin ağırlığında ezilmiş olduğu aşikârdı. Yutkunarak ve hıçkırıklarına boğulmanın iç çekmesinin zorluğu içinde.

- Ay.. Aylar. Aylardır. Bu sefil halimle dolaşıyorum aç ve sefil. Hiç kimse benim yüzüme bakmadı ama siz ilgilendiniz. Bana değer verdiniz.

- Lütfen rica ederim bir şey yapmış değilim. Sizi mahzun ve ağlamaklı görünce dayanamadım.

- Bölünmüş, parça, parça acılarla dolu halimi siz fark ettiniz. Siz çok iyisiniz.
Kendiside aynı durumda olduğunu söyleyemedi. Utandı. Elini cebine attı bir simit parası vardı. Karşı büfede bir simit alarak geldi. Genç kadına uzattı.

-Buyurun. yiyin.

Genç kadının pek müteessir olmuş ve ağlamaktan kan kırmızısı gözleri bir anda mutluluk ışıltısı içinde yutkunarak simide baktı. Aldı kokladı, hayranlıkla ve özenle bir ısırık aldı müthiş tat almış bir eda ile yemeye başladı. Simidi yiyişine hayranlıkla izledi. Belli ki çoktan beri açtı. Pek müteessir oldu.

- Yanlış anlamazsanız ilerde tek başıma yaşadığım eve gidelim, çok yorgunsunuz biraz uzanarak dinlenin. Daha sonra konuşuruz. Kadın hiç tereddüt etmeden;

- Sizin gibi böylesine anlayışlı birisinin niyetinde neden yanlış anlayayım? Aslında buna çok ihtiyacım var!

Ev dağınıktı ama selamet yurduna kavuşmanın sevinci gözlerinde gören, cemal kendiside aynı duygulara boğulmanın sevinci ile evin kapısını açtı içeriye girdiler. Hemen, dağınık duran kanepenin üstündeki yırtık elbiseyi alarak etrafı toplamanın telaşı içinde iken kadın kanepeye zorlukla çöktü. Uzandı. Rahatlamanın mutluluğu içinde hemen uykuya daldı. Ev sefillik kokuyordu. Aylardır pencereyi ve perdesini açmamıştı, sessizce perdeyi ve pencereyi açtı. Dağınık odayı topladı, mutfağa geçti. Lavaboda iki üç tabak kurumuş yemek artığı ile haftalardır duruyordu. Çöp kovasının kapağını açarak tabakları içine attı. Yatak odası azgınlıktan bozguna uğramış, azgınlar ordusu gibi darmadağınık duruyordu. Bu fesat dağınıklığı toplayarak, içeride yatan kadının yanına giderek elindeki eski battaniyeyi usulca üzerine örttü. Kadın esen yelde esen rüzgârın soğukluğunu hissettiren, üşümenin ürkekliği ile sımsıkı sarıldı. Buzdolabına yöneldi. İçi boştu. Bir tabakta bir parça peynir kurumaya yüz tutmuş şekilde duruyordu. Günlerdir parça, parça bir parça ekmek ve su ile yutkunarak yediği peyniri aldı. Dışarıda eskici avaz, avaz bağırarak geçiyordu. Buzdolabının üstünce aylardır örümcek bağlayan fırını kaparak dışarıya çıktı. Sıkı bir pazarlıkla sattı. Aldığı parayı büyük bir mutlulukla cebine koydu.

Aylardır cebine beş kuruş para girmemişti. Cebinin bir anda ısındığını fark etmenin sarhoşlu içinde bakkala uçarcasına gitti. Bir parça peynir, biraz zeytin iki ekmek iki paket yağ ve üç adet makarna alarak aylardır azap darbesine maruz kaldığını hissettiği ama şimdi selamet yurdu olarak görünen evinin kapısında neşe içinde girdi. Kadın hala mutlu bir şekilde kanepede yatıyordu. Mutfağa yöneldi elindeki poşeti, aylardır poşet yüzü görmeyen masaya bıraktı. Aldıklarını buzdolabına büyük bir özenle yerleştirdi. İhtiyacını karşılamanın huzurunu, fesadı ortadan kaldırmanın sevincini hissetmenin güzelliği içinde kalbi küt, küt çarpıyordu. Kalbine doğan bu karışık haller içinde düşünceli olarak salona girdi. Yalnızlık, bir kenara çekilmiş duran tenha evi yeni bir başlangıca başlarken tek kalmamanın güzelliği içinde parlıyordu sanki. Kötülük, fenalık ve alçaklıkla ekilmiş ve yeşeren kötü düşünceler yok olmuştu zihninde. Bildik, ama yaşayarak elde çıkan ve tekrara kazanılan bu duygu ile salona girdi. Kadın uyanmıştı. Kendisini görünce kadın kendisine çeki düzen vererek doğruldu. Saf ve berrak temiz bir toprağa işlenmiş ve ekilmiş bir tohumun patlayarak bahar şenliğinde yeşererek meyve olmasının mutluluğuna bezenmiş tarlanın, güzelliğine bürünmüş bir mutluluğu içinde yanakları al mor olmuş ve gözlerindeki ışıltının parıltısı içinde, ölümdeki ürperti, yaşama sevinci gibi bu iki zıtlığın arasında bir ömür geçirmenin yorgunluğu yok olmuştu.

Hayat bazen zorluklarla, elemlerle düğümlenmiş ve derin sukutla gizlenmiş mutluluk ve hüzünle kaplanmış olarak karşımıza çıkıyordu. Hayat yolculuğunda ateşli bir girdap gibi görünen ve saran ümitsizlik fırtınası bir anda ümit güneşi doğduran fırtınasına dönüşebiliyordu. Yalnızlığın ürkütücü ağırlığını taşımanın ezikliğini, zayıf omzunda atmanın ferahlığı ve derin hıçkırıklarla sessiz feryat eden gözleri hassas gönüllerde gelen duyuşlarla sakinleşebilirdi. Bir anda sonsuz sürecekmiş gibi görünen yalnızlığı; bir sabun köpüğünden farksız bu yalnızlığı bir anda sönerek son bulmuştu. Yaşam ve hayat sessiz kelimesiz dertlerle bezenmiş bazen duygulu bazen hassas bazen de sıkıntılarla akıbet dolu olarak hakikati saklar. Bu sukuta ve anlama müthiş manalar gömülmüş olarak karşımıza çıkması yolların böylesine kıvrımlı olması mecburi çıkış yolu mutlaka her an fena olayların hiç bitmeyeceği endişesi içinde bu ince gerçek hakikatini ile önümüze seriyordu hayat ve yaşam. Biraz önce dalları kurumuş ağaçları, şimdi meyveyle dolmanın ağırlığında kendisine ikram eden ağaçlara dönmüştü. Yemek yapmak için çiğ duran sebzeler nasıl ki ocakta pişerek lezzet alıyorsa hayatta böyle bazen sıkıntılarla beraber yaşayarak tahammül ve olgunlukla gönül güzelliği ile bizi pişirerek, yaşatarak değerini anlamamızı sağlıyordu.
*
- Çok güzel uyumuşum! Aylardır böylesine uyumamış ve rahat olmamıştım.
Genç kadının sesi ile mutfakta çıktı yanına geldi.

- Nasıl yorgunluğunuz geçti mi?

- Evet, size minnettarım! Günlerdir kışa benzeyen kuru ayaz geçen günlerime, sizin bu anlamlı ilgi ve alakanız sevgi dolu gönlünüzle, bir anda değişiklik ve ferahlık geldi. Köhneleşmiş zıtlıklarla bezenmiş hayatıma, engin sevginle tazeliş sundunuz. Sizin gibi olgun sevgi ve dönül kervanına katılmış insan, dünyada kalmamış olmamanın hüznü ile hıçkıra, hıçkıra ağlarken beni buldunuz ve şimdi ise bir damla ilgi ve sevginizle muzdarip olan yalnızlığıma ve umutsuzluk girdabı içinde boğulan hayatıma ve karanlık yoluma ışık saçan bu davranışınla hayatıma güzellik, yumuşaklıkla zarafet kattınız. Oysa ben aylardır derdimi kime söyledi isem horlandım, değeri olmayan bir paçavra gibi sürüklediler. Nefislerine esir düşenlerin elinde kaçarak haftalarca ıssız dağlarda aç susuz kaldım.

Ne diyeceğiniz bilemedi. Kendiside aynı kendisi gibi yalnızlıktan mahzun olduğunu doğuran ve anne olmanın şerefi ile cennetin ayaklarının altına serilecek olan genç hanımın; doğum sancısının acısının ağırlığında feryat etmenin, doğan çocuğunda zindanda kurtulmanın sevinci ile doğmanın kurtuluşuna eren iki taraflı zıtlıklarla dolu dünyasını anlatmamaya karar verdi. Birine zahmet birine rahmet olan yaşantısını anlatarak üzmenin manası yok diyerekten.

- Bence abartıyorsunuz.. Birazcık ince ve hassas olmamı bu kadar büyütmeyin.

- Abartmıyorum sizi diğer insanlardan ayıran ince ve hassas düşüncenizdir. Bir köpeğin bile önüne atılan kemiği, inceleyip koklamadan değerini anlamadan nasıl yemiyorsa, beni de inceleyip anlamadan değersiz olan bir paçavra gibi şeytani heveslerini köreltmek için kullanmaya kalktılar. Bir köpeğin hassasiyetinde mahrum olanlar davranışları ile sizinki arasındaki değeri ölçecek kadar akılıyımdır. Kusura bakmayın evinize elim dolu güzelliklerle gelemdim ama dost ve sevginizi kazanmanın bahtiyarlığına erişmiş olmanın hazinesi ile huzur kaynağına kavuşmuş olarak sizi bulmanın arzusuna kavuştum. Şimdi siz oturun ben mutfağa geçeyim zira çok acıktım.

- Ben hazırlardım.

- Hayır, lütfen bana bırakın. Huzur içinde bir yemek yapmayalı çok oldu beni bundan mahrum etmeyin. Bu arada adım Hatice. Sizin adınız nedir?

- Cemal

- İzninizle mutfağa geçiyorum

Çok acıkmış olduğu her halinde belli oluyordu. Şimşek hızı ile mutfağa geçti. İhtiyaçlarını karşılayan nimetleri masada görünce gönülden büyük bir şevkle raftaki tencereyi alarak su ile doldurup ocağa koydu. Büyük bir samimiyetle özenle makarnanın poşetini açarak kaynamakta olan tenceredeki suyun içine boşalttı. Cemal, insanda canlılığın ifadesi olan bu samimiyeti uzaktan seyrederken, aylardır içindeki sıkıntıyı ve yoklukla ve tek başına yaşadığı ızdırap dolu hayatını Haticecin iki damla gözyaşına kıyamadığı gönül temizliği ile temizlemiş olmanın zevki ile uykuya daldı. Acemiliği ve bilgisizliği ve sonunu düşünmeden yapılan harcamalar nedeni ile sonucunu düşünmeden borca girmek helakine neden olmadan sonuçlaşmıştı. Bir anda gözünün incelikle görmüş olduğu bu sızıntı görmüş olmanın ve ona yakınlık göstererek özünü değiştirmişti. Selma büyük bir zevkle yemeği tavada kavurarak hazır hale getirmenin telaşı içinde tuzu ararken cemale tuzun yerin sormak için salona geçerken cemalin hafiften şekerleme yaptığını görünce tebessümle mutfağa geri döndü.


- Haftalardır bu kadar leziz bir makarna yemedim

dedi. Cemal

- Afiyet olsun

- Neden bana böylesine hayranlıkla bakıyorsunuz?

- İnsan pürüzsüz bir ayna, görünce bakmadan geçer mi? Ben de kendime bakıyorum bu ayna karşısında.

- Bana neden tek başınıza olduğunuzu ve başınıza neler geldiğini anlatmayacak mısınız?

- Nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Köyde yaşıyordum. Hayat dolu idim ve mutlulukla evlendim. Bir süre sonra eşim vefat etti. Hayatta dul kaldım. Bizim köyün âdetidir kadın dul kalırsa ölenin erkek kardeşi varsa, onunla nikâhlarlar ki namuslarına helallik gelmesin. Bende bu saçma âdeti hiç hoş karşılamadım ve kaçtım köyde. Peşimdekileri zar zor atlattım, günlerce dağlarda aç ve sefil kaldım..
Hatice bunları anlatırken olayı yeniden yaşamanın ürpertisi ve dehşetini yaşıyordu. Bunu fark eden Cemal:

- Anladım, gerisine gerek kalmadı. Bu vicdan yarasına maruz kalmana inan ki üzüldüm. İnsanda hırsının sınırı olmazsa böylesine hüsranla bitecek olaylara sebebiyet verir. Zalimce olan bu adetler, kör kuyu gibidir. Ruhu ve insanlığı doğru yoldan ayırır. Şimdi sen burada benimle kalıyorsun hem de hiç itirazsız, bende yalnızım.

- Sana yük olmak istemiyorum.

- Yük olmazsın, yoldaş olursun ancak.

Hatice’nin gözleri buğulandı. Büyük bir samimiyetle Cemale sarıldı. Beraberce birbirlerine sarıldılar, sırlarla dolu iki kalbin birleşmesi, kapalı olan dünyaya sadece kin ve öfke dolu ile daha düne kadar iyiliğe ve güzelliğe kapalı acz içinde olan gönülleri bir anda hisler ve duyuşlarla samimiyetle mutluluğa bezenmiş olarak geri geldi. Cemal

- Yeter bırak sulu gözlülüğü, ben şimdi dışarı çıkıyorum.Biraz işlerim var,seni yeni evinle baş başa bırakıyorum,ihtiyacın olan bir şey varsa dolapta alabilirsin,tabi bulabilirsen..

- Senin güzel kalbini buldum, o bana yeter. Sen gönül rahatlığı içinde git işin ne ise gör gel beni burada hazır bulacaksın.

Cemal gönül huzuru içinde evden ayrılarak yeni bir iş bularak üzücü olan ve tasa ve kederle yoğrulmuş hayatının neşe, sevgi ve samimiyetle mayalanmış yeni hayatı için bir iş bularak devam ettirmenin telaşı ile yola koyuldu. Bir an önce iş bulmalı ve akşam yemeği için mutfağa bir şeyler almalı idi. Bağışlanmış bu yeni yaşam iyilik ve lütufla donanmış hayatında hiç gitmememsinin temennisi ile ilerde gözüne ilişen pasta hane deki bulaşıkçı aranıyor ilanını gördü. Kalbi yerinden sökülecekmiş gibi heyecanla çarpmaya başladı. Bu işle yeniden hayatlarına canlılık kazandırma, uyandırma ve diriltme ile onararak devam etmenin ışığını gören ışığa hasret bir ama gibi uçarcasına kapıyı açarak içeriye girdi. İçeride tatlı bir huzur ve sükûnet vardı, birkaç mutlu müşteri ve kasada oturan otuz beş yaşlarında samimi bir yüz ifadesine sahip güler yüzlü bir bayan oturuyordu. Çok hesapçı ve inatçı olmayan, çözülmesi özel olan bir sorunu çözebilecek bilgisine ve tecrübesine ihtiyaç duyulan ve bu engin anlayışı ile gerçeği anlaşılır kılan ve gerçeğin anlaşılması için çözüm sunabilen bir hoş görüntüsü vardı. Kendisini görünce, fevkalade hoş bir ses tonu ile;

- Buyurun beyefendi. Hoş geldiniz. Ne arzu ederdiniz?

- Öz.. Özür dilerim. Ben iş için başvuruda bulunacaktım.

Genç kadın, cemali baştan aşağı engin bir anlayışın hâkim olduğu göz ucu ile süzdükten sonra.
-Buyurun oturun beyefendi. Belli ki bu işe çok ihtiyacınız var. Bu genç yaşınıza rağmen bu işe gönüllü olmanız beni şaşırtmadı. Benim ihtiyacım olan bütçem doğrultusunda size bu işi sunmam. Maddi açıdan umarım fazla beklenti içinde değilsinizdir. Bu arada ismim Lale;

-* Bende cemal. Fazla değil, günlük iki lokma ekmek iki tabak aş verseniz bu bana yeterlidir. İşe hemen alışırım, sizi de mahcup etmem.Körü körüne çalışma içinde olmadığımı sizde en kısa sürede anlayacaksınız ve memnun olacaksınız.Ben akılsız budala alık değilim belki öyle görünen bir görüntüm vardır ama..

- Rica ederim beyefendi, kendinizi böylesine küçük görmeyin ve aşağılamayın. Açılmış, kapalı olmayan bu gönül dünyamıza ve aramıza böylesine karanlık perde çekmeyin. Engelsiz, örtüsüz iyi niyetinizin böylesine çıplak bir durumla görülmemesine rağmen bu güzelliğinizi, gizleyen başa çıkılması güç demir leblebiye benzetmeyin. Yanımıza dost ve müşterilerimize gerektiğinde tatlı söz edecek bir insan arıyorduk onu da bulduk. Siz görünüş itibarı ile bu işi yapabilecek erdeme sahip olduğunuz mahcup ve alçak gönüllükle, deminizi almışsınız. Hazır olan bu işi, rengini ve kokusuna bir nefeste sahipleneceğiniz ve hatta yemeklerimizi bile yenecek kıvama getirecek bir yeteneğiniz olduğu kanısındayım.

- Siz bunları bana bakarak mı söylüyorsunuz?

- Evet.

- Yanlışınız olmasın? Sizin gözleriniz bozuk olmasın?

- Yok, siz yokluk görmüş, yok olma durumuna gelmiş olan ve yokluğa rağmen gönül gözünüzün açık olduğuna ben bizzat şahit oldum.

Şaşırmıştı.

- Nasıl? Anlamadım?

- Sizde insanda bulunması erdem olan sevgi ve gönül gözünüzün ve gönlünüzün zenginliğini sabahleyin evimin penceresinde bitkin, bitmiş bir halde duran kadına yardım ederken gördüm. Onlarca geçen insanlar aldırış etmeden giderken, siz bitik halinizle ona yaklaştınız ve gönlünüzü açarak yardımda bulundunuz. Temiz dürüst bu erdemliliğine, gözlerimde yaş akarak izledim. Zekâsı az gelişmiş olanlar gibi davranmadınız onun sessiz hıçkırıklarını kolay ve anlaşılır bir duyuşla duydunuz. Bu nedenle sizdeki bu cevheri bu gözlerimle gördüm, inkâr etmeyin. Şimdide bir sonuca varmak için ortaya koyduğunuz gücü sizde görüyorum. İş sizindir isterseniz başlayabilirsiniz.
Sevinçten havalara uçmak üzere kanatlandı sanki.

- Sakin olun beyefendi.

- Nasıl sakin olabilirim? Karanlık ve bakımsız barınak köşelerinde, acımasız ince ağlar kuran bu hayatıma yeni bir ışık geldi. Anlamsız baharımda çiçek açtırdınız. Sıradanlıkla giden anlamsız yönüme yön verdiniz.

Gözlerindeki yaşlar dolu dolu akmaya başladı. Lambadaki ince akkor tel gibi yanan yüreğinin sesi olan gözyaşlarını masada duran peçete ile sildikten sonra mutfağa geçti. Yırtılmaya yüz tutmuş ama onurla taşıdığı ceketini duvardaki çiviye asarak, mutfak önlüğünü boynuna mutlulukla geçirerek, lavaboda yığılmış tabaklara, sevinçle bakarak, yıkamaya başladı. Yüzündeki ışık dağılımını gören lale, cesurca sarmal, sarmal açan istekli çalışmasına bakarak masada duran müşterilerin geride bıraktığı tabakları alarak mutfağa yöneldi.

- Bu cezp edici çalışmanıza hayran kaldım.
Sadece güldü. İş bulmanın sıradan anlamsızlıkla dolu yaşamında kurtulmanın sevinci ile sadece gülüyordu. İçindeki bu mutluluğu Hatice’ye bir an önce anlatmanın heyecanını tüm bedeninde hisseti ve tatlı bir hoşlukla titredi. Akşam paydos olana kadar bu istekle çalıştı. Lale memnuniyetinin ve çalışmasındaki arzusunda ve şevkinin mükâfatı olarak kasada bir miktar para alarak avucuna sıkıştırdı. Heyecanla elleri titreyerekten aldı, mahcup eda ile.

- Teşekkür ederim. İnanın aklımı okudunuz. Çok ama çok ihtiyacım vardı bu paraya lale hanımefendi.

- Rica ederim. Bana lale diyebilirsiniz.

Başı önde sevinçle kapıdan iyi akşamlar dileyerek karşıdaki manava fırladı. Evin ihtiyacı olan sebze ve meyveleri; birçok yüzlerden ayrılabilen, yüzündeki mutluluk ışıltısı içinde fırında iki ekmek alarak evin yolunu tuttu. Artık cesurdu hayatın zorluklarına ve akılsızca kullandığı aklının sonuçlarına katlanmanın cesareti ile elindeki poşetleri sıkı, sıkı tutarak layıkıyla bir akşam yemeği yemenin hayali ile evin kapısını açtı. Evi bambaşka bir güzellikte yerleştirilmiş düzenlenmiş olduğu göze çarpıyordu.

- Hatice ben geldim

Ses çıkmayınca, yatak odasına girdi, oda darmadağınık vaziyette duruyordu. Sanki kargaşalıktan bütün eşyaların şekli şeması değişmişti. Üstelik kapının kilidi kırılmış ve kapıda kan lekesi vardı. Aklında binlerce kötü düşünce ile yere yığıldı. Uzun süre yerden kalkamadı. İlerde perdenin kenarında buruşmuş kan damlamış kâğıtta sayılar yazılmıştı acele ile yazılmış sayılardı. Anlam veremedi, kim yazmış olabilirdi. Bu sayı kombinasyona anlamsız bakarken yere bıraktı, üzüntü içinde kalktı elindeki poşeti mutfak da masanın üstüne bıraktı. Üzgün bir vaziyette

-Gitti işte!

Derken duyulmamış bir eziklikle masaya oturdu kaldı. Yüreği üzüm çiçeği gibi kokarken, etrafını birden kokuşmuş küf kokusu sardı. Çadır eteğini kazığa bağlamakta kullanılan kısa iple sandalyeye bağlanmış gibi kaldı. Bu gidişe bir anlam veremeden saatlerce düşündü, çözemeden, çakılı kaldığı sandalyede zorlukla kalktı. Aklına kâğıtta yazılı olan sayılar gidip geliyordu. Akşamın karanlığından kurtulmak için lambayı yaktı. Belden yukarıya örtülen örtüye bürünmüş gibi bedenini saran, Haticecin sessizce gidişinin sancısı, daha önce denenmiş sınanmış olmamanın tecrübesizliği ile ne yapacağını bilmeden odalarda dolaşıyor müjde verici bir iz ve işaret aramanın umudu ile sancılar içinde kıvranarak dolaşıyordu. Acı içinde, davanın büyük olmasın ve tecrübesizliğin nihayet son sözü söylemenin henüz erken olduğunu anlamanın manasından başka bir şey düşünemiyordu. Olaylar hayatında koşu atına binmiş hızla giderken yetişememenin acizliğinde salona yığıldı kaldı. İçindeki kuvvetli olan bulma ümidi dağılıp kaçmıştı.

Sabahın aydınlığında uyandı. Sabaha kadar yerde yatmanın rahatsızlığında tüm bedeni tutulmuş, ağrılar içinde sızlatıyordu bedenini. Odaları tekrar gezdi Hatice gelmiştir diyerekten gezdi, hiç kimse yoktu. Yerde duran kâğıdı aldı cebine koydu. Güneş ufukta yeni doğuyordu. Oysa cemal, bu doğan yeni güneşle; birini yanına alıp beraberinde yeni doğuşlara götüren rüzgârı ile yeni bir güne uyanacaktı. Hayatı boyunca becerisizlikle yaptığı işler gibi, bu ümit dünyasındaki kavgada yenik düşmüştü. Boş ümitlere bağlanarak bir parça lokma yemek yemenin tadına varmadan yine başa dönmüştü. Şehre köyde yeni gelmiş bir şey bilmeden şaşkın dolaşan bir acemi gibi kapıyı açarak işe gitmek için yola koyuldu. Kendi varlığını hiç görüyordu ve bu halinin tesirinde Pasta haneyi geçmişti. Derinden gelen bir sesin deprenmesiyle duyulan sesle irkildi, etrafına bakında pastaneyi geçmiş olduğunu anlayarak geri döndü. Dükkânı açtı, temizliği yaptıktan, sonra masaları ve sandalyeleri düzelterek mutfağa geldi. Kıymetli ve değerli bir eşyasını kaybetmiş çocuk gibi huysuzca düşüncelere daldı. Gücü yetmeme hali ve acizlik içinde kıvranıyordu. Sanki bedeninde bir parça eksilmişti. Tasadan bedeni kapıya asılmış perde gibi sallanıyordu, yere yıkılmak içinde iken lale içeriye girdi cemali bu halde görünce telaşla mutfağa geçti ve koluna girerek sandalyeye oturttu. Üzgün bir ses ile

- Sana ne oldu böyle? Dün huşu içinde idin, şimdi gözlerinde korku var, düşkün bir haldesin!
Devamlı akan, gözündeki yaşlardan dolayı zayıflıkla konuş maktanda acizlik içinde

- Gitti

- Kim gitti?

- Dün, yardım etmek için yanına yaklaştığım Hatice evde yoktu, gitmişti.

Alçak gönüllü ve tevazu gösteren bir sesle.

- Neden gitti?

- Bilmiyorum, dün neşe ile eve gittim evde yoktu, sadece bu kâğıt vardı evde.

- Ne kâğıdı?

- Bilmiyorum.

Diyerekten cebindeki kâğıt parçasını çıkararak laleye uzattı

- Manasız sayılar yazılı!

- Bende anlam veremedim! Dün alaca ata binmiş yiğit gibi, önümü yönümü gideceğim yeri biliyordum.

Şimdi ise… Yol ve yön gösterecek bir iz işaret yok. Harap olmuş gönlüm ile yine baş başa kaldım.

- Kâinatta hadiseler boşu boşuna yaratılmamışlardır. Bunda da bir hayır vardır.

Azgın akarsuların hızlı akması sonucu kayalarda bıraktığı oyuk gibi olmuştu duyguları. Doyurucu tatmin edici bir söz aklına gelmiyordu. Perişandı. Gönlündeki çeşitli düşünceler, duygular, sesler birbirine karışmış, insan aklının ve düşüncesinin zor anlayacağı bir halde idi. Bir düşünce ve körü körüne bağlanılan adetlerden kaçarak yanına gelen Hatice ile bahtiyar ve bir parçada olsa ona yardımcı olarak, mutluluk içinde bahtiyar olmuştu. Bazen isteklerin ve emellerin yönelmiş olduğu gece ve gündüzün devamı müddetince devam edeceği ummak ve sonucunda meşakkatli yolda maksada ermek için uğraşmayı bırakmamak, şerefli ve faziletli olan güzelliklere kavuşmayı karşılık vermeden almayı ummak düşüncesiz insana yakışır bir hal ve harekettir. Bu sıkıntılı düşüncelerle akşamı zor getirdi. Lale ne yapacağını bilmeden bütün gün düşündü taşındı, bir çare bulamayınca sessiz kalarak susmayı tercih etti. İlerlemeye mani olan, engel teşkil eden zincirle bağlı olan düşünceleri bu olay karşısında durmuş, söyleyecek sözleri tam söyleyecekken geri adım attıran susmasına neden olan neticeye götüren düşünceleri ve kelimeleri sabun köpüğü gibi sönerek yok oluyordu.Hayat devam ediyordu,yapacak bir şey yoktu.

yeSa 10 Mayıs 2020 17:32

Yanılgının Gözyaşları Ve Benlik Kavgası
 
Gönül alıcı bir yüreklilikle ve niyetle çok anlayışlı her şeyi anlayan birisi olarak hiçbir şeyi anlamadığını anlayamamanın şokunu yaşıyordu. Çekiştirmeler ve azarlamalarla geçen ömrümde her şeyi anladığını sanan ben anlamayanmışım diyerekten kendi kendine güldü. Çok katı olmayan ben çok anlayışlı pek zeki ve en çok anlayan ben nedense bu olaydan sonra hiçbir şeyi anlamayan ve görünenin aslında bir de görünmeyen yüzü olduğunu hatırlatan bu olaydan sonra daha iyi anladım diyerekten hafiften güldü ve başını sağa ve sola hayretler içinde salladı. Çok büyük ve sonsuz deniz olan ALLAH'IN yaratmış olduğu bu akıl çok güzel bir nimet olduğunun idraki içine girerek; bir kulaç ile erişme, yetme, beceriklilikle donatılmış olmasının parlamasının parlak ışığını görmenin zevki içinde Kanepeye uzanarak düşünceler ikliminin rüzgârına kapılarak huzur bulmanın edası içinde derin düşüncelere daldı. Hayatı boyunca hiç kimseyi kahır ve hile ile ikna etmek için uğraşmamış ve kandırmamıştı. Faydalı olan şeyleri elde etmek için kapalı yolları açmış, gam ve kederlere bir parça merhem olmak için gayret ve çaba göstermişti. Düğümlü ve dolaşık olan bu yollarda kendisi düğümsüz ve dolaşık olmamış yumuşak gönüllü ve şeffaf olmuştu tüm düşüncelerinde ve yaşamında. Şimdi ise zahmetin içinde de zahmet olduğunu, iyiliğin içinde de iyilik olduğunu; görünenin birde görünmeyen yüzünün olduğunu idrak etmişti. İnciler yağdıran bu bakış açısının da diğer yönü de var ve bakış açısı ile bakarken bu yönünü de görmek gerekir diyerekten daldığı düşüncelerden uyandı. Sessizce ve sessizliği andırır bir şekilde görünen ve anlaşılması çok zor olan bu bakış açısı ile bakmayı şimdiye kadar neden bilemedim. Kişinin kendi yanında olan fikirlerin çokluğunda mı yoksa gururlanmaktan dolayı anlayamadım bilemiyorum diye düşündü. Bağından boşanmış deve gibi her lafa ve söze girersen ve fikir beyan edersen olacağı bu idi Yasin Efendi diyerekten kapıyı kapatarak dışarıya çıktı. Mahzun ve hüzünlü ama şikâyetçi olmayan bir eda ile yürümeye devam etti. İlerde yaklaşan ve yaklaştıran bir görüntü görür gibi oldu ne daha olduğunu ve ne anlam ifade ettiğini bilemeden bir anda kayboldu. Şaşırmıştı.

Ateşli bir kömür parçası yüreğini yakıyordu sanki. Uyku ve uyuşukluk içinde yürümeye devam ederken, ansızın gelen bela ve musibetin kapılarını açan olayın başlangıcı başlamaya başladı. Biraz önce gördüğü ve anlam veremediği görüntü bir anada karşısına aniden çıkmış ve ürküler ek havaya sıçramasına neden olmuştu. Gördüğü görüntü bir kadın görüntüsü idi ama süratle yanında hatta yanında değil bedeninden geçerek diğer yöne geçmiş heyecanla koşmakta idi. Hayretler içinde kaldı. Bedeninde bir başka beden geçmişti ve o bendendeki kadın ilerde durmuş kendisine yalvarırcasına bakarak sanki yardım istiyordu. Hayat biçimine ve yaşama uymayan bu olay canlı veya sağ olup olmadığı belli olmayan yaşamı sağlayan şartların bütünü şimdi var mı idi yok mu idi bilemiyordu. Kadın sanki şeffaf bir görüntü içinde idi, sanki hayaldi hayır evet, evet hayal gibi idi. Ürktü, yaşamının yenilenmesi olarak hatırlayacağı ve yaşam çizgisini aşarak gelen bu olay ve kadın hayatının ve yaşam döngüsü olacak bir olay haline gelmesini sağlamıştı.

Akıl ve idrak edilemeyen, anlama yeteneği akıl erdirme tamamı ile yok eden idraksiz olma anlayışsız olmaya sevk eden olaydaki kadın ilerde üzüntüler içinde kendisine bakıyordu. Ne yapması gerektiğini bilmeden şaşkın gözlerle ona bakıyordu. Aynanın karşısında gördüğünü anlamaya ve idrak etmeye çalışan bir suretle kadına bakarak olanları anlamaya çalışıyordu fakat bu gördüğünün ne demek olduğunu neyi işaret ettiğini kavramaktan çok uzaktı. Birden hatırladı, unutmak için aylarca çabaladığı ve pişmanlık duyduğu ve bu pişmanlık ve nedametle aylarca gözyaşı döktüğü işitilmesi gerekeni işitmeyerek işitilmeyeni işiten bir yanlış yüreklilikle kalbini kırdığı; içten ve gönülden gelmeyen sezgi ile annesini yüz üstü hatta başında savsaklayarak yanlış bir tartışmadan dolayı kalbini kırmış ve evi arkasına bakmadan terk ederek gitmişti. Ama şimdi unutamadığı o gençliğinde hata olarak bilmediği ama daha sonrasında pişmanlık duyduğu olayı hatırladı. Hayatının dağılımına neden olayı dün gibi hatırlıyordu. Beraberce arkadaşlık yaptığı ama- şimdi anlayarak-arkadaşı sandığı Cumalının agresif tutum ve davranışının etkisinde kalarak ve bu nedenle annesinin bu arkadaşlığı keserek konuşmamasını istememsi bu benlik karmaşasına son vermesini istemesi ile başlamıştı. Annesi

- Evladım, bir şeyin gerçek değeri olan değerinin anlaşılmasına neden olan kadir ve kıymeti ölçen değerler senin bu arkadaşında yok. Onun peşine düşerek ömrünü, boş ve hevesin uğruna heba ediyorsun.

Büyük bir öfke ile

- Sen hiçbir şey bilmiyorsun anne. Ansızın ve acele ile verilmiş bir kararla kaba bir düşünce ile bizleri yargılıyorsun.

- Evladım düşündüklerinde yanılgı payı var ve yanılgının sınırlarını beni üzerek aşıyorsun. Değerlendirmelerinin yetersizliğinden kaynaklanan bu düşünce ile beni yanlış anlıyorsun ve sonunda çok pişman olacaksın. Bu gençlik yaşında yanılma kuşağı içinde olabilirsin ama ben annen olarak bu yanılgı yanlışlığını görerek kendine çeki düzen vermeni bilmeden yapacağın bu yanılgı ve yanlışlıkla çok ama çok pişman olacaksın.

- Hayır, yanlış düşünüyorsun anne, pişman olmam ve ne yaptığımı biliyorum!

Diyerekten kapıyı açarak arkasına bakmadan çıktı ve bir daha dönmedi. Yaptığının yanlışlığını anlamıştı ama iş işten geçmişti. Annesinin sözünü dinlemeyerek arkadaşının peşine koşarak gitmiş okulu terk ederek aylarca sefalet içinde sıcak bir yuvaya hasret sokaklarda yatmış, aylarca aç kalmış ve sonunda arkadaşı olan Cumalı ile hırsızlık yaparken kendisinin yakalanmasına ramak kalmışken kurtulmuş ve aylarca küçük bir dehliz gibi olan harabe binanın içinde aç susuz kalarak yaşmasına vesile olmuştu. Büyük bir pişmanlıkla annesine dönmeye çalışmak için aylarca kendi benliği ile çatışmaya girmiş ve bu çatışmanın sonucunda benlik çözülmesini başararak annesine koşmuştu ama ne yazık ki daha önceki benliğindeki başarısızlığın neticesi ile yanlışlığını kabul edememenin benlik direnmesine girememenin sonucunda, geç kalarak annesine zamanında kavuşamamış ve pişmanlık duyarak özlemle kollarına sarılmayı umar iken onun bu fani dünyadan göç ettiği haberi ve gerçeği ile karşı karşıya kalmış ve benlik ikileşmesinin cezasını benlik yitimi veya benlik karmaşası nedeni benlik gücünü doğru kullanmadan doğru olanı bir an önce seçmemiş ve geç kalmıştı. Bu kararsızlık ile düşmüş olduğu bu kararının neticesinde annesinden helallik almadan son bir defa şefkatli kollarına sarılmadan, annesini kaybetmişti. Bir anda bu kötü hatıralardan ve benlik çatışmasına götüren hayatının yanlışını yapmasına vesile olan bu olayın ve düşüncenin korkunç gerçeğinden ayıktı ve sirkelenerek gerçek olan acıyı hissederek karşısındaki kadına bu düşünceler içinde baktı. Bu bir yanılgı veya yansıma olabilir mi idi? Öylesine şaşırma, korku halinde idi ki, bu soru beyninde sürekli gidip geliyordu. Bu evet bu annesine benziyordu. Yıllar öncesinde kalbini kırarak kapıyı çekip giderken arkasına bakmadan çekip gittiği ve pişmanlıkla ve pişmanlık duyarak yaşadığı ve son bir defa göremeden ve helallik alamdan bu dünyadan göç eden annesine benziyordu sanki. Bir anda anne betisi içine girmişti. Utandı, kızardı pişmanlık dolu gözlerle, ayağının bağları çözülerek diz üstü ye
re çöktü. Pişmanlıkla

- Anneciğim sen misin? Evet, bu sensin! Yalvarırım beni af et sana yalvarıyorum! Çok pişmanım. Sana evlatlık yapamadım sana karşı görevlerimi yerine getiremeyen bir evlat olarak yalvarırım beni af et anneciğim.

Gözlerindeki yaşlar içinde annesi sandığı bu kadına yalvarıyordu.

- Anneciğim biliyorum bu yaptığım davranışın acısını yıllardır çekiyorum. Senin gerçek sevgini başka sevgiler sanarak başka boş ve anlamsız değerler peşinde koşarak senin karşında sana karşı yetersiz kaldım. Ama sen öldükten sonra biricik anneciğim olduğunu anladım ama çok geç kalmıştım. Bu gerçeği her tarafta her yönde göremeyen ben seni kaybedince gördüm ve anladım. Anneciğim elin neden kelepçeli duruyor? Niçin konuşmuyorsun? Bu ince çağıltı ses senden mi geliyor anneciğim. Seni üzdüğün ve çaresiz bıraktığım için mi ellerin kelepçeli çaresiz kaldın. Bu çağıltılı seste nedir? Arkamda ağladığın, için mi böylesine derin ve bedenimi parçalayacak gibi geliyor. Yalvarırım anneciğim kuru bir yaprak gibi karşımda durma biliyorum, seni kuru bir dal gibi bıraktım, baştan savma bilgisizlikle doğru bildiğim yanlış hareketimden dolayı çok pişmanım aç bana o şefkatli kollarını ve beni sar ve affet anneciğim. Cahildim. Bilgisizdim arkama bakmadan çekip gittim ve ben pişmanlıkla geri döndüğümde sen bu dünyadan göç ederek gitmiştin arkana bakmadan, sensiz ve çaresizlik içinde kaldım. Gözlerimde akan yaşlar, pişmanlığımdan dolayıdır ve pişmanlığımın değeri olarak akan yaşlardır anneciğim. Yıllardır bu pişmanlığımın yörüngesinde, e çaresizce dolandım kaldım ve çıkış kapısını bulamadım ve şimdi o kapı bana açıldı anneciğim yalvarırım beni af et.

Şu anda duygusal çıldırı, duygusal pişmanlık çıldırı'sı yaşıyordu. Gerçeklerle olan ilişkinin yok sayılmasını ve bu değerlere alay ederek her doğrunun kendi doğrusu olarak bilmenin acı gerçeği ile karşı karşıya idi. Duygusal doyumdan mahrum kalan bedeni bu olay karşısında tir, tir titremesine neden olmuştu. Annesi üzerinde olumlu bir davranış sergilemeden onu terk ederek, anne şefkatinden doyum alamadan yaşaması ve şimdi karşısında annesini görmesi ve bu doyumdan mahrum kalan bedeni bu doyumu almaya istekli bedeni o nedenle böylesine şiddetle tir, tir titriyordu. Bu titreme duyuşun ve hissiyatın bedeninde, duyulan duyarlılık anlayışına neden olan çözülmesinin etki eden titremesi idi. Duygulu bir ses ve duyguya uyanmış bir bedeninin, duygu vuruşunu anlatan pişmanlık dolu gözlerle ile

- Bilgiye dayalı olmayan düşüncemin sonucunda ve duygusal boyutu hiç düşünmeden seni çok üzdüm ne olursun bir şeyler söyle böylesine suskun durma ve bana böylesine üzgün bakma! Senin sevgini nefrete döndüren bu düşüncem şimdi ise o nefretimi sevgiye döndüren bu düşüncemi şimdi anlıyorum. O gençliğimde beni duygusal tıkanmaya götüren duygusal yükün altında duygudan haberi olmayan ve şimdi ezilen bedenimi anla ve bu zavallı beni affet. Sımsıcak cık özlem, kokan kollarınla sar ve beni sar. Bir gaflet perdesi olarak gözlerimi kör eden anlayışsız ben ve bu gerçeği anlayan ben işte karşındayım. Kucaklamak için ne bekliyorsun anne? Şefkatle bedenini saran bu duyguyu sendemi yitirdin, benim hoyratsız anlayışsız davranışımla sendemi yok ettin? Benimle konuşmaktan neden kaçıyorsun? İşteızdırap içinde acı çekiyorum ve çok üzgünüm!

- İşte beni şimdi anladın evladım!

Şaşkınlık ve hayretler içinde.

- Çok şükür ALLAHIM! Benimle konuştun, seni duymayan beni, duydun!

- Izdırap veren ve seni yavaş, yavaş sezgiye götüren iniltili ile titreten, gerçeklere ve seni kendi kendine getiren bu davranışını gören hangi anne duymazlıktan gelerek bu duygulu vuruş karşısında sessiz kalır evladım? Sen kapıyı suratıma çarparak gittiğin günden beri ızdırap içinde kıvranıyordum şimdi bu ızdırabım son buldu. Gel kollarıma, sarıl anneciğine, benim hassas evladım.

Sevinç, korku ve üzüntüsü bitmiş olarak büyük bir heyecanla annesine koştu. Duygunun verdiği ahlak ile varlığını hissetme karşılıklı duygu alış verişinin ve bu akışın heyecanının iç hazırlığının hazır hali ile koşmaya başladı ve bu duygu seli içinde

- Anneciğim, canım anneciğim

Diyerekten kollarına sarılmak için koşmaya başladı. Annesi kollarını açmış duygulu ve duygu sezgili duruşu ve gülücüklerle; sevgiyi besleyen o güzel gözleri ile kendisini bekliyordu. Gönülden gelen sevgilerin sevgi değerce buluşması için minnettar olarak atılan adımlarla kavuşmaya son bir adım kala, derinden duyduğu; korku damarı çatlamış korkudan çıldırmış, korku saçan ama acımalı bir ses tonu ile

- Yasin, hayatım uyan! Sana ne oldu? Neden uykuda ağlıyorsun? Uyan kalk!

Seslenen biricik hayat arkadaşı eşi Nur hayat'tı. Birden gördüğü rüyanın annesine sarılmadan son bulmasının şaşkınlığı ve rüya gördüğünün gerçeği ve eşinin korkudan çıldıracak gibi başında beklemesinin şaşkınlığı ve bu tatlı rüyanın istenmeyen bir şekilde son bulmasının üzüntüsü ile uyandı

- Hayatım böylesine korkmana gerek yok, rüyamda annemi gördüm ona pişmanlığımı anlatarak tam kollarına sarılacakken beni uyandırdın.

- Hayatım öylesine tedirgin sıkıntı ve huzursuzluk içinde üzgün ağlamanı görünce çok korktum. Bu korku ve endişe ile endişelenebilme adına sızıntı duyarak seni uyandırmak zorunda kaldım. Bilemezdim bu telaşlanış içinde ne rüya gördüğünü.

- Önemli değil hayatım, çok korktuğun belli, gel otur yanıma. Sende benim gibi duyuşun titremesine tutulmuşsun, sarıl bana hayatım titremen geçsin. Benim sezgili hayatım gel sarıl bana…

yeSa 10 Mayıs 2020 17:33

Şöhretin Bedeli
 
Şöhret olmak isteyen bir genç internetten gördüğü bir haber üzerine yakında televizyonda başlayacak bir yarışmanın olacağını haber alır. Televizyonda yapılacak yarışmanın kendisini arzu ettiği hayata, paraya, şöhrete ulaştıracağını düşünerek hayaller kurmaya başlar. Başvurusunu yapar ve elemeleri geçer. Artık yavaş yavaş istediği ve arzu ettiği her şeye sahip olmak için önünde fazla bir zaman kalmamıştır.

Yarışma günü gelmiş çatmıştır, gerekli tüm çalışmalarını ve hazırlıklarını yapmış, sıranın kendisine gelmesini bekliyordur.* Çok heyecanlıdır, yarışma salonunda ailesi de yerini almıştır. Yarışma sonunda kendisinin üçüncü olduğu ilan edilmiştir. Bu derece bile kendisi için şöhretin kapılarını aralamaya yetmiştir.

Yarışmanın üzerinden çok geçmeden, televizyonda en çok izlenen yarışmalardan biri olduğu için, kendisine kaset yapma teklifi, reklam filminde oynama teklifi, bazı televizyon ve radyo programlarına katılmaya başlar. Artık, medyada yer alan ve çok tanınan ve çok sevilen biri olmuştur.

Bir gün çok sevdiği bir arkadaşı onu oğlunun sünnet düğününe davet etmiş. Gerekli hazırlıklarını yaparak, sünnet düğününün yapılacağı yere giderken yolda bir trafik kazası geçirir ve acilen hastaneye kaldırılır. Yapılan* müdahalelerin ardından, belinden aşağısını artık kullanamayacağı, yani sakat kaldığını doktorlar söylerler. Bu haber karşısında tam bir hayal kırıklığına uğrar. Çünkü arzu ettiği hayata yeni ulaşmış, yapacak daha ne projeleri ne önemli projeleri vardır.

Kazanın olduğu televizyonda haberlerde söylenmesinin ardından ziyaretçi akınına uğramışken, gün geçtikçe, hayranları zamanla azalmış, şimdilerde hayran kitlesinden bir kişi bile kalmamış, çevresinde dost diye bildiği kişilerde artık arayıp sormaz olmuşlar. Öyle bir an olmuş ki, ailesinden başka kimse yanında olmamış.

Bu durum onu bunalıma sokmuş. Gerek yürüyemiyor olması, yatakta çakılı bir vaziyette kalmış olması, gerekse çevresinde hiç kimsenin olmaması ciddi ruhi bunalımlara girmiş.

Bir gün annesinin alışveriş için markete gittiği bir sırada, ciddi bir yalnızlık hissetmiş. Bunun sonucunda bir kutu hap içip intihar etmiş.

Böylece, belki de çok istediği şöhret onu ölüme götürmüş.

yeSa 10 Mayıs 2020 17:34

Deve Kervanı
 
Eskiden, İran’da, İsfahan şehrinde, Cemal adında kervancı bir genç yaşardı. Kervan sahipleri kervanlarını çok güvendikleri Cemal’e gönül rahatlığıyla teslim ederler ve onun kervandaki malları kendi malıymış gibi koruyup, gözeteceğini bilirlerdi.

Günlerden bir gün, Cemal İsfahan’dan kuzeydoğudaki Meşhet’e gitmek üzere, kumaş yüklü deve kervanıyla yola çıktı. Kervan birkaç gün sonra Deştikebir Çölü’ne vardı. İlk bakışta uçsuz bucaksız gibi görünen 400km.lik bir kum yığını. Oralardaki bir kuyudan su tedarikini yapan kervan çöle girdi. Aradan bir hafta geçti. Kervan dıştan bakıldığında çölde ağır ağır ilerliyordu, her şey yolundaydı. Ama içten içe kaynayan bir kazan gibiydi. Bu kazanı baş deve kaynatıyordu. Baş deve kervandaki yirmi devenin başıydı. Mola verildiği zaman devamlı konuşur, bir şeyler anlatır, ötekiler de sessizce dinlerlerdi.

Baş deve üç dört gündür havadan sudan konularla konuşmaya başlıyor, sonradan sözü liderlik konusuna getiriyordu. Koca kervanı neden bir eşek peşinden sürüklüyordu? O en önde olmasa olmaz mıydı? Sanki o olmasa kervan gideceği yere varamayacak mıydı? “ Ben “ diyordu baş deve, “ Mısır’a gittim, Arabistan’a gittim, Yemen ‘e gittim, Anadolu’ya gittim. Yüce dağlar aştım, susuz çöller geçtim. Binlerce, on binlerce kilometre yol kat ettim. İran’da gezmediğim, dolaşmadığım yer kalmadı. Bu Deştikebir Çölü’nden defalarca geçtim. Benim gibi doğuştan lider varken başınızda küçük eşek kim oluyormuş? Boy yok, post yok, bir de kervanın en önünde gider. Onun liderlik neyine? Gelin şu eşeği defedelim başımızdan. Lider ben olursam eğer her türlü iyiliği bekleyin benden. Yoruldum diyenin yükünü sırtımda taşıyacağım…”

Baş devenin aynı tarzdaki konuşmaları sonraki günlerde devam etti. Kervandaki develerden birkaçı önceleri eşeğin gitmesini istemediler. “ Kime ne zararı var garibin? “ dediler. “ Bırakalım önde o gitsin, bizi Meşhet’e götürsün. Zaten hiçbir işimize karışmıyor. Molalarda bir kenarda tek başına oturuyor. Belli ki bir derdi vardır, kimselere anlatamaz. Durup dururken günahını almayalım. “

Baş deve böyle diyenlere karşı çıkıyordu:

“Garip mi? Neresi garip bunun be? Acınmaz böylesine. Onun yemini, suyunu biz taşıyoruz, bir de kaprislerine boyun eğecek değiliz. Nerede oturursa otursun, önemli olan, onu kervandan uzaklaştırmak. “

Sonunda baş devenin kesin kararlılığı karşısında direnci kırılan birkaç deve, istemeye istemeye eşeğin gitmesine razı oldu. Bir gece develer eşeğin yanına gittiler ve kervanda kendisini istemediklerini söylediler. Eşek bu duruma karşı çıktı. Olmaz dedi, ben bu kervanı terk etmem dedi, bensiz Meşhet’e varamazsınız dedi, pusulayı şaşırır, çölde kaybolursunuz dedi.

Eşeğin sözlerine kulaklarını tıkayan, onun tepinmesine aldırış etmeyen develerin küfür derecesine varan hakaretleri karşısında eşek, “ Ne haliniz varsa görün “ diyerek çekip gitti.

Ertesi gün baş deve çalımla yürüyordu kervanın önünde ve arada bir arkasına bakıp gururla gülümsüyordu. Baş devenin fazlaca böbürlenmesi kervanın zararına oldu. Kervan ilk günden başlayarak hedefinden adım adım uzaklaştı ve güneybatıya doğru geniş bir yay çizerek, Kuhistan Çölü’nün ortalarına kadar geldi. Günlerdir diğer develerin ikazlarına aldırış etmeyen baş deve sonunda liderliği kaybetti. Pusula şaşırılmış, kervan Kuhistan Çölü’nde kaybolmuştu. Yol yok, iz yok, ne tarafa gidilmeliydi acaba?..

Günler sonra eşek çıkageldi. Develer sessizce eşeğin arkasında tek sıra oldular. Eşek şaşkın şaşkın etrafına bakınan baş deveye, “ Sen en arkada yürüyeceksin “ dedi.* Sonra kervan Meşhet’e doğru yola çıktı. Kervan Meşhet’e doğru yola çıkmıştı ama baş deve hırsından kuduruyordu.

“ Vay küçük eşek, vay…Demek sende böyle numaralar da varmış. Kovulduğun kervana geri dönecek kadar yüzsüzmüşsün. Bizi takip ettiğini nasıl oldu anlayamadım. Bilsem peşimizden geleceğini ne yapar eder seni engellerdim. Aldım mı ayağımın altına hamur gibi yoğururdum. Belki şimdi sen önde ben arkadayım ama buna güvenme. Hele bir Meşhet’e varalım sonrası kolay. Nasılsa İsfahan’a dönüşte kuyruğunu koparır öne ben geçerim, çünkü kuyruksuz eşeğin peşinden hiçbir deve gitmez. “

Kervan on gün sonra Meşhet’e vardı. Cemal kumaşları kervan sahibinin oradaki dükkanına teslim etti ve develere baharat yüklendi. Eşek önde, develer arkada, İsfahan’a dönüş yolculuğu başladı. İlk günler pek sesi soluğu çıkmayan baş deve sonraki günlerde ileri-geri konuşarak develeri kandırmak için çaba sarf etmeye başladı.

“ Sayın arkadaşlar, geçmiş geçmiş, biz bugüne ve yarınlara bakalım. Öyle böyle Meşhet’e geldik, şimdi İsfahan’a dönüyoruz. Meşhet’e gelirken bir süre kervanın liderliğini ben yaptım. Aslında ben kervanı Meşhet’e rahatlıkla götürürdüm ya nedense eşek geldi, kervanı Meşhet’e o götürdü. “

Baş deve konuşurken develerden biri: “ Eşek gelmeseydi biz Meşhet’e zor varırdık “ deyince baş deve:

“ Sus, öyle anlamsız konuşma “ diyerek deveyi azarladı.

“ Beni sen şaşırttırdın. Yok o yol yanlış bu yol doğru, yok oradan değil buradan gidelim diye diye yolu kaybettirdin. Benim yolum doğru yoldu, eğer sen karışmasan Meşhet’e eşeksiz giderdik. Eşek dedim de aklıma geldi, bu eşek molalarda neden yanımıza gelmiyor? Neden bizimle konuşmuyor? Çünkü eşek bizleri önemsemiyor, bizi küçük görüyor. Onun gözünde biz pire kadarız. Şimdi soruyorum: Kendini pire kadar gören ortaya çıksın. Ben pire kadarım desin. İçimizde böyle biri yok, olmadığına göre de hepimiz eşekten üstünüz, lider de benim.

“ Biraz önce baş deveye karşı çıkan deve:

“ Lider sen olamazsın, çünkü kervanın bir lideri var. Kervanın önünde giden liderdir yani eşek liderdir.

“ Bunun üzerine baş deve ayağa kalktı:

“ Eşek olsa olsa senin liderindir. O ancak sana liderlik yapar. Sen bir hiç olduğuna göre eşek bir hiçin lideridir. Eşek bir hiçtir. “

*“Hayır, eşek kanıyla, canıyla oradadır, ben de buradayım. Var olan bir şey hiç olamaz. Eşek hiç değildir, bense hiç değilim. “

Baş deve devenin sözlerine içinden güldü. Asıl amacı, eşeği ortaya çekip onunla kapışmaktı. Deve buna aracı oluyordu. Son söyledikleri gerekli ortamı hazırlamıştı. Baş deve ağzındaki baklayı çıkardı:

“ Eşek orada sen buradasın. Eşek niye orada gelse ya buraya.

“ Deve, baş devenin niyetini anladı. Birden acıdı eşeğe. Durup dururken eşeğin başı belaya girecekti. Keşke baş deveye karşı çıkmasaydı. Onunla laf kavgasına girmeseydi. Artık geri dönemezdi:

“ Eşek buraya gelir. Dur, gidip çağırayım.”

Deve, eşeğin yanına gitti:

“ Özür dilerim. Rahatsız ettim. Baş deve sizi çağırıyor. “

“ Baş deve mi? Beni mi çağırıyor? Ne işi varmış benimle baş devenin? “

“ Efendim, yola çıktığımızdan beri sizin önde olmanızı hazmedemedi. Hep kendi önde olsun istiyor. Bütün amacı sizi kervandan uzaklaştırmak. “

“ İyi işte ben gitmiştim, ama kervan Kuhistan Çölü’nde kaybolmuştu. Geri dönmesem haliniz haraptı. “

“ Bunu ben de biliyorum. Hep baş deveye yanlış yaptığını söyledim, onu uyardım. Tutturmuş bir liderliktir gidiyor. Sizi kıskanıyor. Az önce kervanı ben Meşhet’e götürürüm diyordu. Ben, eşek gelmeseydi biz Meşhet’e zor varırdık dedim. Siz gittikten sonra onu şaşırttığımı, bundan dolayı yolu kaybettiğini söyleyip beni azarladı. “

Deve diğer konuşmaları da anlattıktan sonra eşek:

“ Öteki develer neden baş deve ile birlik oluyorlar, ben onu anlayamadım? “

“ Ben de anlayamadım. İki-üç deve gönülsüz dinliyordu onu ama şimdi sesleri çıkmıyor. Mola verildiğinde baş deve hep konuşuyor, kendini övüyor. Siz yalnız başınıza bir kenarda dinleniyorsunuz Hiç kendinizden bahsetmiyorsunuz. Herhalde nedeni bunda aramak gerek.”

“ Demek istediğini anladım. Ben yıllardır kervan çekerim. Asla yolumu şaşırmadım, çünkü mola verilirken gündüz güneşe, gece yıldızlara bakarak rotayı ayarlarım. Ne kadar yol gelindiğini, ne kadar yol gidileceğini hesap ederim. Eğer molalarda sizin yanınıza gelip baş deve gibi lak-luk yaparsam yolumu şaşırırım. Gel gidelim bakalım, baş deve ne diyecekmiş? “

“ Efendim, isterseniz gitmeyelim. Baş devenin amacı kavga çıkarmak. “

“ Korkma canım, baş deve de kimmiş? Ben onu suya götürür, susuz getiririm. Baş deve kazdığı kuyuya düşecek.”

Eşek önde, deve arkada hızlı hızlı yürüdüler. Bu sırada deve düşünüyordu.

“ Vay be, eşeğe bak. Canavar kesildi. Kim bilir kim bu? Rakibi bir baş deve değil ki, baş devenin arkasında on sekiz tane deve var. Ama herhalde eşek boşa konuşmadı. Baş deveyi tuzağa düşürecekmiş? Plan hazır demek. Efeler gibi yürüyor. Ben böyle eşeğin yoluna baş koyarım.”

Deve:

“ Efendim, sonuna kadar yanınızdayım. Ölürüm de ayrılmam sizden. “

Eşek:

*“ Sen cesur bir devesin. Doğruluktan ayrılma. Seni yardımcım yaptım. “

Deve:

“ Teşekkür ederim, efendim. Bu göreve layık olmaya çalışacağım.”

Eşek baş devenin önüne gelince arka ayakları üstünde dikildi, ön ayaklarını beline dayadı, göğsünü şişirdi, kafasını yukarı kaldırdı, kaşlarını çattı:

“ Evet, seninle konuşmak istiyorum, devecik. Kervandan ayrılıyorsun. Kervan, İsfahan’a gidiyor, sen Meşhet’e dönüyorsun.” Eşek öylesine sert konuşmuştu ki, baş deve şaşırdı. Hem eşek emir veriyordu. Baş deve kekeledi:

“ Devecik mi?! Kim devecik? Meşhet’e niye döneyim? “ Eşeğin korkusuzluğunu, baş devenin şaşkınlığını gören develer birer-ikişer eşeğin arkasında toplandılar. Bunda eşek olmadan İsfahan’a varamayacakları endişesi önemli olmuştu. Baş deveye kalsa o kervanı Hazar Denizi kıyılarına götürürdü. Yalnız kaldığını gören baş deve ses çıkaramadı. Daha sonra develer bir daha baş devenin sözlerine aldanmayacaklarını söyleyerek, onun da İsfahan’a gelmesini eşekten rica ettiler. Eşek, bu öneriyi kabul etti. Kervan, başka olay olmadan İsfahan’a vardı.


SON

yeSa 10 Mayıs 2020 17:36

Motor
 
*
Çalıştığı işyerinden aldığı haftalıktan her hafta yaptığı gibi elli lira ayırdı biriktirdiği para kutusunun içine koydu. Kaç liram oldu diyerek saydı. Tam dokuz yüz yetmiş beş lirası olmuştu. Aslında ne kadar parası olduğunu biliyordu ama her hafta onları saymaktan keyif alıyordu. İstediği motoru alabilmek için daha iki yüz yirmi beş lira biriktirmesi gerekiyordu.*

Oturduğu koltuğa yaslandı, iki yüz yirmi beşi elli’ye böldü: parmaklarını sayarak “daha beş hafta var” dedi.*

Ali’nin çocukluğundan beri tek hayali vardı kendine ait bir motoru olması. Aklı erdi ereli annesinden motor almasını istemesine rağmen başarılı olamadığından kendisi para biriktirip alacaktı. Parası bin iki yüz lira olunca doğru daha önce defalarca gidip vitrinden seyrettiği motoru almak için dükkandan içeri girip fiyatını sordu.*

Satıcı:*

- Senin istediğin motora zam geldi, ama alacaksan sana eski fiyattan yani bir ay önce söylediğim gibi bin iki yüz lira olur.*

Ali:*

- Tamam anlaştık ancak önce annemle konuşmam gerekiyor. Bana iki gün mühlet verir misin?*

Satıcı:*

- Tamam sana iki gün mühlet. İki gün içerisinde gelirsen sözüm söz. Ancak iki günü geçerse yeni fiyattan olur. Tamam mı?*

Ali:*

- Tamam.*

Ali bir koşu annesinin yanına gitti lafı eveleyip gevelemeden. “Anneciğim istediğim motoru almak için yeterli parayı biriktirdim müsaade edersen gidip almak istiyorum.”*

Annesi:*

- Olmaz. Kesinlikle almanı istemiyorum.*

Ali:*

- Neden anneciğim? Senden para istemiyorum. Bu güne kadar biriktirdiğim parayla alacağım.*

Annesi:*

- Oğlum mesele para meselesi değil. Paran olmasa bile bulur buluşturur alırız. Ama olmaz.*

Ali:*

- Biliyorsun ilçemizde yaşayan erkek nüfusun tamamına yakınında motor var. Her yere onunla gidiyorlar. Her işlerini onunla görüyorlar. Benim motorum olmadığında her gün şehir içi toplu taşıma araçlarına veyahut arkadaşlarımın kullandığı motorlara binmek zorunda kalıyorum. Benim de motorum olsun istediğim yere istediğim zaman gidebileyim. Hem de motorun arkasına seni oturtturup gezdireyim.*

Annesi:*

- Ne söylersen söyle ben almanı istemiyorum. Biliyorsun babanı motor kazasında kaybettik, o kazada deden de sakat kaldı yıllarca başkasına muhtaç olarak yaşadı.. Allah korusun böyle bir iş başımıza gelirse ben bir daha kaldıramam. Bu yüzden almanı istemiyorum.*

Ali:*

- Anneciğim, kaderimiz de böyle bir olay yaşanacaksa bundan kurtuluş yok. Başkasının motoruna binice de olur, yürürken de olur. Sen gönlünü ferah tut.*

Annesi:**

- Tabi ki her şey Allah’tan. Motor almanı bırak; imkanım olsa motor kullanılmayan kasabalara göçüp oralarda yaşamak istiyorum.*

Ali annesinin kararlı tutumu karşısında daha fazla konuşmadı. “Anneciğim sen gönlünü ferah tut.” Dedi ve odasına çekildi. Ancak odasında ne oturabiliyor ne de yatabiliyordu, bir ara camın önüne dikilip gözlerini yumdu babasını dedesini hayal etti. Babasız büyümenin zorluklarını, annesinin onu büyütmek için çektiklerini düşündükçe annesinin karşı çıkışını olumlu karşılıyor ama içindeki ses de:*

- “Her motora binen ölseydi ilçede şimdi hiç erkek olmazdı. Eceli gelen bir bahane ile hayata veda edecek. Sen git motorunu al.” diyordu.*

Ali uykusuz geçen gecenin sonunda kafasında bir plan oluşturdu. Annesine hiçbir şey söylemeden motoru satın alacak bir müddet motoru arkadaşında bırakıp oradan binip işine gidip gelecekti. Sabah her zamankinden daha erken kalktı, biriktirdiği paraları kutudan çıkarıp tekrar saydı ve cebine koydu. Annesi daha uyuyordu uyandırmaya kıyamadı doğru mutfağa gidip çaydanlığı ocağa koydu. Çay hazır olana kadar kahvaltı masasını hazırladı. Annesinin kalkmasına daha on beş dakika vardı. Her gün kahvaltı yaptıktan sonra elbiselerini giyerdi. Ancak o gün nedense önce giymek için gar dolabına yöneldi ve sadece özel günlerde giydiği elbiselerini giyip kahvaltı masasına oturdu. Annesi her zaman kalktığı vakitte kalktı elini yüzünü yıkadıktan sonra kahvaltı masasını hazırlamak üzere mutfağa yöneldi. İçeride kahvaltı masası hazırlanmış ve Ali’yi özel günlerde giydiği elbiseyle görünce şaşırdı. “Hayır ola “ diyebildi.*

Ali:*

- Hayır anneciğim şerle ne işimiz olur. Uyuyamadım erken kalkınca seni kaldırmaya kıyamadım bir gün de ben hazırlayıp sana hizmet edeyim dedim. Memnun olmadın mı?*

- Ne demek oğlum, neden memnun olmayayım? Kahvaltı masası hazır birde seni özel günlerde giydiğin elbiseler içinde görünce şaşırdım. Hayırdır bir davete mi gideceksin?*

Ali:*

- Yok anneciğim her gün gittiğim işime gideceğim. Sadece Gar dolabının kapısını açınca bunlar gözüme ilişti bende giydim. İstemiyorsan çıkarabilirim.*

Annesi:*

- Ne münasebet sen genç delikanlısın istediğini giymek senin de hakkın. Sadece günlük hayat akışı içerisinde yapmadığın şeyleri yapınca şaşırdım. Ali kahvaltıdan sonra annesinin elini öptü ve evden ayrıldı. O sabah işine değil doğruca motoru almak için motor bayiine gitti. Daha önce anlaştıkları fiyat üzerinden parayı ödeyip yıllarca hayal ettiği motoruna kavuştu. Bayi deposunda yeterli benzin olmadığını söyleyince ilk işi benzin almak oldu. Artık yola çıkmasına mani bir sebep kalmamıştı. Arkadaşlarının yanına yeni motoru ile gidecekti, kızlara onunla hava atacaktı, annesi ne zaman nereye gitmek isterse götürecekti.*

Bismillah deyip motoruna bindi son surat gidiyordu sevinçten karşısına çıkan kırmızı ışığı fark edemeyip karşıdan gelen aracın altına girip metrelerce sürüklendi ve son nefesini orada verdi.*

Motoru Azrail, yeni elbiseleri kefeni oldu.**

yeSa 10 Mayıs 2020 17:38

Takva Ancak Üstünlüktür
 
Dünyanın en akıllı insanı kim sizce...
En ileriyi gören...
En doğruyu bilen...
En derin düşünen..
En zengin olan...*
Dünyalıkları en çok toplayan mı?...
Yoksa inzivaya çekilmiş sürekli Allah Allah diye zikreden mi?...

Bütün zenginlik ve mülkün sahibi...
Tüm evrenin tek idarecesi Allah tüm noksan sıfatlardan münezzehtir...
Allah tüm yüce isimlerin tek sahibidir ve bize ait olan her ne varsa zaten O'nundur...
Bizim çalışmamızın ürünü değildir...
Görüntüde böyledir...

Sadece...
Öyleyse insanlara verilen akıl dahi Allahü Teala' ya aittir.
Ki...
Bizim, benim diyebileceğimiz hiçbir şeyimiz yoktur...*
Hal böyle iken...
Bizler neyimizle üstünlük sağlıyabiliriz sizce...


En akıllı olmak için aklımızı kullanıp yüce yaradanımızı kalbimizin en derinlikteki, hakikatı bularak ve görerek yaşayabilirsek... Ne güzel...
NİTEKİM üstünlüğümüzü takva sahibi olmakla gerçekleştirebiliriz...
Takvada yarışarak savaş açarsak en makbul en akıllı şeyi yapmış oluruz...

Ebedi saadete giden yoldur bu...
Boşa kaybedecek bir dakikamız yok aslında...
Dönüşümüz O'nadır...
Tüm yollar O'nda son bulur...
Yıldızları takip edip birer yıldızda biz olalım...
Sönmeyen yıldızlara...
Tüm evrende sonsuz olmaya...
Selametle...Muhabbetle...Rahmetle kalın...

yeSa 10 Mayıs 2020 17:39

Ruhun Sınır Tanımayan Yanı
 
Ebediyete kadar giden ruhumuzu hapsedemeyiz, asla...

O her an okyanuslarda ve en sığ yerde bile yüzer. Tüm iklimlerde varolma kabiliyetindir. En zor koşullarda ve tüm boyutlarda yaşar. Hiçbir engel tanımaz...

Zaman mekan kavramı yoktur, ruhun gücün sonsuzdur... Ruhumuzun ENGİNLİĞİNİ ZENGİNLİĞİNİ HAZİNELERİNİN KAPILARINI FARKINDA BİLE OLMADAN KAPATIYORUZ...

Kendimize etiketler takıyor, kimlikler belirliyor sınıflandırıyoruz..

Ve rollerimizi oynuyoruz. Beşeri insan olarak madde bedenimizin içinde MAHKUM GİBİ...

OYSA Kİ, ruhumuz öylesine muhteşemdir keşfe çıkılırsa... İstediğiniz herşeyi dilerseniz ayağına getirirsiniz..

İstediğiniz herşey sizinle olur.. Bize verilen bu nimeti ve hikmetleri aramak bulmak açığa çıkarmak, kendinde bu oluşumları izlemek nasıl bir ulviyet ve erdemdir ki bunu yaşamak lazım...

YÜCE'ler YÜCE'si ALLAH'la beraber, sürekli içiçe O'nu zikretmekle başlar ve biter...


Hamdım, piştim, oldum dersiniz... Sonunda..


İşte bu ne güzel bir an'dır. Buyrun sizde tadın, kevser şarabından. Ab-ı hayat'dan...

Kesilmez sonsuz rızktan, aslolan bu dünya değil... Hepimiz biliyoruz. Vesselam...

yeSa 10 Mayıs 2020 17:40

Işık Hızındayız
 
Manevi şahsiyetimizde gizli tüm zenginlikler, bütün renkler...

Bir elimizde ay, bir elimizde güneş...

Yıldızlar göz kırpıyor geceleri, sessizce...

Adımlarımız bir kalem olsun elipsler çizsin...

Yükselin, geniş ufuklara doğru gidin imzanızı atın... Tüm evrene kucak açmış derya, deniz, okyanuslar bizleri bekliyor...

Bir kase suyun içinde kalmak boğulmak... NEDEN...

Bırakın madde dünyayı ışık olup hızla ilerleyin bilinmezlere, kimse bilmesin gittiğiniz yeri...

İçimizdeki sırları bulmaya doğru yol alın... Bizdeki cevheri keşfedelim ve engin denizlerde kaybolalım...

Herkese yer var öylesine genişki evren...

TEKNOLOJİYLE yarışalım uçaksız, roketsiz, milyonlarca ışık yılı uzaklara sınırsız düşüncemizle. Olmazları yok edelim, birer birer...


İnsanlar düşünebildikleri kadarını yaşarlar...

yeSa 10 Mayıs 2020 17:45

Bir Hayat Sönerken Bir Hayat Başlıyor
 
Hastahanelerin yüzü soğuktur.Hele geceyse daha soğuk gelir insana.Gündüz polikliniklerde muayene ve tetkik için koşturan insanların sesleri* yavaş yavaş azalmaya başladığında bir başka hüzün çöker… Sadece acildeki sesler* ve çığlıklar duyulur..Bazı servisler de insanlar sessiz sakin uykudayken bazıları yarına çıkmanın endişesini taşır.En sessiz yoğun bakımlar olur…Hemşire yada doktorun ayak sesi ve cihazların sesi birbirine karışır.Odada nefes alışlarınız bile duyulur.Bazı hastalar günü birlik konaklar bazıları aylarca…Uzun kaldıklarında bir bağ kurulur çalışanlarla, acıları bir başka dokunur insana...İyileştiklerinde* herkes gurur duyar bir parça pay çıkartır kendine.


28.11.2008 hayatımda unutmadığım* ve unutamadığım bir gün.Cerrahi yoğun bakım servisinde nöbetteyim.Bu akşam yedi yataklı serviste tek misafirim var.Aslında üç günü geçenleri misafirlikten çıkarıyoruz, şakayla karışık buralısınız artık diyoruz işleri bölüşmeliyiz.Deniz yirmibeş yaşında çiçeği burnunda ilkokul öğretmeni.Aslında bizim hastahanemizde ameliyat olmadı .Ameliyat sonrası oluşan komplikasyonlardan dolayı daha iyi koşullarda bakılması için bize getirilmişti.Yeni evlenmişler ve bir ay geçmeden hastalanmış biraz kendi umursamazlığı birazda gittiği hastahanenin ilgisizliği bu günlere getirmişti.


Saat üç olmuş, hava soğuk ve karlı,pencereden dışarda yağan karı seyretmek çok güzel .Hastahanenin orta bahçesi* aydınlık olduğundan* yağan kar bir başka* güzel görünüyor.Yoğun bakım ve acil binaları karşılıklı,gece yada gündüz dışarıdaki herşeyi görmek mümkün.Ben karı seyrederken Acil kapısında banka oturmuş biri dikkatimi çekti.Bu havada banka oturulur mu? Kimbilir ne derdi var? Hastası çok ağır olmalı, kendini sokağa atanların çoğunun hastası ağırdır ve İçi içine sığmaz orta bahçede cezaevindeki gibi sağa ,sola turlar dururlar. Bankta oturan kişinin sürekli yoğun bakıma bakması hiç kıpırdamadan durması Deniz’in eşi olabileceği düşüncesini uyandırdı.Aslında burada olmasının hiçbir faydası yoktu.İçeri alınmıyordu, gereken ihtiyaçları zaten hastahane karşılıyordu.Belliki evde duramamış en azından yakın olmak istemişti.Deniz’e baktım, sessiz sakin gözleri yarı açık bakıyordu, uyumadığı belli yanına gidip;


- Deniz ağrın var mı tatlım?


Konuşmaya hali yoktu oysa dün gayet iyi görünüyordu .O an hiçbir şey düşünmeden;


- Deniz dışarıda biri var, eşine benziyor çağırayım mı?


Kısık gözlerini* aralamaya çalışararak evet dercesine başını salladı.


- Acilden sordurayım bakalım O mu?


Acili aradım ve nöbetçi personelden bekleyen kişinin eşi olduğunu öğrenince yukarı çağırdım.Aklına kötü birşeyler gelmiş olmalı ki gözleri ağlamaktan kızarmış soğuktan gözyaşlarının aktığı izler belirginleşmişti. Kapıya doğru bakarak;


- Bir şey mi oldu?


- Yok merak etme bugün Deniz’le yalnızız sizi görmek ona iyi gelicek, yalnız biliyorsunuz içeri girmek yasak onun için kısa bir süre girip çıkarsınız.


- Teşekkür ederim, Allah sizi sevdiklerinize bağışlasın, siz ne zaman tamam derseniz ben o zaman çıkarım


- Size bir önlük vereyim onu giyin şu maskeyide takın,


Önlüğü giyip maskeyi taktı Deniz’e yaklaştı;


- Erdoğan bey benim cihazları takip etmem gerekiyor bu yüzden ben masamdayım. Dışarıdan görünmemeniz için perdeyi biraz çekermisiniz?


Kendini örtücek şekilde perdeyi çekti;


- Aşkım…


Öyle bir özlemle seslenmişti ki …Deniz’in sesi duyulmuyordu.Eşi bile duyabilmek için iyice yaklaşıyordu.


Erdoğan beyin konuşmalarını net olarak duyabiliyordum, sanki özellerine girmiş gibi hissettim ama yapabileceğim bir şey yoktu. Eşi sürekli konuşuyordu;


- Deniz’im okyanus gözlüm öğrencilerin seni çok özlemişler, bende çok özledim bir tanem ,hadi biraz gayret et topla kendini evimize gel ,sensiz o eve sığamıyorum…


O konuştukça ben ağlamamak için çaba harcıyordum.Mesleğimdeki dördüncü yılımdı artık yavaş yavaş bazı şeylere alışmalıydım. Ben böyle durumlarda gözyaşlarımı tutamıyorum, servisteki herkes kızıyor sende zamanla pişersin* diyorlar.Böyle bir şeye insan nasıl alışır ki…eşi hayallerinden gelecekteki planlarından umutlarından bahsettikçe benim bağazım düğümlendi.Yok artık çıkarmam gerekiyordu ,ağlamaya başlarsam ortalık gerilecek .Çıkarmaya da kıyamıyorum…Saate baktım dörtbuçuk olmuştu;


- Erdoğan bey… laborant arkadaş birazdan kan almaya gelicek sizi görmesin artık tamam desek.


Eşinin yanaklarını okşayıp öptü;


- Size nasıl teşekkür ederim bilmiyorum,bana dünyaları verdiniz


- İkinizin mutlu olup biraz gülümsemesi* yeter, kimseye görünmeden bekleme salonuna geçin , biraz orda bekleyin soran olursa benim beklettiğimi söylersiniz.


- Tamam, tekrar teşekkür ederim.


Deniz konuşmuyor ama teşekür eder şekilde bakıyor.


- Eeee Deniz Hanım mutlu oldunuz mu?


Sadece başını sallıyor, gülümsemeye çalışıyor ama yapamıyor.


Sabah yedi buçukta servisi teslim edip evimin yolunu tuttum.Eve vardığımda eşim kahvaltımızı hazırlamış beni bekliyordu.Olanları anlatınca biraz kızdı.


- Başını derde sokma bak uğraşamam ,


- Konuşmalarını bir duysaydın bunu demezdin,iyi yapmışsın derdin.


- Kurallara karşı allerjin var, artık buna kesin inanıyorum.


- İyi iyi bir daha olmaz zaten…yılbaşında Tayfun Beylere mi gidiyoruz?


- Haaa evet, ben unutmuştum.Sen eşini ara, ne gerekiyor sor hindileri ben söyledim.Dört aileyiz onların çocuklarda var..


- Tamam ben hallederim.


Eşim gittikten sonra yattım, tabii uyu uyuyabilirsen.Bir sağa bir sola döndüm olmadı, kalktım bir film seyrettim* sonra biraz uyumuşum.Akşam eşim geldiğinde sersem gibiydim.Baş ağrısı ve* bulantı başlamıştı, uykusuzluk ve sıkıntı* midemi bozmuştu.Kendimi yatağa geri attım yarı uyur yarı uyanık sabahı ettim.


Hastahanenin her yerinde* bir koşuşturma var.Ameliyathanenin altında psikiatri servisi vardı ,o tarafa başımı çevirince camların, bayramda çocukların okulun camlarını süsledikleri gibi süslenmiş olduğunu gördüm.Oh ne güzel galiba tek yılbaşı kutlayan servis orası diye düşündüm.Yukarı çıkınca formamı giymeden içiri bakmak istedim,sanki içeride bekleyen birşeyler varmış gibi…servis sorumlusu ve sürekli gündüz çalışan Ergül abla kapıda karşıladı;


- Kız sen nöbetlerde ne yapıyorsun hastalara,


Ay Allah kimden duydular ki ? diye düşünürken devam etti.


- Bütün gece* okuyup üflüyormusun ? Sen teslim ettikten yarım saat sonra hastalar ex oluyor.


Beynimde çanlar çalmaya başlamıştı.Ağrıyan başım zonklar gibiydi;


- Abla kimden bahsediyorsun?


- Ay sen bilmiyorsun, dün sabah Deniz’i kaybettik.


Çığlık atmamak için iki elimide ağzıma kapatmıştım ama gözlerimden akan yaşı engelleyemiyordum.O an dizlerimin bağı çözülmüş gibi yere çöktüm.Herkes sabah sabah ne olduğunu neden bu kadar tepki verdiğimi anlamamış sakinleştirmek için yarışıyorlardı. Oysa ben o an sabaha kadar dinlediğim hayalleri* umutları düşünüyordum


Birsüre sonra sakinleşmiştim.Üstelik her taraf hasta kaynıyor acillerde araya girince kimsenin nefes alıcak hali yok.Benim başağrım ve bulantımda artmıştı.Başağrısı bulantımı arttırdı diye düşündüm


….Yoğunlukta ağrı kesici bile alamadım.Ortalık sakinleşince Ergül abla;


- İnci hamile falan değilsin değil mi?


- Yok canım değilimdir hap alıyorum.


- Bence sen bir tahlil yaptır,


- Yok ya değilimdir,hem utanırım ben gidemem.


- Kızım bunda utanacak ne var, sen şuradan bir kap al idrarını yap ben baktırırım,


Ergül abla idrar kabını aldığı gibi gitti,benden daha heyecanlıydı.Ben dosyaları düzenlemeden geri gelmişti bile..


- Aptal dünyadan haberin yok, müjde hamilesin!


Ben ne diyeceğimi* bilememiş aptal aptal bakarken o herkese teyze oluyorsunuz, dayı oluyorsunuz diye sesleniyordu. Yetmiş kişilik bölümde* en küçük ve tek çocuk beklenen bendim bu yüzden kimse kimin hamile olduğunu sormuyordu. Sağdan soldan tebrikler, gözümüz aydın sonunda bir bebek geliyor diye gülümseyenler… oysa benim düşündüğüm tek şey sabah geldiğimde bir hayatın söndüğünü hayallerin umutların uçtuğunu görmüştüm şimdi benim içimde yeni bir hayat ve yeni umutlar yeni hayaller yeşeriyordu.


Acı bir anonsla herkes koşturmaya başladı” Gündüz çalışanlar acile ,nöbetçiler servislerde kalsınlar trafik kazası geliyor durum bilinmiyor hazırlıklarınızı yapın.” Evet her zamanki gibi hayat devam ediyor…

yeSa 10 Mayıs 2020 17:50

Geçmişe Yolculuk
 
Mart ayının son günleri, dışarıda öyle bir hava var ki...Eskilerin “mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır” sözünü doğrularcasına soğuk….Eşim köpeğimizi bahçeye salmış..yaramaz o kadar mutlu ki ikide bir zıplayarak benim bulunduğum cama gelip havlıyor bir de yalvarırcasına mızıklanıp boynunu bükerek bakması yok mu?…Yağan karı yakalamak istercesine kar tanelerini kovalıyor.Küçük cadım sokaktan alıp gelmişti, henüz iki aylıktı.Önceleri istememiştim* şimdi üçüncü çocuğum gibi….İlk karı gördüğü zaman korkudan yuvasından çıkmamış, adımını dışarı çıkarıp geri çekiyordu.Şimdi beş yaşında adıda ÖKSÜZ, zaman nasıl da akıp gidiyor.Aslında hiç dışarı çıkmak istemiyorum …ama benim yaramazın bakışlarına dayanamıyorum, dışarı çıkmaya hazırlanırken telefon çaldı,ev telefonundan fazla arayan olmazdı annem mi acaba?.. diyerek açtım.İçime doğmuştu arayan annemdi….
*
- İnci…. nasılsın yavrum…
*
- Çok iyiyim** anneciğim ,Öksüzle oynamaya çıkıyordum, sizler nasılsınız babam iyi mi?
*
- Biz iyiyiz…*
*
Sesinde söylemek isteyipte söyleyemediği bir endişe vardı.
*
- Ne* var* anne… bir şeymi oldu?
*
- Telaşlanma sadece anneannen düşmüş…* alıp bize getirdik, şimdi iyi….Haber vermek istemiştim….
*
Seksenbeş yaşında bir kadın düşerde nasıl iyi olurdu ki…Konuşmamızı bitirince düşünmeye başladım.Hava çok kötü… çocukları bu havada yola çıkarmak tehlikeli ….Ama anneanneme bir şey olursa ya birdaha göremezsem…Zaten annem uzakta olduğum için herşeyi saklardı…..Eşime anlatınca;
*
- Hemen yola koyulalım karanlık olmadan varırız, şimdi gitmezsek keşkelerle içimiz içimizi yer ,iki gece kalır geliriz,dedi .
*
Acele bir şekilde hazırlanıp yola koyulduk...Ben arkada gözlerimi kapatıp yatmıştım.Kızım ve eşim uyuduğumu sanıp müziğin sesini kısmıştı. Onlar baba kız sessizce sohpet ederken benim tüm çocukluğum gözümün önünden geçti* ,anneannem* ve büyükbabamla geçirdiğim günleri düşündüm.Aklımın erdiği günden beri anneannem ve büyükbabamlaydım…Genelde teyzem bakardı bana …O evlenince üçümüz kalmıştık…onlarla geçirdiğim mutlu günler canlandı gözümde bir bir ,hele kırmızı çizmelerim…Televizyonun eve ilk alındığı akşam film izlerken* bir kız çocuğunun ayağındaki tüğlü çizmeleri göstererek;*
*
- Büyükbaba çizmelere bak ne kadar güzel demiştim.
*
Rahmetli büyükbabam tilkinin kuyruğu hikayesindeki gibi abartmayı seven ,hayatı çok ciddiye almayan,durmadanda söz veren* biriydi .Sanırım o an beni mutlu etmek için ;
*
- Oğlum ….ben de* sana* böyle bir çizme alırım…dedi.Göçmen bir aileden geldiği için kız yada erkek ayırımı yapmadan oğlum derdi.
*
Günler geçip gidiyordu ama çizmelerden ses yoktu, ne zaman çizme desem _Tamam oğlum sabret, derdi.Aradan iki yıl geçmişti.Okula başlama zamanım gelmişti ve artık annemlerin yanında kalıcaktım.Anneannem sanki annemler ihtiyaçlarımı almayacaklarmış gibi liste yapmıştı…Valiz hep açık duruyordu..Herşey yeni yeni alınıp içine konuyor sonra listeden siliyordu…
*
Anneannem İstanbulda Samandıra da büyümüştü.Tertipli ,düzenli ,kibar* ve çok çalışkan bir kadındı. Büyükbabam askerliğini istanbulda yapmış …o zaman tanışmışlar, terhis olurken de anneannemi* kaçırıp memleketine* götürmüş, evlenmişler.Tabii İstanbul gibi bir şehirden köye gidince neye uğradığını şaşırmış önce…sonraları herkesin akıl hocası olmuş.Yıllarca köyde hem dikiş dikmiş hem de bağda bağçede çalışmış …. Annesi hastalanınca istanbula onun yanına gelmişler.Nasıl olsa çoluk çocuk büyüyüp evlenmişti.Teyzemde evlenince oralarda kalmanın* bir anlamı yoktu..annesininde bakıma ihtiyacı vardı..doğduğu yere geri gelmiş ,Kartal da tekrar bir düzen kurmuştu.Evde her zaman anneannemin dediği olurdu...Büyükbababam pek fazla sorumluluk almayı sevmezdi….Zaten işi gücü evin yakınındaki kahvehanede kağıt oynamaktı.
*
Bir gün balık pazarına giderken mağazalara bakarak yürüyoruz,birden üstleri tüğlü pırıl pırıl parlayan kırmızı çizmeleri gördüm. Sahip olamadığım ama büyükbabamın bir gün almasını beklediğim çizmelerdi .Sanki benimmiş* gibi sevinmiştim…Anneannem mutluluğumu görünce ;
*
- Gel bakalım kaç liraymış ? dedi.Tabii fiyatını sorunca biz sonra gelelim diyerek ayrıldık.Balığımızı alıp evimizin yolunu tuttuk.Çizmeleri almamıştık ama onları yakından görmek beni almış kadar mutlu etmişti..Evde sürekli büyükbabama çizmeleri anlatıyordum..Anneannem üzülmüş olacak ki* bir sabah büyükbabama para verip;
*
- İnci yi al çizmeleri almaya gidin ama sıkı pazarlık yap, fiyatını düşüttür….dedi.
*
Sevinçten evin içinde şarkılar söyliyerek zıplıyordum.Neyse büyükbabamla çizmeleri almak için yola koyulduk.Limana inmek için hepey uzun bir yokuş vardı.O an yokuş gözüme çok daha uzun gözükmüştü.Büyükbabam yolda arkadaşlarıyla selamlaşırken çekiştirip duruyordum.Kahvehanenin önüne gelince ;
*
- Oğlum gel, selam vermeden gidersek ayıp olur,çabucak çıkarız,dedi.Dedi demesine de masaya oturunca şeytan dürtmüştü.Benim kırmızı çizmelerin parasıyla kumar oynamaya başlamıştı,* ne yaptıysam masadan kaldıramadım.Yenildikçe hırslanmış ,hırlandıkçada gözü hiçbirşey görmez olmuştu.Sonunda paralar suyunu çekti .Büyükbabamın yüzü asılmıştı, o şimdi eve nasıl gideceğini düşünüyordu bense kırmızı çizmeleri….Evden çıktığımızda neşeyle şarkılar söyleyerek koşarcasına yürüyorduk, oysa şimdi… karıncaların adımı herhalde daha hızlıydı…Kapıya varınca zile bastık, annennem kapıyı açtı ,ayakkabımı çıkarırken;
*
- Büyükbaban nerede? Dedi. Başımı kaldırınca büyükbabanım* korkudan kaçtığını anladım. Üstelik beni yalnız bırakmıştı, şimdi ben anneanneme ne diyecektim. Anneannem kıyameti koparacaktı. Büyükbabamın* kumar yüzünden eve alınmadığı zamanlar olmuştu, şimdi yine aynı şey olursa ,büyükbabamı* yine sokakta bırakırsa korkusuyla* ;
*
- Dükkan kapalıydı !dedim.
*
Anneannem hiçbir şey demedi.Hava iyice kararmıştı sonunda büyükbabam eve geldi.Yemek yedik ortam her zamanki gibiydi. Anneannem hiç bir şey sormuyordu, üstelik sakin di…Büyükbabam kavga gürültü beklerken sessizliğe anlam veremiyor, yalnız kalıp bana birşeyler sormak ,ne olup bittiğini öğrenmek için* sabırsızlanıyordu. Onun* bu halini farketmiştim ve anneannemin peşinden ayrılmıyordum,çocuk aklımla onu meraklandırarak intikam alıyordum.Bir ara beraber kaldık;
*
- Ne oldu oğlum anneannen neden kızmadı?
*
- Dükkan kapalı ,dedim.
*
Anneannem içeri girince susmuştuk.O herzamanki gibi dikişinin başına oturmuş* şarkı mırıldanıyordu…
*
Çıktım Şarköyün yoluna* sıra sıra zeytinler


Onbeş yaşında da Nazifede hanıma yazık ettiler.
*
O an anneannemin köyü özlediğini düşünmüştüm.İç çekerek şarkı söylemesi dokunmuştu.Belkide yalan söylediğim için anneannem üzgün görünmüştü bana….
*
Sabah olunca kahvaltıdan sonra biz tekrar çizme almak için yola koyulduk.Dünkü neşe ve heyecanımdan hiç eser yoktu, para yoktu ki …neyle alıcaktık.Büyükbabamla kahvehanenin yolunu tuttuk.Cebinde kalan birkaç kuruşla masaya oturdu.Önceleri keyifsizdi hiç sesi çıkmıyordu sonra yavaş yavaş açıldı,kazanmaya başlamıştı…Çocuk aklımla o kazandıkça seviniyordum, kırmızı çizmeleri alabilecektik..Sonunda arkadaşının biri;
*
- Meço hadi kalk,* gidin şu çizmeleri alın yoksa bu gece sokakta yatarsın, diyerek bizi gönderdi.Cebi dolu olunca büyükbabamın da keyfi yerine gelmişti.Yine atıp tutmaya başlamıştı ama benim aklım ermediği için heyecanla dinliyordum.Zaten anlattıklarını doğru dürüst anlamamıştım, aklımda* sadece kırmızı çizmeler vardı..
*
Mağazaya vardığımızda heyecandan yerimde duramıyordum.Büyükbabam çok iyi pazarlık yapmıştı. Çizmeleri almıştı üstelik* anneanneme bir çift ev terliğide* almıştı.Neşeyle evin yolunu tuttuk.Ben çizmelerin alınmasına sevinirken büyükbabamda anneanneme çaktırmadan bu işten kurtulduğuna seviniyordu. O akşam şen şakrak geçti.Evin içinde çizmelerle dolaşmıştım.
*
Anneannem her akşam ben uyumadan önce yanıma uzanıp bana masal anlatırdı.Yine yanıma uzandı ve masalını anlattı.Sonraki akşam …daha sonraki akşam derken bir şey dikkatimi çekmişti.Masallar hep yalan söyliyen insanlar ve başlarına gelen şeylerle ilgiliydi.Küçücük aklımla huzursuzluk duymaya başlamıştım.Çünkü büyükbabam ne kadar düzenbaz olursa olsun anneannem tam bir doğruluk timsaliydi..Sonunda suçluluk duygusuyla olup biteni anneanneme anlattım.Yüzüme gülümsiyerek baktı ve sadece;
*
- Ben biliyordum, hadi iyi geceler ,dedi.Anneannem herşeyi ne zaman ve nasıl öğrenmişti, neden hiç bir şey söylememişti anlamamıştım.Fakat o günden sonra yalancılarla ilgili masallar son bulmuştu.


Ben bunları düşünürken küçük cadımın ;
*
- Anne uyan geldik beş saattir uyuyorsun…sesiyle kalktım.Kapıyı açıp merdivenleri* uçarcasına çıktım.Anneannem yatakta uzanmış, zayıflıktan kemikleri sayılıyor ve her tarafı mor bir şekilde yatıyordu.Arabada sessizce yatıp ağlamamak için direnmiştim.Oysa şimdi susmaya çalışsamda gözlerimdeki yaşlar sel gibi akıyordu…Anneannem;
*
- Deli kız bu havada gelinir mi?dedi .Oysa mutluluğu gözlerinden okunuyordu.


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 09:02.

Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk