![]() |
Değil Biraz değiştim, Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar… Değiştim, Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum, Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni Ben benimle savaşıyorum, Seninle değil! Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın Ne kazanabileni ne de kaybedeniyim, Sorun değil! Elbet alışırım, Biraz alıştım, Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar, Alıştım, Varlığını istemediğim tüm eksik yanlarıma, Ve çokluğunu da yokluğunu da istemediğim bu iki arada bir derede duyguya alışıyorum, Bir yanım bırak diyor bir yanım –ma, Kesin değil! Henüz tanıştım, Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar, Tanıdığımı sandığım bana daha da yakınım artık, Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda, Ve aynalara ağlarken gördüklerim kendi tarafımda… Bir yanım memnun oldum diyor, bir yanım tanıyamadım daha, Samimi değil! Bir hayli kırıldım, Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar, Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime, Gözlerimden tut da ciğerime kadar kırgınım! Aslında ne sana, ne olanlara… Kendime kırgınım… Maziye hiç değil, an’a kırgınım. Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına, Dinlediğim şarkılarda bana seni anlatan şarkıcılara, Beni anlamadığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşlarına… Bir hayli kırgınım… Beni ben kırdım oysa, İyi değil! Galiba yoruldum, Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar, Kendime kalbimi kanıtlamaktan, Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan, Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum! Aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum, Sadece beni kaybettikçe seni kaybediyorum, Şu kalp denen, beni bana sorgulatıyor artık, Ki seni sorgulamamasını nasıl beklerim, Toprağa bakan yanım senden zaten ayrı, Sana bakan yanımsa toprakla aynı, Ne yaparsan yap gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin, Gözlerim yorgun, dudaklarım hissiz, Dokunulmadan geçen yıllar bana ağır, Sarılmadan geçip giden uğurlamaların kavuşmaları hep beklentisiz, Söyleyemediklerini söylesen de şimdi, sesine aşina yanım onca sessizlikten sonra artık sağır! İsteyerek değil! Çok çalıştım, Paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı “git” izine, Beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine, Ve bence bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen, Gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için çok çalıştım, Daha önce de gitmiştim, kendi isteğimle! Anladım ki daha önce sevmemiştim, Çok çalıştım inan, Değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye, Her defasında daha da tozlaşan canımı kırmadan korumaya, Ve alışmaya kendime, bu göz gözü görmez dumanlı halime, Çok alışmaya çalıştım hem de, Tanıştım seninle doğan yanımla da ölen yanımla da, Birini yaşattım, yaşatıyorum da hala ama diğerinin ölmesine engel olamıyorum da! Yorulmak dinlenmekle geçmiyor, An be an çöküyor insanın içindeki güç, Işığı sönüyor, beyaza dönüyor rengi gitgide, hissizleşiyor, Ne yormak istedim seni ne de yormak kendimi, Çok çalıştım, Gitmeye de kalmaya da, İkisi de aynı acı, Kolay değil! Çisel Onat |
Ellerini bana verecek misin Ellerini Bana Verecek Misin Dost kentleri yıkıp sana gelmişim Esirin olmayı şeref bilmişim Bilsen ıssızlıktan nasıl yılmışım Bu sessiz dünyama girecekmisin Ellerini bana verecekmisin Gül yüzünü geceler dokurum Şiirimsin günde bin kez okurum Dara düştüm sağım solum uçurum Şimdi bu müşkülüm görecekmisin Ellerini bana verecekmisin Ümitler dal-budak, ümitler sıcak Ellerinki karanlığı kovacak Bir rahmet bekliyorum yağdı yağacak Bu kısır toprağı sürecekmisin Ellerini bana verecekmisin Dilaver Cebeci |
Hasret türküsü Hasret Türküsü Bekleme, ağlama, beni çağırma Tükendi dermanım gelemiyorum Bu dağlar harami, yollar ejderha Yitirdim yönleri bulamıyorum Ezel meclisinde divan kurmuşlar Çamurumu çile ile karmışlar Yazıp çizip ak alnıma vurmuşlar Hasret fermanımı silemiyorum Gündüzler, ağ atıp tuttular beni Geceler, zindana attılar beni Çağdaş şehirlerde sattılar beni Zincirlerden azat olamıyorum Dilaver Cebeci |
Türkiye' m Türkiye'm Baş koymuşum Türkiye'min yoluna Düzlüğüne yokuşuna ölürüm Asırlardır kır atımı suladım Irmağının akışına ölürüm Sevdalıyım yangın yeri bu sinem Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem Pınarlardan su doldurur Emine'm Mavi boncuk takışına olurum Düğünüm, derneğim, halayım, barım, Toprağım, ekmeğim, namusum, arım Kilimlerde çizgi çizgi efkarım, Heybelerin nakışına ölürüm Dilaver Cebeci |
Sitare Sitare "Çeşmek Be-zen Sitare Ezmen Mekon Kenare" Nerden çıktın karşıma böyle Sitare Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde Kirpiklerin yüreğime batıyor Telaşlı bir kalabalığın ortasında Ayaküstü konuşuyoruz Nedimin nigehban nergisleri gibi Üstümüzde bütün nazarlar Çok utanıyorum Sitare Dün oturup hesap ettim Sen doğduğun zaman Ben bir askeri mektepte talebeymişim Sen bilmezsin Sitare Burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tespih Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu Her akşam dokuzda yat borusu çalardı Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı Bir derin uykuya atardım kendimi Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı Bende onu alır anamın düşlerine kaçardım Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum Gözlerin mi daha sıcak gülüyor Yoksa dudakların mı anlayamıyorum Seninle konuşurken Sitare Aklıma yıldızlar dökülüyor Bir çaresiz Zühre oluyorsun Babil caddelerinde Ateş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan Binlerce meşalenin ışığı kımıldıyor saçlarında Gökyüzü salkım salkım Zigguratlar tıklım tıklım Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım Ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan Kimi gün inatçı yosunlar gibi kepez diplerine yapışan aklım Gözlerine baktığım zaman Sitare Bütün çöllere ay doğuyor Yoldaş ediyorum kendime İmrül Kays'ı Antere'yi A'şa'yı En kuytu vahaları dolaşıyorum Hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş Sitare Çadırla su arasında bir cılga var O cılgada narin ayak izlerin var Durgun suya düşüp kalmış gözlerin var Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum Gözlerin mi daha sıcak gülüyor Yoksa dudakların mı anlayamıyorum Bazan sapsarı bir benizle geliyorsun Yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun Biliyorum içinde bir sızı var Bıçak ağzı gibi bir sızı var Bu sızıdır işte seni verimsiz kılan Züheyr'in Suad'ı gibi keremsiz kılan Kuzeyden güneye Güneyden kuzeye Hey! Gidip geliyorum bu çöllerde Kureyş'in heybetli ve inatçı develeri Hiç aldırmadan benim esmer sevdama Geviş getiriyorlar ufka bakarak Ben kaçıp Yesrib'e sığınıyorum Yesrib bahane, bir kitaba sığınıyorum Dağda, ovada, badiyede okuduğum hep elif Elif diyorum Sitare, sineme elif çekiyorum "Ah minel aşk-ı ve halatihi.." Çok eski bir gerçektir bu biliyorum Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum Gözlerin mi daha sıcak gülüyor Yoksa dudakların mı anlayamıyorum Sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz Ve ikimizde ıslanıyoruz Ben ne yağmurlar gördüm Sitare Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın Ben göğü hep bir kurşun gibi ağır O şehirde sırılsıklam gezerdim Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan Tapınaklar insanları safra gibi atardı Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı Bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beni Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim Kara bulutlar kükrerken bir Kaşkar sabahında Oturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk Bakışlarımı sunuyorum, tereddütsüz alıyorsun Gizli bir tebessümle çağırıyorum, geliyorsun Kaşı karam, gözü karam, saçı karam Umay gibi yumuşak huylum Nerden çıktın karşıma böyle Sesin ılık bir bahar güneşi gibi ığıl ığıl akıyor içime Asya'nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitare Adam akıllı yorulmuşum Ellerin böyle olmamalıydı Ellerine acıyorum Ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum Durup durup ıssız yerlerde "Güçlü ol ey kalbim, güçlü ol Daha çok işimiz var" diyorum Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum Gözlerin mi daha sıcak gülüyor Yoksa dudakların mı anlayamıyorum Dilaver Cebeci |
Seni günlere boğdum Seni Günlere Böldüm Seni günlere böldüm, seni aylara Daha yıllara, yüzyıllara böleceğim Ve her zaman söyleyeceğim ki beni anla Böyle eskitilmiş de olsa bu kalbi Minesi çatlamış bir diş gibi Durduracağım karşında. Şiirler söylenir, şiirler biter Biz bu sevdayı neresine sakladıktı sen ona bak da Kahverengi avuçlarına mı gözlerinin Tam oradan mı kahverengi yağan bir aydınlığa. Bütün günler yenileşir her bekleyişte Ve bütün dünler, bütün geçmişler Kapısını açarsın ki bir de, hiç kimseler yok Çaresiz, benim sana gelişim de hep böyle. Dün akşama doğru turuncu bir bulut geçti Sonra bütün bulutlar hep birden geçti Anılar, anılar, belki hepsi bir kelime. Edip Cansever |
Umuş Umuş Bütün iyi kitapların sonunda Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda Meltemi senden esen Soluğu sende olan Yeni bir başlangıç vardır Parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın Gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın Onu işitsen, yuvarlağı sende kalır Her başlangıçta yeni bir anlam vardır. Nedensiz bir çocuk ağlaması bile Çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır. Edip Cansever |
Adsız bir çiçek Adsız Bir Çicek Rengini dünyaya ilk defa sunan Adsız bir çiçek gibi parlıyorsa gözlerim Sevgilim Bana "sen bir şairsin" dediğin zaman. Yalnız sana yazıyorum bu şiiri İstersen bir şiir gibi okuma Çünkü her yıl yeniden yazacağım onu Soğuklar başlayınca havalanıp Millerce yol katettikten sonra Güneyi tadan bir kuşun sevinciyle. Ve yazmış olacağım bir de Her dönemde her çağda Sevdanın kendine özgü diliyle Edip Cansever |
Içinden doğru sevdim seni İçinden Doğru Sevdim Seni İçinden doğru sevdim seni Bakışlarından doğru sevdim de Ağzındaki ıslaklığın buğusundan Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de Beni sevdiğin gibi sevdim seni Kar bırakılmış karanlığından. Yerleştir bu sevdayı her yerine Yüzünde ter olan su damlacıklarının Kaynağına yerleştir Her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına Gül taşıyan cocuğuna yerleştir Ve omuzlarına daracık omuzlarına Üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın Tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten Bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir Ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde Saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe Alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran Yani senin olmayan, seni bir boşluk gibi saran hüzne Yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun Kar taneleri gibi uçuşan Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine Yerleştir bu sevdayı her yerine. Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere Bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen Sevdayı Ve köpüklendir Ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten Öğrenmez ama öğretir mutluluğu Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi Biraz da herkes içindir. Ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli Var eden kendini birincisinden Yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren. Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen Tanımadığın bir ülke gibi İçinde yaşamadığın bir zaman gibi Tam kendisi gibi mutluluğun Beni bekliyorsun Ve onu bekliyorsun beni beklerken. Edip Cansever |
Gül Kokuyorsun Gül Kokuyorsun Gül kokuyorsun bir de Amansız, acımasız kokuyorsun Gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun Dayanılmaz birşey oluyorsun, biliyorsun Hırçın hırçın, pembe pembe Öfkeli öfkeli gül Gül kokuyorsun nefes nefese. Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle sen koktukça düşümde görüyorum onu Düşümde, yani her yerde Yüzü sararmış, titriyor dudakları Şakakları ter içinde Tam alnının altında masmavi iki ateş iki su iki deniz bazan Bazan iki damla yaz yağmuru Mermerini emerek dağlarının Şiirler söylüyor gene Ölümünden bu yana yazdığı şiirler Kızarak birtakım şiirlere Büyük sular büyük gemileri sever çünkü ve odur ki büyüklük Şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse O zaman ölünce de şiirler yazar insan Ölünce de yazdıklarını okutur elbet ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi Yaşamanın her bir yerinde. Gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun Bu koku dünyayı tutacak nerdeyse Gül, gül! diye bağıracak çocuklar bütün Herkes, hep bir ağızdan: gül! ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek Saçların, alınların, göğüslerin üstüne Yüreklerin üstüne Bembeyaz kemiklerin Mezarsız ölülerin üstüne Kurumuş gözyaşlarının Titreyen kirpiklerin üstüne Kenetlenmiş çenelerin Ağarmış dudakların Unutulmuş çiğlıkların üstüne Kederlerin, yaşların, sevinçlerin ve herşeyin üstüne bir gül işlenecek. Bir rüzgar, bir fırtına gibi esecek gül YIllarca esecek belki Ve ansızın dünyamızı göreceğiz bir sabah Göreceğiz ki Biz dünyamızı gercekten görmemişiz daha Geceyi, gündüzü, yıldızları Görmemişiz hic Tanışmaya komamışlar bizi güzelim dünyamızla. Öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları Bu umutsuzlukları bırakın kardeşler Göreceksiniz nasıl Güller güller güller dolusu Nasıl gül kokacağız birlikte Amansız, acımasız kokacağız Dayanılmaz kokacağız nefes nefese. Edip Cansever |
Sevda bir ateş buldu sende Sevda Bir Ateş Buldu Sende Sevda bir ateş buldu sende, eğilip öptü seni Artık kimse denizi bilmiyor. Dirseklerini masaya koyuşundan belli Gelip geçen bir günü bitirmek istemediğini Sevda bir umut buldu sende. Ey bir yolcu listesinde bir ölüyü arayan Artık kimse gözlerini bilmiyor. Şunu imzala Bir mektup, bir telgraf alındısı değil Unutulmuş bir sevdadır kapısını çalan Ve sevimsiz bir terlik gibi duran odan Kimse artık bir şey giymek istemiyor. Sonra bir pencereden kendine Ay ışığı gibi vuran sen Ne sana ne başkasına benziyor. Ve işte bir dip balığı su boşluğunda Çırparaktan yüzgeçlerini Hiç kimseye uymayan bir mevsim öneriyor Edip Cansever |
Saplantı Saplantı Sözlerim kendim üstüne Gölgem beni istedi O ki istedi Suyum beni istedi O ki istedi Cemile beni istedi Ne oldu? hiç! alışamadım Kartalın bir kayaya çarpışı idi Soyundum, giyindim, tekrar soyundum Arada olacağın düşünü kurdum Zevk duydum bundan Cemile anlamadı, Cemal hiç anlamadı Safiha görmedi ki Ve göstermedim Sözlerim kendim üstüne Bir uzak yerlere gitmek üstüne Sanki günler tek bir güne birikti Bense çıkmazda kaldım, usandım Çıkamazlar da üst üste Birikmiş ufuklar kadar derindim Ve dedim: elbette deneyeceğim Edip Cansever |
Sona Kalsa Sona Kalsa Usul usul konuşuyorlar aralarında Denize bakıyorlar bazen - çatalını gezdiriyor biri tabağında - Gölgesi bir kuş ölüsü Karşıda yeni budanmış ağacın - Olsa, başlangıçlar sona kalsa - Kolyesiyle oynuyor kadın - tabağımda soyulmuş elma - Saatime bakıyorum sık sık Kapıyı gözlüyorum arada Biraz soğuk mu geliyor ne - kapatır mısın - Sinirli bir kırmızılık suya batıyor Düşünüyorum, ansızın bir dost yüzü Görmemiştim de yıllarca. Gelse Değişmiş çok, yaşlanmış da Sigaramı yakıyor durmadan İstemem diyemiyorum - ama yakmasa - Konuşuyoruz -konuşuyor muyuz - Yazmayı bırakmış çoktan Gerçi bir roman taslağı varmış kafasında "Bir elimde elma elmada bir el" Diyorum Hayretle bakıyor yüzüme Bir bardak bira içiyor, çekip gidiyor az sonra. Kadranı kırmızı saat Plasterle tutturulmuş kırık cam Şurda burda plastik çiçekler Evet, aralık kapıdan soğuk geliyor Tam kalbimin üzerine bu akşam. Ölüm Sen en güzelsin bu saatlerde Büyütmüş yetiştirmişsin beni Söyler miyim hiç sana hayran olmasam. Bugün de ince, bugün de kırıldı kırılacak Bugün de Tam nerede kalmışsam. Edip Cansever |
Yerçekimli karanfil Yerçekimli Karanfil Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde Oysaki seninle güzel olmak var Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor. Sen karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel O başkası yok mu bir yanındakine veriyor Derken karanfil elden ele. Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk Birleşiyoruz sessizce. Edip Cansever |
Mendilimde kan sesleri Mendilimde Kan Sesleri Her yere yetişilir Hiçbir şeye geç kalınmaz ama Çocuğum beni bağışla Ahmet abi sen de bağışla Boynu bükük duruyorsam eğer İçimden öyle geldiği için değil Ama hiç değil Ah güzel ahmet abim benim İnsan yaşadığı yere benzer O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer Suyunda yüzen balığa Toprağını iten çiçeğe Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine Konyanin beyaz Antebin kırmızı düzlüğüne benzer Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir Denize benzer ki dalgalıdır bakışları Evlerine, sokaklarına, kösebaslarina Öylesine benzer ki Ve avlularına (bir kuyu halkasıyla sikistirilmistir kalbi) Ve sözlerine (yani bir cep aynası alım-satımına belki) Ve bir gün birinin adres sormasına benzer Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına Öyle bir sigara yakımına, birinin gazoz açmasına Minibüslerine, gecekondularına Hasretine, yalanına benzer Anısı işsizliktir Acısı bilincidir Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan Gülemiyorsun ya, gülmek Bir halk gülüyorsa gülmektir Ne kadar benziyoruz Türkiye?ye Ahmet abi. Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden Dirseğin iskemleye dayalı -- bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben -- Sigara paketinde yazılar resimler Resimler: cezaevleri Resimler: özlem Resimler: eskidenberi Ve bir kaşın yukarı kalkık Sevmen acele Dostluğun çabuk Bakıyorum da şimdi O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde. Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet abi Biz eskiden seninle İstasyonları dolaşırdık bir bir O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar Nazilli kokardı Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası Kil gibi ince İstanbul yağmurunun altında Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen Kadının ütülü patiskalardan bir teni Upuzun boynu Kirpikleri Ve sana Ahmet abi Uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki Sofranı kurardı Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı Cezaevlerine düşsen cigarani getirirdi Çocuklar doğururdu Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini islerdi bir dantel gibi O çocuklar büyüyecek O çocuklar büyüyecek O çocuklar... Bilmezlikten gelme Ahmet abi Umudu dürt Umutsuzluğu yatıştır Diyeceğim su ki Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler Oysa o kadar kullanışlı ki simdi Hayalsiz yasıyoruz nerdeyse Çocuklar, kadınlar, erkekler Trenler tıklım tıklım Trenler cepheye giden trenler gibi İsçiler Almanya yolcusu isçiler Kadınlar Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi Ellerinde bavullar, fileler Kolonyalar, su şişeleri, paketler Onlar ki, hepsi Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler Ah güzel Ahmet abim benim Gördün mü bak Dağılmış pazar yerlerine benziyor simdi istasyonlar Ve dağılmış pazar yerlerine memleket Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile Gelse de Öyle sürekli değil Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün O kadar çabuk O kadar kısa İste o kadar. Ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar Mendilimde kan sesleri. Edip Cansever |
Her sevda Her Sevda Her sevda başlangıçtır bir yenisine Öteki başkalırır daha bitmeden biri Biz isteyelim istemeyelim sürüp gider boylece. Baksak ki unutmuşuz günün birinde her şeyi Ne o sevdalar, ne olumsuz sözler kalmış Toplasak toplasak hepsini işte Onca sevda bir sevdayı yaratmış Döner durur başımızın üstünde Gözlerden ağızlardan saçlardan Ellerden omuzlardan yapılmış hale. Ve çınlar her biri bir silahın yankısı gibi Bir yaşam boyu biz tetiği çektikçe. Edip Cansever |
Bitti o sevda Bitti O sevda Bitti o sevda kesildi çığlıkları martıların Su gibi bitti, suya karşıt gibi bitti İtti kıyıyı adına deniz dediğimiz şey Unuttuk ikimiz de her türlü yetinmezliği Kaybetti kumarda gözlerim Kaybetti kumarda gözleri. Bir koru rüzgarlandı göğüs boşluğumuzda sanki Uzaklaştı ağaçlar birbirlerinden Yakınlaştı ağaclar birbirlerine Yani her soluk alıp verişimizde bizim Bir mekik gibi kalbin Bir mekik gibi kalbim İşleyip durdu bu yitikliği yeniden. Ne kaldı Farkında mısın bilmem Gündüzler.. Gündüzler biraz azaldı. Edip Cansever |
Bu gemi ne zamandır burda Bu Gemi Ne Zamandır Burada Bu gemi ne zamandır burada Çoktan boşaltmış yükünü Gece de olmuş, rıhtım da bomboş Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa Arkada, güvertede Ah, neresinden baksam sessizlik gene. Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye Içerde üç beş kişi Yalnızlık üç beş kişi Bir kadeh rakı söylerim kendime Bir kadeh rakı daha söylerim kendime -Şöyle be! ne zamandır burda bu gemi -Denizin değil hüznün üstünde. Belki yarın gidecek Bir anı gelecek bir başka anının yerine. İnsan bazan ağlamaz mı bakıp bakıp kendine. EDİP CANSEVER |
Ona bir kolye vermiştim Ona Bir Kolye Vermiştim Ona bir kolye vermiştim kendi sözlerinden Sürekli bir gülümseyişle yüzümdeki Görülmemiş bir ustalıkla acıyı ters yüz eden. Elbette bir ustalıktır bizim sevgimiz Mutlu bir yolcu gibi yol kenarlarındakilere el eden. Bu kentin her yanını unuttuk Kimbilir nerde daha bir postacı olurken. EDİP CANSEVER |
Gelmiş bulundum Gelmiş Bulundum Ben mişim neymiş? su sesiymiş Oymuş cam kırıkları gibi gövdemi yakan Yanağında sardunya kokusuyla yazdan Kimmiş o gelen ya giden kimmiş Bir yabancı mı, yoksa bir ermiş Değilmiş, bir çağrı bile yokmuş uzaktan. Güneş mi batarmış bir özel isim bitirir gibi Yanmış bir ağacın yaprakları mıymış kımıldayan Ne kalmış bir önceden ya da bir sonradan Kim koparmış dalından bu yabani incirleri Ya kimmiş kıyıya çeken hayalet gemileri Ne yazılmış nereye bu garip kargaşadan. Yıldızlar, büyülü ülke, adımı unutturan Bir kaya, bir ot, bir akarsu Hangi yaz şarkıcılarının ürpertili korosu Ki bütün ölüleri sığa çıkaran Ve kenti bir ölüm derinliğine salan Yani bir gül solarken bir gülün açma korkusu. Şiirler yazdım, kitaplar okudum Elime bir bardak aldım, onu yeniden oydum Derinlerde kaldım böyle bir zaman Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları Soyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum. Edip Cansever |
Dostlar Dostlar Fethi Naci'ye Geldin mi, iyi Yollarından yürüyüşler sızdıran sonbahar Bir tenhalığı eskisinden çok sezmeyi Bakımsız bahçeler mi olur, büyük ahşap boş odaları mı olur Ne olur Ey bana sevmeme gücü veren güzellik Eski bir kadını eski bir park kanepesinde bırakan sonbahar Aldatılmış bir yüzü yağmur oluklarında O yüz ki bir denizin tekrar tekrar bittiği Gece yarısı kokularında Yosunlu bir kıyıda ancak Dilinde çakılların ve derinliğin en son tadı İşte Bir vakit daha geçti, şimdi ne yapsak Ne yapsak, bir vakit geldi ve geçti Ey bana sevmeme gücü veren güzellik Sonbahar Sen mi kaldın bir Yok birşey yapacak. Bin dokuz yüz yetmiş bir yazı, ey unutulmayan yaz Bıraktığın gibi mi kalsak Bir çiçek milyon kere katılaştı eridi Açtı dağıldı Yaşamadı hiç belki Bir ışık olsun yakmadı Tuzlu ve ıslak bir ışık Tankerler geçti kıyılardan gene Suyu zonklataraktan Gül koktu saçlarında taşıdikları benzin Senin saçlarında Alnın üstünden kuzular inen bir tepe gibi eğildi Boynun bir uçurumdan çekiliyormuş gibi gergin Bitti o yaz, şimdi Yerleşti çoktan Bize sevmeme gücü veren güzellik. Tenha bir meyhanede oturuyorduk sevgilim İzmir'in eski rıhtımında Bilirsin, severim çok İzmir'in eski rıhtımını Hani bir çesit kuşlar vardır bulanık denizinin İnsanlar gibi konuşur o kuşlar bazen Ve unutulmuş diller gibi pek anlaşılmaz ne konuştukları Millerce yıl öteden bir tenhalığı sözlendirirler Hatırla Ne demiştim o gün ben sana "Her tenha semtte kurulmamış bir saat yakışır" Benim o bunaltılı günlerimden kalma bir mısra Ve sense bana Aragon'un -Parisli şair, yüzü aslan dolu- Sımsıcak, dipdiri bir mısrasını anlatmıştin Seninle ve parmaklarınla Bardakta duran suyun bir akarsuyu Nasıl kıskandığını anlatmıştın boyuna Nasıl mı Dedim ya, seninle ve parmaklarınla Neden olmasın, yeni yakilan bir sigarayla da anlatılabilir şiir Apansız bir yolculukla da Bir karpuzu ikiye bölmekle, bir portakalı dilim dilim ayırmakla Anlatılabilir Ama bizim memleketimizde şiir Yazık ki ölümle anlatılır biraz Ölümle anlaşılabilir Olsun, diyeceksin ne çıkar bundan Biz hayatı şiirden Şiiri hayattan özümlemedik mi Ölümde girse araya Sahici aşklar kurmadık mı seninle Tertemiz, dosdoğru aşklar İzmir'de İzmir'in eski rıhtımında Unutmak için şimdilik Kolayca unutulmaz ya İçimizdeki bin dokuz yüz yetmiş bir yazını. Yeni bir yüzmüydü ne Kuru bir bozkırı çıkarıp göğsünden Yeni yazdığı bir şiiri düzeltiyordur Ahmet Oktay Alnını dayayaraktan cama Kalemsiz kağıtşiz yazar çünkü Ahmet Oktay İçinden geldiği gibi Ve mısra çeker durmadan, hafifçe eğri sırtını doğrultarak Nemlenir kimi zaman da gözleri Şiir yürür, şiir sever, şiir içer mi Şiir mi Yürür de, sever de, içer de elbet. Kocaman bir sevgi miydi ne Dünyanın bütün zamanlarını dolaşan Bastırıp gögsüne bozkırın Ey, baksana, diyor, ne biçim kent bu Geçerek caddelerinden Dalarak meyhanelerine Ne biçim kent bu Bilmiyor ki nice insan kolsuzdur Sevgisizliğe, bir sevgisizliğe kullanırlar kolu. Hohlayıp siliyorum iyice Gözlüğümün camlarını Göğe bakıyorum gözlerimi kısarak Güneye gidiyor bir leylek sürüsü Yeni Caminin üstünde Son bir defa daha süzülerekten Erimeye yüz tutuyor kentin pembe kapıları Günbatımı! Günbatımı! yeni konuşmaya başlayan bir çocuğun diliyle Kolumu tutuyor Fethi Naci, şu manzaraya bak, diyor Tam Galata Köprüsünün üstünde Diyor ya, biz alıştık, yüreklerimize bakıyoruz gene de Uykusuz gecelerimize bakıyoruz: onurun uykusuzluğu Susturulmanın Ve gün batımıyla leylek sürüsü Hüzünlü bir görüntüyü akıtıyorlar Nacinin yüzüne Kırılmak ama birlikte Birlikte, ama kırılmamak ve sanki kalplerimiz her yani dökülen bir otobüste Öyle İşte son damlalarını da bırakıyor güneş Karanlık bastiracak neredeyse Tırmaniyoruz Yüksekkaldırımı İyi biliyoruz, sevgimiz de öfkemiz de yalnız bizim olmamalı Güneş çekiliyor iyice Ne manzara kalıyor, ne göğün evlerindeki kızartı Ak bulutlar kara bulutlar Ötede bir bulut yavrusu Bilinmeli, diyoruz yeniden Yeniden başlamalı, yeniden Dostum, görüyorsun ya işte Bozuldu birkere umudun ordusu. Gelsene , diyordu İzmir'deki sevgilim Son mektubunda Kemetaltındaki kahveleri anlatıyordu İnce belli çay fincanlarını Kim bilir, belki de avutmak istiyordu beni Unutup kendi mahzunluğunu O kadar çabuk yeşerir ki, diyordu umut Öyle çabuk çiçeklenir ki Güçtür çünkü, herşeyden daha güç Denize, göğe toprağa karışmış bir kalebentlik Üstelik biliyorsun da Öfkeliyiz, öfkeyse sonuçtur er geç Bir aşk gibi yaşamak gerek öfkeyi Sevginin ağıtıdır bir bakıma Ve bir gün de gelebilir ki sevgilim Kapkara bir davet olabilir kin Zulmün ve tutsaklığın diyeti olabilir Sen bunu bilemezsin Bilsen de şairsin, havalar da, soğudu, kendine iyi bak Ve sakın unutma: sıra öfkenin. Bin dokuz yüz yetmiş bir yazı Yok böyle bir sevgilim benim Ama dayanıklı, ama gözü pek, ama umutla dolu Olunca böyle bir sevgilim olsun isterdim. Elimde bir çanta, şurda burda dolaşıyorum Hep bir yerlere gideceğim sanki Güvercinler konuyor saçlarıma bileklerime Uçuşuyorlar Bir çınar yaprağı düşüyor ayaklarımın dibine Kupkuru Elime alıyorum, çiziyorum üstüne kalbimi Kalbim, diyorum Yorgunsa da, yaralıysa da, hepimizin aşkına sevgili. Edip Cansever |
Bilmez miyim hiç Bilmez Miyim Hiç Bilmez miyim hiç bütün bu sözler ne der ona Bu sözler ve bu sözlerin içinde çırpınan uzaklıklar Dolaşıyorum bir başıma, ortalıkta kimsecikler yok Kıyılar da bomboş, kır yolları da Soluğumu duyuyorum ara sıra, bir onu duyuyorum Duymuyorum belki de, biliyorum yalnızca Ayaklarımın altında yaban naneleri, kekikler Yol kenarında bir kapı, tahta Peki, kim yitirmiş evini, ya da Hangi yitikle yok olmuş o yapı Kimbilir Vuruyorum yokuş aşağı, kıyıya Bir taşın üstüne oturuyorum Ben oturur oturmaz Çıkıyor kuytularından bütün görünümler Ve ufak bir oyun oynuyor bana doğa Alıp alıp götürüyor gözlerimi bıkmadan Kısalıp uzayan bir çift yılan balığını andıran gözlerimi Güneşin şavkından yuvarlanan çakıllara Tam o sıra bir vapur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar taslağı gibi Denize yeni sürülmüs bir tarlaya benziyor, uyanık, diri Ve işin tuhafı bense Alışıyorum gittikçe Her gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma Ürperiyorum bir ara arkamdaki ayak sesinden Ve bu yüzden mi bilmem Durup bir süre çevreme bakar gibi yapıyorum Sürüyle kus havalanıyor defnelerin içinden Sürüyle, evet, hatırlıyorum birden Nicedir unutmuşum saymayı bile günleri Dağılıp gitmişler herbiri bir yana Kuşlar gibi, onlar da Benimse ne gidecegim bir yer Ne de özlediğim bir şey var Öyleyse neden yazıyorum bu sözleri ona Bu biraz sevdaya benzeyen, biraz da sevdasızlığa Böyle gelişigüzel, böyle kırık dökük Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana. Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki Dalıp gidiyorum, düsünüyorum da, saat on iki Bir sigara yakıyorum, bir kağıda bir iki dize yazıyorum Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da Yani tam böyle birşeye benziyor zaman Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan Çıkageliyor sonra, saat on iki. Anlıyorum Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe sevgiyi Yalnızca bunun için uzun Yani sevgiyle de sevebilir insan, sevdayla da Örneğin Bir sevgiyi yontup onarmak için Döğüşmek de sevgidir Ve benim bildiğim kadarıyla Her şeydir bir insan, her şeydir Yalandır kısalığı yaşamın Ve özellikle insan dediğimiz şey İnançlı bir insan soyunun parçasıysa. Sonunda başbasa kalıyoruz gene Başbaşa kalıyoruz doğayla ben İşte az önce yağmur da başladı, cumartesi günlerden On temmuz cumartesi Bir vapur daha kalkıyor iskeleden Ve yağmur hızlanıyor biraz Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak Tam öyle yapıyorum Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru seviyorum. Edip Cansever |
Dönelim Dönelim Dönelim Döndürsün bizi Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan Ve akılda kalan bir yokuştan Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından Ve çocukluktan Dönelim Dönelim mi biz Gençlikten, oralardan Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan Dönelim mi acıya Acıya, büyük acıya Ve soralım mı acaba Ey büyük yalnızlık insansan eğer Bir kaya Dalgalar yalarken onu O bakarken kaskatı kalabalıklara Ah, kalbin bulut bulut akan sesi. Bütünüyle bir semte benziyor Ruhi Bey Binlerce, on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı Kedilerden örülmüş birsemte Ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi Soğuk ve ayakta tutan çelişkileri Bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan Her şeyin, ama herşeyin çok dıştan farkedildiği Eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği Belki de genç bir şairden ödünç laınan. Yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor Ruhi Bey Düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola Nereye gidecek ama, nereye varacak sanki Yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda Oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi Boşvermiş de sanki oyunun kurallarına Üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına Azıcık vakit kalmış Ya da vakit var daha. Ama ne çıkar Gövdenin yazgıya başkaldırması mı Ruhi Beyin Başkaldırması mı yoksa Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı Vaktinde anlamanın sevinci mi Ya da biraz geç kalmanın O gereksiz tedirginliği mi Hangisi Ama belli ki sonundayız her şeyin En sonunda. Edip Cansever |
Bir taş atarsın Bir Taş Atarsın Bir taş atarsın, taş nereye düşerse Mutlaka bir köşebaşıdır Çünkü yüreğin daralmıştır ve kıştır ...Kullanılmamış bir sicim gibidir soğuk ...İşte bak her kestaneciye sapsarı bir köşebaşı kalmıştır. Şimdi bir şamandıra denizin yüzünde Durulmamış bir anı gibi kendini salmıştır. İçimizde birbiriyle konuşan yaprak bolluğu Yalnızlık bir başına kalmıştır. Edip Cansever |
Sevgi Sevgi Nasıl söylesem bilmem, Ve anlatsam ne ile? Bu öyle bir duygu ki Gelmez kaleme, dile... Sen varsın bakışımda, Her nefes alışımda, İçimde ve dışımda, Günahlarımda bile! Gözümde, hayalimde Hiç sorma ki neler var... Sendedir ufukları Ve ancak sana kadar... Dünyayı iki şeyden İbaret bilirim ben; Biri, herşey olan sen! Biri, sen olmayanlar! Enis Behiç KORYÜREK |
Neyiz Neyiz Tarife kalkma bizi; Ne şuyuz, ne de buyuz Adem denen denizi Arayan birer suyuz Döner, kıvrılır fakat Daire olmaz bu hat Ne kadar sürse hayat, O yolun yolcusuyuz. Enis Behiç KORYÜREK |
Ömür Ömür Şen günler bir kırlangıç Gibi vuruyor kanat. Kurulmamış bir saat. Birinde rüya tadı; Biri kan içen cadı. İkisinin de adı: Ömürden bir gün...Heyhat! Enis Behiç KORYÜREK |
Hatıra Hatıra Geçsin günler, haftalar, Aylar, mevsimler, yıllar... Zaman, sanki bir rüzgar Ve bir su gibi aksın... Sen gözlerimde bir renk, Kulaklarımda bir ses Ve içimde bir nefes Olarak kalacaksın... Enis Behiç KORYÜREK |
Bir gelsen Bir Gelsen Her tarafım ateşler içinde Yanıyorum sanki seni düşündükçe Bir mucize olsa bir gelsen İmkansızı aşıp bir gelsen Söndürmek için değil Aşkınla ateşleri körükleyip Kalbimi yakıp kül etmek için Bir gelsen, ah bir gelsen Ensar Aktaş |
Beni bırakıp gitme Beni Bırakıp Gitme Ne olur Bu kış ortasında Soğukta Beni bırakıp gitme Gitme ne olur Üşüyorum Üşüyor, titriyorum Gerçi, Döneceğini bilsem Seni bu karda, kışta Dağ başında Yıllarca beklerim Donana dek beklerim Ama biliyorum ki Dönmeyeceksin Geri gelmeyeceksin Ne olur Beni birakip gitme Gitme ne olur İşte hançer Al öldür istersen Beni ölümden de beter Etme ne olur Ne olur Beni birakip gitme Ensar Aktaş |
Bulamadım Bulamadım Seni ellerimle yolcu ederken Gitme diye haykıracak ses bulamadım Gidişine içim kan ağlıyorken Ardından akıtacak yaş bulamadım Şu gönlüm sevginle öyle dolmuşki Aşkına çekecek rest bulamadım Hasretine dayanmak öyle zormuşki Bağrıma basacak taş bulamadım Ağlamaya razıydım sen yanımda olunca Yokluğunda mutluluğa heves bulamadım Yaşamak neye yarar sen olmayınca Uğrunda vurduracak baş bulamadım Ensar Aktaş |
Ağlayamam Ağlayamam Gittiğin gün beni öldü sandılar Aşkını mezara gömdü sandılar Sel gibi gözyaşı döktü sandılar Bir vefasiz için ağlayamam ben İçimi yalnızlık sarmış olsada Kalbimi hasretin yakmış olsada Gidişin dünyamı yıkmış olsada Bir vefasız için ağlayamam ben Ensar Aktaş |
Acıyla dans Acıyla Dans Hüzzam bir beste bir kulağımda Diğerinde gramofon gıcırtısı Gözlerimde yalnızlığın karartısı Yüreğimse içler acısı Gitmek sana ne kadar yakıştıysa Terkedilmekte bana bir o kadar Şimdi yanağımda duran bir damla yaş Sanki ayrılığa takılmış bir inci alyans Artık ne sen basıyorsun nasırıma benim Ne de ben senin bamteline İki sağ, bir sol, küçük adımlarla yavaş yavaş Meydan bana kaldı, benim başrolde Sarıyor belimden acılar sımsıkı Acıyla dans bu benimkisi Karabasan gibi omuzlarıma çökmese Bir de şu hasret sancısı Ensar Aktaş |
Aşikar Aşikar Şıvgın gözlerindir seni şiar kılan Baygın bakışlarındır beni şikâr yapan Sessizliğim, korktuğumdandır kırmaktan seni Yoksa ölümüne sevdiğim aşikâr değil mi? Ensar Aktaş |
Anormal bir adam Anormal Bir Adam İnsan sevdiği kadar yaşarmış Özlediği kadar severmiş Ben bin yıldır seviyorum seni Ve özlüyorum bin yıldan beri Anormal bir adamım ben Ne sevmeye doyarım Ne de özlemekten bıkarım İster anla, anlama ister-sen Bakma saçlarımdaki aklara Gönlüm henüz onsekiz yaşında Sevilmenin tadına varmadan Vurulupta giderim sanma Kurşun yağdırılsa da deli başıma Sen tarafından... Vuracaksa yüreğin vursun Göğsümün sol tarafından Ensar Aktaş |
Acelem var Acelem Var Acılar, çekilin yoldan Acelem var Düşün yakamdan Hayat çok kısa Daha yapacak çok işim var Denizler kirlenmiş Güneşte lekeler var Bulutlar islenmiş Ayda tutukluk var Sevgiler tükenmiş Yürekte kinler var Saygı da ne imiş Serde bencillik var Nerede menfaat var Hangi işte çok para var Adalet kimlerin elindeymiş Terazi de hileler var Mum gibi eriyip gitmiş Hani nerede insanlar Nerede insanlık Pes ettim doğrusu Ben bu işleri beceremedim Eğri büğrü yolları düzeltemedim Acılar, çekilmeyin yoldan Acelem var Beni ancak ecel paklar Ensar Aktaş |
Görüş Günü Görüş Günü Bu gün görüş günümüz Dost kardeş bir arada Telden tele Mendil salla el salla Merhaba İzin olsun hapisane içinde Seni Senden sormalara doyamam Yarim söner cigaranın ateşi Gitme dayanamam Enver Gökçe |
Ne fayda Ne Fayda Sen benimsin, Ciğerparem, sevdiğim Gülden ağır Söylemem sana Saçlarına Kızıl güller takayım SalIn da gel, Bir o yana Bir bu yana Meğer Müşkil işmiş hürriyet Savunmayla yetmiyor Bir başka sevda Telden Demirden geçsen Mahpusu delsen Ne fayda Enver Gökçe |
Bir alıp satıcı gönül Bir Alıp Satıcı Gönül Düştüm bir öylesi çekilmez derde, Ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu, Ne sır aradım herşeyde, ne gariplik var serde, Ne kara sevda, ne sevmek ne sevilmek arzusu Artık her şarkı dokunur bana bu şehirde. Hasret nedir bilmezken o kadar Şimdi, her an, her yerde gurbetteyim. Çünkü daha görmediğim güzellikler var, Öyle bir yürek koymuşlarki içime neyleyim, Her yere gönlümü vermeden geçemem dostlar! Ben deli miyim bilmem mi neler ettigimi. Bir han köşesinde yatmayınan Kerem diyorlar, Ne tuhaf bu insanlar derdini dökmeyinen Çaresiz derde bulunmaz merhem diyorlar, Ah.. bir alıp satıcı gönlüm var gezer çarşı çarşı, Başım güneşe düşmüş yanmayı öğrenir. Nolur böyle duradursun cama güneşe karşı, Gönül heryerde bir kardeşim güzel heryerde bir.. Enver Gökçe |
Gelmeyen Bahar Gelmeyen Bahar Gel kardeşim, gel beri Hey kurt hey kuş hey börtü böcek Ah gidenler gelir mi geri Açar mı bugün dört bahardır kanayan çicek Demek Daha bizim yaşımızda İnsanlar ölecek. Enver Gökçe |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:29. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk