IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 16 Şubat 2014, 11:57   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Beslenme İle İlgili En Çok Sorulan Sorular ve Cevapları




S- Arkadaşımla aynı diyeti uyguladık, o benden daha fazla kilo verdi, neden?
C- Sağlıklı bir bireyin kilo verme kriteleri yaşına, kilosuna, cinsiyetine,genetik yapısına daha önce diyet yapıp yapmama durumuna göre değişmektedir. Örneğin; hayatı boyunca hiç diyet yapmamış kişi ile çok sık diyet yapıp, sürekli kilo alıp veren kişinin kilo verme hızları farklıdır. Daha önce hiç diyet yapmayan kişi, çok sık diyet yapan kişiye kıyasla daha hızlı kilo verir. Erkeklerin, kadınlara kıyasla vücut kas oranları daha fazla olduğundan, daha hızlı kilo verirler.
Ayrıca dikkat edilmesi gereken önemli bir konu da, eğer ideal kilonuzda iseniz kilo vermenizin daha uzun zaman alacağıdır. Ancak önerim, ideal kilosunda olan kişilerin kilo vermeye çalışmasından çok bu kilosunu korumasıdır.


S- Bitki çaylarının zayıflamaya ve yağları eritmeye etkisi olduğunu duydum doğru mu?
C- Evet, bilinenin aksine bitki çaylarının zayıflamada direkt bir etkisi bulunmamaktadır. Özellikle içerdikleri sinameki, rezene, papatya gibi bitkilerle vücutta oluşan ödemin atılmasına, bağırsak şikâyeti olan kişilerin rahatlamasına yardımcı oluyorlarsa da bitki çaylarının yağların parçalanmasında bir etkisi bulunmamaktadır.


S- Aldığım kaloriyi ne kadar azaltırsam, o kadar çok kilo verir miyim?
C- Günlük almamız gereken kaloriyi çok düşürmek, kilo vermeyi hızlandırmaz. Çok düşük kalorili diyetler uzun süre uygulandığında, vücut bu kaloriye alışır ve metabolizma hızı düşer. Metabolizma hızının düşmesi de günlük harcanan kalorinin azalmasına neden olduğu için kilo verme yavaşlar veya durur. Ayrıca diyet bittikten sonra da verilen kilolar daha hızlı geri alınabilir. Bu nedenledir ki, kontrolsüzce çok düşük kalorili diyetlerin uygulanması önerilmemektedir.


S- Bir öğünde yemek yerine sadece meyve yenebilir mi?
C- Sağlıklı bir diyetin temel prensipleri, kişinin beslenme alışkanlığını revize etmektir. Sağlıklı beslenmenin de temel ilkesi protein, karbonhidrat, vitamin, mineral ve yağ yönünden dengeli olmasıdır. Bu nedenledir ki, meyve dahi olsa tek yönlü beslenmek doğru değildir. Besleme ve diyet programımız temel besin öğelerini içermelidir. Meyveyi asla ana öğün olarak düşünmemeliyiz. Meyveyi öğün aralarında birer porsiyon halinde tüketmeli; bunun yanı sıra incir,muz gibi kalorisi yüksek meyveler yerine, elma, portakal gibi düşük kalorili meyveleri tercih etmeliyiz.



S- Diyette yağı kesmek depo edilen yağların yanmasını sağlar mı?
C- Zayıflamaya yönelik diyet uygulasak da vücudumuzun belirli oranlarda yağa ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın diyetle karşılanmadığı durumlarda vücut, savunma mekanizması olarak karbonhidrat ve proteinlerden yağ sentezler. Ayrıca yağda eriyen vitaminlerin kullanılması için de yağ tüketimi önemlidir.Önerimiz yağ tüketimimizi mümkün olduğu kadar minimumda tutmak ve tüketeceğimiz yağı da zeytinyağı olarak tercih etmektir.


S- Kilo vermek için mucize diyet ve mucize besinler var mıdır?
C- Sanırım her gün yeni bir rejim ismi ile karşılaşır hale geldik, değil mi? Sarı-yeşil rejim, kan grubuna göre rejim, burçlara göre rejim, ananas suyu rejimi ve daha niceleri... Peki, bu rejimlerin bilinçsizce yapıldıklarında metabolizmayı yavaşlatıp kilovermekten çok kilo almaya neden olduklarını biliyor muydunuz? Ya, yavaşlayan metabolizmayı tekrar hızlandırmanın ne kadar güç olduğunu?
Ilık limonlu su, greyfurt suyu, keten tohumu yağları eritmemektedir. Yağları eritmede ve kilo vermede mucize bir besin bulunmamaktır.
Bu sebeple çözümü daha basit ve temel yöntemlerde aramalıyız.Bazı şekerli ve yağlı gıdalardan kaçınarak aldığımızdan daha fazla kalori harcamalıyız ve hareketli bir yaşam sürmeliyiz.. (2)


S- Kilo verme döneminde neleri yemekten kaçınmalıyım?
C-
  • Kızartmalardan
  • Yağlı süt ürünlerinden
  • Kırmızı et
  • Rafine un ve mamullerinden (hamur işi, bisküvi, pasta vb..)
  • basit şeker içeren içecekler
  • basit şeker içeren gıdalardan (reçel,bal,çikolata vb..)


S- Kilo verme döneminde neleri yememde sakınca yoktur?
C-
  • Haşlama, buğulama, fırında yağsız ve ızgarada pişirilen gıdalar
  • Tam tahıl ve mamulleri
  • yağsız süt ürünleri
  • beyaz et (özellikle göğüs kısmı)
  • balık eti
  • sebzeler
  • meyvalar
  • doymamış yağ ihtiyacı için kuruyemişler


S- Kilo vermek için kardio yapıyorum.Bunun yanında ağırlık ta çalışsam kilo vermem durur mu?
C-Cardio yapıyorsanız yapacağınız ağırlık antreman şiddetiniz düşük olmalı hem kas kaybı az olur hemde cardioya katkı sağlar

S- Kilo veremiyorum ne yapmalıyım?

"Sismanim - ama Niye?"
"ne yiyorsaniz, o sunuz" sözü simdi burada gecerli bir sözdür. Cünkü ne yiyorsaniz o sizin hizli bir sekilde sagliginiza etki edecektir ve enerjinizi kontrol edip vücut formunuzu sekillendirecektir. Bir cok diet anlayisi fazla kalori alindigindan dolayi sismanlik vuku buldugunu ve mantikende kaloriyi azaltip(FdH), fazlalik kilolardan kurtulmasi gerektigini aciklamaktadirlar. her gecen gün bilimsel yönlerle aciklanmaya baslanildiki vücuttaki yag ve fazlaliklarin kalori azaltilarak degil, vücuttaki insulin hormonunun aktiflesmesi ile kilo artisi gerceklesmektedir. eger bu yönde cemberi olusturup beslenme programini düzenlerseniz o zaman istediginiz ideal vücut ölcülerine kavusabilirsiniz.

"Sismanligin Faturasi HORMON'dur"
Hepiniz Insulin hormonunu Diabetik alanda bilmektesiniz. Tahmin edildiginden ziyade vücudumuz icinde cok önemli bir hormon türüdür. Yedigimiz fazla yada az besinlerin calkalanma sendromunu izler. Vücut icerisindeki görevi ise: Kandaki sekeri azalip cikmasinda yer alir. Alinan besin maddelerin de dagilmasinda ve görevlerinde Insulinin yeri büyüktür.
Eger Insulin vücudda aktif ise o zaman yaglarin erimesini durdurur. Bundan dolayi yaglari eritmek icin ancak beslenmeyi dengeleyip insulin hormonunun aktif sendromunu degistirerek yaglarin eritilmesinde basari gösterilir.

"Ilk gercek Diet revolusyonu "
Kanada Toronto Üniversitesinden Dr.David Jenkins, 1976 senesinde Glisemik indeksle bir revolusyon gerceklestirdi. beslenmede bilimsel metodla arastirmalarini yapti. Arastirmalar sonucunda Insulin hormonu aktiflestirildi. Buradan beslenme yoluyla bazi glisemik indekslerin sismanlattigini bazilarinin da sismanlatmayip bilakis yag yakmada faydalida oldugunu tesbit etmisti. tesbiti ise su sekile düzenlemistir. Öncelikle glisemik endeksi az olan besinlerle belli bir süre devam edildiginde ortaya yaglarin eridigi ve insulinin azaldigi görülmüstür. Diger tarafdan glisemik endeksi fazla verildiginde rahatca kilo alindigini ve sismanlandigini tesbit etmistir.

"Niye her gecen gün Sismanliyoruz?"
Bugünkü Beslenmemizin cogunlugunu Agir gidalar ve sekerli gidalarin glisemik indeksi yüksek besinler yer aliyor. Bu gidalar ve icecekler hizli bir sekilde kandaki sekeri kuvvetle artiriyor. Vücudumuz burada dagilarak Insulin hormonuyla savas aciyor. Cünkü yüksek oranda sekerin insulin ile nasil dagilip atilacagina hizli bir care bulunmaya calisiliyor. Bu etapda insulin yag depolalarini sonuna kadar aciyor ve fazlaliklari hic ugrasmadan hemen yag deposuna yolluyor. Tüm yag hücreleri aldigi bu görev ile erkek yada bayan olmak üzere belli bölgelere yaglari dagitiyor. Bu etapdan sonra vücutta kan sekeri yine azaliyor. Cünkü ani cikis oldu ve ani düsüs olmustu. Sonrasinda kan sekerinde yine düsüs meydana geldi ve acikma hissini uyandirdi. Böylece acikan sahis tekrar kan sekerini dengelemek icin sekere ihtiyaci vardir. Bu acikmada genelde yine glisemik endeksi yüksek besinler tüketilmektedir. Bu etapdan sonra kan dolasim bastan deverana gidiyor ve biz her seferinde sismanlamaya basliyoruz.

"Ben bir türlü Kilo veremiyorum"
Bazi insanlar vardir cok az yemelerine ragman hala kilo verememektedirler. Bu dogrudur ve mümkündür. Sebeb ise yine yüksek Insulin sorunudur. Bu sahislar gercekten de az yiyorlar kalorilerinini azaltiyorlar ama yedikleri tamamen yanlistir ve yüksek glisemik indeks iceren besinleri tüketiyorlar. Sadeec az miktarlarda alinmasina ragmen bircok kilo sorunu olan sahislarda yüksek insulin seviyesi artmasi ve yag toplanmasi vuku buluyor. Eger cok kücük ögünlerle devamli glisemik indeks orani fazla gidalar alinirsa hic sasirmayin ki kilo almaniz icten bile degil üstelikde büyük bir oranla hayalkirikligina ugramaniz da mümkündür.

" Peki Gercek olan nedir ve ne yapilmalidir?"
Bir cok diet uzmanlarinin ve diet programi yazan ve üreten supplementcilerin planlarina göre bazen 1-2 kilo yu ancak 3-4 ay sonrasinda vermek mpmkün olabilmektedir hatta bazilarida tam tersine bu dietlerde kilo almaktadir.
Bunu önlemek icin Besin maddelerinde karbonhidrat alimini abartmamak lazim ve glisemik indeks iceren yüksek besinlerin diet cetvelinizde yer almamasina özen göstermeniz lazim.
Diet uygulamada öncelikle beslenme ayarlanmalidir. Daha sonra yag eritme adina dogal ürünler tercih edilmelidir. Bunlarin basin L.carnitin+chrom picolinat yer almaktadir. Herkese faydali olmasi dilegiyle.....


S - Düz bir karına sahip olmak için veya vücudumun herhangi bir bölgesinde ki yağlardan kurtulmak için ne yapmalıyım ?
C-
Bunun cevabını size vermeden evvel ana kural olarak bilinmesi ve hiç unutulmaması gereken husus şudur:
"Yalnızca istediğiniz bölgeden kilo kaybetmek hiç bir zaman mümkün değildir."
Erkeklerde yağ, genellikle, bel bölgesinde, kadınlarda ise, kalça bölgesinde depolanır. Belli bir bölgedeki yağı eritmeye yarayan bir egzersiz veya sihirli bir krem henüz ortaya çıkmamıştır. Bu konuda "Liposuction" dışında başka bir estetik müdahale prosedürü de yoktur. Yağlar ilk olarak sözünü ettiğimiz bu bölgelerde depolanır ve en son olarak da bu bölgeyi terk eder.

Düz bir karın ve mide, ya da biçimli kalçalara sahip olmanın yolu, düşük yağ içeren bir beslenmeden ve düzenli aerobik türü çalışmaların, fitness ve vücut geliştirme ile takviyesinden geçer. Mekikler, yan, iç ve arka bacak çalışmaları, diğer vücut kısımları için yapılan form kazanma ve güçlenme egzersizleri, hem mide ve bel bölgesinde, hem de kaslarda ki yağ tabakalarını azaltarak, kalça ve bacakların, mide ve karın kaslarının daha sıkı ve biçimli görünmesini sağlayacaktır.(1)


S - Yağ yakmak için kalp atışımız kaç olmalıdır ?
C - Kalp atışı ( Nabız-HR ), kalbin bir dakikadaki atım sayısıdır. Genellikle sol şakak ya da iç bileğe hafifçe dokunmak suretiyle, belirli bir zaman aralığındaki vuruşun sayılması ile bulunur. Pratikte bilek veya şakak parmakla hafifçe dokunularak 15 saniye süreyle tutulur ve çıkan sayı 4'le çarpılır. Başka bir açıklama ile; sıfırdan başlayarak on saniye içinde kalp atışınızı 10'a kadar saya-bilirseniz, kalp atımınız (HR), dakikada 60 demektir.

Aerobik karakterde bir çalışma sırasında maksimum kalp atım sayınızın (MHR) belirlenmesi, çalışma amaç ve verimi açısından önemlidir. Bu sayı şöyle hesaplanır: 220 - yaş formülü bu hesap için kullanılır. Buna formüle göre 20 yaşındaki bir kişinin, "Maksimum kalp atım sayısı" 200, 50 yaşındaki bir kişinin ise 170 olmalıdır.

Aerobik çalışma sırasında nabzınız (HR); maksimum kalp atım sayınız ( MHR ) x % 50'si ile MHR x % 80'i arasında değişmelidir. Bu aralığa "Faydalı Antrenman Sınırı"(Training Effect Zone) denir. Bu hesaba göre, 20 yaşındaki bir kimsenin nabzı (HR), 100 ile 160 sayısı arasında değişmelidir. Bunun üstünde bir nabız sayısı daha fazla aerobik bir fayda sağlamaz.

Aerobik açıdan ve yağ yakabilmek için en iyi sonuçlar, nabzın (HR), en az 12 dakika aerobik sınırda kalması ile elde edilebilmektedir. Bu süreyi ne kadar uzatır ve çalışma sıklığını da o kadar arttırırsanız, istediğiniz amaca ulaşmanız daha çabuk ve verimli olacaktır.


S - Yağ yakmak için ne kadar süre çalışmalıyız ?
C - Aerobik bir çalışma en azından 12 dakika sürmelidir. Bu süre nabzın, faydalı antrenman sının içinde olduğu zamanı kapsar, ısınma ve soğuma hareketlerinde geçen süre buna dahil değildir. Söz konusu süreyi ve çalışma sıklığını arttırdıkça, istediğiniz hedefe daha çabuk ulaşırsınız.
Burada doğal olarak neden 12 dakika sorusu akıllara gelecektir. Covert Bailey'e göre; bu süre vücudun yağ yakma enzimlerini üretene kadar ihtiyaç duyduğu süredir. Bu sayı değişebilir, ama asıl olan, yağın enerjiye dönüşebilmesi için, vücudunuzun kullanılmasıdır. Bu esasa göre, 5-10 dakika içinde, vücutta yanan yağ yüzdesi artarken, yanan karbonhidrat azalmaktadır.
Burada asıl olan, örneğin 30 dakikalık bir koşudan sonra vücudun daha fazla yağ yakabilmesidir.(1)

S - Kilo vermenin en iyi yolu nedir
C –Kaç kilo olduğunuzla pek fazla ilgilenmemelisiniz. Esas ilgilenmeniz gereken bu kiloların ne kadarının yağ olduğudur. Spor yaparak kilo vermek istediğinizde, kilo kaybınız kas ve su kaybederek olmamalı ve aldığınız toplam kalori verdiğiniz kaloriden daha az olmalıdır. Bunun en verimli ve kalıcı yolu, günlük yaşamınızın bir parçası haline gelecek olan şu üç adımdan geçmektedir.

Bir aerobik çalışma programına başlayın:
Bu yapmaktan hoşlandığınız bir aktivite olmalıdır. Bunun mutlaka bir spor tesisinde bir aerobik gurubuna katılma olması gerekmez. Yürüyüş, bisiklet, yüzme, paten, dans, ip atlama vs.de bunun yerini tutabilir. Kalp atım frekansını arttırabilecek ve faydalı egzersiz sınırında (en az 12 dakika) tutabilecek herhangi bir aktivite de olabilir. Bu çalışmada süre ne kadar uzun olursa o kadar çok fayda sağlarsınız.

Yediklerinizi değiştiriniz:
Daha çok, meyve, sebze, tavuk eti, pirinç, patates yemeniz daha uygun olur. l gr.yağ = 9 kaloridir, l gr. karbonhidrat ya da protein = 4 kaloridir. Bazı yiyecekler için yapılan "% 95 YAĞSIZ" sloganı sizi şaşırtmasın, kalorinin ne kadarının yağdan geldiğine dikkat ediniz. 120 kalorilik bir gıda maddesinin az kalorili olduğu düşünülebilir ama 9 gr. yağ, 5 gr.protein ve 5 gr. karbonhidrat içeriyorsa, bu ürünün % 70'inin yağ olduğu anlamına gelir.
Ayrıca gün boyunca küçük miktarlarda ve sıkça alınan öğünler, metabolizmayı hızlandırarak "Açlığa Mahkûmluk" duygusunu ortadan kaldıracaktır.

Direnç Antrenmanı:
Kaslarınızın belirli programlarla çalıştırılarak hem form ve hem de kuvvet kazanmaları, size aynı zamanda günlük yakmanız gereken kalorinin vücut tarafından daha çabuk ve kolay yakılmasını sağlar. Bu amaçla düzenlenen "Vücut Geliştirme" ve "Fitness " programlan, sizi amacınıza ulaştıran en bilimsel ve sağlıklı yoldur.

S- Göbek yapmadan kilo alınabilir mi?
C- Göbek yapmaktan kasıt yağlanmak olduğu için yağlanmadan kilo almaya çalışacaksınız yani kaslarınızı artırarak kilo alacaksınız demektir.
- öğün sayısını artırın ve gün içine eşit aralıklara yaymaya çalışın.Her 2-3 saatte bir yemeye çalışın
- kan şekerinin hızlı yükselttiğinden ötürü basit şekerden ve işlenmiş karbonhidrattan uzak durun, kompleks karbonhidrat tüketin
- rafine unlu gıdalardan uzak durun , kepekli ve tam buğday ürünlerine yönelin
- yemeklerinizi haşlanmış yada ızgara yemeye çalışın, kızartmalar bol miktarda yağ içerir
- süt ürünlerinden yağı azaltılmış olanları tercih edin
- yağlı kuruyemişler tüketmemeye özen gösterin
- sosu bol yağ içeren yemeklerden uzak durun
- mümkün olduğu kadar beyaz et yiyin, kırmızı eti azaltın
- bol bol vitamin ve mineral kaynağı olan taze sebze, meyve tüketin
- vücuttaki kas kütlesini artırmaya çalışmak için düzenli olarak ağırlık çalışın
- günde enaz 3 lt su tüketin
- yağ oranınızı kontrol altında tutmak için haftada 3-4 gün antreman sonlarında 30 dk. kadar kardio vasküler hareket yapın




S - Kilo Almanın En İyi Yolu Nedir ?
C - Kilo vermek kadar, kilo almak da pek çok insanın amacıdır.
Kilo almak için harcadığınızdan daha çok kalori almalısınız. Bunu en iyi yapmanın ve kiloyu kas olarak korumanın yolu, bilimsel esaslara göre hazırlanmış bir "Vücut Geliştirme" programına başlamaktan geçer. Ancak bu şekilde artan ağırlığınızın "YAĞ" değil" KAS" olmasını sağlayabilirsiniz. Beslenirken de kalori alımını yavaşça arttırıp, ilâve birkaç öğünle gıda alımınızı takviye etmelisiniz. Bu amaç için üretilmiş kilo kazandırıcı doğal gıda maddelerini de (karbonhidrat ürünleri) kullanabilirsiniz. Yediklerinizin yağ değil, protein ve karbonhidrat olduğundan emin olmalısınız. Kendinize zaman tanıyınız, eğer, yılda 5-8 kg.lık kas dokusu kazanabilirseniz bu iyi bir sonuç demektir.


S- Ne yapsam bir türlü kilo alamıyorum.Ne yapmalıyım?

1-Kesinlikle ve kesinlikle spor yapmadan yok gainer larla yok protein tozlarıyla hiçbirşey yapaamaazzzsınızzzzz.Mutlaka beraberinde spor yapmak zorundasınız.Çünkü zaten normal yollarla kilo alabilseydiniz şu an bu durumda olmazdınız.En iyi ihtimalle ki bakın en iyi ihtimal diyorum kilo alırsınız oda şöyle olur.Kendinizi hayal edin incecik bir boyun ince kollar ince bel ve ince bacaklar ve şişen tek yeriniz ancak göbeğiniz olur.Böylede bir vucut ile o hep olmak istediğiniz plajda herkez bana baksın olayı gerçek olur inanın ama sanırım biraz daha farklı....

2-Bir Body Building salonuna yazılın...Çünkü profesyonel desteğe ihtiyacınız var. Olası hareketleri yanlış yapmanız sonucunda vucüdunuzdaki kasların simetrisini bozarsanız her aynaya baktığınızda karşılaşıcağınız manzara iç açıcı olmayacaktır.Kendimden örnek vericek olursam ben kişisel tercih ilk 6 ay salona gittim. Daha sonra fonksiyonel bir bar ve iki dumbell alarak çalışmalarıma evde devam ettim.Yalnız tekrarlıyorum hareketlerin nasıl yapılacağını biliyordum.

3-Evettt ek besinlere ihtiyacınız var dostlarım.Çünkü gerek okul gerekse iş yaşantısı yüzünden kalkıpda öğlen 2 de ağzınıza 2 adet muzu atamayabilirsiniz. İnanın elimde haşlanmış 4 yumurtayla her sabah işe geldiğimde bana takılan çok oldu Yinede her zaman doğal olanı en güzeli fakat birbirimizi kandırmayada hiç gerek yok adam 6 muzu bana 20gr toz halinde sunuyosa param varsa alırım yapıcak hiçbirşey yok kimsede size birşey diyemez. Ben ilk aydan itibaren protein kritik olduğu için protein tozu glutamine multivitamin ve creatine kullandım. Bunların hiçbir yan etkisi yok tabii dozu aşmadığınız sürece.3 ay sonrada düşük amino 1000 kullanmaya başladım.Sonra sonra 1500 e geçtim.Paranız çoksa bunların yanında bir weight gainer alabilirsiniz.Megamass 4000 için çok iyi diyorlar ben kendim kullanmadığım için birşey söylemek istemiyorum.

4-Son olarak tavsiyem yağ olarak değil kas olarak kilo almanız. Bakın bu çok daha zordur.Yılda 8kg kas kazanabilen birisi başarılı sayılır. Ayrıca yağ olarak alıcağınız her kilo vücüdunuzdan kolayca geldiği gibi kolayca gitmeye hazırdır.Ama kas kolay kolay sizi terketmez.Ancak protein alamıcaksınız vücud bunları kaslarınızdan emicek yani katabolik etki olucak ancak yavaşca ericeksiniz.Buda çok zor.

Ben o sekiz kiloyu alırken cidden bir yerlerimden terler aktı bakmayın yazın 3 ay hiç çalışmadım çünkü aşırı sıcakta kilo vermek istemedim. Şu 2 haftada tekrar başladım amacım sadece 75 e ulaşıp göze hoş gelen bir görüntüyle bırakmak. Uygun kıyafet bulamamak giydiğinin yakışmaması plajlarda sıkıntıyla gezmek. Bunların hepsini bende yaşadım gerçekten hoş değil ve bu bahsettiklerimi ancak zayıf olanlar anlayabilir. Herkez birşeyler söyler doğru yada yanlış. Ben sadece başımdan geçenleri ne yaptığımı ne kullandığımı paylaşmak istedim.Umarım birileri için yardımcı olmuş olurum.Çünkü gerçekten çok araştırdım,uğraştım.

S - Günde ne kadar protein almalıyım?
C- Kilonuz başına, kas oranınızada bağlı olmak üzere en az yaklaşık 1,5-2 gr protein almalısınız.Bu değer definisyon dönemlerinde yada yoğun antreman dönemlerinde kontrollü bir şekilde artırılabilir.Verilen bu değerler vücut geliştirme ile ilgilendiğiniz dönemler içindir.Vücut geliştirme ile ilgilenmiyorsanız bu miktarlara çıkmayınız.

S- Günde ne kadar karbonhidrat almalıyım?
C- Kas kütlesi kazanma dönemlerinde harcanan kaloriden fazla alınması mantığı ile kilo başına 4-6 gram arası karbonhidrat tüketilmesi tavsiye olunur.Definisyon dönemlerinde özellikle düşük karbonhidratlı diyetlerde günlük kilo başına 1-2 gr.a kadar indirilebilir.


S- Antreman öncesi öğünüm nasıl olmalı?
C-Antremandan 1,5-2 saat kadar önce uzun süre enerji verebilecek kompleks karbonhidrat içeren gıdalar mutlaka öğüne dahil edilmelidir.öte yandan günlük ihtiyacımız olan protein,vitamin,mineral,yağdan bu öğüne düşen miktarda yer verilebilir.


S - Antrenmandan Önce mi Sonra mı Yemeliyiz ?
C - Antrenman sırasında mideniz boş yada boşa yakın olmalıdır. Çalışmanız için kaslarınızın kana ihtiyacı vardır. Bu nedenle sindirim sırasında, herhangi bir aktivite yapılmaması sağlık açısından gereklidir. Hem sindirim hem de kasların kan ihtiyacı için, kalbinizi kan pompalamaya zorlamamanız iyi bir çalışma ve kalp fonksiyonları bakımından dikkat edilmesi gereken bir husustur. Yemekten sonra çalışmaya başlamak için geçmesi gereken sürenin en az 90 dakika olması şarttır. Ancak, çok uzun süreli açlık da, anî şeker düşmesi, yorgunluk, baş dönmesi vs. gibi sıkıntılara yol açabilir.


S- Antremandan hemen sonra nasıl beslenmeliyim?
C- Antremandan hemen sonra kaslardaki glikojen depolarını en hızlı bir şekilde doldurmak ,kas yıkımını durdurmak için önemli etkenlerdendir.Bu sebeple kan şekerini hızlı yükselten ve kana hızlı karışan basit şeker ihtiva eden sıvılar tercih edilmelidir..Öte yandan bozulan elektrolit dengesini sağlamak içinde çeşitli mineraller içeren sporcu içecekleri tercih edilebilir.Her nekadar antremandan hemen sonra katı gıdalara başvurmamak ve kaslardaki kanı mideye toplamamak daha doğru olsada potasyum ihtiyacını karşılayarak kas yıkımını engellemek için hemen sonra olmamak kaydıyla muz tercih edilebilir.

S - Ağırlık Çalışmaları İçin Daha Fazla Protein mi Gereklidir ?
C - Protein alımı, toplam kalorinizin % 12 - 15'i kadar olmalıdır. Eğer bu protein miktarı ile kas kütlesini arttıramıyorsanız, genetik olarak protein ihtiyacınız, bir vücut geliştirmeciden daha yüksek demektir. Bir diğer neden antrenmanlara yeni başlamış olmanızdır. Bu durumda daha çok proteine ihtiyacınız olacaktır. Fakat bir duraklama noktasına (plato) eriştiyseniz, vücut ağırlığınızın kilogramı başına 0,8 ile 1.0 gram protein almanız yeterli olacaktır. Bazı araştırmalara göre, gelişme döneminde protein alımının vücut ağırlığının kg.'ı başına 1 ,5 ile 2,0 gram sının arasında tutulması tavsiye edilmektedir. Fakat bu tür bir protein alımı bile toplam kalori miktarının %12 - 15'inin üzerine çıkmamalıdır.
Kas, yağ hücrelerine benzer. Kas hücrelerindeki protein yada adi poz hücrelerindeki yağ, genetik maksimum sınıra ulaşır ulaşmaz, fazladan alman protein veya karbonhidrat bu hücreleri büyütmeyecektir.
Bu noktada steroid veya geliştirme için hormon kullanmak, kas gelişimi için gereken protein miktarını düşürmektedir. Bu da, daha sonra doping konusunda göreceksiniz, bunları kullanan sporcuların maruz kaldıkları tehlikelerden sadece birisidir.

S- Muz kompleks karbonhidrat mıdır, basit karbonhidrat mıdır? Antremandan sonra tercih edilmesinin sebebi nedir?
C- Muz , makarna pirinç gibi kompleks karb.lara göre daha kolay sindirilse de glikemik indexi düşük olduğundan kana geç karışır ve uzun süre enerji verir.Bu sebeple basit karbonhidrat olarak değerlendiremeyiz.Antremandan sonra alımının sebebi glikojen depolarını hızlıca doldurmak değil kas yıkımını önlemek amacıyla potasyum ihtiyacını karşılamaktır.

S- Karbonhidrat ve proteinin beraber alınmasında bir sakınca var mıdır?
uzmanlar dediğin gazete köşelerinde yazan,ünlülerin ve şöhretlerin gittiği zayıflama çiftliklerinin sahipleri ve benzerleriyse ,bunun için uzun uzadıya yorum yapmaya gerek yok..bu adamlar ve hitab ettikleri kesim,sabahtan akşama yatan ve yaptığı en ağır aktivite evden otobüs durağına yürümek olan insanlardır..hal böyle oluncada aldıkları kiloların sorumluluğunu üstlenecek bir günah keçisi bulurlar..ondan sonra vay efendim etten uzak durmalıymışız ,karbonhidratlardan kaçınmalıymışız,proteinlerle karbonhidratları bir arada almamalıymışız vs...varsa bu durumu kanıtlayan bir olay buyursunlar ortaya koysunlar..böyle bir olayın gereçekliği olmadığı gibi tamamen yanlış olduğunuda söyleyebilirim..en azından sporcular için..farzedelimki eğer bu olay doğruysa ozaman içeriğinde karbonhidrat ve proteini hemen hemen eşit miktarlarda bulunduran süt,tamaıyla doğanın büyük bir yanlışlığıdır..bu mantığa göre süt yağ yapar..asıl yağ yapan hareketsizliktir,metabolizma hızıdır..bu insanların hareketli yaşam ve sportif aktivitelerde bulunmaları işlerine gelmediği için bu tip teoriler ortaya koyarlar..neden bu tip teoriler ortaya koyarlar?çünkü siz sabahtan akşama yatmaya alışmış bir insana ,zayıflamak için karbonhidratlarla proteinleri ayrı bir öğünde almalarını mı söylerseniz o kişye daha cazip gelir yoksa zorlu sportif aktivitelerde bulunmalarını söylerseniz ona daha cazip gelir..tabiki gününün çoğunu televizyon başında oturarak gecirmeye alışmış bir insana karbonhidratlarla proteinleri ayırmak daha uygun gelecektir..son olarak söyleyeceğim karbonhidratlarla proteinleri çekinmeden aynı öğünde alabilirsiniz..karbonhidrat alımıyla artan insülin hormonundan bu şekilde faydalanabiliriz..insülin çok güçlü bir anabolik hormondur..max. ulaştığı anda kanda mevcut ne varsa kaslara taşır.bunun dışında alınan proteinlerin vücutta daha etkin bir şekilde kullanılması içinde karbonhidratlara ihtiyaç vardır..çoğu karbonhidrat kaynağı bitkisel protein bakımından zengindir. makarna,pirinç,fasulye vs. ..hayvansal prıoteinlerle birlikte alınan btikisel proteinlerin içerdiği aminoacidler hayvansal kaynaklı proteinlerin içerdiği aminoacidleri tamamlayarak daha zengin bir protein çeşidi oluştururlar... işte bu iki besin maddesinin beraber alınmasının avantajları bu şekilde sıralanabilir..

S- Gece yemesi sendromu nedir?

Gece yemesi sendromu yeme bozukluklarının en gencidir. İlk kez 1955 yılında sabahları tokluk hissi, aksam hiperfajisi yani günlük kalori tüketiminin yarısından fazlasının tüketimi ve uykusuzluk üçlemesinden oluşan bir sendrom olarak tarif edilmiştir. Geçmişten günümüze doğru yapılan araştırmalarla tanım ve tedavide gelişmeler kaydedilmiştir. Gece yeme sendromunun görülme sıklığı kilo ile birlikte artış göstermektedir.

Gece yemesi bozukluğunun tipik karakteristik özellikleri vardır; Bunlar:

-Genellikle sabah kahvaltısında iştah yoktur ve açlık hissedilmez. Uyandıktan saatler sonra ilk öğün yenilir.

-Akşam yemeğinden sonra günlük kalori ihtiyacının %50'sinden fazlası tüketilir. Gece uyanılır ve bilinçsiz biçimde mutfağa gidilerek atıştırma yapılır.

-Bu durum iki aydan fazla haftada en az üç gece sürer ve sık uyanmalar sırasında yüksek kalorili atıştırmalar yapılır.

-Gece yemelerine gerginlik, kaygı ve suçluluk hisleri eşlik eder.

-Gece yemesi sendromu strese bir yanıt olarak düşünülmektedir ve genellikle depresyonla birlikte görülür. Özellikle akşam saatlerinde bireyler gergin, ajite ve sinirli hissederler.

-Uykuya dalmakta veya sürdürmekte zorluk çekerler.

-Tercih edilen atıştırmalar karbonhidrat ve şeker ağırlıklıdır.

-Bu tip bir yeme davranışı kişiye suçluluk ve utanç duygusu yaşatır.

Gece yemesi sendromu henüz resmi olarak bir yeme bozukluğu olarak tanımlanmamıştır. Altında yatan nedenler araştırılmaya çalışılmaktadır ve tedavi planları hali hazırda geliştirilmektedir. Gece yemesi sendromunun biyolojik, genetik ve duygusal faktörlerin bir kombinasyonu olduğu düşünülmektedir.

Bir teoriye göre bu problemi yaşayan kimseler tanımlanmış ya da gizli bir stresin etkisindedir. Gece yemesi sendromunun stres ile ilişkili olduğunu doğrular bir şekilde başka çalışmalar da gece yemesi olanların, kortizol düzeyinin yüksek olduğunu göstermiştir. Bu teoriye göre gece oluşan yeme atakları bu hormonun üretimi yavaşlatmak için bedenin yaptığı bir savunmadır. Bu açıklama kabul veya ret edilmeden önce stresin gece yemesi sendromunu tetiklediği ve stres azaltma programının bu kişilere yardım ettiği göz önünde tutulmalıdır.

Araştırmalar ayrıca gece yemesi olanların yiyecek seçimlerin de odaklanmıştır. Ağırlıklı tercih beyindeki iyi hissetmeyi sağlayan kimyasalların arttıran karbonhidrat yönündedir. Bu seçim bedenin bilinçsiz bir kendi kendini tedavi etme yöntemi olarak düşünülmektedir.

Gece yemesi sendromu probleminiz varsa, ilk olarak bir sağlık uzmanına başvurarak detaylı bir inceleme yaptırmalısınız. Ayrıca yeme bozuklukları ile çalışan bir psikolog ve günlük kalori tüketiminizi düzenlemek için diyetisyen yardımı almalısınız.

S- Sütü pastorize mi , çiğ mi tüketmeliyiz?

Şimdi batı diyetinde en çok tartışmaya konu olmuş ve yanlış anlaşılmış kısma geldik.

Doğulular ve Afrikalılar geleneksel olarak, müshil amaçlı kullanımı hariç sütten uzak durmuşlardır. Ama batı dünyasında insanlara hayatları boyunca her gün süt içmeleri söylenir.

Doğaya baktığımızda, yavruların diğer yiyeceklerle sütten kesildiği zamana kadar yalnızca sütle beslendiğini görürüz. Sütün sindirimini sağlayan laktaz enziminin, ergenliğe geçişle birlikte insan sisteminden kendiliğinden yok olması; yetişkin insanların süte besin olarak kaplanlardan ya da şempanzelerden daha fazla ihtiyacı olmadığını gösteriyor.


Süt, çiğ olarak tüketildiğinde tam protein besin olmasına rağmen yağ da içerdiği için kendinden başka bir besinle zor karışır. Buna rağmen günümüzde yetişkinler diğer yiyecekleri devamlı soğuk sütle "yıkarlar". Süt mideye girdiğinde hemen kesilir ve mevcut başka bir yiyecek varsa kesilmiş süt tanecikleri diğer yiyecek taneciklerinin etrafında pıhtılaşır, onları
mide özsularından yalıtırak sindirimi geciktirir, çürüme başlangıcına ortam sağlar. Bu yüzden süt tüketimi ile ilgili ilk ve en önemli kural şudur: "Ya tek başına iç, ya da içme."


Bugün süt, içindeki doğal enzimleri yok eden ve nâzik proteinleri değiştiren pastörizasyonun her yerde uygulanması yüzünden, daha da sindirilemez hâle gelmiştir.

Çiğ süt, sütün sindirimini sağlayan laktaz ve lipaz aktif enzimlerine sahiptir. Canlılığını yitirmiş laktazı ve diğer aktif enzimleri içeren pastörize süt, yetişkin mideler tarafından gerektiği gibi sindirilemez.

Şişeyle beslenen bebeklerin yaşadığı karın ağrısı, pişik, solunum rahatsızlıkları, gaz ve diğer rahatsızlıkların da gösterdiği gibi çocuklar bile bu konuda sıkıntı çeker. Enzimlerin eksikliğinin ve hayâtî proteinlerin değişmesinin, sütteki kalsiyumu ve mineral elementleri erittiği de kuşku
götürmez.

1930'larda Dr. Francis M. Pottenger, pastörize ve çiğ sütle beslenmenin 900 kedi üzerindeki etkilerine ilişkin 10 yıllık bir çalışma yürüttü. Bir grup yalnızca çiğ süt alırken, diğer grup aynı kaynaktan alınan pastörize sütle beslendi.

Çiğ süt içen grup kuvvet bularak büyüdü, hayatı boyunca sağlıklı, aktif ve canlı kaldı ama pastörize sütle beslenen grup kısa süre sonra durgun, sersem ve normalde insanlarla ilişkilendirilen kalp krizi, böbrek yetmezliği, tiroit bozukluğu, solunum rahatsızlıkları, diş kaybı, kemik zayıflığı, karaciğer iltihabı gibi kronik yozlaştırıcı rahatsızlıklara karşı savunmasız hâle geldi.

Ama Dr. Pottenger'in en çok dikkatini çeken ikinci ve üçüncü nesillere olanlardı.

Pastörize sütle beslenen grubun yavrularının hepsi pastörize sütten kalsiyum emiliminin olmadığını gösteren zayıf ve küçük dişler, kalsiyum eksikliğinin açık ifadesi olan güçsüz kemiklerle doğdular.
Çiğ sütle beslenen grubun yavruları ebeveynleri gibi sağlıklı kaldı.

Pastörize sütle beslenen grubun üçüncü kuşak yavrularının birçoğu ölü doğarken,
kurtulanlar ise kısırdılar ve üreyemiyorlardı. Çiğ sütle beslenen grup soyunu
sürdürürken, pastörize sütle beslenen grupta dördüncü nesil olmadığı için deney bitmek durumunda kaldı.

Eğer bunlar pastörize sütün zararlı etkilerinin yeterli kanıtı değilse, ticârî süt endüstrisinin kabul etmekten tiksindiği, kendi annelerinden alınan pastörize sütle beslenen buzağıların genellikle 6 hafta* içinde öldüğü gerçeğini dikkate alın.

Çiğ sütün lehinde, pastörize sütün aleyinde bulunan bu gibi bilimsel kanıtlara ve yirminci yüzyılın başlarına kadar insan türünün çiğ sütle beslendiği gerçeğine rağmen bugün Amerika'da birkaç eyalet hariç çiğ süt satmak yasal değildir.

Doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış süt, insan ömrünü uzatmada hiçbir fayda göstermezken; sütü pastörize etmek raf ömrünü uzattığından süt endüstrisi için daha kârlıdır. Dahası, pastörizasyon hepsini olmasa da bazı tehlikeli mikropları öldürerek sıhhî olmayan mandıralardaki hasta ineklerden alınan sütü göreceli olarak "zararsız" hâle getirir ve bu da süt endüstrisinin mâliyetlerini azaltır.



Dr. Pottenger'in pastörize sütle beslenmiş kedilerinin kısırlaşması ve gücünü yitirmesi için yalnızca üç kuşak geçmesi yeterli olmuştur. Amerikalıların ve Avrupalıların neredeyse aynı sayıdaki kuşağı pastörize sütle beslenmiştir. Bugün, kısırlık Amerikan çiftleri için başta gelen sorunlardan biriyken; kalsiyum eksikliği de öyle yayılmıştır ki,
Amerikalı çocukların yüzde doksanı kronik diş çürümesi sorunuyla karşı karşıyadır.

İşin daha kötüsü, şimdilerde kaymağının ayrılmasını önlemek için süt "homojenize" ediliyor. Bu, yağ moleküllerinin sütün geri kalanından ayrılmayacağı noktaya kadar mayalanmasını ve öğütülmesini gerektiriyor. Ama aynı zamanda bu durum, süt yağının küçük parçacıklarının ince bağırsağın duvarından kolayca geçmesine izin vererek, doğal niteliğini kaybetmiş yağ ve kolestrolün vücut tarafından emilme miktarını büyük oranda arttırıyor.

Aslında homojenize sütten, saf kremadan aldığınızdan daha fazla süt yağı alırsınız!
Kemik erimesi rahatsızlığı olan kadınların pastörize süt ürünleri ile ilgili gerçekleri dikkate almaları gerekir. Doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış bu süt, bu durumu önlemek için yeterince kalsiyum sağlamaz.


Büyük miktarlarda pastörize süt ürünleri tüketen Amerikalı kadınlar, dünyanın en yüksek sayıdaki kemik erimesi vakalarından muzdariptirler.


Örneğin, çiğ lahana; herhangi bir miktar pastörize süt, yoğurt, çiftlik
peyniri veya doğal niteliği bozulmuş diğer süt ürünlerinden daha fazla
kalsiyum sağlar.

Kuzey Dakota'nın Grand Folks şehrindeki İnsan Araştırma Merkezi'nde yapılan
yeni çalışmalar gösteriyor ki, boron elementi kalsiyumun besinlerden emilmesinde ve kemik yapımında kullanılmasında temel bir role sahiptir.

Daha da dikkate değer bir nokta şudur: Yeterli miktarda boron verildiğinde kadınların kanındaki östrojen seviyesi, Batı'da kemik erimesine karşı genel bir geçici önlem olan östrojen yenileme terapisine duyulan ihtiyacı ortadan kaldırarak, iki katından daha fazla arttı. Boronu nereden bulabiliriz?
Özellikle elma, armut, üzüm, fındık, lahana ve diğer lifli sebzeler gibi kasiyumu da bulduğumuz taze meyve ve sebzelerden. Doğa zaten ihtiyacımız olan hayâtî besin kaynaklarının tümünü birbirini tamamlayan şekilde bolca sağlamıştır ama insan onları öldürene kadar pişirmekte ve işlemekte ısrar eder ve sonra diyetinin neden "işe yaramadığını" düşünür durur.

Yetişkinler harika bir besin olan çiğ sütü temin edemedikleri sürece, günlük diyetlerinde yer alan sütü yeniden gözden geçirmelidirler.

Çocukları "güçlü ve sağlıklı" büyüsünler diye pastörize sütle tıka basa doldurmak düpedüz deliliktir, çünkü en basitinden, onlar içindeki besinleri ayrıştıramazlar.

Aslında, doğal niteliğini yitirmiş süt ürünleri, bağırsakları tabaka tabaka balçık gibi çamurla tıkayarak organik besinlerin emilimine engel olduğundan; erkekler, kadınlar ve çocuklar diyetlerindeki tüm pastörize süt ürünlerini çıkarmalıdırlar.


İnek sütü buzağılar içindir ve bebekler de sütten kesilene kadar anne sütüyle beslenmelidir. Doğa her iki tip sütü ve sindirim sistemini buna göre tasarlamıştır.

Anne ineğin pastörize sütü ile beslenen buzağıların genellikle 6 hafta içinde öldüğü bilimsel olarak belgelenmiştir ki, bu da pastörize inek sütünün buzağı için olduğu gibi, insan için de sağlığa yararlı ve hayat veren bir besin olmadığını gösterir. Buna rağmen, yetişkin insanlar doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış bu salgıyı hem bebeklerine içirirler hem de kendileri tüketirler.

İnek sütü, insan sütünün 4 katı protein ve sadece yarısı kadar karbonhidrat içerir. Pastörizasyon, inek sütünün içinde bulunan yoğun proteinin sindirilmesini sağlayan doğal enzimi yok eder. Böylece; bu fazla süt proteini, bağırsakları çamurla tıkayarak, insanın sindirim yolunda çürür.

Bu çamurun bir kısmı kana sızar. Süt ürünlerinin günlük tüketimleriyle bu kokuşmuş çamur biriktikçe, vücut çamurun bir kısmını deriden (sivilce, leke ile) ve ciğerlerden (nezle ile) dışarı atarken kalanı içeride iltihaplanır, enfeksiyonlara sebep olan mukoz oluşturur, alerjik tepkilere yol açar, eklemleri kalsiyum tortularıyla sertleştirir.



Kronik astım, alerji, kulak enfeksiyonları ve sivilcenin birçok çeşidi süt ürünlerini diyetten çıkarmakla kolayca iyileştirilebilir.

İnek sütü ürünleri özellikle kadınlar için zararlıdır. Süt kadınların vücudundan dışarı akmalıdır, içeri değil. Pastörize inek sütünün kadınları güçten düşüren etkileri, süt üretimini arttırmak için ineklere enjekte edilen sentetik hormonlarla daha da şiddetlenir. Bu kimyasallar titizlikle dengelenmiş dişi endokrin sistemine çok zarar verir. Besin ve İyileşme (Food and Healing) adlı kitabında besin terapisti Anne Marie Colbin süt ürünlerinin kadınlar için yarattığı felaketi şöyle açıklar: "Süt, peynir, yoğurt ve dondurma gibi süt ürünlerinin tüketimiyle; yumurtalık tümörünü ve kistlerini, vajinal akıntıları ve enfeksiyonları da kapsayan dişi üreme sistemindeki çeşitli hastalıklar
kuvvetle bağlantılıdır. Bu bağlantının, süt ürünlerinin tüketimine son verdiklerinde problemlerin azaldığını veya yok olduğunu bildiren tanıdığım sayısız kadın tarafından defalarca doğrulandığını görüyorum. Lifli tümörlerin geçtiğini veya dağıldığını, rahim kanserinin durduğunu, ade üzensizliklerinin düzeldiğini duyuyorum. Kısırlık bile bu
yaklaşımla birkaç örnekte ortadan kalkmış görünüyor." Birçok kadın ve erkek, doktorları iyi bir kalsiyum kaynağı olduğunu söylediği için süt ürünleri tüketiyor. Bu bâtıl bir tavsiyedir.

Doğrudur, 100 gramında 33 gram kalsiyum bulunan insan sütü ile karşılaştırıldığında, inek sütü her 100 gramında 118 mg kalsiyum içerir.

Ama ayrıca, inek sütü 100 gramında insan sütünde 18 mg bulunan fosfordan 97 mg içerir. Fosfor, sindirim yolunda kalsiyum ile birleşir ve aslında kalsiyumun emilimini önler.

New York Devlet Üniversitesi tıp merkezinin pediatri bölüm başkanı Dr. Frank Oski şöyle diyor: "Yalnızca Kalsiyum-Fosfor oranı 2-1 olan besinler temel kalsiyum kaynağı olarak kullanılmalıdır. İnsan sütünün oranı 2.35'e 1, inek sütününki yalnızca 1.27'ye 1. İnek sütü ayrıca 100 gramında 16 mg sodyum içeren insan sütü ile karşılaştırıldığında 50 mg sodyum içerir, yani süt ürünleri muhtemelen modern batı dünyası diyetinin en yaygın aşırı sodyum kaynaklarından biridir."

Bununla beraber, inek sütü daha iyi sindirilen ve sağlığa yararlı olan diğer besinler kadar iyi bir kalsiyum deposu değildir. 100 gramında 118 mg kalsiyum bulunan inek sütünü diğer besinlerin 100 gramı ile karşılaştırın:
Badem (254 mg), brokoli (130 mg), kıvırcık lahana (187 mg), susam tohumu (1,160 mg), bir tür su yosunu olan kelp (1,093 mg) ve sardalya balığı (400mg).

Kemik erimesine gelirsek, bunun daha çok beslenmedeki kalsiyum eksikliğinden değil, özelikle şeker gibi kemiklerden ve dişlerden kalsiyumu süzen beslenme etkenlerinden kaynaklandığını görürüz.

Şeker, et, rafine nişasta ve alkolün tümü, kanda sürekli bir asit ortamı yaratır ve asidik kanın kemiklerden kalsiyumu çözdüğü bilinir. Osteoporozu düzeltmek için en iyi yol, yukarıda belirtilen süt ürünü haricindeki kalsiyumca zengin besinleri tüketirken aynı zamanda kemiklerden kalsiyum çalan asit arttırıcıları diyetten çıkarmaktır. 3 mg boron minerali takviyesinin de kemiklerin kalsiyumu emmesine ve tutmasına yardım ettiği
görülür.



Geleneksel Çin tıbbı açısından bakarsak, süt bir çeşit "cinsel öz"dür. İnsan türünün başka bir türün cinsel özünü içmesi özellikle kadınlar için sadece hastalığa yol açar, çünkü içerdiği hormonlar insanın endokrin sisteminin hassas dengesini bozar. Eğer süt ürünleri içmekte ısrarlıysanız, en iyi tercihiniz insan sütünün besinsel karışımına ve dengesine yaklaşan keçi sütü olmalıdır. İnek sütünden yapılmış yegane tehlikesiz ürünler sindirilebilen bir yağ olan taze tereyağı, laktobakteri tarafından sizin için önceden sindirilmiş taze mayalanmış yoğurttur. Ama bunlar bile mâkul ölçülerde ve mümkünse çiğ, pastörize olmayan sütten yapılmış olmalıdır.

S - Yumurta yemek kolestrolü yükseltir mi?

Yumurta, kolesterol konusunda en çok suçlanan besinlerden biri Suçlanan yumurta akı değildir. Ama yumurtanın sarısı, en yoğun kolesterol kaynaklarından biri olarak ateş altındadır. Belki de, son buluşların ışığında cümleyi "ateş altındaydı" diye değiştirmek gerekiyor.

Kolesterol tartışmalarının ilk başladığı günlerde, yumurta sarısı baş suçluydu. Ama son zamanlarda aksi yönde görüşler belirdi. Haftada iki yumurta yenebileceği söylenmeye başladı.

Acaba son gelinen nokta neresidir? Sizin için araştırdık.

F. B. Hu ve arkadaşları, 1999'da JAMA'da (Amerikan Tıp Cemiyeti Dergisi) yayınladıkları makalede(1), onbinlerce kişide, kalp ve damar hastalıklarıyla yumurta tüketimi arasındaki ilişkiyi incelediler. Haftada birden az yumurta yiyenlerle, daha fazla yiyenler, yıllar boyu izlendi ve iki grupta koroner kalp hastalığı ve inme (felç) oranları karşılaştırıldı. Kadınlarda da erkeklerde de, yumurta tüketimi alışkanlığı ile bu iki hastalığa yakalanma oranı arasında anlamlı bir bağlantı bulunmadı. Yalnızca, çalışma dışında tutulan, şeker hastalıklı erkeklerde, haftada birden çok yumurta yiyenlerde, daha az yiyenlere göre koroner kalp hastalığı riskinin iki katına çıktığı belirlendi. Aşağıdaki tablo, çalışmanın sonuçlarını özetlemektedir.

Tabii ki, buradan tereyağda kızarmış sucuklu-pastırmalı yumurta yemenin zararsızlığı gibi bir yargıya varmamak gerekir. Kolesterolün zararı, daha doğrusu kötü dediğimiz LDL kolesterolün zararı su götürmez bir gerçektir. Fakat LDL kolesterol kalp-damar hastalıklarına yol açarken "iyi kolesterol" dediğimiz HDL kolesterol, bu hastalıklara yakalanma riskini azaltmaktadır. Aldığımız besinlerde yalnız LDL kolesterol(kötü kolesterol) bulunmaz. Kolesterollü yiyeceklerin bazıları, kötü kolseterolün yanında bize HDL kolesterol dediğimiz iyi kolesterolü de sağlar.


Bir başka çalışmada (2), günde bir yumurta fazla yemekle, toplam kolesterolün 0,111 mmol/L, LDL (kötü) kolesterolün 0,100 mmol/L, HDL (iyi) kolesterolün 0,016 mmol/L ve toplam kolesterolün HDL kolesterole oranınının 0.041 ünite arttığı ve HDL kolesterolün, LDL kolesterole oranının ise yüzde 1,1 azaldığı hesaplandı. Anlaşılacağı gibi, yumurtayla hem iyi, hem de kötü kolsterolümüzü yükseltiyoruz. Bu veriler, koroner kalp krizinde yüzde 2'lik küçük bir artışa karşılık gelmektedir.


Sözün kısası, artık yumurta yemenin eskisi kadar ürkütücü olmadığını söyleyebiliriz. Aldığımız toplam kolesterolden daha fazla önem taşıyan şeyler var: Toplam yağ tüketim miktarımız ve bunların ne kadarının doymuş ve ne kadarının doymamış yağlardan oluştuğu gibi...

Sonuç olarak

Beslenmemizde kolesterolden çok, toplam yağ miktarı ve doymuş yağ asitleri oranına dikkat etmemiz gereklidir. Düşük yağlı diyet tüketen sağlıklı bireylerde her gün bir yumurta tüketiminin sakıncası yoktur.


Eğer kişide kolesterol metabolizması bozukluğu yoksa yeterli ve dengeli olarak tüm besin gruplarını tüketiyorsa ideal vücut ağırlığı koruyorsa, fiziksel olarak aktif ise ve sigara kullanmıyorsa, yumurtanın yüksek kolesterol içeriğinden dolayı endişe duyulmasına gerek yoktur.

S- Makarna kilo aldırır mı? Kompleks karbonhidrat mıdır? Besleyici midir?


Aslında sağlık sitelerinden böyle peşpeşe hazır konu eklemek pek tarzım değil ama bugün google da yağ yakımı ****olojisi için araştırma yaparken rastladığım bir sitedeki bilgiler oldukça faydalı ve bilimsel geldi..bu yüzden birkaç konuyu forumda derleyip yayınladım..

Makarna hakkında bilinmesi gerekenler ;

Sporcu beslenmesi deyince akla ilk gelen yemeklerden biri şüphesiz makarna. Türkiye Makarna Sanayicileri Derneği’nin (evet böyle bir dernek var) 2006 sektör raporunda verdiği tarife göre makarna durum buğdayından elde edilen irmiğin su ve bazı zenginleştirici maddeler ile karıştırılması ve istenilen biçimler verilip kurutulması suretiyle elde edilen yarı hazır gıda maddesi. Makarna buğdaydan elde edilen besinler arasında ekmekten sonra ikinci sırada gelmekte. Kitabına göre yapılması gerekiyorsa makarnanın mutlaka durum buğdayından irmik ve su karışımından yapılması gerekmekte. Durum buğdayının makarnalık kalitesini, tanenin fiziksel özellikleri, endosperm yapısı, protein miktarı, enzim aktivitesi ve pigment içeriği gibi birçok özelliği belirliyor. Nispeten sert durum buğdayının özelliği makarnanın üretiminde kullanılan irmik için en uygun buğday cinsi olması. Yumuşak buğdaydan ekmek, tatlı ve pastaları üretmek için kullanılan un elde ediliyor.

Makarnanın Kalitesi
Makarna kalitesini etkileyen faktörlerin başında, irmiğin üretildiği durum buğdayının kalitesi geliyor. İrmik ve un arasındaki en temel fark glüten kalitesinde. Durum buğdayında glüten dayanıklı iken yumuşak buğdayda glüten çok hassas. İrmikte bulunan glütenin zarı çok sıkı bir şekilde tel şeklinde örülmüş gibi ve glüten değerinin yüksekliği makarnanın da kalitesini yükseltiyor.

Ayrıca, iyi kaliteli kuru bir makarnanın rengi altın gibi bir renkte olmalı ve kırıldığı zaman kuru, net bir ses çıkarması gerekmektedir. Işık karşısında makarnaya bakıldığında rengin homojen olması (siyah ve beyaz noktaların, hava kabarcıklarının, çatlakların bulunmaması), pişirilme esnasında dayanıklı ve esnek olması gerekmekte (eğer glüten iyi bir kalitede ise nişastanın etrafında bir zar oluşturmakta); böylece nişastanın makarnanın dışına çıkmasını engelleyip yapışkanlığı önlemekte, makarna suyu iyice emerek kendi ağırlığı ve hacminin iki katına ulaşmaktadır. Bunlara ek olarak irmik parçacık büyüklüğü de makarna kalitesini etkileyen en önemli faktörlerden birisi. En iyi kalitede makarna üretimi için un içermeyen, irmik bakımından homojen olan, orta boyutta kaliteli irmikler tercih ediliyor.

Makarna Nereden Geliyor?
Makarna çeşitlerine yerleşmiş isimlere (spagetti, lazanya, tagliatelle) bakınca makarnanın anavatanının İtalya olduğunu düşünmek olası. Halbuki öyle değil. makarnanın ataları Asya’dan geliyorlar. Bilinen en eski makarna târifi 4000 küsur yaşında ve Çin kaynaklı. Bâzı kaynaklara göre Marco Polo 1290 yilinda makarnayı Çin’den Avrupa’ya, daha doğrusu Venedik’e taşıyan isim, spagetti ismi de „ince ipçikler“ mânâsına geliyor. makarnanın 1250 yıllarında Cenova’da Alman fırıncılar tarafından satıldığına dair rivâyetler de var. İtalyanlar “maccaroni” diye şikâyet ede ede alıyorlarmış, “maccaroni” “çok pahalı” demek.

Makarnalar Ve Sporcu Beslenmesi
Makarnalar sporcular tarafından bilhassa karbonhidrat (seker ve nişasta) deposu oldukları için çok tutuluyorlar. Zâten bu özellikleri onları spor esnasında bir numaralı enerji kaynaklarından biri yapmaya yetiyor. Karbonhidratlar kaslar tarafından yağlara oranla 4 kat daha hızlı kullanıldıkları için âcilen enerjiye ihtiyaç duyulan anlarda çok önemliler.
Makarna kalori açısından oldukça sağlıklı bir besin. Pişirilmeden tartılacak şekilde 100g makarna yaklaşık 350kCal içeriyor. Yağ oranı sadece %3 iken karbonhidrat oranı %70 civarında. Proteinler makarnanın %10’unu oluşturuyorlar. Bunlara ek olarak demir, magnezyum, kalyum ve B ile E vitaminleri de makarnalarda olan maddeler.

Ne Kadar Makarna Yemeli?
Uygun miktarda makarna, yemeğin türüne göre değişiyor elbette. Çorbada kullanılacaksa kişi başına 20-30g yeterli iken, ana yemeğin yanında yenileceklerse 80-100g gerekebiliyor. Ana yemek olarak makarna yenecekse kişi başına

100-150g civarında makarna hesaplamak gerekli. Haliyle gerekli olan makarna miktarı kullanılacak sosla da ilintili. Makarnaların aslen tadının olmaması onları her tür sos ile rahatça yemeye, değişik tadlar denemeye imkân tanıyor. Hafif bir sos nispeten fazla makarna ile yenebilirken ağır soslar daha az miktarda makarna ile yeniyorlar.
Nasıl Hazırlamalı?
Makarnayı hazırlamanın öyle aman aman bir yöntemi olmasa da birkaç noktaya dikkat etmekte fayda var. Makarnalar tuzlu suda haşlanmalılar. 100g makarna için yaklaşık 1 litre su gerekiyor, beher litre su için de bir tatlı kaşığı tuz. Suya ayrıca makarnaların yapışmaması için yağ konmasına gerek yok. Makarnalar ancak su kaynadıktan sonra suya atılıyorlar, düzenli aralıklarla karıştırılıyorlar ve mümkünse suyun ilk kaynamasından sonra ateşin altı kısılıyor. Genel olarak makarnanın ne kadar süre ateşte kalacağı paketin üzerinde yazmakla beraber arada sırada makarnayı ısırıp ne kadar piştiğini kontrol etmekte fayda var. Bâzı makarna çeşitleri süzüldükten sonra yumuşamaya devam edebiliyorlar. Pişmiş makarnalar büyük bir süzgeçte süzülüyor ve biraz silkeleniyorlar. Bundan sonrası kişinin zevkine kalmış. Makarnaları içinde tereyağı ya da sıvı yağ kızarmış tencereye tekrar atıp çeşitli soslarla karıştırmak mümkün.

Makarna Şişmanlatır mı?
Son yıllarda karbonhidrat düşmanlığı diyet endüstrisinin olmazsa olmazlarından oldu. Dolayısıyla hangi kadın dergisini açsanız, hangi gazetenin hafta sonu ekini karıştırsanız “karbonhidratları azaltın, makarna yemeyin” türünden bir tavsiye ile karşı karşıyasınız. Halbuki yukarıda verdiğimiz besin değerlerine bakınca aslında makarnanın hiç de şişmanlatıcı bir etkisi olmadığı aşikâr. Peki nereden geliyor bu rivâyet? Elbette soslardan. Genel olarak makarnalara konulan soslardaki yağ oranı oldukça yüksek ve bu soslar makarnanın kalori karnesini birden yukarı doğru zıplatabiliyorlar. Dolayısıyla bir perhiz esnâsında makarna yemenin sakıncası yok, lâkin üzerine ne koyduğunuzun (sadece salça mı yoksa tam teşekküllü bir sos mu?) çok önemi var.


Türkiye Ve Makarna
İnsana ilk bakışta garip gelebilir ama Türkiye makarna üretimi ve tüketimi konusunda dünyadaki belli başlı ülkelerden biri. 2005 yilinda Türkiye İtalya (3,1 milyon ton), Amerika (1,2 milyon ton), Brezilya (1 milyon ton) ve Rusya’dan (860 bin ton) sonra yıllık 500 bin ton üzerinde bir miktar ile dünyada makarna üretiminde 5. sırada yer alıyor. 2006’da üretim 600 bin tonu geçmiş. Toplam dünya makarna üretiminin 10,7 milyon ton olduğu düşünülürse dünyadaki makarna üretiminin yaklaşık 20’de biri Türkiye’de demektir bu. Türkiye’de üretilen makarnaların üçte biri çubuk makarna (spagetti), geri kalanı kesme makarna. Ülkemizde makarna üretimi Cumhuriyet Döneminde başlamış. Önceleri tamamı ev yapımı olarak “ ERİŞTE “ adı altında tüketilen makarnanın sanayi olarak Türkiye’ ye giriş tarihi de 1922 yılı.

Olayın tüketim tarafında ise nispeten daha gerilerdeyiz. Burada da beklendiği üzere dünyada en fazla makarna yenen ülke İtalya (kişi başına yılda 28 kilogram). İtalya’yı Venezuela (13 kilo) ve Tunus izliyor (11,7 kilo). Türkiye’nin kişi başına yıllık makarna tüketimi 1962 yılında 1,2 kilo iken, 1978 yılında 3,9 kiloya, 90’lı yılların başında 4,3 kiloya, 2006 yılında ise 5,8 kiloya yükselmiş.

Makarna hakkında yazı yazıp da spagettiydi, lazanyaydı diye bahsedip geçerken Türk mutfağında da haliyle bayağı zengin bir makarna ailesi yer etmiş durumda. Uzun makarna (çubuk, lazanya, yassı, uzun, erişte vb.), kısa kesme makarna (tırtıl, burgu, kabuk,boncuk, erişte, fiyonk, kuskus, kalem, mantı vb.) ile şehriye (tel, arpa, yıldız) Türk mutfağında yer alan makarna ailesi üyeleri. Bunların içinde sanırsak bilhassa eritse ve şehriye batı mutfaklarında yer almamaları nedeniyle daha bir “bizden” kabul edilebilirler

__________________
en büyük servet itibardır.
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 16 Şubat 2014, 12:36   #2
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Beslenme İle İlgili En Çok Sorulan Sorular ve Cevapları




hocam meselam ben sabahları ekmeği kızartıp yağlayarak yiyorum. sizce bu yanlış mı? kilo vermeye çalışıyorum aynı zamanda. Meselam tuzu sağlık açısından azaltın diyorlar ama ben illa hıyarı tuzlayarak yiyorum yoksa tadını alamıyorum bir türlü. Nedir bu işin özü hocam. Bugün spora da gideceğim, gitmeden evvel açtığınız konulardan da feyz aldım bicepsler tricepsler barbell dumbell frenchler vs. indirip kaldıracağım hocam inşallah sayenizde. engin fikirlerinizle aydınlatır mısınız acaba?

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
beslenme, cevapları, cok, en, sorulan, sorular, ve, yle, İlgili


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Supplementlar ve Kullanımları İle İlgili En Çok Sorulan Sorular ve Cevapları CtrL Spor Haberleri 0 16 Şubat 2014 11:55
Mamogramla İlgili Sıkça Sorulan Sorular Zen Sağlık Köşesi 0 18 Mayıs 2013 13:23
Diyetle İlgili En Çok Sorulan Sorular Liaaa Diyet ve Sağlıklı Beslenme 0 15 Şubat 2012 14:55
Kurban Kesmekle İlgili Sık Sorulan Sorular ve Cevapları.. + Video Sevda İslamiyet 0 14 Kasım 2010 17:19
Google Adsense Sık sorulan Sorular Ve Cevapları aLKoLiK Google Admob ve Adsense 1 17 Kasım 2007 12:56