IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  odeaweb

>
+
Etiketlenen Kullanıcılar

1Beğeni(ler)
  • 1 Post By Tanem

 
 
LinkBack Seçenekler Stil
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
Alt 04 Ekim 2025, 10:17   #1
Çevrimdışı
~ TeFeCi’nin KıZı ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman 27. Bölüm – Berrak’ın Işıkla Gelen Büyük Sınavı




[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Süleyman o gece evinde diz çökmüş, Fatiha’yı dilinden eksik etmiyordu. Lambaların titremesiyle başlayan sessizlik, kalbinde bir boşluk bırakmıştı; Berzah’tan gelen rüzgârın gölgesi pencerelerin aralığından sızıyordu. Her dua, hem Berzah’ta hem dünyada bir mendil gibi karanlığı sarmalıyor, ama mendil inceydi—yırtılmaya müsait.

Tam dua bitmiş, “Allah’a emanet olun” demeye yakınken, odanın köşesinden usul bir hışırtı yükseldi. Süleyman başını kaldırdığında küçük bir siluet gördü: Berrak. Küçük bedeni, uykusuzluğun ve yolculuğun verdiği bir yorgunlukla titriyordu; gözleri hem tanıdık hem de başka bir âleme ait bir parlaklık taşıyordu.

“Süleyman…” dedi Berrak, sesi fısıltıdan güçlü, teselli vericiydi. “Babacığım… ben de yanındayım. Korkma.”

Süleyman’ın nefesi kesildi. Ayakları yere saplanmış gibi kaldı; bir an için zaman dondu. Berrak’ın yarı insan, yarı cin kökleri gerçeğiydi ama o an bu fark hiçbir şey ifade etmedi. Küçük avuç içindeki sıcaklık, babasının göğsünde bir sedir gibi kök saldı. Gözleri doldu — inançla birlikte gelen bir güç doldu içine.

“Allah’ım, şükürler olsun…” dedi Süleyman, sesi hem dua hem de karar. Kızının elini tuttu; o temasla ruhunda yeni bir ateş yandı. Berrak’ın varlığı, Melike’nin duası ve o evin içindeki samimi iman, Süleyman’ı bir hüddamın kalkanı gibi sarmıştı.



Berzah tarafında, Melike ve nöbetçi cin hâlâ uyanıktı; sisler çekiliyor, fırtına belirli sınırlar içinde duraksıyordu. Nöbetçi, heybetli duruşuyla Berrah adını verdiğimiz Müslüman cindi — yüzünde eski bir cilt, bakışlarında peygamberlerden kalma bir ağırbaşlılık vardı. O, Berrak’a hep koruyucu bir baba gibi davranmıştı. Gözlerinde hem merhamet hem de savaşın izleri vardı.

Berrak, gece yarısında Melike’ye söyleyemediği şeyleri Berrah’a fısıldadı:
“Ben… dünyaya gitmek istiyorum. Babama yardım etmek için… ona küçük bir kuvvet vereyim. Henüz tam gidip gelemiyorum ama… sen beni gizlice götürebilir misin?”

Berrah’ın gözü bir an hüzünle doldu; kanunları biliyordu — Berzah’tan dünyaya çıkmak tehlikeliydi, gölgelere köprü açmak nelere mal olabilirdi. Ama Berrak’ın gözlerinde gördüğü iman, ona eski bir sözü anımsattı: “Mazlumun isteğini kabul etmek, sahibinin izniyle yüceliktir.” Nöbetçi sessizce başını salladı ve gecenin karanlığından faydalanarak kızı dünyaya taşıyacak bir yol örmeye başladı.



Berrak, Berrah’ın kolunda sessizce dünyaya ulaştı. Süleyman, kızı elinde tutarken ona sordu:
“Neden geldin küçük ışığım?”

Berrak, babasının ellerine başını yaslayıp fısıldadı:
“Dua ederken seni duydum. Sesin bana ulaştı. Babacığım, sen güçsüz değilsin; ama yalnız hissettiğini gördüm. Sana el vermek istedim. Korkma, ben buradayım.”

Bu sözler Süleyman’ın içinde daha önce hissetmediği bir direniş doğurdu. O anda anladı ki dua tek taraflı bir yardım değil — ruhlar birbirine el uzatmıştı. Gözlerinden bir damla yaş süzüldü; bu yaş hem korkunun hem de inancın karışımıydı. O gece Süleyman, bedeninde dirilen imanla ayağa kalktı:
“Eğer Allah izin verirse, hangi karanlık kapı aralanırsa aralansın, ben onları kapatacağım. Bu ev, bu can, bu ümmet benim sorumluluğumda.”

Berrak, babasının kararlılığını görünce yüreği ısındı. Berrah’ın fısıltılarıyla küçük bir ışık dalgası, Süleyman’ın avuçlarına doldu; bu dalga ona hem huzur hem de keskinlik verdi: duayı fiile dönüştürecek bir güç.



Ertesi gün, Süleyman ve Berrak, sessiz bir ormana doğru çıktılar — hem fiziksel hem ruhsal bir labirentti; karanlık bir gölgenin çekirdeğine doğru ilerliyorlardı. Orman, gecenin artıklarıyla doluydu: çarpık ağaç gövdeleri, sessiz fısıltılar, yerde yanıp sönen küle benzeyen parçacıklar. Bu orman Berzah’tan kopan kara enerjinin dünyadaki izdüşümüydü. Süleyman, dua ederek her adımını attı; Berrak cesurca babasının yanında yürüdü.

Yolculuk sırasında Süleyman, ormanın sessizliğinde birkaç tuhaf olaya şahit oldu: bir evin kapısı ardına kadar açıldı ama içinden soğuk bir nefes çıkıyordu; bir pencere tıkandı ve ardından içerden garip bir mırıldanma duyuldu — sahtekar imamın gölgesi, seslerden bazılarına nüfuz ediyordu. Süleyman içinden bir huzursuzluk hissetti; Berrak’ın hissettiği o tuhaf çekim, burada bir yerlerde gerçek bir tehlikeydi.

Ormanın derinliklerinde küçük bir düzlük vardı; orada, bir kere daha dua edip güç topladılar. Duanın son yankıları hâlâ hava dalgalarında oyuk açıyordu. Berrak, babasına fısıldadı:
“Benim hissettiğim bazı şeyler doğru çıktı. Biz yalnızca gölgelerle değil, insanların içindeki bir kör noktayla da mücadele ediyoruz. O sahtekarın planı… Berzah’ın karanlığını dünyaya çekmek için yollar arıyor.”

Süleyman başını salladı.
“O zaman önce gerçeği bulacağız. Bu cini yakalayacağız, onu dünyaya getireceğiz ve konuşacağız.”



Berzah’a dönüşleri sessiz oldu ama hazırlıklar hızlıydı. Padişah Mürre’nin sarayı, sisli bir tepede yükseliyordu. Mürre, Berzah’ın ruhani padişahıydı; yüzü bir ömür görmüş, dinginlikle kaplıydı. Süleyman ve Berrak, Melike ve Berrah’ı yanlarında getirip padişahtan izin aldılar. Mürre, çatışmanın kaynağını anladığında kaşlarını çattı:
“Çatışma sadece cinslerin işi değil. Dünya tarafında bir çürük varsa, burası etkilenir. Gizli niyetli bir kalp, Berzah’ın sınırlarına sızabilir.”

Süleyman, padişahtan görkemli ama pratik bir talep sundu:
“Bu gece, Berzah’ta belli köşelerde hem nöbet tutacağız hem de üzerimizdeki gölgeleri çözeceğiz. Eğer düşman planlarını önlemeyi başarabilirsek, hem dünyada hem Berzah’ta dengeyi sağlayacağız.”


Ormanda sahtekar imam yakalandı ve dünyaya getirildi. Süleyman ve Berrah onu konuşturdu, planları ortaya çıktı, Berzah’taki kötü cinlerin Berrah ve diğer nöbetçiler tarafından etkisiz hale getirildiği gözlendi. Melike ve Berrak güven içinde kaldı, fırtına durdu; hem Berzah hem dünya yeniden dengeye kavuştu.

Süleyman, kızının elini tutarak derin bir nefes aldı. Berrak, hafif bir gülümsemeyle babasına baktı:
“Gördün mü babacığım… ışık, karanlığı her zaman yener.”

O gece, hem Berzah hem dünya, yaklaşan büyük çatışmalara karşı bir nefes almış, ama yeni sınavlara hazırlıklı olarak huzur bulmuştu.

__________________
''Zamanın Eli Değdi Bize
Artık Aynı Değiliz
İkimiz de''


Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir.
 
Alıntı ile Cevapla

 


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman: 24. Bölüm – Berrak’ın Arkadaşları ve Gizli Gölgelerin Tehdidi Tanem Tanem 0 03 Ekim 2025 14:59
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman — 20. Bölüm: Zaferin Ardından Gelen Huzur Tanem Tanem 0 02 Ekim 2025 23:54
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman — 17. Bölüm: Süleyman’a Mahir’in Sessiz Sadakati Tanem Tanem 0 02 Ekim 2025 23:11
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman — 14. Bölüm: Pusudaki Ateş Tanem Tanem 0 02 Ekim 2025 22:16
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 6. Bölüm: Yeni Yol Arkadaşları Tanem Tanem 0 01 Ekim 2025 19:18

×