|
|
| | #1 | |
| Çevrimiçi ~ TeFeCi’nin KıZı ~ ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 50. Bölüm: Dua ile Gelen Mührün Gücü, Büyüyü Bozup Savaşı Başlattı [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Evin içi güneşin ilk ışıklarını alırken bile soğuktu. Pencerelerin kenarındaki toz zerrecikleri usul usul titrerken, içerde kalanların ruhu daha ağır bir sessizlik taşıyordu. Melike Berzah’ta bir iş için uzaklardaydı; Süleyman ise geceden beri takip ettiği bir vaka yüzünden köy dışında kalmıştı. Evde yalnız kalan Berrak ile Asaf, birbirlerine tutunur gibi günün küçük işleriyle meşguldü ama gölgeler daha yoğundu, kulaklar daha hassas. Öğlen vakti kapı çalındı. Berrak, endişeyle koştu; Asaf arkasından “Açma!” diye bağırsa da merhamet ağır bastı. Kapı aralandığında karşılarında yeşil gözlü, kumral, orta boylu bir kadın duruyordu — uzun saçları yüzünü yarı örter halde, üstü başı tozlu, gözlerinde yorgun bir korku vardı. Kendini Sude olarak tanıttı. Söyledikleri küçük bir yalancı tiyatrosu değil, pişkin bir çaresizliğin işareti gibiydi. “Lütfen… beni saklayın,” dedi, sesi titrek ama ısrarlı. “Beni bulurlarsa… alıp götürecekler. Söylediler; eğer yardım etmezsen bizi öldürürüz. Babanız Hüddam’dı, bana yardım etmişti. Lütfen, kilit altında tutun beni.” Berrak’ın yüreği yumuşadı. Asaf’ın genç şüpheciliği kabardı ama kardeşinin bakışındaki yalın merhameti yenemedi. Sude içeri alındı. Bir battaniyeye sarıldı, çay içti; anlattıkları dramatik, parçalı, bazı yerleri kulağa doğru gelen bir anının yorgunluğunu taşıyordu. Küçük çocuğun gözünde o an “gerçek”ti. Sude’nin anlattıkları; gecenin karanlığında yakalanış, köyün kenarında nefeslenen gölgeler, kaçış, bir daha geri dönemeyecek kadar yıpranmış bir yol… Anlatışındaki ayrıntılar kimi yerde birbirini tutmuyordu ama çocuklar bunu fark edemeyecek kadar etkilendi. Sude, bir insan filmi gibiydi — oynayan rolde usta, kurban rolünde ikna edici. Gün ilerledikçe evin atmosferi değişti. Çocuklar oynamaya çalıştılar ama odaların köşelerinde ince bir ürperti dolaşıyordu. Berrak, Sude’nin gözlerinde ara sıra bir yabancının gölgesini gördü; Asaf, Sude’nin dışarı baktığı anlarda kapı aralığında birinin siluetini gördüğünü söyledi. Sude, çocukları sakinleştirmek için eski bir hikâye anlatırken, ince bir hareketle cebine küçük bir paket — eski, solmuş bir mendil — soktu. Mendil, yıllardır Süleyman’ın yanında olan, dualarla örülmüş, üzerinde eski bir mührün izini taşıyan küçük bir bez parçasıydı; değeri maddi değil, tılsımıyla, tarihle ölçülüyordu. Sude bunu sakladı. Neden ve nasıl soktuğunu çocuklar görmedi; o sadece bir an fırsatını buldu, mendili usulca avuçladı, dışarı doğru yürüdü ve kapıdan çıktı. Çocuklar onu uğurladıktan sonra bir süre huzursuzdular; gece olduğunda kapı eşiğinde bir siluet gören Berrak, Asaf’a “gözden kayboldu” dedi. Sude gitmişti, fakat geride başka bir iz, bir soğukluk bırakmıştı. Ertesi sabah, Süleyman eve döndüğünde evdeki usul sessizliğini hemen hissetti. Mühürlerin küçük titreşimleri farklı bir ritim tutuyordu; bir şeyler eksikti. Mendil yerinde değildi. O ana dek içindeki sakin öfke, bir alev gibi yükseldi. Berrak ve Asaf olanı anlattılar: Sude, yardım istemiş, mendili çalmış, sonrasında ortadan kaybolmuştu. Dışarıdan gelen haber, göğsünde buz keskinliğinde bir sızı yarattı: köylüler Sude’yi yol kenarında bulmuşlardı; bedeninin yanında bir dehşet vardı. Olay yerine vardıklarında manzara kelimelere sığmazdı. Sude’nin ölümü, sıradan bir ölüm değildi; vücudu acımasızca kırılmış gibi duruyordu — ama anlatırken kanlı ayrıntılara girmek yerine, oradakilerin yüzlerindeki dehşeti anlatsak yeterdi. Kasabalılar titriyordu; kimse cesede dokunmak istemiyordu. Sude’nin bedeninin duruşu, çevresindeki toprak, nasıl bir güçle muamele gördüğünü haykırıyordu: sanki güçlü bir el, insafsız bir kuvvet onu parçalara ayırmadan hunharca fırlatmıştı. Kıyafetleri yırtılmış, vücudun açısında tuhaf bir eğrilik vardı; bazı kemikların zamanında kırıldığını düşünebiliyordunuz ama çıplak detaylar anlatılmazdı — herkesin ruhunda aynı soru yankılanıyordu: “Bu nasıl bir güçtü?” Süleyman, köylülerin ürperen bakışları arasında diz çöktü; boynunu bükmeden önce ağır bir dua mırıldandı. Onu koruyanların ve korunanın sınırlarının çiğnenmesi, Berzah’ın kurallarının altüst edilmesi manidardı. Bu, yalnızca bir kadının ölümü değildi; bir hüddamla alay etme, onun eşyasına ve emrindeki düzeneklere meydan okuma girişimiydi. Berzah’ın dengesi bozulmuştu. Olay Berzah’a taşındı. Zuzula kabilesinin işi belliydi: birinin onu kullanıp sonra yok edilmesi, cesedin dehşet verici bulunması amacıyla düzenlenmişti; korku, pişmanlık ve intikam duygusu üzerinde bir silindir gibi dolaşmak istiyorlardı. Ancak Berzah’daki düzen, bu tür hedefleri hemen cezalandırırdı. Bir Hüddama ait eşyaya karşı suç işlemek, karanlık dünyada ağır bir suçtu; Berzah’ın meclisi — eski kuralları ve adalet biçimi — bunu boş geçmezdi. Berzah’ın sessiz mahkemesi toplandı. Zuzula kabilesi, bu hamleleri nasıl yapıldığını saklamaya çalıştı ama izler vardı; duyular, tanık ifadeleri ve Sabur’un dikkatli gözlemleri suç için yeterli delildi. Ceza ağırdı: Berzah’da bir Hüddama karşı yapılan hile, sadece bireysel bir suç değil, topluma yönelik bir saldırıydı ve uygulanan adalet sert, ibret vericiydi. Zuzula kabilesinin bazı üyeleri tökezledi; liderleri öfkeyle kıvranırken, cezayı kabul etmek zorunda kaldılar — ya da öyle gözükmeliydiler. Ancak Zuzula liderlerinin asıl niyeti farklıydı. Onlar görünüşte cezaya razı oldular; söz verdiler, ibretle çekildiler. Fakat içlerinden çürüme derinleşiyordu: Berzah’ın yüzünde bu cezadan sonra intikam ateşi parladı. Zuzula’ların lideri, gizlice karanlık odalarda planlar yaparken, “Bize vurulmuş gibi davranmalarına izin verin; güç kendiliğinden açığa çıkacak,” dedi. Onlar için cezalar sadece bir manevraydı; gerçek plan savaş hazırlığıydı. Sude’nin ölümü, onlara hem kadınların korkusunu yaymak hem de Hüddam’ı meşgul etmek için fırsat vermişti. Süleyman ise farklı çalıştı. O, öfkesini kör bir şiddete dönüştürmedi; akıl ve dua ile hareket etti. Evine dönüp mühürleri kontrol etti; mendilin kayboluşunun etkisini, gerçek amaçlarını ve Zuzula’nın niyetini birbiriyle bağladı. O, Sevda illüzyonu ortamındayken de zekâsını göstermişti; şimdi de daha soğukkanlı bir akıl yürüttü. Bir plan kurdu: Berzah’ın adaletini tamamlayacak, Zuzula’nın yaptığını boşa çıkaracak — ama aynı zamanda gereksiz kan dökümünü engelleyecek bir yol bulacaktı. İlk iş olarak Müslüman cinleri topladı. Sabur ve Cabir, lana gibi sadık ve sertti. “Bunlar planlı hareket ediyor,” dedi Süleyman. “Ama asıl hedefimiz onları tamamen temizlemek değil; izlerini kurutmak, güç kaynaklarını kırmak ve Berzah’ın kurallarının yeniden hakim olmasını sağlamak.” Sabur başını salladı. “Efendim, emrinizdeyiz. Ancak dikkat: Zuzula, açık çatışmadan ziyade pusuda, sinsi darbelerle gelmeyi sever.” Plan kısa ve acımasızdı: Zuzula üyelerinin güç kaynaklarını, barınaklarını ve sahte müttefiklerini tek tek kurutmak. Müslüman cinler gece boyunca gölgelerin içinde hareket etti; Zuzula’nın kalelerine sessiz adımlarla yaklaştılar. Açık bir savaş değil, daha çok avcılıktı — kurnazlıkla, usta ellerle yürütülen bir dezenfeksiyon. Her yakalanan Zuzula üyesi, Berzah’ın koyduğu sınırlar içinde ya cezalandırılacak ya da sürülecekti. Yine de Zuzula’nın ihaneti daha derin ve tehlikeliydi. Onlar insan-kılığına girip şehirde korku yaydılar; köylere yansıttıkları dehşet, insanların yüreğine çöktü. Bir anda ortalıkta yankılanan hikâyeler çoğaldı: gece yankıları, beklenmeyen gölgeler, tarlalarda samanların kendiliğinden tutuşması gibi küçük ama tedirgin edici olaylar. Müslüman cinlerin görevi sadece katilleri yakalamak değil, insanlar arasındaki korkuyu da gidermekti. Süleyman her adımında dua etti. Savaş gerektiğinde elini keskin tutacak ama kana susamamış bir adaletle davranacaktı. Zuzula üyeleri teker teker izole edildi; bazıları teslim oldu, bazıları kaçtı ama güvenli değil. Berzah’ın mührü, onların kaçış yollarını daraltmıştı. Onların her yenilgisiyle, Berzah’ın düzeni biraz daha sağlandı; fakat liderlerin öfkesi, önceden tahmin edilenden daha büyüktü. Bir gece, kabile liderlerinden biri köy sınırında sessizce yakalandı. Sabur, onu mühürlerin karşısına çıkardı; lider, yüzünde yorgun bir gururla baktı. “Bizi buraya düşürdün Hüddam,” dedi lider, dişlerini sıkarak. “Sözünü tuttuk, ama sen bizi öldüreceksin diye sakınma.” Süleyman’ın cevabı sert ama ölçülüdür: “Adalet ölümü değil, dengeyi geri getirmektir. Sen ve emrindekiler eğer bu düzene uymayı sürdürürseniz, Berzah’ın kanunu sizi sarsacak. Eğer yeminleri bozar, yeniden insanlara zarar verirseniz; o zaman benden daha güçlü kuvvetler seninle hesaplaşacak.” Liderin gözlerinde öfke kıvılcımları belirdi; uzaklaştı. Onun gidişi bir fırtına öncesi sessizliği andırıyordu. Böylece günler geçti. Zuzula’nın birkaç ileri üyesi avlandı, bazısı sürüldü; köylüler yavaş yavaş nefes almaya başladı. Ancak liderlerin kalbi donmamıştı. Onlar sessizce yeni ittifaklar aradı; insan kullandılar, musabbar cinleri devreye soktular; Süleyman’a karşı sahte haberler ve sinsi tahrikler yayıldı. Bu, küçük bir çatışma değildi — daha büyük bir savaşın kıvılcımıydı. Bölüm ilerlerken, şehirdeki herkesin yüreğinde aynı soru dönüyordu: Hüddam Süleyman, hem insan hem cin alemini dengeleyebilecek miydi? O, mührüyle, duasıyla, aklıyla bu sınavı geçebilecek miydi? Süleyman kendi odasında tek başına kaldı. Gecenin ağırlığı pencereden içeri süzülürken, ellerini dua halkasının üzerine koydu. Yorgundu; içindeki hüznün izi hâlâ tazeydi — Sude’nin ölümü, Sevda’nın gölgesi, raflardaki eski anılar… Ama imanıyla, sorumluluğuyla dimdik durdu. O, gücünü bildiği kadar onun sınırlarını da biliyordu. Gözlerini kapadı ve derin, sakin bir sesle Rabbinin huzuruna yükselen bir dua okumaya başladı. “Ya Rabbi,” diye fısıldadı, “Sana hamdolsun. Senin izninle bana vermiş olduğun ilmî ve kudreti, kulunu ve âlemi korumak için kullanıyorum. Zayıf yanlarımla sınandım; acılar gördüm. Bana hikmet ver, kalbimi sabit kıl; hakkı batıldan ayıracak feraseti esirgeme. Eğer ben bir müsaade edici, bir engelleyici olacaksam — beni takdirinle doğru yolda tut; adaletimi Senin merhametinle bağla. Kim haksızlık ederse, Sen hakkı gözet; kim zulme kalkışırsa, adaletinle onu ıslah et. Bana sabır, bana feraset, bana senden gelen güç ver.” Namazını bitirdiğinde alnını secdeye koydu; sessizlik içine nazik bir huzur doldurdu. O an, etrafındaki mühürlerin küçük titreşimi daha derin bir uyum aldı; dua bir kalkan, bir aydınlık oldu. Karanlık ne kadar sinsi olursa olsun, dua ile gelen mühürün gücü, şimdilik büyüyü bozmuş; savaş başladıysa da kalbi korkuyla değil, bilinçle ve imanla atıyordu. Dua bitince gözlerini açtı. Dışarıda yeni bir günün ışıkları doğuyordu; zorluklar bitmemişti ama Süleyman, elindeki güçle ve ruhundaki sükûnetle bir kez daha hazırdı. Berzah’ın adaleti uygulandı, Zuzula kabilesinin planları sarsıldı; ama daha büyük bir fırtına, uzakta bekliyordu. O fırtına, iman ve ferasetle karşılanacak. Ve böylece, hem bir kapatma hem de yeni bir çağ oldu: Dua ile gelen mühür bir büyüyü bozdu, adalet bir kez daha hatırlatıldı ve kapı aralandı — büyük sınavların, daha keskin hamlelerin başlayacağı yeni bir savaşın kapısı artık aralanmıştı. Ama kapının ötesinde bekleyen gölgeler hâlâ sessiz, planlarını tamamlamak için sabırsızlanıyordu; Hüddam Süleyman ise farkında olmadan, bu yeni tehlikeye doğru ilk adımını atmıştı.
__________________ ''Zamanın Eli Değdi Bize Artık Aynı Değiliz İkimiz de'' Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir. | |
| | |
| Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
Benzer Konular | ||||
| Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
| Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 44. Bölüm: Tarikatın Peşinden Gelen Karanlık İttifak | Tanem | Tanem | 0 | 11 Ekim 2025 12:20 |
| Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 37. Bölüm: Musallatın Gölgesinde: Aşktan Gelen Lanet | Tanem | Tanem | 0 | 08 Ekim 2025 12:15 |
| Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 35. Bölüm: Rüyanın İzinde Gelen – İlmin Emaneti Asaf | Tanem | Tanem | 0 | 06 Ekim 2025 11:10 |
| Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman 27. Bölüm – Berrak’ın Işıkla Gelen Büyük Sınavı | Tanem | Tanem | 0 | 04 Ekim 2025 10:17 |
| Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman — 20. Bölüm: Zaferin Ardından Gelen Huzur | Tanem | Tanem | 0 | 02 Ekim 2025 23:54 |