IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  odeaweb

>
+
Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 22 Ekim 2025, 19:11   #1
Çevrimiçi
~ TeFeCi’nin KıZı ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 63. Bölüm: Sivas Yolunda Muska’nın Büyük Etkisi




[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Adıyaman’da bahar, dağların üzerinden inen sessiz rüzgârlarla gelmişti.
Günler birbiri ardına geçiyor, zaman fark ettirmeden iz bırakıyordu.
Süleyman’ın saçları artık tamamen ağarmış, yüzündeki çizgiler derinleşmişti.
Ama o çizgilerde yorgunluk değil, vakur bir teslimiyet okunuyordu.
Kırk dört yaşına gelmişti; insan ömrünün olgun çağında, kalbiyle dünyanın ağırlığını dengelemeyi öğrenmiş bir derviş gibiydi.

Asaf artık yirmisindeydi.
Eskiden gözleri merakla parlayan bir delikanlıyken, şimdi duruşu daha temkinli, bakışları derindi.
Babasıyla geçirdiği yıllar, onu yavaş yavaş sabrın ve sezginin adamı yapıyordu.
Berrak da artık genç bir hanımefendiydi; evin içindeki huzurun sessiz kaynağıydı.

Bir sabah, Süleyman bahçede bastonuna yaslanmış düşünürken kapı çaldı.
Kapıda altmışlarında, iri yapılı, yüzü tozla kaplı bir adam duruyordu.
Sanki çok uzun bir yolculuktan yeni dönmüş gibiydi.
Sesi titriyordu, yorgun ama kararlıydı.

— Hocam… Süleyman Hocam sizsiniz değil mi?
Süleyman başıyla selam verdi.
— Gel evladım, otur hele. Adın ne?
— Turgay… Sivas’tan geldim. Uzun yoldan, mecburen.

Asaf hemen su getirdi. Turgay birkaç yudum aldı, sonra gözlerini yere dikti.
— Hocam, bir yeğenim var… adı Zehra. Otuzlarında bir kadın. Evlenmişti ama çok kötü muamele gördü.
Eşi onu döver, aşağılar, evden kovardı. Sonunda boşandı ama… oğlanın ailesi bunu gurur meselesi yaptı.
Oğlan pişman olmuş, ama kız geri dönmemiş.
Annesi bir hocaya gitmiş, “Gelinimiz bize geri dönsün” demiş.
Ne yaptıysa, o günden sonra Zehra’nın dünyası değişti.

Süleyman sessizce dinliyordu.
Turgay’ın sesi kısıklaştı:
— Hocam, kız geceleri bağırıyor, ağlıyor… evde nefesler duyuluyor.
Aynalar buğulanıyor, kapılar kendi kendine açılıp kapanıyor.
Bazen de… bazen de kendi kendine konuşuyor.
“Ben seni koruyorum” diyormuş.
Ama sonra… ağlamaya başlıyormuş.

Süleyman başını eğdi.
— Onu buraya getiremez misiniz?
— Getiremiyoruz hocam. Sanki biri bırakmıyor. Gözleri kararır gibi oluyor.
Ne olur siz gelin. Allah için, ne olur.

Süleyman uzun süre sessiz kaldı. Bastonunun ucuyla toprağı çizdi, sonra başını kaldırdı.
— Yarın sabah yola çıkıyoruz, dedi.
Asaf’a baktı:
— Hazırlan evladım. Bu yol sıradan bir yol değil.

O gece evde sessizlik hâkimdi.
Süleyman herkes uyuduktan sonra odasına çekildi.
Duvardaki kandil sönük yanıyor, gölgeler duvarlarda dalgalanıyordu.
Gözlerini kapadı, bastonunu kalbine yasladı.
Bir anda berzah âleminin serinliği yüzüne vurdu.
Sabur belirdi; yüzünde ciddiyet, gözlerinde huzur vardı.
— Emredin efendim.
— Ben yokken bu evi gözet. Melike ve Berrak burada kalacak.
Kapılara nurdan perde çek. Şeytan adım atamasın.
Sabur başını eğdi, sonra bir ışığa dönüşüp kayboldu.
Süleyman bastonunu eline aldı, yavaşça mırıldandı:
— Her evin koruyucusu sabırdır.

Ertesi sabah gün doğmadan yola çıktılar.
Turgay arabayı sürüyor, Süleyman arka koltukta sessizce tesbihini çekiyor, Asaf pencereden dışarıyı izliyordu.
Yol boyunca dağlar ardı ardına sıralanıyor, rüzgâr uğuldayarak geçiyordu.
Ama bir şey tuhaftı: hava durgunken farlar bir anlığına sönüyor, sonra kendi kendine yanıyordu.
Radyo açıldığında sadece uğultu duyuluyordu.
Sonra eski bir kasetten bozma bir ilahi çaldı; ama ses bozulmuştu, sanki biri arkadan aynı kelimeleri fısıldıyordu.
Asaf, babasına baktı:
— Baba… hissediyor musunuz?
Süleyman başını hafifçe eğdi.
— Hissediyorum evladım. Her büyü, niyet kadar yol açar.
Sabırla devam et.

Sivas’a vardıklarında hava akşam karanlığına dönüyordu.
Turgay’ın köyü, dağların arasında sıkışmış küçük bir yerdi.
Evin önünde bir ceviz ağacı, çatısında eski bir yelkovan vardı.
Kapıdan içeri girer girmez soğuk bir hava yüzlerine vurdu.
Ev karanlıktı; Zehra bir köşede oturuyor, kollarını dizlerine sarmış titriyordu.
Gözleri kararmış, dudakları morarmıştı.

Süleyman sessizce yaklaştı.
— Zehra kızım, biz geldik. Korkma artık.
Kadın başını kaldırdı, gözbebekleri donuktu.
— Git… dedi boğuk bir sesle. Git buradan, o seni istemiyor.
— Kim istemiyor kızım?
— O… o beni seviyor. Kızar.
Süleyman ile Asaf birbirine baktı. Süleyman bastonunu yere bıraktı, Zehra’nın karşısına diz çöktü.
— Kızım, seni seven korkutmaz. Korku, aşk değildir.

Tam o anda odanın köşesinde bir gölge hareket etti.
Soğuk bir nefes, duvarların arasından geçti.
Hava ağırlaştı; tavan gıcırdadı, lambanın ışığı bir an sönüp yandı.
Bir erkek sesi yankılandı:
— Onu alıp gidemem! O benim!
Süleyman’ın gözleri kapandı.
— Sen kimsin?
— Onu korumam için çağırıldım. Ama ben sevdim onu. O korktu… ben dayanamam!
Süleyman’ın sesi sükûnetle doluydu.
— Senin aşkın zulme dönmüş.

“Aşk diye gelen her şey Rahman’dan değildir.
Aşk, eğer korku doğuruyorsa, o Rahman’ın değil nefsin zinciridir.”

O an bastonunun ucundan bir nur yayıldı.
Asaf, arkasında ayet okumaya başladı:

“Ve kul ecaael hakku ve zehekal batıl…”
Duvarlardaki gölgeler titredi, Zehra’nın gözlerinden yaşlar boşaldı.
Cin feryat etti, sesi boğuldu.
Süleyman elini kaldırdı:
— Geri dön geldiğin yere! Aşkın ateşini nura bırak!
Bir uğultu, ardından keskin bir sessizlik…
Zehra derin bir nefes aldı, yere yığıldı.

Turgay gözyaşları içinde Süleyman’ın ellerine sarıldı.
— Hocam, siz olmasaydınız…
Süleyman ellerini geri çekti.
— Biz sadece vesileyiz Turgay. Her şey O’nun dileğiyle olur.
Sonra Zehra’ya döndü:
— Kızım, korkma. Gerçek sevgi insanı Allah’a yaklaştırır, korkuya değil.

Ertesi sabah erkenden yola çıktılar.
Güneş dağların ardından doğarken Sivas’ın sessiz köyleri geride kalıyordu.
Asaf bir an dönüp baktı; evin üstünde sanki ince bir ışık çizgisi parlıyordu.
— Baba, bak!
Süleyman hafifçe gülümsedi.
— Rahmetin izi o, oğlum. Şifa nura benzer, izi kalır.

Araba Adıyaman yoluna girdiğinde gökyüzü açılmıştı.
Ama Süleyman birden içini çekti.
Bastonunun ucundaki tespih tanesi çatladı, çok hafif bir ses duyuldu.
Rüzgâr pencerenin yanından geçerken, sanki uzaklardan bir fısıltı geldi:

“Yol bitmedi Süleyman… henüz değil.”

Süleyman gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı.
Kendi kendine mırıldandı:
— Bizim yolumuz, kalplerin aydınlandığı yere kadar uzar.

Zehra vakası kapanmıştı ama berzah âleminde bir iz kalmıştı.
Mirza’nın gölgesi, o “aşkla bağlanmış cinin” yankısından güç almış, yeni bir perde aralamaya başlamıştı.
Adıyaman’a dönmeden önce Süleyman’ın kalbine düşen o sızı, yaklaşan fırtınanın ilk işaretiydi.

__________________
''Zamanın Eli Değdi Bize
Artık Aynı Değiliz
İkimiz de''


Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir.
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet bizimmekan reklamver
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 55. Bölüm: Ekrem’in Büyük Laneti ve Musallatın Karanlık Gölgeleri Tanem Tanem 0 15 Ekim 2025 15:24
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman 27. Bölüm – Berrak’ın Işıkla Gelen Büyük Sınavı Tanem Tanem 0 04 Ekim 2025 10:17
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman — 17. Bölüm: Süleyman’a Mahir’in Sessiz Sadakati Tanem Tanem 0 02 Ekim 2025 23:11
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman — 14. Bölüm: Pusudaki Ateş Tanem Tanem 0 02 Ekim 2025 22:16
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 7. Bölüm: Bağımsız Sınav Tanem Tanem 0 01 Ekim 2025 19:37

×