IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 23 Kasım 2011, 21:08   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Kudüs Fatihi Efsane Hükümdar: Selâhaddin ve Zafer Sırları




Osmanlı’nın elinden çıktığından beridir Kudüs ve Filistin’de, insanlık dışı trajik olaylar; kan, gözyaşı ve esaret bitmek bilmedi. Kalpleri yaralayan elim hâdiseler ve şirretlikte sınır tanımayan Siyonist vahşet, Müslümanlara en çok da “Şark’ın Sevgili Sultanı”, Kudüs Fatihi Selâhaddin-i Eyyûbî’yi hasret ve inkisarla arattı. Bu yazıda, Selâhaddin’in, Kudüs’e olan müthiş sevgisini, onu Haçlılardan kurtarmak için giriştiği büyük mücadeleyi, Doğu ve Batı Âlemi’nde efsaneleşen kişiliğini/kahramanlığını, zafer ve liderlik sırlarını kaleme almaya çalışacağız.
Sahneye Çıkışı ve Kudüs Yolu
Selâhaddin-i Eyyûbî, 1167’de amcası Şirkuh ile beraber Şiî Fâtimî hakimiyetine son vermek amacıyla çıkılan Mısır Seferinde, adından ilk kez söz ettirdi. 1169’da Musul Atabeyi Mahmud Zengi, Kahire’yi fethedip idareyi vezir tayin ettiği Şirkuh’a bıraktı. Selâhaddin Eyyûbî, Şirkuh’un ölümüyle Mart 1169’da onun yerine geçti ve Nureddin’in ordu komutanı oldu. Mayıs 1174’te Nureddin ölünce, saltanat kavgası baş gösterdi ve emirler birbirlerine düştü. Bunu fırsat bilen Selâhaddin, Mayıs 1175’te bağımsızlığını ilan etti ve adına hutbe okutup para bastırdı. Böylece, kurduğu Eyyûbî Devleti’nin siyasî geleceği yeni bir dönüm noktasına girdi. 1186 ortalarına kadar Trablusgarp’tan Hemedan’a kadar olan tüm topraklar Selâhaddin’in hakimiyeti altına girecek ve Kudüs’ün fethi için gerekli ortam hazırlanmış olacaktı.
Sonsuz Azmi ve Kudüs Sevgisi
Hristiyan Batı, Kudüs’ü kurtarmak gayesiyle, tarihin o en barbar taarruzu olan “Haçlı Seferleri”ne soyunmakta gecikmemişti. Haçlılar, Hz. Ömer’in 638’deki Yermuk Zaferinden 460 yıl sonra, I. Haçlı Seferi sonunda (1099) Kudüs’ü ele geçirmeye muktedir olacaklardı. İşgal sırasında Haçlılar, benzeri görülmemiş canavarlık numunelerini gösterime sunmaktan zerrece çekinmemişlerdi. Şehrin sokaklarında 3 gün boyunca kan akmış, mâbetlerde bile yüz binlerce Müslüman acımasızca katledilmiş ve pek çok yerde ölüler dev piramitler halinde yığılıp yakılmıştı.
Selâhaddin-i Eyyûbî, aradan 88 yıl geçmesine rağmen, Kudüs’ün Haçlıların işgali altında bulunmasını bir türlü içine sindirememişti. Hz. İsa’nın doğduğu, İslâm’ın ilk kıblesi ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Miraç’a yükseldiği mukaddes beldenin, Haçlı hakimiyetinde bulunmasını kabullenemiyordu. Bu kahredici düşüncenin hafakan ve kederi ile geçen her gün onun için cehennemden farksızdı. O kadar ki, Sultan Selâhaddin’in adeta mâşukunu arayan mecnun gibi dolaştığı; yemeği ve uyumayı unuttuğu; gülmeyi, zevk ve sefayı kendine haram ettiği ve Kudüs’ün fethine dek hep çadırda kaldığını tarih hazin bir biçimde kaydetmiştir. Gece gündüz hep şu virdi yapıyordu: “Allah Rasulü’nün miraca çıktığı, yıllarca Müslümanlara kıblegâh olmuş üçüncü harem düşman elindeyken bana uyumak yaraşır mı hiç?” Kudüs onda, öylesine bir dermansız derde ve sevdaya dönüşmüştü ki, her zaman ve mekânda onunla hem dem oluyor, varlığının yegâne sebebi haline getiriyordu.
Bu yüzden, simasında tebessümden eser kalmamıştı. Bundan şikâyetlenenlere, durumunu ıstırap dolu şu sözcüklerle dile getirmişti: “Kudüs işgal atlında iken ben nasıl gülebilirim?!” İkâmeti için saray yapılmasını teklif edenlere ise, Kudüs işgalden kurtulmadıkça böyle bir şeye aslâ râzı olamayacağını ifade etmişti. O, Kudüs hakkında o kadar gamlı idi ki, onun bu gam ve kederini dağlar kaldıramazdı. O, çocuğunu kaybetmiş bir ana gibi şaşırmış kalmıştı. Atını bir yerden bir yere koşturup Müslümanları, Kudüs’ü kurtarmak için mücadeleye davet ediyordu.
Hıttin Rövanşı ve Zafer Sırları
Selâhaddin, yaklaşık 10 yıldır hasretle beklediği zafer anını, nihayet 1187’de Hıttin’de yakalamıştı. Ortaya koyduğu muazzam inanç, cesaret ve kahramanlıkla Haçlılara hadlerini bildirmiş; Haçlıları, Doğu’ya saldırdıklarından beridir ilk defa ağır hezimete uğratmıştı. Öyle ki, Papa III. Urbanus kahrından ölmüştü. Sultan Selâhaddin, devletini kısa sürede bölgenin tek hakimi durumuna getirmişti. 2 Ekim 1187 Cuma günü “Miraç Kandili’nde” Kudüs teslim olmuştu. Fethin ardından Mescid-i Aksa’ya gelen muzaffer Sultan, Haçlılarca tahrip edilen ilk kıblegâhı elleriyle süpürüp gül yağı ile yıkamıştı.
Kudüs’ün yeniden Müslümanlara geçmesi, Haçlı Âlemi’nde öyle bir şok meydana getirmişti ki, hemen Papa’nın çağrısıyla tüm Avrupalı Devletler, oldukça kalabalık ve kuvvetli yeni bir haçlı ordusu düzenlemekten geri kalmamışlardı. “Krallar Savaşı” olarak da bilinen III. Haçlı Seferinin (1189-1192) başında, Alman İmparatoru Frederick Barbarossa, Fransa Kralı Philippe Auguste ve İngiltere Kralı meşhur Arslan Yürekli Richard’ın yanı sıra, bütün şöhretli komutanlar ve önde gelen kont, dük ve baronlar da vardı. Bunlardan Alman İmparatoru Barbarossa, Kudüs önlerine gelmeye muvaffak olamadan Silifke Irmağında boğularak can verecekti.
Bir ara iki ordu arasındaki dengesizliği gören Sultan Selâhaddin’in askerleri, çekingenlik göstermiş ve geri dönmek istemişlerdi. Selâhaddin ise ileri atılıp, şu müthiş sözlerle askerlerini toparlamaya, azim ve cesaretlerini bilemeye kâdir olmuştu: “Madem ki ölümden korkuyoruz; niçin evlerimizde oturup çoluk çocuğumuzla zevk ve sefa içinde yaşamıyoruz? Bizim vazifemiz düşmanın azlığını ve çokluğunu mukayese etmek değil, onun karşısına çıkmaktır!” Harp gecesinde ise, Allah’a şöyle derin bir yakarışta bulunmuştu: “Allah’ım, bilirsin ki ben bu harplere şöhret ve mevkî için atılmadım. Tek gayem, Senin ismini yüce tutmak ve yeryüzüne gerçek adaleti, ahlâk ve fazileti yaymak, insanları birbirine kardeş etmektir. Sadece sana güveniyoruz. İnancımızda en ufak bir sarsıntı olmadı ve olmayacak da. Bedir aslanlarına olan yardımını bizden de esirgeme!..”
Neticede Richard’ın öncülüğünde sulh istemek zorunda kalan Haçlılar, 1 Eylül 1192’de imzalanan anlaşmayı müteakip çekilmişlerdi. Selâhaddin şahsında, Müslümanların üstünlüğünü Haçlılara bir defa daha tasdik ettirmiş; Kudüs ve Ortadoğu’daki İslâm varlığını söküp atmanın kolay olmadığını tekrar ispatlamıştı.
İnsanlık ve Kahramanlığıyla Efsaneleşmesi
Selâhaddin, fetihlerden sonra Kudüs ve çevresinde gösterdiği müsamaha, merhamet ve insanlıkla, Haçlıları, başlangıçta işledikleri vahşetten ötürü utandırmıştı. Susuzluk ve korkudan ölmek üzere olan Kudüs Kralı Guy de Lusignan’ı getirten büyük Sultan, hürmet ve iltifatı elden bırakmamış, ona buzlu şerbet ikram etmişti. Kraliçeye de aynı şekilde son derece nazik davranmıştı. Rumlarla diğer Şark Hristiyanlarının hükümdarlık sınırları içinde serbestçe yaşamalarına izin vermişti. Frenkler ve Latinlere, isterlerse 40 gün içinde Kudüs’ü terk etmelerine müsaade etmişti. Esirleri, fidyelerini ödemeleri için fazla zorlamamış; 7 bin zavallıyı toptan 30 bin dinarla azat etmeye razı olmuştu. Ayrıca, 2-3 bin kişiyi hiçbir bedel talep etmeden bırakmaktan da kaçınmamıştı.
Selâhaddin-i Eyyûbî’nin sergilediği muhteşem insanlık manzaraları ve asil davranışlar, hasımları ve Avrupalı tarihçiler tarafından bile takdir ve hayranlıkla karşılanmıştı. İngiltere Kralı Richard, onunla çarpıştığı günlerde ve sonrasında kendisinde gördüğü engin insanî hasletlerden ötürü huzurunda saygıyla eğilmesini bilmiş ve şöyle demişti: “Bana Arslan Yürekli diyenler, belli ki Selâhaddin’i tanımıyorlar!” Yüce Sultan bütün bunlarla, sadece İslâm Dünyası’nda değil; Batı Âlemi’nde de bir “Selâhaddin Efsanesi”nin doğmasına sebebiyet vermişti. Avrupa’da yayılan efsaneler, onun şövalyelik ruhu, asaleti, adaleti, cesareti, mertliği ve kudreti etrafında yoğunlaşmıştı. 13. ve 14. yüzyıllarda Avrupa’da ondan bahseden pek çok Latince eser yazılmıştı. Bunların en meşhurlarından olan Fransız Tarihçi Champdor’a, “Saladin: Le plus pus héros de L’Islam” adlı eseri yazmaya sevk eden, onun şövalyelik ve kahramanlık ruhuydu. Yine, başta Erakles olmak üzere, fazla sayıda tarihçi, onu metheden kitaplar kaleme almışlardı.
Selâhaddin-i Eyyûbî, Batılıların hâfızasında târifsiz bir hayranlığa değecek kadar yer etmesine karşılık, şuur altında derin bir kâbus uyandıracak kadar unutulmaz bir tesir de bırakmıştır. Meselâ, Fransız Generali Garo, 1920’deki Meyselun Savaşı’nı müteakip Şam’a girmiş ve Sultan Selâhaddin’in kabrini teptikten sonra ona, Haçlı ruhuna tercüman olan şu müstehzî sözle seslenerek, sanki Hıttin’den beridir kabaran öfkeyi boşaltmak istemişti: “Ey Selâhaddin! İşte biz döndük!..” Başka bir rivayette ise, İngiliz Mareşal Allenby, Beytü’l Makdis’e girince aynı küstahlığı göstermiş ve Selâhaddin’e olan kinini şöyle kusmuştu: “Haçlı Seferi şimdi bitti! Ey Selahaddin! İşte biz tekrar döndük!”
Eşsiz Şahsiyeti ve Örnek Liderliği
Selâhaddin-i Eyyûbî, 1193’te 56 yaşında Şam’da vefat etti. Haçlıları tarumar eden Kudüs Fâtihi, ölüm döşeğindeyken, emri gereğince şehre dağılan münâdiler, mızrağa geçirilmiş kefenini göstererek şu ibret yüklü sözü haykırmışlardı: “Ey ahâli! Şarkın hakimi Sultan Selâhaddin ölmek üzeredir. Ahirete ancak şu bez parçasını götürebilecektir. Kullukta gevşeklik göstermeyin!..” Gerçekten de Haçlıları dize getiren, şöhreti cihana yayılan “Şarkın en sevgili Sultanı”nın geride miras olarak bıraktıklarının dünya ve servet namına hiçbir kıymeti yoktu: 1 Mısır dinarı, 36 veya 37 Nasırî dirhemi. Koca Sultan arkada bir ev bile bırakmayacak kadar gösterişten uzak sade bir hayat yaşamıştı.
Sultan Selâhaddin, yüksek insanî meziyetlere sahip, iyi huylu, cömert, âdil, kültürlü ve müsamahakâr bir yapıya sahipti. Edebî zevkleri üstün, tarihî malumatı engindi. Verdiği sözü tutar, insanların kendisine güvenini sarsmamaya titizlikle gayret ederdi. Adalete ehemmiyet verir, gerektiğinde kendisi de hakim karşısına çıkmaktan sakınmazdı. Emsalsiz tevâzusu, yumuşaklığı, hoşgörüsü ve cömertliği mevzuunda devrin bilginlerinden İmâdeddin şunları söylemiştir: “Onunla oturan bir sultanla oturduğunun farkına varmaz, arkadaşıyla oturduğunu sanırdı. Anlayışlı, hataları affedip görmezden gelen samimi bir kimseydi. Daima tebessüm eder, yüzünü asmazdı. Bir şey isteyeni, eli boş çevirmezdi.”
Zamanın büyük alimi Abdüllâtif el Bağdadî de, Selâhaddin’i ziyareti münasebetiyle şu çarpıcı sözü sarf etmiştir: “Huzuruna vardığınızda gözleri heybet, kalpleri muhabbetle dolduran bir hükümdar gördüm. İyi-kötü, Müslim-Gayri Müslim herkes tarafından sevilirdi.” Namık Kemal ise, onun insanlık âlemindeki eşsiz konumu ve “örnek liderliği” hakkında şu tespitleri yapmıştır: “Faziletleri, siyasî ve askerî meziyetlerinin çokluğu ve çeşitliliği, akla durgunluk verecek nice üstün vasıfları kendisinde toplayan büyük bir timsâl idi. Yeryüzünde en büyük ve en sağlam değişimlerden birinin meydana gelmesine sebep olmuştur. Onun büyük ismi, hâlâ dünyanın her tarafında insanlığa övünme vesilesi olan belli sayıdaki büyüğün şanlı isimleriyle beraber hürmet ve hayranlıkla anılır.”

Alıntı

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
efsane, fatihi, hÜkÜmdar, kudüs, selâhaddin, sırları, zafer


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Hz. ZÜLKARNEYN (a.s) ve HÜKÜMDAR Metin İslamiyet 1 10 Mart 2009 06:54