IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 11 Aralık 2012, 20:28   #1
Zen
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Bir Tutam Eminönü.




İhsan Oktay Anar, Puslu Kıtalar Atlası adlı kitabının bir yerinde "Konstantiniyye derler tarrakası meşhur bir kent" diye niteler İstanbul’u. Tarraka eski dilde “gürültü” anlamında bir sözcüktür ve İstanbul için gayet yerinde ve manidar bir ifadedir. Biz buna bir de “gulgule” ve “hayhuy” gibi eski soy kelimeleri eklersek İstanbul’un büyüklüğü hakkında olmasa da kalabalığı hakkında bir fikir verebiliriz sanırım. Bu kalabalığın ve hayhuyun zirvede yaşandığı yer ise Eminönü’dür. Eminönü’nden maksat ise elbette bütün bir belediye sınırları değil, bu günkü Eminönü Meydanı ve civarıdır.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


İki bin yedi yüzlü yaşlarını süren İstanbul’un en önemli limanı ve bir zamanlar dünya ticaretinin nabzının attığı yerlerden biri olan Eminönü, hala eski günlerinin canlılığını sürdürüyor. Tüm eserleri ve özellikleriyle birkaç sayfanın sınırları içinde bu muhiti anlatmak gerçekten güç. Buna kalkışmak yerine bir tutam baharat kıvamında Eminönü meydanını ve onun simgelerini anlatmayı yeğledik.

Başlangıç noktamız dört yüz küsur yıldır meydana bekçilik eden Eminönü Yeni Cami. Yeni Valide Sultan Camii olarak da bilinen bu abide, deniz yoluyla –Osmanlı’ların deyimiyle- Nefs-i İstanbul’a yaklaşan yolcuların hemen dikkatini çekecek noktada hala arz-ı endam etmekte.Adına halk arasında bir zamanlar “Zulmiye Camii“ de demişler. Yapımı 66 yıl süren cami bu yönüyle Osmanlı mimarlık tarihinde tektir. Sultan III. Mehmet’in annesi ve III. Murat’ın haremi olan Safiye Sultan tarafından temeli atılan Yeni Cami’nin uzun süre yapılamamasında halen sırlı hikmetler olduğu söylenir. Ortalama bir insan ömrü kadar süren caminin inşaatında Davut Ağa, Dalgıç Ahmet Çavuş, mimar Hacı Mustafa Ağa gibi mimarlar görev yapmışlar.

Eminönü denince akla ilk düşen görüntülerin en anıtsalı olan Yeni Cami; iki çarşı, dar’ül kurra, mektep, iki sahilhane, bir hünkar kasrı ve türbeden oluşan bir külliyeye sahip.

Yapıldığı ilk yıllarda denize sıfır bir seviyede doldurma bir zemin üzerine yapılan cami bulunduğu konumun dezavantajlarının da mağduru olmuş çoğu zaman. Caminin önü suya kadar uzanırken temelini sık sık su basmıştır. Bu baskınları önlemek için Davut Ağa’nın, ustaların ustası Mimar Sinan’ın Çekmece Köprüsünde uyguladığı bir yöntemi kullandığı söylenir.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Mimar Davut Ağa, 1598 yılındaki veba salgınında vefat edince bayrağı Dalgıç Ahmet Çavuş devralır. İnşaat devam ederken bu sefer 1600 yılında Sultan III.Mehmet ve arkasından da Safiye Sultan ölür ve inşaat yarım kalır. O zamana kadar cami ilk pencerelerine kadar yükselmiş durumdadır. Derken… farklı zamanlarda Avrupa’nın muhtelif yerlerinden göçe zorlanmış Yahudiler İstanbul’a sığındıklarında bu muhite yerleşirler. Evvelinde de zaten iki Yahudi cemaatinin buralarda varlığı bilinmekteyken bu defa tamamlanmamış inşaatın etrafı da Yahudi meskenleriyle çevrelenir.

Yangınlarıyla meşhur İstanbul’da 1660 yılında çıkan büyük bir yangından Bahçekapı ve civarı da nasibini alır. Dolayısıyla Yeni Cami’nin yarım kalan inşaatı da hasar görür. Dönem IV.Mehmet dönemidir. Valide Sultan ise Hatice Turhan Sultan’dır. Kendi adına bir cami yaptırma muradındadır. Sorun şu ki; İstanbul’da artık bir Selatin camisini taşıyabilecek cesamette arazi parçası kalmamıştır. Keşifler neticesinde yangının bakiyesiyle ortaya çıkan Yeni Cami’nin belli bir seviyeye çıkmış olan duvarları fark edilir ve yarım olanı bitirmek daha makbul görülür. Duvarlarından bir sıra taş sökülerek inşaatına 59 yıl sonra yeniden başlanır. O kadar bekledikten sonra üç yıl gibi kısa sürede inşaat tamamlanır. Camiyi bitirme şerefi de o zamanın Hassa Mimarbaşısı Hacı Mustafa Ağa’nın olur.

Bir Cuma Namazı, caminin küşâd (açılış) merasimi yapılır. Cümle ulema, ümera açılışta hazır bulunur. Padişah, IV.Mehmet, Sadrazam ise Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’dır. Davetlileri kıymetli hediyelere boğan Hatice Turhan Valide Sultan’ın bu davranışına karşılık onlar da camiyi kıymetli halı ve avizelerle donatmaktan geri durmazlar.

Bir yaptığını bir daha yapmamasıyla ünlenen Koca Sinan; Şehzade Cami’inde uyguladığı planı doğurgan bir plan olarak görmediğinden pek beğenmemiştir. O yüzden olsa gerek Şehzade Cami’ini “çıraklık eserim” diye niteler. Fakat sonradan çıraklarından Sedefkar Mehmet Ağa, Şehzade’nin planını alır, ufak rötuşlar ve çinilerle şenlendirerek Sultan Ahmet Cami’inde yineler. Yeni Camii’nin başına gelen de tam olarak budur. Cami, plan olarak Şehzade Camii’nin neredeyse aynısıdır. Sultan Ahmet de kullanılan meşhur İznik çinilerinin sadece namı kalmış olduğundan, Yeni Camii 17. yy çinilerinin en güzel örnekleriyle donatılır.

Her ne kadar Sinan’dan bu yana mimari cereyanlar da değişiklik olmuşsa da Yeni Cami Mimar Sinan geleneğine eklenmiş son bir halka olarak görülebilir bu yönüyle.

Oldukça yüksek katları olan camiye görüleceği üzere merdivenlerle çıkılarak ulaşılmakta. Cami, denize yakın olmasından olsa gerek yüksek bir subasman üzerinde temellendirilmiş. İç avluda karşılaşılan sekiz köşeli kubbeli şadırvan bu avlunun en şenlikli ve en göz doyurucu eseridir diyebiliriz. Sonra altından geçeceğimiz cümle kapısı da en az belki de tam olarak onun kadar süslüdür. Bu cümle kapısından sonra bizi karşılayan ise dört ayak üzerine kondurulmuş, insana farklı duygular çağrıştıran büyük kubbedir. Süslemeler de cimriliğe hiç kaçılmamış. Dönemin sanat anlayışının alabildiğine bu caminin iç düzenlemesine yansıtılmış olduğunu görürüz.

Teknik teferruata çok fazla dalmaksızın söyleyecek olursak, cami o dönemde kazanılan zaferlerin hatırası olarak saklanan ganimetlerden de payını almış ve daha bir zenginleşmiş. Mesela Hünkar Mahfili altında yer alan iki somaki sütun Girit Savaşı ganimetlerindendir ki gayet makbul parçalardır.

Yeni Cami’yi eşsiz kılan diğer bir unsur hemen yanı başına iliştirilmiş olan Hünkar Kasrı’dır. Kasır’a caminin muvakkithanesininin karşısındaki tahtırevan yoluyla çıkılıyor. Kapıları sedeften duvarları çinilerle kaplıdır. Kasrın kabaca iç içe geçme üç odadan müteşekkil bir köşk olarak tarif edilebilecek olan kasrın, haliç yönüne bakan cihetinde Valide Sultan’a tahsis edilmiş olan yatak odası ile bir tuvalet de mevcut. Kasrın diğer tarafında ise Boğaziçi ve beylerbeyi manzarası rahatlıkla temaşa edilebilir.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Planıyla, pencereleriyle, çinileriyle, tezyinatıyla ve üzerine birbirine geçmeli “vav” harflerinin yazılmış olduğu kapısı ile Hünkar Kasrı’nın altındaki geçit tamamen özgünlüğünü koruyor.

İçinde Valide Sultan dairesinin yanından Hünkar Kasrı’na geçebilecek bir bölüm de var. Eskiden yerinde Bizans dönemine ait bir kilisenin bulunduğu tahmin edilen kasrın şu anda restorasyonu bitme aşamasında. Dikkatli ve eğitimli bir gözün Haliç surlarının başlangıç duvarlarına ait bir parçanın da burada hala mevcut olduğunu görmesi mümkün.

Cami etrafına yayılmış olan külliyenin en önemli parçalarından birisi de şüphesiz Hatice Turhan Valide Sultan türbesi. Yıllarca bakımsız ve kapalı kaldıktan sonra restorasyon sonrası açılan türbe sokak satıcılarının karışıklığı içerisinde kendini göstermekte hala zorlanıyor. En iyisi buraya sakin bir Pazar günü gelmeli. Cami ile birlikte yapılan türbenin en dikkat çeken yeri girişi. Hatice Turhan Valide Sultan kendisi için yaptırdığı türbede kendi mezarının yanında Saliha Sultan’ında mezarı var. Onların yanında altı Osmanlı padişahının da mezarı burada. Bunlar sırasıyla Hatice Turhan Valide Sultan’ın oğlu “Avcı “ lakaplı IV. Mehmet, II.Mustafa, Lale Devri padişahı III.Ahmet, entelektüel kişiliği ve merhametiyle tanınan I.Mahmut, III.Osman ve II. Abdülhamid’in biraderi V.Murat’tır. Onun hemen yanına eklenmiş diğer bir türbede de yine birçok padişah eşi ve çocukları yatıyor. Herhalde İstanbul’un en kalabalık mevta nüfusuna sahip türbesi burasıdır. Çünkü bu türbe yaklaşık yüz elli hanedan üyesinin mezarını bünyesinde barındırıyor.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Reşat Ekrem Koçu’nun “siyasi entrikalardan, hasis devlet hırsından uzak” diye tarif ettiği Hatice Turhan Valide Sultan’ın kendi devrinin en muktedir kadınlarından olan Mahpeyker Kösem Sultan’ın gelini olduğunu da söylemek lazım bu arada. Eminönü’nde tamamladığı Yeni Cami ve yaptırdığı külliyenin diğer unsurlarıyla damgasını vuran Turhan Valide Sultan’ın adı unutulmaz hanım sultanların arasına girmiştir böylelikle.

Mısır Çarşısı

Tabii camiye akar olsun diye camiden bir yıl sonra yaptırılan Mısır Çarşısını unutmamak gerek. Özgün kişiliğinden çok şey kaybetmiş olsa da hala mevcudiyetini koruyan bu çarşı, daha çok Mısır’dan gelen baharat ağırlıklı emtianın satıldığı yer olduğu için bu adla anılmıştır. Açıldığında adı bu değildir; daha çok ‘Yeni Çarşı’ yahut ‘Valide Çarşısı’ ismiyle maruftu o zamanlar. Bina ‘L’ şeklindedir ve içerisinde yüze yakın dükkan bulunuyor. Şimdilerde kuyumcu dükkanlarının fazla olduğu çarşıda önceleri aktarlar, pamukçular ve yorgancılar esnafı faaliyet gösteriyormuş ayrıca çarşı kendine ait özel nizamnamesi ve vakfiyesi mevcutmuş.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


1691 ve 1940 yılları arasında iki defa yangın geçiren çarşının altı kapısı var. Bugün Rüstem Paşa cihetine bakan duvarına bitişik balıkçılar, sucuk, salam ve peynir gibi şarküteri malzemeleri satan küçük dükkanlara da dayelik ediyor. Bahçekapı yönünde ise daha çok kuşçular, çiçekçiler, yemciler ve evcil hayvan satıcılarının dükkanlarıyla çevrelenmiş. Mısır çarşısının ‘L’ ucundaki kapıdan değil de köşe kapısından çıkarsanız kesif ama insanı kendinden geçiren bir kahve kokusuyla karşılaşırsınız. Ülke çapında meşhur olmuş kahve üreticilerinin çoğunun mekanı da burasıdır. Kahveyi sıcak ve taze almak isteyen müşteri kuyruklarıyla çok sık karşılaşabilirsiniz burada.

Rüstem’in Camisi

Mısır Çarşısı’nı solumuza alıp ana caddeye paralel ilerlersek bir başka Eminönü’nün simgesi olan yapıya ulaşırız. Mimar Sinan yapısı Rüstem Paşa camisidir karşımızda duran. İçinin serapa (tepeden tırnağa) İznik çinisiyle kaplı olmasıyla meşhurdur.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Cami, İstanbul silüetine ustaca yerleştirilmiş Süleymaniye Camii’nin hemen ayak ucunda görünür. Etrafı hanlar ve çarşılarla çevrili olduğundan ilk bakışta fark edilmesi zaman alabilir. Dışarıdan pek de çekilmeyen bu görüntünün aksine içerisi oldukça cezbelidir. Banisi Rüstem Paşa, en az yaptırdığı camii kadar dikkat edilmesi gereken bir şahsiyet. Kanuni’nin damadı ve dönemin en önemli üç sadrazamından biridir. Uzun boylu, yakışıklı, sarışın, mavi gözlü; bir rivayete göre, Hırvat, başka bir rivayete göre Boşnak delikanlısı iken göze girmiş, üçüncü vezirlikten sadrazamlığa oradan Damad-ı Şehriyariliğe (padişah damatlığına) kadar yükselmiştir. Siyasi ve ticari zekasıyla o dönemin en önemli figürlerinden biri haline gelmiştir. Zenginliği dillere destan olan Rüstem Paşa, Osmanlı coğrafyasının her köşesine (Balkanlardan Van’a kadar) camiler, çeşmeler, hanlar, kervansaraylar da yaptırmayı ihmal etmemiş. Elbetteki elinin altında Mimar Sinan gibi bir deha varken bunu değerlendirmemek de olmazdı.

Kendi adıyla yapılan camii de onun ticarete olan eğiliminin bir simgesidir adeta. Hanların ve çarşıların ortasında kalan bu camii, varlığını göstermesi için on dükkanın üzerinde yükseltilmek suretiyle yapılmıştır. Rivayete göre, Mimar Sinan Edirne Selimiye Camii’ni yapmadan evvel küçük bir maket olarak uygulamalarını Rüstem Paşa Camii üzerinde denemiş.

Çinileriyle meşhurdur camii. Çokça nazarı çekmiştir bu yönüyle. Çini o kadar bol kullanılmış ki halk arasında bu tezyinatı müsriflikle nitelendirenler bile olmuş kendi döneminde. İçerdeki atmosfer, kimilerinin aşırı süsten rüküş bulmasına rağmen, oldukça huzurlu. Etrafındaki çarşıların gürültüsünden azade bir sükuneti fark etmemek elde değil. Öte yandan içine girdiğimizde sanattan ziyade sadelik arıyorsanız bu cami sizi yorabilir çinileri ve tezyinatıyla. Kubbesi özgün değildir caminin ve Sinan dönemi cami kubbe geleneğini yansıtmaz. 18. yy da meydana gelen bir depremde kubbenin yıkılması ve yerine dönemin mimari anlayışınca yeni bir kubbenin yapılmasıdır buna sebep.

Eminönü’nde Ahilerin Mührü Bir Garip Camii

Rüstem Paşa Camii’ne sırtını dönüp caddeden dikkatlice karşıya geçtiğinizde karşınıza Ahi Çelebi Camii çıkar. Bir zamanlar etrafında moloz yığınlarından görünmez, bakımsız yıkılmaya yüz tutmuş bir eski zaman camii idi. Yıkılmaması için uzun bir süre binanın etrafı çelik kalaslarla tutturulmuş halde kaldıktan sonra şimdi camiden kalanlar restore edildi. Sade bir 15. yy camiidir. Fetih dönemini yansıtır yani. Esnafın, sanatkarın, tüccarın bolca olduğu Eminönü’nde bir ahi camisine rastlamak oldukça doğaldır. Malumunuz Ahilik Osmanlı dönemi esnaf ve sanatkar için bir dayanışma ve danışma müessesesi idi.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Adını aslen Ahi Evran Çelebi’den alan cami, tek kubbelidir ve dört sivri kemer üzerine kondurulmuştur. Mimarisinden daha çok sosyal konumu itibariyle önem taşıyan bir yapıdır. Bulunduğu muhit eskiden Yemiş iskelesi yahut Zindankapısı diye anılırdı.

Evliya Çelebi ömür boyu sürdüreceği o meşhur seyahatine başlamasını bu camiye dayandırır. Kendisini rüyasında Ahi Çelebi caminde bulan Evliya Çelebi burada Hz. Peygamberle karşılaşır. O’ndan “şefaat” isteyeceği yerde heyecandan dili sürçüp “seyahat” isteyince Hz. Peygamber’in gülümseyerek “istediğin sana verilecektir” dediğini uzun uzun hikaye eder seyahatnamesinde Evliya Çelebi.

Bu caminin hemen bitişiğinde buluşan iki yapıdan birisi de bir zamanların Eminönü ticaret hayatının ürkütücü simgelerinden zindan kulesi veya Baba Cafer Zindanı adıyla maruf bu yapı şimdilerde pek biçimsiz olmakla görece olarak yeni yapıya sanki sonradan iliştirilmiş hala mevcudiyetini korumaktadır.

Eskilerin anlatımında borçluların kapatıldığı ve hanım sultanların ya da sahiplerinin zaman zaman gelip buralarda onların borçlarını ödeyip hürriyete kavuşturmaları sıkça zikredilir.

Baba Cafer isminin ise “Seyyid” olduğu kuvvetle muhtemel Cafer –el Ensari’den aldığı rivayet edilir ki II.Mahmut tarafından türbesi tamir ettirilmiştir. O dönemde çocuk sahibi olmayanların medet kapısı haline gelmiş türbe. Yanındaki zindan ise yine işlevi itibariyle II.Mahmut döneminde başka yere nakledilince binası bir ara karakol ve esnafa ait işyeri olarak vazife görmüş.

1831 tarihinde yayınlanmaya başlayan Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesi Takvim-i Vekâyi’nin ikinci sayısının üçüncü sayfasında Baba Cafer zindanının tarihçesi ve karakola çevrilme sebebi dönemin kendine has üslubuyla şöyle izah edilmiştir;

“İstanbul ebvâbından Zindan kapısı civarında vaki zindanın derûnunda medfun Baba Cafer namıyla zebânzed olub türbedarlarının berâtında ancak Cafer-i Sadık deyü yazılmış olan zât-ı keramet-ayat türbesi kapusunda mersum olan manzumeden müstefâd olduğu üzere tabiinden olub evvel ahirde seyahat tarikiyle İstanbul’a gelmiş ve biraz müddet medfun olduğu mahal fi’l-asl dahi zindan olmağla anda mahbusa ikamet ba’de-nûş-i sehbâ-i şehadet etmişler imiş kendileri ve yanında medfun olub müşarünileyh hazretlerinin delaletiyle ihtida etmiş Ali nam zat-ı şerifin ruhaniyetlerine hürmeten zindan-ı mezkurat meydanı civarında kain tabhaneye kaldırıb yerine karakolhane inşabirle bundan böyle bâb-ı mezkur bab-ı Cafer namıyla zikrolunmak üzere irade-i seniyye-i şahane suduruarâ olmuştur. Hakka ki padişah-ı hayr-endiş ol zât-ı kerâmet-piş civarında mücrim ve fevahişin iskanını reva görmediklerinden bu vechile tebdil-i mahal ile ol zat-ı şerife hürmet ve riayet buyurmaları asar-ı hasene-i şahanelerinden madud idüğü bi-iştibahtır.”

prüler

Eminönü’nü gezerken, Haliç’in iki yakasını birbirine bağlayan köprülerden bahsetmemek olmaz. Bu iki yakayı bir araya getirme hikayesi epey eski hikayedir aslında. Eyleme dönüşmesi ise ilk defa 1832 yılında II.Mahmut döneminde olur. İlk köprü sanılanın aksine bu günkü köprünün yerinde değil, Unkapanı ile Azapkapı arasında inşa edilir. Genişliği ise ancak beş metredir o zamanlar. Sonra Abdülmecid annesi Bezm-i Alem Valide Sultan için bir köprü daha yaptırır Haliç’in üstüne. Buna ‘Valide Köprüsü’, ‘Sultan Mecid’ yahut ‘Karaköy Köprüsü’ adları yakıştırılır o zamanlar halk tarafından.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Bundan sonra yerine yapılan ikinci köprü amiral olan Ateş Ahmet Paşa tarafından yaptırılır. Bu köprünün zaman zaman Ahmet Paşa’nın adıyla da anıldığı olmuş.

Üçüncüsü ve 1988 yılına kadar gelen köprü ise Abdülaziz tarafından ilk defa olmak üzere demirden inşa ettirilir. 1875’dan sonra sadece insanların ve araçların değil hadiselerin üzerinden geçip gittiği bu köprü yaşı kemale gelince emekliye ayrılır. 1988 yılında yerine bu günkü ve son köprü inşa ettirilir. Önceki dubalar üzerinde iken bu sonuncusu demir ayaklarla suyun altına sabitlenmiştir. Böylece 25 metre genişliğindeki eski köprü araç geçiş kapasitesi 50 metre yapılarak genişletilmiştir.

Elhasıl, Eminönü kazan, biz kepçe gezemedik gönlümüzce. Bir tutam Eminönü’ne kanaat ettik sadece. İstanbul’u bilmeyenlerin onu bir günde gezip görmek istemelerine şaşmışımdır hep. Bunun imkansızlığını uzun uzun anlatmak yerine, bu tür istekleri olanlara konuyla ilgili olduğunu düşündüğüm bir Nasrettin Hoca ve Timur fıkrası anlatmakla yetiniyorum artık. Bir sebepten ötürü kızan Timur, Hoca’ya yüz değnek vurulmasını emretmiş. Hoca bu emre gülmüş tabi. Sebebini sorunca Timur, Hoca merhum da taşı gediğine oturtmuş; “sultanım siz ya ömrünüzde hiç dayak yemediniz ya da sayı saymayı bilmiyorsunuz.”


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.



Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
bir, eminönü, tutam


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Bir tutam zencefil her derde deva ALeMCi Alternatif Tıp 0 11 Nisan 2012 11:18
Istanbul - Eminönü Ecrin Marmara Bölgesi 0 30 Kasım 2011 21:57
Eminönü'nde yangın PuSAt Haber Arşivi 0 09 Nisan 2006 10:14