IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 30 Aralık 2012, 15:28   #1
Zen
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Abdulkerim Nadir (Apdi Paşa)..





Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Abdulkerim Nadir Paşa (h.1222) 1807 yılında Doğu Rumeli’nin Zağara sancağına bağlı Çırpan kasabasında dünyaya geldi. Babası Yamak Ahmet Ağa’dır. Gençliğinde İstanbul’a gelerek Asakir-i Mansure-i Muhammediyye ordusuna girdi ve burada mülazım oldu. Harbiye mektebinin kurulduğu dönemde Maçka kışlasına Zabit (Subay) olarak tayin edildi.

Bilindiği üzere, Tanzimat dönemine yaklaşılırken devletin sıkıntılarının giderilmesi için Avrupa örnek alınarak gerek III. Selim gerekse de II. Mahmut dönemlerinde pek çok ıslahat yapıldı. Bu çerçevede Batı’nın ilim fen ve tekniğinden daha fazla yararlanılması için Avrupa ülkelerine öğrenciler gönderildi. Abdülkerim Nadir Paşa da askeri alanda kendini yetiştirmesi için 1835 yılında eğitim amacıyla Viyana’ya gönderilen öğrencilerden biriydi. Burada 7 yıl eğitim gördükten sonra Miralay olarak geri İstanbul’a döndü ve bu rütbeyle Erkân-ı Harbiyye Başkanlığına getirildi. 1846 yılına gelindiğinde “Feriklik” rütbesiyle Darü’ş-şûra-i Askeriyye Azalığı’na atandı. Bir yıl sonra devletin mevcut beş ordusuna ilave olmak ve merkezi Bağdat bulunmak üzere oluşturulan altıncı orduya “Müşir” oldu.

Bundan sonraki süreçte Abdulkerim Nadir Paşa, Valilik, Seraskerlik, Bahriye Nazırlığı, Mecâlis-i Aliye Nazırlığı ve Serdar-ı Ekremlik gibi önemli görevleri yerine getirdi. Bağdat, Diyarbakır, Selanik, Rumeli ve Erzurum vilayetlerinde valilik görevinde bulundu.

Temmuz (1853) tarihinde Avrupa’daki yeni gelişmeler ekseninde yaşanan olayların; Rusya’nın Memleketeyn’i (Eflak-Boğdan) işgaliyle sonuçlanması Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı savaş ilan etmeye mecbur bırakmıştı. Aslında, İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki güç mücadelesinin Osmanlı topraklarında Kutsal Yerler meselesini suni bir şekilde ortaya çıkarmış ve tarihte Kırım Savaşı olarak bilinen ilginç ittifakların kurulduğu bir harp vuku bulmuştu.

Osmanlı hükümeti, savaş ilan ettikten sonra Şumnu’da bulunan Ömer Paşa komutasındaki ordusunu harekete geçirdi. Ömer Paşa Rus orduları komutanı Gorçakof’a bir ültimatom vererek Eflak- Boğdan’ı boşaltmasını istedi. Rus komutanının bu ültimatomu reddi üzerine, Tuna’yı geçen Türk ordusu başarılı şekilde Küçük Eflak’ı ele geçirdi. Kafkas birliğinin başındaki Anadolu ordusu kumandanı Abdülkerim Nadir Paşa’nın da harekete geçmesiyle harekat iki cephede başlamış oldu. Rusya’nın Kırım’dan boğazları zorlayabileceğinin düşünülmesi üzerine savaş Kırım’a kaydırıldı. Sivastopol’de şiddetli mücadeleler yaşandı. 1855 yılında Rusların mukavemetleri yavaş yavaş kırılmaya başladı. Çar I. Nikola’nın da ölümüyle Rus ordusunun maneviyatı kırıldı. Bunun ardından kısa bir süre sonra müttefikler Sivastopol’ü ele geçirdi.

Doğu cephesinde ise Abdülkerim Nadir Paşa, başlangıçta Gümrü’ye kadar ilerlese de geri çekilirken sıkıntı yaşanacağını düşündüğünden daha fazla ilerleyemedi. Gerek bu durum gerekse Erkan-ı Harbiye reisi ile kendi arasında ki geçimsizlik Abdülkerim Nadir Paşa’nın azliyle neticelendi. Paşa azledilirken bahane olarak, savaşta yavaş hareket ettiği, tembellik ve gayretsizlik gösterdiği iddia edilmişti.

Anadolu ordusu kumandanlığından alındıktan sonra Abdülkerim Nadir Paşa, Selanik ve Rumeli valiliklerinde bulundu.

Kırım savaşı sonrasında imzalan Paris Antlaşması (1856) ve Islahat Fermanı’nın ilanı aslında Osmanlı Devleti’ne kısa bir rahatlama getirse de uzun vadede büyük problemlere kapı açacaktı. Abdülkerim Nadir Paşa’nın valilikleri döneminde Rumeli ve Balkanlar’da cereyan eden yeni fikir akımları ve uygulanan mali politikalar bu topraklardaki Osmanlı varlığını olumsuz cihette etkilemekteydi. Eflak ve Boğdan’da 1856 Paris Antlaşması öncesi ve sonrasında gelen problemler sürmekte ve birçok isyan yaşanmaktaydı. Yine Sırbistan’ın durumu da çok karışıktı. Bu dönemde 1829 Edirne antlaşmasından itibaren başlayan süreçte, Sırbistan’ı bağımsızlığa taşıyacak girişimler vardı. Balkan topraklarında tüm bu olaylar yaşanırken Abdulkerim Nadir Paşa bölgede valilik görevlerini uhdesinde bulundurmaktaydı. Abdulkerim Nadir Paşa valiliği döneminde karışıklığa sebep olan eşkıyayı bizzat kendisi takip etti. Güvenlik ve asayişin sağlanması yolunda büyük gayret sarf etti. Valiliği süresince Abdülkerim Nadir Paşa, Kırım Savaşında uğradığı başarısızlıkla kaybettiği prestijini yeniden kazanmak için büyük gayret gösterdi.

Sultan Abdülaziz dönemine gelindiğinde Abdülkerim Nadir Paşa, çeşitli yerlerde ordu komutanlığı, Valilik, Seraskerlik, Bahriye Nazırlığı, ve Tanzimat-ı Askeriyye Riyaseti’nde bulundu. Hüseyin Avni Paşa’nın sadrazamlık ve seraskerlik görevinde bulunduğu sırada Abdülkerim Nadir Paşa’yla aralarında sıkı bir dostluk hasıl oldu. Serasker paşa, Abdülkerim Nadir Paşa’yı serasker kaymakamlığına atadı. Hüseyin Avni Paşa’nın bu yakınlaşma ve dostluktan gayesi çok geçmeden anlaşılacaktı. Nitekim Abdülaziz’in tahttan indirilmesi hususunda ikna edilen Abdülkerim Nadir Paşa vasıtasıyla Mütercim Rüştü Paşa ve Hüseyin Avni Paşa dikkat çekmeyecek şekilde birkaç ay görüşerek hal‘ için gerekli hazırlıkları yapacaklardı.

Mütercim Rüştü Paşa Sultan Abdülaziz’in hal‘inden biraz önce Sadrazam olduğunda Hüseyin Avni Paşa’da seraskerlik makamına getirildi ve Abdülkerim Nadir Paşa’da Rumeli Serdarlığı rütbesi ile Bulgar isyanını bastırmak üzere görevlendirildi.

19. yüzyılın ortalarından itibaren Bulgarların arasında ulusçuluk akımları gelişmişti. Fransız ihtilalinin etkisi, Tanzimat’ın Balkanlarda uygulanması esnasında yaşanan aksaklıklar ve ordudaki ıslahatın ardından askerlik meselesi ile ilgili problemleri de beraberinde getirdi. Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki söz konusu zafiyeti, Rusya tarafından Panislvazim politikası doğrultusunda profesyonel bir şekilde kullanıldı. Bulgar kilisesi meselesinin çözülmesi ise bir nevi Bulgarların tek bir çatı etrafında toplanmasına mühim bir katkıda bulanarak bağımsızlık yönünde ayaklanmaların çıkmasına zemin hazırladı. Abdülkerim Nadir Paşa bu isyanın bastırılmasında zor da olsa başarılı oldu. Bu sıralarda Abdülaziz tahttan indirildi. Abdülaziz’in tahttan indirilmesinde başrol oynayan Hüseyin Avni Paşa Çerkez Hasan tarafından devlet erkânının bulunduğu bir toplantıda vurularak öldürüldü.

Çerkez Hasan’ın Hüseyin Avni Paşa’yı öldürmesinin ardından Abdülkerim Nadir Paşa Seraskerlik makamına getirilse de Rumeli’de yaşanan isyanın genişlemesi üzerine, eski görevinde, yani Rumeli Serdarlığında kalması uygun görüldü. Bulgar isyanıyla beraber Rusya’nın da Panislavist politikaları doğrultusunda yürüttüğü faaliyetler ve Avrupa devletlerinin teşvikleri Sırbistan ve Karadağ’ı bağımsızlıklarını kazanma yolunda umutlandırdı. Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarını kazanmak için hızla silahlanarak çalışmalarına hız kazandırdılar. Her ne kadar silahlanma faaliyetlerini hızlandırsalar da isyan hareketlerinden istedikleri başarıyı elde edemediler. Bunun üzerine Sırbistan ve Karadağ, Osmanlı Devletine karşı bir araya gelerek savaş açma kararı verdiler. Sınır ihlalleri yapmakla sınırlı kalınmayarak Prens Milan tarafından Bosna’nın Sırplara verilmesi talep edildi. Osmanlı Devleti de bu öneriyi kabul etmeyince 1 Temmuz 1876 tarihinde Sırbistan, 2 Temmuz’da da Karadağ Osmanlı’ya karşı savaş ilan etti. Avrupa’da büyük bir heyecan uyandıran bu karar sonucu 8 Temmuz 1876’da Reichstad’da toplanan devrin düvel-i muazzaması arasında bölgeyle ilgili anlaşmalar yapıldı. Anlaşmaya göre Osmanlı kuvvetleri galip gelirse Osmanlıların eline hiçbir şey geçmeyecekti.

5000 kişi ile teşkilatlan Balkanlardaki Osmanlı ordusu Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın gönderdiği üç alay asker ve gönüllülerle birlikte sayı toplam 100.000’e uluşmakta ve tamamına Abdülkerim Nadir Paşa komuta etmekteydi. Dört birlik halinde olan Sırp ordusunun mevcudu ise 5000 civarında olup gönüllülerle beraber 150.000’e ulaşmaktaydı. Bu orduya yukarıda bahsettiğimiz Sırp beyi Milan komuta etmekteydi. 40-50.000 kişi civarındaki Karadağ kuvvetleri ise düzenli bir saldırıdan ziyade bilhassa topraklarının coğrafi şartları göz önüne alındığında, gerilla savaşı için kusursuz bulunuyorlardı.

Osmanlı ordusu içinde eğitim görmeyen askerler olduğu gibi silahın nasıl doldurulacağını bilmeyenlerde vardı. Eğitim bakımından yetersiz olan askerler daha çok Suriye sahillerinde ve bu sahillere yakın bölgelerden toplanmıştı. Subayların alt kadroları eksikti. Komuta kademelerinde strateji ve taktik bakımından düşünce farklılıkları bulunuyordu. Muhtelif cinsteki ağır ve hafif silahların cephanesini temin etmek ciddi ve karışık bir problemdi. Kullanılan silahlarda da bir standardın olmaması Osmanlı ordusu açısından büyük bir dezavantaj oluşturmaktaydı.
Sırp ve Karadağ ordusunun durumu da Osmanlılardan çok farklı değildi. Tek fark ordularındaki silahların daha iyi olmasıydı.

Osmanlı kuvvetleri hızlı bir şekilde Sırp ve Karadağlıları mağlubiyete uğrattı. Abdülkerim Nadir Paşa’nın komutasındaki birlikler Sırplar için son derece önemli olan Aleksinaç müstahkem mevkiini zapt etti. Ardından yabancı devletlerin ateşkes amacıyla müdahale ihtimaline fırsat verilmemesi için Niş’de bulunan Abdülkerim Nadir Paşa’ya, süratle Belgrat’a doğru yürüyerek Sırpları barışa zorlaması hususunda emir verildi. Olayların bu şeklide gelişmesi üzerine Sırplar, Avrupa devletlerine ateşkeste aracılık yapmaları için başvurdu (24 Ağustos 1876) ve İngiltere dış işleri bakanı Lord Derby, Londra elçisi Masurus Paşa ve İstanbul’daki büyükelçisi vasıtasıyla Osmanlı’ları ateşkese davet etti. Bu sıralarda ateşkes görüşmeleri için süreç devam ederken Sırp’lar, Rusların desteğiyle eksikliklerini gidererek yeniden savaşa başlasalar da Abdülkerim Nadir Paşa karşısında başarı kazanamadılar. 29 Ekim’de Sırp mevizelerinin Abdülkerim Nadir Paşa’nın eline geçmesiyle Belgrad yolu Osmanlılara açılmış oldu. Böylelikle Abdülkerim Nadir Paşa askeri şöhretinin zirvesine ulaştı ve bu başarısı kendisini gelecekte çıkacak olan 93 Harbinin (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) Serdar-ı Ekrem’i olması yolunda önemli bir aşama olacaktır.

Sırbistan bu durum üzerine telaşlandı ve Rusya’ya başvurdu. Rusya’da Sırpların yenilgisiyle Balkanlar üzerindeki nüfuzunun ortadan kalkacağı endişesiyle 31 Ekim’de İstanbul’daki elçisi İgnatieff aracılığıyla Osmanlı Devletine 48 saatlik bir Ültimatom verdi. Osmanlı Devleti de ültimatomu kabul etmek durumunda kaldı. Böylelikle Rusların Balkan coğrafyasında etkin hale gelmesi, Hindistan sömürgelerini tehdit altında hisseden İngiltere’nin devreye girmesini geciktirmedi. Barış şartlarının uluslararası bir konferansta belirlenmesi gerektiğini dile getiren İngiltere, aksi takdirde Rusya’ya karşı en az 20 yıllık bir savaşı tek başına sürdürebilecek güçte olduğunu söylemekteydi. İngiltere’ye karşı uzun süreli bir mücadeleye dayanamayacak durumda olan Rusya, barış şartlarının büyük devletlerin ortak görüşleri doğrultusunda, uluslararası bir konferansla belirlenmesini kabul etmek zorunda kaldı. Tüm bunların sonucunda Sırplar, Rusların girişimi ve diğer Avrupa devletleri sayesinde rahatlamış oldu.

23 Aralık 1876 tarihinde İstanbul Konferansı, Osmanlı Devletinin Hariciye Nazırı Saffet Paşa’nın açılış konuşmasıyla başladı. Bu konuşma esnasında konferans salonunda bulunanlar top sesleriyle irkildiler. Kürsüden katılımcılara seslenen Hariciye Nazırı, artık Meşrutiyet’in ilan edildiğini, Osmanlı Devletinin bağımsızlığına gölge düşüren böyle bir toplantının yapılmasına gerek kalmadığına dikkat çekmekteydi. Fakat bu konuşma toplantıya katılan devletlerin temsilcileri üzerinde yeterli etkiyi uyandırmadı. Görüşmelere devam edildi ve İstanbul Konferansı çerçevesinde yapılan 9 toplantıda, Osmanlı Devletinin, Sırbistan ve Karadağ’ın savaştan önceki durumunu tanıması istendi. Ayrıca Bulgaristan ve Bosna-Hersek’e bazı ayrıcalıklar ile özerklik verilmesi istendi.
Osmanlı Hükümeti devletin bağımsızlık ve onuruna aykırı olan bu görüşleri reddetti ve Tersane (İstanbul) konferansı 20 Ocak 1877’de dağıldı.

İstanbul konferansından bir sonuç alınamayacağının netleşmesinin ardından Rusya yeni diplomatik girişimlerde bulundu. Bu sırada Avusturya Balkanlarda Rusya’nın harekete geçeceğini anlayarak Rusya’ya yaklaşmıştı. İlk önce kendi aralarında bir antlaşma yaptılar. Ardından Rusya Almanya’nın da desteğini kendi yanına çekmeyi başardı. İngiltere, ve Fransa ile de anlaştıktan sonra 31 Mart 1877’de tarihte Londra Protokolü olarak bilinen Protokolü imzaladılar. Alınan kararlara göre; Osmanlı Devleti, daha önce Hıristiyanlara vaat ettiği ıslahatı yerine getirecek, bunu yaparken de protokolü imzalayan devletlerin İstanbul’daki büyükelçileri tarafından kontrol edilecekti. Bir diğer yandan protokol kararlarında devletin silahlı kuvvetlerinin azaltılması isteniyordu. Görüldüğü gibi söz konusu protokolde isteklerin çok ağır olması, bağımsızlık ve hükümranlık ilkelerine ters düşmesi ve uluslararası arenada Osmanlı Devletinin itibarını zedelemesi nedeniyle alınan kararlar Babıali tarafından 12 Nisan 1877’de reddedilmişti.

Abdülaziz ve V. Murat’ın tahttan indirilmesinin ardından iktidara gelen II. Abdülhamid, devletin içinde bulunduğu durumu göz önüne alarak, bilhassa Ahmet Muhtar Paşa’nın ordu hakkında kendisine verdiği bilgiler ışığında, devletin bir felakete sürükleneceğini düşünüyordu.
Hükümet ise sadrazam Mithat Paşa’nın görüşleri doğrultusunda Rusya’nın muhtemel bir saldırısına karşı savaş hazırlıklarına başlamıştı bile. Sultan Abdülhamid konferans kararlarının sonrası İstanbul’u terk eden devletlerin bazı fedakarlıklar yapılarak tatmin edilebileceğini ve gerginleşen ortamın yumuşatılabileceği kanaatindeydi. Ancak Midhat Paşa’nın sadarette kaldığı sürece Avrupa devletleriyle ilişkilerin yumuşamayacağını düşünen II. Abdülhamid, konferanstaki başarısızlığı sadrazama yükleyerek yerine Ethem Paşa’yı atamıştı.

Osmanlı Devleti’nin dahili durumu bu vaziyetteyken Rusya, Balkanlarda hakimiyetini güçlendirmek, geleneksel Güney’e inme politikasını uygulamak ve Akdeniz’e ulaşmak için harekete geçti. Bu bağlamda Çar II. Alexandr, Osmanlı hükümetinin barıştan yana tavır almadığını, garanti ettiği ıslahatları yerine getirmediğini iddia ederek Osmanlı Devleti’ne karşı ilan-ı harp etti.

Çok hızlı ve ani bir şekilde ortaya çıkan bu gelişmeler esnasında ordunun mevcudiyeti ve savaştaki durumu hakkında hararetli tartışmalar yaşanmaktaydı. Mithat Paşa’ya göre 50.000 kişiden müteşekkil olan Osmanlı ordusu, Serasker Redif Paşa’ya göre ise 700.000 kişidir. Daha önce Ahmet Muhtar Paşa’nın sunduğu rakam ise 300.000’dir. Osmanlı ordusunun mevcudiyetini ortaya koyan bu bilgilerin sağlıklı olmadığı görülmektedir. Serasker Redif Paşa’nın, savaş başladığında verdiği rakamlara göre ordunun mevcudu 490.000’dir. Redif Paşa’nın ortaya koyduğu verilere göre ordunun 310.000’i Balkanlarda, 100.000’i Doğu Anadolu’da geri kalan 80.000 civarındaki asker de imparatorluk coğrafyasının muhtelif yerlerine yerleştirilmiştir. Söz konusu askerler içerisinde eğitimli olanların sayısı ancak 150.000 kadardı. Geri kalanlardan Redifler, askeri anlamda bir eğitime tabi tutulmamışlardı. Muhafız sınıfının ise çoğu askerlik çağını geride bırakmış görünüyordu.


Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


Savaşta Osmanlı Devleti, Avusturya yapımı (325.000 adet) Şnayder, Amerikan yapımı Henry Martini (334.000 adet) ve yine Amerikan yapımı Vinçester (39.000 adet) silahlarını kullandı. Bu silahlar, Sultan Abdülaziz döneminde yapılan silah antlaşmasıyla temin edilmişti. Mevcut mühimmatın savaşın ilk safhasında yeteceğini, devam eden süreçte ihtiyaç duyulan malzemenin tedariki için gayret sarf edileceğini ve bu yolda yeterli miktarda paranın bulunduğunu kaynaklar ifade etmektedir. Taşıma araç gereçlerinin hayli yetersizliğine rağmen, bahsedilen rakamlara ilaveten Tophane’de dökülen toplar ile Avusturya ve Amerikan yapımı tabancalar da vardı.
Osmanlı ordusunun komuta kademesine baktığımızda ise;

Rumeli ve Balkanlardaki kuvvetlerin Seraskerliğine Abdülkerim Nadir Paşa, Rusçuk taraflarına Eşref Paşa, Karadağ taraflarına da Müşir Süleyman Paşa komuta edecekti. Müşir Ahmed Eyüp Paşa ise orduya hareket amirliği yapacaktı. Anadolu’daki kuvvetlerin başına Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Batum’daki kuvvetlerin komutanlığına Lofçalı Derviş Paşa ve Erzurum Valiliğine de yine asker kökenli İsmail Paşa getirilmişti.

Rus kuvvetleri ise Balkanlarda ve Kafkaslarda sayı bakımından farklılık gösterse de çoğunlukla 250.000, Kafkas Cephesinde ise savaşın başlarında 148.825 kişilik bir ordu toplanmıştı.
Rus ordusunun komuta kademesi ise şu şekildeydi;
Balkan kuvvetlerinin başına Çar’ın kardeşi Grandük Nikola, Doğu Anadolu üzerine II. Alexandr’’ın diğer kardeşi Grandük Mişel tayin edildi.

Savaşın ağırlık noktasını Rusya’nın Panislavizm politikasını etkili bir şekilde uyguladığı ve harekete geçirdiği Balkan coğrafyası oluşturmaktaydı. Rusya’nın bu savaşta en büyük emeli; Bulgaristan’ı ayaklandırıp mahalli bir Hıristiyan hükümeti idaresine vermek, Sırbistan ve Kardağ’ı tamamıyla müstakil bir prenslik haline getirerek Rumeli’de küçük küçük devletler teşkil ettirmekti. Böylelikle Rusya, bölgeyi Osmanlı idaresinden ayırarak kendi etkinliğini artıracak, Balkanlarda daha rahat hareket etme imkanına kavuşmuş olacaktı.

Rusya’nın bir diğer planı ise; Romanya demir yollarından istifade ederek Tuna’yı ele geçirip Bulgaristan’ı işgal etmekti. Doğuda ise Batum Limanı, Kars, Ardahan ve Erzurum gibi önemli bölgelere hakim olarak Ermenistan topraklarında faaliyetlerde bulunmayı hedefliyordu.
Savunma savaşı yapacak olan Osmanlı Devleti, tecrübeli bir kumandan olan Abdülkerim Nadir Paşa’yı ön plana çıkardı. Fakat 70 yaşında olan Abdülkerim Nadir Paşa, sakat ve ihtiyar, yerine alternatif olarak düşünülebilecek Tahsin ve Eşref Paşalar ise savaş tekniği bakımından yetersiz kimselerdi.

Savaş öncesinde Abdülkerim Nadir Paşa, ilk olarak Osmanlı hudutlarının kontrolü ve eksiklerinin giderilmesi için Rusçuk ve Vidin’e kadar olan bölgeyi teftiş etti. Bu teftişte Abdülkerim Nadir Paşa, Rusçuk, Vidin ve Silistre mevkilerinin oldukça müstahkem olduğunu Tutrakan ile Niğbolu mevkilerinde de ufak tefek istihkamların bulunduğunu gördü. Hududun geri kalan kısmı ise düşmanın geçmesine müsait konumdaydı.

Bu teftişin ardından Abdülkerim Nadir Paşa orduyu Varna’dan Vidin’e kadar Tuna sahiline çekmiş ve Rus askerinin nehri geçmesine engel olmaya çalışmıştı. Karşı tarafın Tuna’yı geçeceği kanaatinde olduğundan düşmanın Osmanlı toprakları içine çekilmesi ve burada meydan muharebesi yapılarak imha edilmesi amacıyla ilk olarak Varna, Silistre, Rusçuk ve Şumnu’yu kapsayan saha içinde orduyu mevzilendirmeye, ikinci olarak, bu ordunun sağ kanadını teşkil etmek üzere Köstence ile Boğazköy arasında ve sol kanadı himaye etmek için Ziştovi ve Rasova arasında ihtiyaca cevap verebilecek birer müfreze gezdirmeye; üçüncü olarak da bir taraftan Romanya’yı gözetmek diğer taraftan da Rus’larla Sırp’ların irtibatını kesmek için Vidin’de özel bir fırka bulundurulması gerektiği belirtilmişti

21-22 Haziran gecesi General Zimmerman komutasındaki 40.000 kişilik Rus ordusu Maçin’den Tuna’yı geçerek Dobruca’ya girdi. 26-27 Haziran gecesi büyük Rus kuvvetleri Zimniçe’den Ziştovi’ye Tuna’yı geçmeye başladılar. Rus ordusunun bu geçişi 4 gün sürdü. Rus’ların Tuna’yı geçişine müsaade etmekle Osmanlı Devleti savaşa kaybederek başlamış oldu. Çünkü Rumeli’de Tuna ve Balkan bölgesi savunma için elverişli en önemli iki hattı. Hatalı planı ve yaşlılığı nedeniyle Serdar-ı Ekrem Abdülkerim Nadir Paşa, Rusların bu ilerleyişi karşısında hiçbir şey yapamadı. Maçin’den geçen düşman ordusu ilerlemeyerek orda kalmış, Ziştovi’deki birlikler ise üç kola ayrılarak savaşa devam etmişti. Grandük Nikola emrindeki kuvvetler, Osmanlıların Şark Ordusuna karşı Ruscuk üzerine, General Kründer emrindeki sol kol, Batı’ya Niğbolu üzerine ve General Radetzi emrindeki kol ise güney’e Balkan geçitlerine saldırmıştı. General Gurko maiyetindeki birlik ise üçüncü kolun öncü kuvvetleriydi.

Tüm bu gelişmelerin yaşandığı sırada Osmanlı Ordusu’nun Başkumandanı Serdar-ı Ekrem Abdülkerim Nadir Paşa Şumnu’da bulunuyordu. Süleyman Paşa Hersek, Ali Saib Paşa İşkodra, Veli Paşa Bosna, ve Mehmed Ali Paşa Yenişehir kumandanıydılar. Tuna Cephesi üç’e ayrılmıştı. Rusçuk, Silistre, Şumnu ve Varna’da bulunan Şark ordusunun başında Ahmed Eyüp Paşa, Vidin’deki Garp ordusunun başında Gazi Osman Paşa ve bu iki ordunun arasındaki Balkan ordusu komutasında ise Süleyman Paşa bulunuyordu.
16 Temmuz 1877’de General Gurko üç süvari ve bir piyade alayı ile Şıpka geçidinin doğusundaki Hayın boğazından geçti. Zayıf durumda olan Türk ordusu mühim bir direniş gösteremeden Ruslar Balkanların en önemli ve stratejik bölgesini geçtiler. Şıpka ve Hayın boğazlarının düşmesiyle artık savaş kaybedilmişti. Serdar-ı Ekrem Abdülkerim Nadir Paşa bu mağlubiyetin ardından görevden alındı. Yerine Mehmed Ali Paşa tayin edildi. Ahmed Eyüp ve Serasker Redif Paşa’larda savaşta yaşanan hezimet üzerine görevlerinden azledildiler. Kaynaklar; Anadolu ve Rumeli cephesindeki kumandanların birbirlerini çekemediklerini, emir dinlemeyip müşterek hareket etmedikleri için başarısızlığa uğradıklarını kaydetmektedir.

Abdülkerim Nadir Paşa’nın mağlubiyeti İstanbul hükümetini ve halkı büyük bir telaşa düşürdü. Çünkü bahsedilen mahallerin kaybı Rusların Balkanlarda ve Rumeli’de önünü açıyor hatta Edirne ve İstanbul dahi tehlike altına giriyordu.

Vazifelerinden alınan paşaların İstanbul’a çağrılmalarının altında çeşitli sebepler yatmaktaydı. Redif ve Abdülkerim Nadir Paşa’ların Sultan Abdülaziz’in hal‘i olayına karışmaları ve bu hadiseyi planlayıp yürürlüğe koyan Hüseyin Avni Paşa’nın arkadaşları olmaları azl kararının arka planında yer alan önemli bir etkendi. Devletin ekonomik ve askeri gücünün bilinmesine rağmen, Ruslara karşı savaş açılması, düşmanın ilk hamlede Tuna ve Ardahan’ı kolaylıkla geçmesi, Tuna’nın Ruslar tarafından kolaylıkla aşılması ve Edirne’ye yaklaşması üzerine sorumluluğun saltanat makamına ait olduğuna dair dedikoduların çıkması bardağı taşıran son damlaydı.

Paşaların gerektiği şekilde yargılanması için Müşir Namık Paşa’nın başkanlığında bir Divan-ı Harb teşkil edilip Ferik Ali Nizami Paşa’da savcı tayin edildi. Ardından Ferik Ali Nizami Paşa tarafından hazırlanan iddianame ile Abdülkerim Nadir Paşa, savaşta gayretsizlik gösterdiği ve ihmalkar davrandığı gerekçesi ile itham edilmekteydi.

Abdülkerim Nadir Paşa, Divan-ı Harpte bu iddianame karşısında dikkate şayan bir müdafaa hazırladı. Kitabette yeterli bilgisi olmadığından Abdülkerim Nadir Paşa’nın müdafaanamesi yakın dostu Niyazi Efendi tarafından hazırlandı. Bu müdafaanamede Abdülkerim Nadir Paşa, mağlubiyetin tek mesulünün kendisi olmadığını ispatladı. Paşa, donanmanın kendi emri altında bulunmadığını, Ruslar Ziştovi’den geçerken alınan tedbirlerin İstanbul’daki askeri meclis tarafından bozulduğunu, Sofya’da olması gereken ihtiyat kuvvetlerinin de hükümet tarafından ihmal edildiğini ileri sürdü. Redif Paşa ile Namık Paşa’nın Şumnu’daki karargâha gönderilmeleriyle burada etkisiz kalındığını söyledi. Abdülkerim Nadir Paşa’nın kendini doğru bir şekilde müdafaa etmesi üzerine, savcı Ferik Ali Nizami Paşa’nın iddianamesiyle şahsına yöneltilen suçlamaları bir nevi hafifletmiş oldu. Bu savunma ile hükümet zor durumda kaldığından Abdülkerim Nadir Paşa’nın yargılanmasına devam edilemedi. Görevine iade edilen Paşa, İstanbul’dan uzaklaştırılarak Midilli’ye gönderildi. Ancak, Abdülkerim Nadir Paşa’nın, Rus kuvvetlerinin Tuna’yı geçerken hattı müdafaa hususunda gösterdiği gayretsizlik ve başarısızlığı izah edememesi kendini mesuliyet altında kalmaktan kurtaramamıştır.

Abdülkerim Nadir Paşa bundan sonraki hayatını Midilli ve Rodos’ta yokluk ve üzüntü içerisinde geçirdi. Kendini geçindirecek mal varlığı bulunmayan Abdülkerim Nadir Paşa, sürgün yıllarında biryandan ekonomik sıkıntıları ile uğraşırken bir diğer yandan da ilerlemiş yaşından dolayı zayıf düşen bedeninin çeşitli hastalık ve müşkülatları ile mücadele etmek durumunda kalmıştı. Hicri 1302 (1884-1885) yılında Rodos’ta yokluk içinde vefat etti ve burada bulunan Murat Paşa türbesine defnedildi.

Abdülkerim Nadir Paşa dürüst ve cesur bir askerdi. Az konuşması ve az söz söylemesi ile iştihar eden paşa, aynı zamanda mesleği ile ilgili yeteri bilgi ve tecrübeye sahip bir kumandan olarak tanınsa da 93 Harbi mağlubiyeti koca bir devleti sarstığı gibi kendisini de perişan etmiştir.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
abdulkerim, apdi, nadir, paşa


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Nadir Telli (1972 - .... ) Liaaa Tarih / Siyaset 0 01 Nisan 2012 23:47
Alişan paşa paşa askere gidiyor Feronia Haber Arşivi 4 24 Şubat 2010 13:37