IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 10 Aralık 2014, 20:30   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Bir Tuhaf Cinayet




Saraçhane içerisinde ve şehri Kostantiniyye’de dehşetli bir haber yayılmıştı. Daha cinayetin hikayesi kahvelere ve dükkanlara düşmeden, bir kalabalık kafile Bizans’tan kalma Yedikule’ye uzanan meşhur Meşe Yolu (Direkler Arası -eski Şehzadebaşı Caddesi) üzerinden gelerek Saraçhane’de (İstanbul’un ilk semti), İstanbul’u sallayan korkunç cinayetin vukubulduğu yere doğru yaklaşmaktaydı. Takribi 880’de (1475) Sultan Mehmed’in emriyle buraya kurulan büyük saraç imalathaneleri açılmış, burada çalışan usta ve kalfaların torunlarıyla birlikte bu mahalle oluşmuştu.

Nisan ayının ortasında, kıştan kalma hafif bir sabah sisi sarmıştı ortalığı. Ziyadesiyle esrarlı ve korkutucu bir hava sokağa hakim olmuştu.

Sokakta çınlayan sesler maiyetiyle birlikte Sultan Süleyman Han’ın oraya doğru geldiği yönündeydi. Koşarak sokağa giren solaklar ahaliyi uzaklaştırarak her biri bir ev kapısını ve sokak başlarını tutarak beklemeye başladılar. Ahali evlerinin pencerelerine, cumbalarına çıkarak sokağa doluşan kalabalığa bakmaktaydı. Sokağa iki kişinin koşar adım girdiğini gördüler. Birisinin üstünde kurt postu vardı, altına deriden mamül bir tür yamçı giymişti ki onunda altında zincir zırh sarkıyordu. Belinden ucu eğik bir Tatar kılıcı sallanıyordu ve sırtında bir yay ile bir sadak ok vardı. Kenarı kürklü, ucu mücevher sorguçlu, demirden bir miğfer takıyordu. Orta boylu, esmer tenli, çekik gözlü, tatar tipli, ince bıyıklı bir adamdı. Onun yanındaki ise biraz daha yaşlıca, ama oldukça iri görünümlü, sırtına Bosna sancağının Deli alaylarının erleri gibi kaplan postu geçirmiş, başında da keçe külah taşıyan bir adamdı. Sağ belinden büyükçe, Avrupai bir meç sarkıyor, irili ufaklı birçok bıçak ve kama deriden avcı zırhının orasında burasında asılı duruyordu. Kendi boyunun yarısı büyüklüğünde bir topuz taşımaktaydı.

O sırada evlerin birinde pencere önünde oturan iki ihtiyar gelenleri tanımış gibi kafalarını bilgiççe sallamaya başlamışlardı. İkiside doksanına merdiven dayamış bu ihtiyarlar şehr-i İstanbul’un en yaşlı birkaç sakininden biriydi. Babaları Feth-i Mübin’e (İstanbul’un Fethi) katılmış Karesi vilayetinden gelme gönüllerdendi ki, fetihten sonra ailelerini alarak İstanbul’a yerleşerek, bu ilk semtin saraç esnafları arasına karışmışlardı. Bir müddet orducu esnafından olup, Ordu-yu Hümayun’un ardından nice sefer yolları teptikten sonra baba yadigarı bu eve geri dönmüşlerdi. Bu iki adam sokağa girer girmez, büyük bir merakla sokağı seyreden hane ahalisine dönüp bakmadan kendi aralarında konuşmaya başladılar:

“-Aha fedailerde geldi. Ben sana dedim büyük iş bu diye. Sultan bile sarayından çıkıp geldi.”

“-Adam sende tabi gelecek, şehr-i Kostantiniyye’de kaç kere böyle vaka görülmüş? Adamlar gecenin ortasında çığlık çığlığa üç yeniçeriyi parçalamış. Canımız tehlikede. Saraya da girilmez artık.”

“-Sen öyle san. Fedaileri bilmezmiş gibi konuşma. Sultanın eli ayağıdır bunlar.”

“-Bilmez miyim? Na şu kurt postuyla gezen namlı yiğitlerden Kırımlı Sinan’dır. Atadan dededen akıncıdır, ok çeker Nogay süvarilerindendir. Nemçe Seferi’nde yiğitliğiyle küffarı bile sindirdi. Bir gece Sultan’dan destur alıp serdengeçti yoldaşlarıyla baskın verdi küffar ordugahına. O Nemçelilerin namlı yiğitlerinden şövalyelerinden karşısına kimse çıkamadı, donlarını bırakıp kaçtılar. “Kırım’dan gelirim adımda Sinan’dır, Gizlenme Nemçeli meydanda burdadır” diye adına türkü yaktılar.”

“-Ya öteki, ya öteki? Bosna Sancakbeyinin kapularından, Deliler Ocağı’ndan çıkma Matlı Fehim’e ne demeli? Bosna’dan orduya katılıp Sultan’la birlikte Rodos’ta savaşıyorlar. Bir bölük Cermen şövalyesi Sultan’ın çadırına girende ne yeniçeri sağlam kalıyor ne silahdar. Matlı durur mu? Baba yadigarı meçi çekiyor belinden dalıyor Cermen keferesinin arasına. Sekizinin kellesini alıyor, kalan üçü yaralarından bitap düşüyor.”

İhtiyarlar susup iki fedainin sokağa girişini seyrettiler.

Kırımlı Sinan cesetlerden arta kalanların olduğu kanlı çıkmaz sokağa koşar adım girerek etrafa bakındı. 19.Bekçi ortasının çorbacısı (albayı) Ayı Osman’ın durgun bir halde yeniçerilerden arta kalanları seyrettiğini gördü. Kırım’ın kuzeyindeki Rutenya bozkırlarında yaşarken, çocuk yaşta ailesinden koparılmış ve hediye olarak birkaç köle ile birlikte Sultan Bayezid-i Sani’nin huzuruna çıkan Moskova Knezliği elçileriyle birlikte İstanbul’a gelmişti. Sağlam yapısı ile kısa sürede acemoğlanlığından yeniçeriliğe girmiş, Yavuz devrinden beri bir nice sefere katılmış bir koca kurttu. Lakabı görünüşünden ziyade densiz sayılabilecek yapısından kaynaklanıyordu. Birisine sinirlendiği zaman kim olduğuna bakmadan kamçıyla girişip en sunturlu küfürleri sıralayacak kadar dengesizdi. Sessiz sakinken aniden vuku bulan sinir kriziyle esip gürleyen bir deli yiğitti. Normalde kethüdalığa hatta ağalığa kadar yükselebilecekken, Alman Seferi sırasında askeri yanlış yönettiği gerekçesiyle yeniçeri ağasıyla tartışınca araya girenlere rağmen rütbesi çorbacıda kalmıştı. Padişah’ın ve ordunun İstanbul’a dönüşünün ardından apar topar asıl kılıç salladığı 29.Orta’dan çıkarılarak Kostantiniyye’nin asayişinden sorumlu 19.Bekçi ortasına sürülmüştü. Kostantiniyye’de ve karşısındaki Pera’da on yıldır it uğursuz takımını kovalamaktaydı. Gerginliğini belli etmeden yerdeki kan izlerine bakıyordu.

Çevredeki birkaç yeniçeride hem korku hem de intikam isteyen bakışlarla, yoldaşlarının canını alanları parçaladıklarını düşler halde beklemekteydi. Kırımlı sokaktan çıkarak sokağın başında bekleyen Matlı Fehim’e el sallayınca Fehim arkasına dönerek Sultan’a gerekli işareti verdi. Üç kıta yedi düvelde at oynatan şahbazların ve mamur karyelerin hakimi cihan padişahı Sultan Süleyman Han, türlü çeşit mücevherle süslü at koşumunu solaklardan bir askere bıraktıktan sonra atından inerek altı solak’ın korumalığında sokağa girdi. Kırımlı Sinan’la Matlı Fehim çıkmaz sokağın bir köşesine giderek elpençe divan beklemeye başladılar. Sultan Süleyman çıkmaz sokağa girer girmez tiksinerek yeniçeri kullarından arta kalanlara baktı.

Sultan, Çorbacı Osman’a bakmadan sertçe sordu:

“-Kullarımın bu ahvali nicedir? Hangi iblisin işidir bu?”

Çorbacı Osman sesinde hiçbir titreme olmaksızın elpençe divan:

“-Belli değil sultanım. Kaç kişilermiş veya tek kişi miymiş bilmiyoruz. Ezan vaktine yakın, sabaha karşı fenerleri söndürmeye gelen fenerciler görmüşler. Haber gelir gelmez sokaklara devriye saldık, yabancıları, şüphelendiklerini topluyorlar. Biz gelir gelmez sokaktaki evleri tek tek gezdik. Gece bazı sesler duymuşlar. Çığlıklar ve böğürtüler varmış. Sokak o kadar karanlıkmış ki hiçbiri bir şey görememiş.”

“-Şehri Kostantiniyye çalkalanıyor. Böyle vahşet görülmüş müdür? Benim kullarım katledilmiş siz burada eyleşirmisiniz?”

“-Affedin hünkarım. Karındaşlarımızın kanı yerde kalmayacaktır. Evelallah yapanları bulup kadı karşısına koyacağız.”

Tam o sırada bazı ayak sesleri duydular. Ardında bazı neferler olduğu halde 5.Ağa bölüğü ortasının başkarakullukçusu Kara Şaban gelmişti. Ocağı gibi geçmişi de netameliydi. Çorbacı Osman’la yaşıt olmasına rağmen, 1525’teki yeniçeri isyanına karıştığı için önce yoldaşlarıyla birlikte idam edilecekken, rica ile rüşvet ile kendilerini affettirmişler ama sürgün misali göz önünde dursunlar diye kaffesi 5. Ortaya gönderilmişti. Bir çoğu seferlerde baş vermiş, onlardan yadigar Kara Şaban tek kalarak ortanın başına geçmişti ama isyandan dolayı rütbesi başkarakullukçu rütbesinden öteye geçmemişti. Yeniçeri Ocağı içerisinde ne kadar netameli adam varsa, göz önünde bulunup icabında halledilebilmeleri için bu ocağa toplanmıştı. İstanbul’un en netameli adamları ve ilk kabadayıları bir şekilde bu ortayla bağlantılı işlerini yürütüyordu. Netameli olmasına rağmen, şehirde azabilmesi muhtemel adamları kontrol ettiği için yaptığı ufak tefek işlere göz yumuluyordu. Üstelik bu yükselişinde, 1523’te Kanuni’nin Yahudi sarrafların alacaklarını tahsil etmeleri karşılığında yeniçerilerin maaşlarını işletme hakkın vermesinde etkili oluşu ve bizzat Pera bölgesindeki Yahudi sarrafların eli kolu olması da etkiliydi. Cinayetin haberini ve Sultan’ın intikalini haber alır almaz adamlarıyla cinayet mahaline gelmişti.

Sultan Süleyman Han, fedailerinden tarafa dönerek:

“-Vakayı 19.orta soruşturacak. Çorbacı mesuldür. Sizi de onun yanına verdim, bu vahşeti yapanın hakkından gelmesini bilirsiniz. Katili bulursanız yakalamadan önce bana tez haber edesiniz.” Dedikten sonra, arkasına döndü. El etek öpüp el pençe divan bekleyen Başçavuş Kara Şaban’a:

“-Kostantiniyye’nin it uğursuz takımını iyi bilirsin. Karındaşlarınızın maktülünü bulmada, sen de aynı şekilde mesulsün.”

“-Emredersiniz hünkarım!” dedi Kara Şaban Ağa başı eğik vaziyette. Sultan Süleyman Han bir hışımla geldiği gibi çıkmaz sokaktan çıkarak atına binerek solakların korumasında, muhafız alayıyla birlikte mahalleden çekildi. Çorbacı, başkarakullukçu, fedailer, 15.Bekçi ortasının ve 5.Ağa Bölüğü ortasının neferleri, yoldaşlarından arta kalanlarn çevresinde akbabalar misali dikilmekteydiler. Onların gergin bekleyişinden çekinen ahali, pencerelerinin ardına çekilerek sessizliği dinlemeye başlamışlardı.

Kara Şaban kafasını iki yana sallayıp ceset parçalarına bakarak, Pera kahvelerinde yeni türeyen nargileler yüzünden tömbeki dumanından kesikleşmiş sesiyle:

“-Cık! Cık! Cık! O kadar savaş meydanı gezdim, yetmiş iki buçuk milletten adamla cenk edip kılıç tokuşturdum, böyle vahşet görmedim. Hangi ortadan?”

Ayı Osman:

“-Bizimkilerden. Üç kişi, bir karakullukçu iki nefer. Sayılarını yerdeki hançerlerden tespit ettik. Bir de dün gece ocaktan firar eden bir acemoğlanının peşinden gidenleri biliyorduk. Firariyi buldular mı bilmem ama ecellerini bulmuşlar.”

Kırımlı Sinan ile Matlı Fehim ceset parçalarında arta kalanların üzerine eğilerek incelemeye başladılar. Tatar sordu:

“-Peşinden gittikleri firarinin işi olmasın?”

“-Daha neler!” diye gürledi Kara Şaban. “Acemoğlanının teki, civelek başına iki neferiyle koca karakullukçuyu haklayacak. Hak yazdıysa bozsun cihan görmüş mü duymuş mu?” diyerek cesetleri inceleyen Tatar’a ters ters bakmaya başladı. Ayı Osman sıkıntıyla ensesini sıvazlayarak söylendi:

“-Onu bilmem ama bu iş Kostantiniyye’de ilk.”

Kara Şaban:

“-Nasıl ilk? Cinayetten bol ne var. Sen bana desdur ver ben gidip ne kadar katil varsa getireyim dikeyim karşına!”

“-Adi cinayet değil bu. Pera’daki gemicilerin karı cinayetine, Sulukule’dekilerin mal kavgasına, Yedikule bayırındaki keşlerin birbirini kesmesine benziyor mu bir bak? Bu muhitte böyle şeyler olmazdı. Benim şehrimi tanımaz mıyım? Benden önce Mehmed Han’dan bu yana on dört bekçi çorbacısı eskitti bu sokaklar. Tam on dört! Al kaydı kuydu bizim ortada Kostantiniyye’nin Pera’nın iti uğursuzu, katili, ******su hepsi orada. Ben böyle cinayet görmedim. On dört tanesinde o kadar isyan oldu, suikast oldu, bu boktan katliam geldi on beşincisi buldu anasını satıyım!” diye gürledi Çorbacı Osman. Bu sırada Kara Şaban ve diğer neferler, ocak dışından fedaileri gergin bakışlarla süzmekteydiler. Kara Şaban evlere bakındıktan sonra sordu:

“-Bu karakullukçu veya neferler nereden devşirildi?”

Hem neferler hem fedailer hem de Çorbacı Osman garip bir şey görmüş gibi baktılar Kara Şaban’a. Çorbacı Osman sordu:

“-Ne alakası var?”

“-Karakullukçu Arnavutsa veya Kafkas kabilelerinden devşirilmişse kan davası olabilir.”

“-Gürcü, Çerkez taifesinden kul devşirilmez töredir. Bizim ortanın ekserisi Arnavut devşirmesidir. Bugüne kadar da kan davası diye bir tanesi vurulmamıştır.”

Matlı Fehim ağır Arnavut aksanıyla konuştu:

“-Arnavutlar kindar ama vardır kan davasının da toresi. Kafkas kabileleri gibi aileler arasına girmişse kan, çekilırler vadilerdeki kulelerina. Aralarında savaşırlar more. Aileler olurda başka yere giderlerse gitmezler peşinden. Arnavut memleketinde kalırlarsa ne pahasına olursa olsun bırakmazlar sağ. Olsun gerek Lek Dukakin’e ve Arnavut töresine. Olsa kin besleyen bir düşmanı, sanmam işlesın böyle cinayet. İnsan işi gibi durmuyor be more.”

“-Tağm üğstüne bastığnız mösyö!” sesini duyar duymaz, geldiği tarafa baktı cinayet mahalindekiler. İlginç görünümlü bir adam sokağın başında dikilmiş yeniçerileri seyrediyordu. Kahverengi kadifeden bir pelerin, mavi renkte kenarı siperlikli ve tüylü frenk serpuşu kuşanmış, baştan ayağa frenk kıyafetlerine bürünmüştü. Belinden tığ gibi uzun bir şövalye meçi sarkıyor, iki belinde gümüş hançerler parlıyor, sırtında asılı bir tatar yayı ve siyah deriden kolluklu bir çanta duruyordu. Sırtına kadar uzanan saçları, kara kuru sıfatı, karga burnunun altından fırlayan ucu ince ve kıvrık siyah bıyıklarıyla her haliyle bir Frenk’ti. Çorbacı Osman üzerine yürürken gürledi:

“-Surların içinde silah taşımak yasak birader, bu ne böyle avcı taburu gibi?”

Frenk görünüşlü adam koynundan iki parşömen çıkardı. Parşömenlerden birinde hem Frenk dilinde hem de Osmanlıca yazılar yazılmıştı. Françe eyaletiyle yapılan ahitnameye binaen, bir Frenk paşasının Osmanlı topraklarında söz konusu şahsın gezebilmesi için kapitülasyon hükümlerince izin verdiği yazıyordu. İkincisinde ise Osmanlıca, bu kişinin Fransız konsolosluğunun güvenliğinden sorumlu olarak şehirde silahlı gezebilmesine dair verilen izniydi. O tarihlerde İstanbul’da şehirde silah taşımak yasaktı, yeniçeriler bile sur içinde hançerden gayrı silah taşımazlardı ki, kadılık iznine tabi tutulurdu silah taşıma.

Frenk parşömenleri geri alıp koynuna soktuktan sonra başıyla hafifçe kefere selamı vererek:

“-Bendeniğz Jean Jacques de Montegeu. Sizin deyiminizle Françe vilayetinden geliyoruğm. Françe Kralı’nın okültistiyim. Siz nasığl diyoğr müneccimbaşı. Ama astrologie yok, ben daha çok gizli ilimleri araştırıyoğrum. »

Kara Şaban önce Frenk’e bakarak: “-Üfürükçü müsün lan sen?” diye sordu. Ardından Çorbacı’ya dönerek: “-Gavurun muska yazanını da ilk kez görüyorum ha!” dedi. Frenk kafasını iki yana sallayarak:

“-Hayığr mösyö! Ben biliyoğrum sizi, ne üfüğrük ne muskacı değil ben. Ben daha çok havvas ve gizli bilimleri araştırıyorum, müellif diyoğr siz. Kitaplağrı topluyor, olaylağrı inceliğyorum.”

Çorbacı Ayı Osman dövecekmiş gibi sordu:

“-Françe elçisinin sarayında görevin varsa burada ne işin var? İşimiz gücümüz var gavur, eğlenme buralarda!”

“-Mösyö size tam anlağtmadım pardonez mua! Venediğk balyoğsunun (elçisinin) sağrayındaydım, is janissaireslerin başına gelenler duyulduğ. Dehşeteğ düştüğnüzün farkındağyım.”

“- Bu Venedik balyosu da bize meslek bıraktıracak yakında. Sadrazam azledilse, azilden önce git haberini balyostan al. Ne tez duymuşlar?”

Kara Şaban:

“-Öyle deme Çorbacı ağa, bir Yahudi bankerler birde bu Venedik keferesi, şehr-i Kostantiniyye’nin cümle gizli saklı işini duyarlar. Bunlarla ahbaplık eden, bir şey duymadığını iddia edemez.”

Frenk Jean:

“-Mösyöğ lafınızığ böldüğm. Kusurağ bakmayınğ ama buraya gelme nedenğim, bu yaşadığnız olayın ilginçliğidir. Kralımın verdiği yetkiğ ile cihanığ geziyor ve bir nice garip olay örneği topluyorum. Şu anda kesin bir şey söyleyemeğm ama bunu yapan şeyin insan olmadığı kesin.”

Kırımlı Sinan cesetleri göstererek konuştu:

“-Frenk haklı Çorbacı ağa. Yara izleri hem derin hem de tırtıklı. Köpek ya da aslan dişi gibi. Sağlam kalan yerlerinde pençe izleri var. Bir de et parçaları eksilmiş. Yani bunu yapan ya bunları yemiş ya da yanında götürmüş. Hançerlerde bazı kanlı tüyler var. Keferenin dediği gibi insan işi değil. Köpeklerle saldırmış olabilirler.”

Çorbacı Osman:

“-Birkaç kere uluma sesi duymuşlar bağrışma arasında. Ama köpek olacağını sanmam. Burası Saraçhane. Yan tarafı bizim kışlalar hemen. Bu muhitin köpekleri bizimkileri tanır. Yabancı yerden saldırma köpeği getirebilirler, Sırplar yetiştirir. Ama bu izler köpek parçalaması değil. Kurt desen burada gezinmez, Haramidere yada Istranca taraflarına bakacaksın. Kurt sürüsü olsa iz miz bulurduk, birde böyle parçalamaz. Daha büyük bir şey olmalı siz de hayvan diyorsanız.”

Matlı Fehim:

“-Aslan, kaplan diyeceyim, ama ne gezsın Kostantiniyye’de. Ama izler olsun büyük bir şey.”

Kara Şaban:

“-Bizans dehlizlerinden fırlayıp gelen bir ejderha parçalamıştır belki. Yahu görmüyor musunuz? Bu boku kim yediyse sırf kafa karıştırmak için kasten yapmış bunları. İnsan değil diyorsunuz, hayvan değil diyorsunuz ecinniler mi gelip üç yeniçeriyi tepeledi!”

Frenk Jean sırtındaki çantasını yere indirdikten sonra açtı. İçinden bir bez birde içi boş cam bir şişe çıkardı. Yeniçerilerden arta kalanların başına giderek baltada kalan kılları şişeye atarken, kanlı baltalardan birine beze sardı. Neferlerin ve başların garip bakışlarıyla karşılaşınca:

“-Ben çoğk yer gezdiğm mösyö. Bu olay alelade bir cinağyet değil. Beğn her türlüğ bu olayığ çözeğbilirim. Ama takdir edersiniğz ki pek çoğk yaratığk ve canavağr mevcut. Bunuğ çözmek için bu konulağrdan daha iyi anlayan biri lağzım.”

Çorbacı Ayı Osman, çaresiz bir şekilde Kara Şaban’a ve fedailere baktı. Kara Şaban çıkışa yönelerek:

“-Sizinkiler ceset parçalarını kaldırsınlar artık. Bizde Peralı Panayot’a gidelim o zaman.”

Çorbacı Ayı Osman:

“-Panayot kim?”

“-Pera’nın gavurlarından. Asıl namı Vladic, Prag memleketinin simyacılarından ders almış, Cermen vilayetinin Yahudi sihiribazlarından feyz almıştır. Enigizisyon bokuna memleketinden buraya kaçmış zamanında.”

“-Engizisyon ne lan?”

“-Bilmiyor musun bu hani var ya Frenk vilayetlerinde bir tarikat var, cadı büyücü dediklerini ateşe verip adam yakıyorlar. Onlar işte. Burada Panayot ismini aldı bu Vladic. Pera’nın en namlı büyücüsüdür. Üfürükçüden muskacıdan farklıdır, sanatını daha iyi bilir. Frenk Jean! Sen şimdi Katoliksin, bu adam engizisyondan kaçmış, Heretik felan bozmaz değil mi seni?”

Frank Jean aldıklarını çantasına yerleştirirken kafasını hayır manasında salladı. Çorbacı Ayı Osman, adamlarına cesetleri kaldırmasını söyledikten sonra Kara Şaban, Frenk Jean ve 5.ortanın neferleriyle çıkmaz sokaktan ayrılarak Pera’ya doğru ilerlemek için sahil tarafına doğru yürüdüler.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
bîr, cinayet, tuhaf


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Tuhaf PySSyCaT Osmanlı Türkçesi Sözlüğü 0 13 Ekim 2014 15:02