IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 22 Nisan 2014, 22:29   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Klasizm Nedir - Klasizm Hakkında




XVII. yüzyılda Avrupa’da, özellikle de Fransa’da gelişen, eski Yunan ve Latin edebiyatları geleneğine bağlı kalarak anlatımda aralık ve açıklığa ulaşmayı amaçlayan edebiyat akımı. Yapıda sağlamlığı, söyleyişte açıklığı ve ölçülülüğü, ruhsal ve ahlaksal çözümlemelerde inceliği, gerçeğe benzerliği ilke olarak benimseyen bu akımın doğup gelişmesinde Hümanizmanın ve Hümanizma sonunda boy atıp gelişen Rönesans edebiyatının büyük payı olmuştur. Şöyle ki, hümanist düşünüş ve bu düşünüşün sanata, edebiyata yansıması olan Rönesans; insana dönüşün yollarını açmıştı. Şairler, yazarlar, oyun yazarları, insanı bütün yönleriyle algılamaya anlatmaya yönelmişti. Eski Yunan ve Latin kaynaklarına bağlı kalınmış, bu kaynaklardan esinlenilerek yeni yatırımlara gidilmişti. Böylece Rönesan döneminin edebiyatında çeşitli ülkelerde halk dili, yazı dili kimliğini kazanmış, ulusal edebiyatlar doğmuştu. Doğan bu ulusal edebiyatlarda epik şiir (destan), lirik şiir, öykü, roman, güldürü, ağlatı, deneme türlerinde yapıtlar üretilmişti.

XIV. yüzyıldan XVII. yüzyılın başlarına değin Batı Avrupa ülkelerinin edebiyatlarında egemen olmuştu Rönesans akımı. XVII. yüzyılın başlarında Rönesans akımı değişik boyutlar ve yeni bir görünüm kazanır Fransa’da. Bütün değişimlerde olduğu gibi, bu değişimin nedenleri de toplumsaldır. Şöyle ki, bu yüzyılın ilk yıllarında Fransa bir kargaşa döneminden yeni çıkmıştır. Her alanda düzenleyici yasaların, kuralların özlemi içindedir. Başıboşluktan, kuralsızlıktan kurtulmak; ülkeye çekidüzen verebilmek için tek güç olan krallık etrafında birleşmek gerekir. Toplumsal yapıyı, siyasal düzeni korumak zorunludur.

Bu düşünceler XIII. Louis döneminde Richellieu tarafından uygulamaya konmuştur. Bütün direntilere karşın «mutlak monarşi» düzeni egemen olmuştur ülkede. Siyasal alanda görülen bu yönelim edebiyatta da göstermiştir etkisini. Siyasal alanda olduğu gibi, edebiyatta da özgürlük, kuralsızlık bir yana itilmiştir. Bunun yerine yazarların yaratılarına yön verecek birtakım ilkeler konmuştur. Bu ilkeler doğrultusunda beğeniyi oluşturmak için Akademi kurulmuştur. Şiir ve oyun için kurallar saptanmıştır. Öte yandan, yeni bir salon hayatı doğmuştur bu yıllarda. Bu salon hayatının giysilerinden konuşmalarına değin her şeyinde bir incelik, bir süs vardır. Böylece yeni bir çevre, yeni bir aydın tipi doğmuştur.

Ortaya çıkan bu yeni aydın ya da sanatçı tipinin belirleyici özelliği krallığa ve Hıristiyanlığa saygılı oluşudur. Onun için tek yönetim monarşi, tek inanç Hıristiyanlıktır. Toplumun bireye değil, bireyin topluma uyması gerektiğine inanmıştır. Bu inançla uyumlu kişiye seslenen bir edebiyat yaratmayı amaçlamıştır. Dengeli ve uyumlu bir edebiyat olacaktır bu. Bunun için de bu edebiyatın ürünlerinde sağduyu ve akıl egemen olacaktır. Yaratılarda çocuklar, halktan kişiler değil, seçkinler ele alınacak dış görünüşleriyle değil, ruhsal özellikleriyle işlenecektir. Konu işlenirken kişilerin ruhsal durumlarının gerçeğe uygun olmasına önem verilecek insan dışındaki her şey (elbise, dekor, doğa görünümleri, yerel renkler…) yaratının dışında kalacaktır. Anlatım da her türlü süsten, bezek ve donaktan uzak olacak; halk deyimleri, teknik terimler, yerel sözcükler kullanılmaktan özellikle kaçınılacaktır. Önemli olan konu değil, konunun işlenişi, anlatımıdır çünkü. Bu bakımdan biçimsel yetkinliğe ağırlık verileceği gibi anlatıcının, yani yazarın anlatımda kişiliğini gizlemesi gerekecektir. Eski Latin ve Yunan edebiyatı geleneğine de bağlı kalınacaktır.

İşte bu kurallar içinde oluşan, seçkin çevrelere yönelik edebiyata kla*sik edebiyat, bu edebiyatın oluşturucularına da klasikçiler adı verilmiştir.

Klasikler arasında sayabileceğimiz ilk adlar arasında insan varlığını kanıtlayan «düşünce ve akıl» evrenin ve Tanrı’nın da varlığını kanıtlar gö*rüşünden yola çıkarak yöntemsel kuşkuculuğun öncüsü olan, Metod Üze*rine Konuşmalar, Tutkular Kitabı adlı yapıtlarıyla düşünsel denemenin örneklerini vermiş olan Rene Descartes (1596-1650); Tanrı’nın varlığını bi*limsel yollardan kanıtlamanın olanaksızlığını savunan, matematik alanında da özel bir yeri olan Taşra Mektupları ve Düşünceler adlı denemeleriyle bilinen Blaise Pascal (1623-1662) gelir.

Klasik edebiyatın ilkelerini tiyatroya uygulayan büyük adlardan bi*riyse Pierre Corneille’dir (1606-1684). Ağlatı türünün babası sayılır bir ba*kıma. Ağlatılarında aşk, onur, tutku, istenç (irade) gibi insanın temel ki*şiliğini belirleyen kavramlar önemli bir yer tutar. Tutkuların tanımlan*masında kişilerini sürekli bir ikilem içinde tutar. Genellikle yapıtlarındaki kahramanlar, görevleriyle tutkuları arasında bir çatışmayı sürdürür*ler. Bu çatışmada tutkularını yenerler. İnsanüstü yönleri vardır. Ne var ki bu insanüstülük seyirciyi yadırgatmaz. Canlı, renkli kişilerdir bunlar. Bu yönden şöyle de diyebiliriz, Corneille, insanları olduğu gibi değil, olmaları gerektiği gibi çizmiştir oyunlarında. Robert Pignarre’nin dediği gibi,


«Trajediye yüceler katma çıkaran odur; yeryüzünün yüceleri yüce ruhlar, yüce olaylar, yüce üslup...»



Otuzu aşkın yapıtı vardır Corneille’in. Bunlar arasında en tanınmış olanları: Le Cid, Horace, Cinna, Medde, Andromede’dir.

Corneille ile birlikte Klasisizm akımının en büyük ağlatı şairlerinden biri de Jean Racine’dir (1639-1699). Ağlatı türünü yeni ilkelerle donatmış, bu türe yepyeni bir görünüm kazandırmıştır. Ağlatının temel kurallarına uyarak bu kurallar içinde insan yüreğinin türlü tutkularını, duygularını işlemiştir. Onun yapıtlarında kişiler, genellikle yazgının elinde oyuncaktır. Bu yönüyle tanrıların ve yazgının kişilerin yaşamında egemen olduğu eski Yunan tiyatrosuna bağlanmıştır. Ancak, onun yapıtlarında tutku ve duy*gular ne denli azgınlaşırlarsa azgınlaşsınlar «olağan»ın sınırını aşmaz, baş*ka bir deyişle, gerçeğin dışına çıkmaz. Anlatımı da çıplaktır. Çözümlemeye yöneldiği insan yüreğine ayna tutmakla yetinmiştir Racine. Kişileri abart*madığı, onları tek boyuta indirgemediği için oyunlardaki kahramanlar bi*rer tip değil, birer karakterdir. Bu yönüyle de Klasisizmin temel ilkelerin*den biri olan tipleştirmeye sıkı sıkıya bağlı kalmamıştır. Kısaca Racine, Boris Suchkov’un dediği gibi,



«... Klasikçiliğin sınırları içinde ve onun kendisine verdiği imkânlardan iyi bir şekilde yararlanması sonucu, Racine, tutkuların yönettiği insan ilişkilerini olduğu kadar, bireyin manevi dün*yasında yer alan çelişme ve çatışmaları da saptayan, büyük bir iç uyuma ve güzelliğe sahip yapıtlar yaratmıştır.»



Bunların en önemlileri, Andr-maque, İphigenie, Phedre, Esiher, Mithridate’dir... Bu yapıtlarında insan ruhunun karanlıklarına inmiş, bu karanlığı sahnenin aydınlığına çıkarmış*tır; tutkuların kişiyi nasıl yıkıntıya götürdüğünü; aşkın, onuru nasıl yerle bir ettiğini göstermiştir.

Güldürü alanında en büyük ad ise Moliere’dir (1622-1673). Yalnız Fran*sa’nın değil, dünyanın en büyük güldürü yazarlarından biridir. Tıpkı Cervantes, Aristophanes, Shakespeare, Gogol, Mark Twain... gibi dünya gül*dürü edebiyatının yapıtaşlarından biridir. Salt güldürmek için güldürü anlayışını yıkmış, bunun yerine güldürerek eğitme ve öğretme anlayışını getirmiştir tiyatroya. İnsanların ve toplumun içyüzünü oyunlarında yan*sıtmış; çirkinlikleri, gülünçlükleri, küçüklükleri, ikiyüzlülükleri, dalkavuk*lukları gözler önüne sermiştir. İnsanoğlunun bu yönlerini genelleyip bü*tünleştirerek ayrı ayrı tiplerde toplamıştır. Böylece adına «töre ve karak*ter güldürüsü» dediğimiz bir tür oluşturmuştur tiyatroda. Bu yönden onun güldürülerinde çağlar boyunca rastlanan, bugün de rastlayacağımız kibar*lığa özenen sonradan görme kentsoylular (burjuvalar), züppeler, hastala*rını sömüren bilgisiz hekimler, çaçaron kadınlar, yüzlerine din maskesini geçirip türlü ahlaksızlıklar yapan ikiyüzlüler, parayı tanrılaştıran cimri*lerle karşılaşırız.

Moliere’in insana yaklaşımı acımasız değildir. Sevgiyle yönelir. Robert Pignarre, onun bu yönelimini Tiyatro Tarihi adlı yapıtında değerlendirir*ken şunları söyler:


«Moliere, güldüren yargıya bir sempati, bir acıma ka*tarak bu kahkahayı insancıllaştırmıştır. O söz anlamaz inatçılar, o aşırı öfkeli benciller bizim benzerlerimizdir; onların o aşırı davranışları bizim davranışlarımızdır; ... böylece güldürü, hümanizmanın manevi kalıtım ge*liştiren bir bilgeliğin yorumcusu olmuştur... Moliere, çevre, ortam ince*lemesini çok derinlere götürmüş, örf-âdet komedyasından ördüğü geri per*denin önünde karakterleri en belirgin biçimde sergilemiş, toplumsal di*siplin karşısında doğanın tepkilerini açıkça göstermiştir. Böylece karakter komedisinin düşebileceği şematik katılıktan kurtulduğu gibi, örf-âdet ko*medyalarının çabuk yaşlanmalarına yol açan güncel olaylar dizisi havasına da hiç girmemiştir.»


Gerçek yaşama yöneltmiştir güldürüyü Moliere. İnsanoğlunun evrensel çarpıklıklarını oyunlarına odak noktası olarak seçmiştir. Evrenselliği de buradan gelmektedir. Kişileri toplumsal çevreyle bütünleştirmiş, toplum*sal çevreyi çözümlemede birer tip olarak kullanmıştır onları. Çünkü, tipleştirmenin belirleyici özelliği, kişiyi biçimlendiren çevrenin niteliklerini kişide toplamaktadır. Boris Suchkov bu noktayı vurgularken şunları söy*ler:



«... Moliere estetik görüşleriyle ve yaratıcı yöntemiyle bir klasikçiydi. Klasikçiliğinin popüler öğelerle yakından bir bağıntısı olduğu gibi, karak*terleri de belli bir dereceye kadar yapılmış bir toplum çözümlemesi (sosyal analiz) doğrultusundaki somut tarihsel çizgileri taşır. Moliere karak*terleri karikatürleştirme noktasına varacak derecede abartılmış olup, tam gerçekçi derinlikten yoksundurlar. Tek yanlıdırlar, tek bir tutkunun tut*sağı olmuşlardır; mesela Harpagon’un gözüdoymazlığı, Tartuffe’ün iki*yüzlülüğü. Hep tek yanlıdır bu karakterler, çünkü Moliere, Klasikçiliğin altında yatan akılcı (rasyonalist) estetiğin ve felsefenin izinden gidiyordu.»

Doğanın çizdiği yoldan ayrılmamak, doğal olmak Moliere’in oyunların*da temel görüşlerden biridir, insanoğlunun mutluluğunu buna bağlar: Uyumlu ve dengeli olmasına. Yapıtlarının başlıcaları şunlardır: Gülünç Kibarlar, Kocalar Mektebi, Kadınlar Mektebi, Zorla Evlenme, Tartuffe, Don Juan, Adamcıl, Zoraki Hekim, Cimri, Kibarlık Budalası, Scapin’in Do*lapları, Bilgiç Kadınlar, Hastalık Hastası.

Klasikçiler arasında özellikle öğretici (bkz. Didaktik) şiir türünde ürün vermiş bir ad da La Fontaine’dir (1621-1695). En önemli yapıtı fabllar (ma*sallardır). Bunlarda işlediği konuların çoğunu, bütün klasik şairler gibi, eski Yunan ve Latin yazarlarından, daha çok da Aisopos’tan almıştır. Her fablı başlangıcı, gelişim ve sonucu olan küçük bir oyun gibidir. Bunlarda hayvanlar, ağaçlar, bitkiler kişileştirilmiş, doğayla insan bütünleştirilmiş*tir. Türlü insan karakterlerini temsil eden aslan, karga, tilki, karınca, kurt, eşek, ayı, köpek, fare, balıkçıl kuşu, öküz, maymun, kurbağa, kaplumba*ğa... gibi hayvanlar ve kuşlar konuşan varlıklar olarak çıkarlar karşımıza. La Fontaine bunlardan söz ederken gerçekte insanlar hakkında düşündük*lerini ortaya koyar. Dilin bütün olanaklarından, inceliklerinden yararlana*rak yapar bunu. Bunun için de yediden yetmişe değin herkes rahatlıkla okuyabilir onu. Asık suratlı olmayan bilgece bir tutumu vardır. Fabllarının birinde iki amaç güttüğünü belirterek şöyle der:
Can sıkar kupkuru bir ahlak. Oysa hikâye
Benimsetir ahlak ilkesini de.
Hem öğretelim, hem de gönülleri saralım.


La Fontaine’e çocukların şairi gözüyle bakılmıştır. Gerçekten böyle midir bu? Sabahattin Eyüboğlu, onu Türkçeye çevirirken şöyle diyor bu konuda:



«Bütün cömert sanat çeşmeleri gibi La Fontaine’den çocuklar da içebilir; ama La Fontaine masallarını onlar için yazmış olmak şöyle dur*sun, masalları çocukların elinden alıp, çocuk oyuncağı olmaktan çıkarıp kendi oynamış onlarla; bir olgun insan eğlencesi yapmış masalları. Konu*şan hayvanlar çocukları eğlendirebilir, belki biraz düşündürebilir de; ama aslında; kurtta, tilkide, gazetelerde adı çıkan şu veya bu ünlü insanı gör*mek, kurtla kuzu masalını falan mahkemenin kararıyla birleştirmek hangi çocuğun aklından geçebilir? Geçmeyince de okuduğu ha La Fontaine ol*muş, ya da herhangi bir hayvan masalı. Ancak büyüdükten sonra anlar La Fontaine’nin ne demek istediğini...»

Alıntı

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
hakkında, klasizm, nedir


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Kür nedir, kürler hakkında bilgi Amelia Diyet ve Sağlıklı Beslenme 1 07 Şubat 2014 13:47
Akarsu Aşındırması Nedir-Hakkında Flora Genel Coğrafya 0 05 Temmuz 2013 18:26
AskSevgi Aşk Nedir Sevgi Nedir Sevgi Aşk Hakkında Yorumlar PauL Aşk ve Sevgi Köşesi 0 04 Kasım 2011 13:39