IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 31 Ekim 2012, 22:35   #1
Zen
Guest
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Ergenlik Sorunları




A. Depresyon
Ergenlik çağında depresyonun tüm belirtileriyle çıkması çok seyrek olarak görülür. Ergenlik çağından önce süperegonun (vicdan, üstben) gelişmemiş olması, çocuğun kendini gözleme ve eleştirme yetisinin zayıflığı, dışa dönüklüğü, dürtülerin dizginlenmemiş oluşu nedeniyle durgunluk, çökkünlük, umutsuzluk, kendini suçlama gibi temel depresyon belirtileri apaçık ortaya çıkmazlar; çıksa da sürekli olmazlar. Başka bir deyişle, üst benlik, benliği ve dürtüleri tamamen egemenliği altına alamaz. Genç, depresyona karşı kendini savunmaya girişir. Ortaya üstü örtülü, dolaylı ya da depresyon eşdeğerleri denen belirtiler çıkar. Altta yatan depresyon göstergesi olabilecek belirtiler şunlardır: Genç can sıkıntısı çeker ve tedirgindir; hiç bir işle uzun süre ilgilenemez, bir uğraştan diğerine yönelir. Ancak sonunu getiremez. İstekle başladığı bir işten çabuk bıkar; coşku ile bezginlik arasında gider gelir. Dikkatini yoğunlaştırmakta güçlük çeker; okuduğunu anlamaz "Okuduklarım kafama girmiyor." der, unutkanlıktan, dalgınlıktan yakınır. Ders dinleyemez ve başarısı düşer. Bedeniyle uğraşır, yorgunluktan, baş ağrısından, mide bulantısından, karın ağrısından, uykusuzluktan yakınır.
İlk gençlikte görülen davranış bozukluklarının birçoğunun altta yatan bir değersizlik, benlik saygısında azalma ve yalnızlık duygularına bir tepki olarak, geliştikleri belirtilmektedir. Baş kaldırma ve saldırgan davranışlar, içteki bir güçsüzlük duygusunu örtme çabaları olarak nitelendirilmişlerdir. Genç, kendinin güçsüz olmadığını kanıtlamaya uğraşmakta, depresyonla savaşmaktadır. Yalnızlık duygusundan kurtulmak için insanlardan kaçmak yerine onlara sokulmayı deneyebilir. Aile ilişkileri çok bozuk olan, evde istenmediğini, sevilmediğini duyumsayan bir genç, kişisel yakınlığı ev dışında arayabilir. Bu durumda eğer genç, bir kızsa beğenildiğini, aranıldığını görerek, ilişkilerini çok ileri götürebilir, sevgi açlığını birine sığınarak gidermeye çalışır. Cinsel yaklaşmayı sevgiyle karıştırır, ancak aradığını bulamayınca, ya da cinsel isteklerin doyurulmasıyla sevginin sona erdiğini görünce ve yüzüstü bırakılınca daha büyük bir çöküntüye uğrar; canına kıymaya kalkışabilir.


Ailede boşanma, ayrılık, ölüm gibi benlik saygısını azaltan durumlarda pek çok gencin ilk tepkisi davranış bozukluğu biçiminde olmaktadır. Gencin, birden umursamaz bir tutum takındığı, derslerine boş verdiği, okuldan kaçmaya, öğretmenlere karşı gelmeye başladığı, haylaz arkadaşlara kapıldığı gözlenir. Açıkça ayar tutamayan, depresyon belirtisi göstermeyen genç, dolaylı olarak depresyonunu aşmaya çabalar. Kolay arkadaş edinemeyen kimi genç de ilişki alanını daha daraltıp, yanlış uğraşlara yönelebilir. Hayvan besleyerek tüm gününü onların bakımına ayırarak, onlarla konuşup severek, depresyona karşı kendini savunmaya çalışabilir.


B. Davranım Bozuklukları
İkinci dünya savaşından bu yana gençlik çağında işlenen suçların gittikçe arttığı ve toplumsal bir sorun durumuna geldiği gözlenmektedir. Sanayileşmeye koşut olarak hızla büyüyen kentlerde gençler arasında çalma, soygun, yaralama, adam öldürme, içki ve uyuşturucu kullanımı, cinsel sorumsuzluklar ve yasak çiğnemeler yaygınlaşmaktadır. Bu durumun düşündürücü yönü, suçluluk oranındaki yükselişin genç nüfusun artışından daha hızlı olmasıdır. Özellikle gelişmiş ülkelerde kızlar arasında da suça eğilim kaygı verici bir hızla artmaktadır. ABD’de intihar olayları son yirmi yılda 2,5 kat artmıştır. Resmi sayılara bakarak ülkemizde gençlik suçluluğunun gelişmiş ülkelerdeki oranlara varmadığı söylenebilir. Ancak, polis ve mahkeme kayıtlarına geçmeyen gizli kalmış ya da kovuşturulmamış suç oranının da yüksek olduğu bir gerçektir. Bununla birlikte toplumumuzda büyük kentlerdeki sürekli artışa karşın, gençlik suçluluğu büyük boyutlarda değildir. Köylerdeki geleneksel kız kaçırma, kan gütme suçları azalarak sürmekte, kentlerde ise, hırsızlık suçları ilk sırada yer almaktadır.


Gençlik suçluluğunun nedenleri çok çeşitlidir. Başka bir deyişle tek bir mikropla bulaşan bir hastalık değil, birçok etkenin belirlediği bir davranış bozukluğudur. Yoldan çıkan bir genci, suça yönelten nedenler üç ana kümede toplanabilir:


1. Gencin yapısı, özellikleri ve yeteneklerine ilişkin etkenler,
2. Gencin yetiştiği aile yapısı, aile içi düzensizlikler ve ana-baba ilişkileri,
3. Gencin ve ailenin içinde yaşadığı toplumsal ortam ve yaşam koşulları.
Bu etkenler birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili olarak sonucu belirlerler. Kimi zaman bir etken, kimi zaman da başka bir etken ağır basar.
Araştırmalarda incelenen suçlu gençlerin özellikleri şöyledir: Bedence daha iri yapılı ve güçlüdürler. Ergenliğe daha yavaş girmekte, ergenlikten sonra yaşıtlarına yetişerek geçmektedirler. İçlerinde donuk zekâlılar olduğu gibi parlak zekâlıları da vardır. Ancak suç işleyen gençlerin zekâlarının ortalaması kontrol grubu gençlerininkinden daha düşük bulunmuştur. Buna karşılık suçlu gençlerin okul başarıları zekâ yeteneklerinin çok altındadır. Matematik ve okumada yaklaşık 3 yıl geri kalmışlardır. Okumaktan ve okuldan nefret etmekte, çoğu okulu bırakmak istemekte ve sık sık okuldan kaçmaktadırlar. Öğrenme güçlükleri ve soyut düşünmede gerilikleri vardır.


Yapılan pek çok araştırma, suçlu gençlerin ot gibi yerden bitmediğini, onların özel koşullarda ve belli ortamlarda özellikle yetiştirilmiş gibi suça itildiklerini doğrulamaktadır. Bu ortam genellikle sevgiden yoksun, güven veremeyen, karışık ve çatışmalı bir aile ortamıdır. Çocuğun kişilik gelişmesini aksatacak, ruhsal uyumunu bozacak pek çok etken bir arada bulunur: Kavga, içki, geçimsizlik, vb. Ana-babalarda ruhsal dengesizlik veya antisosyal eğilimler vardır. Bu ailelerin çoğunda şu etkenlerden biri çok belirgindir: Annenin çocuğu benimsemeyip itmesi, babanın çocuğu benimsememesi, anne-babanın ruhsal dengesizliği ve anne-baba geçimsizliği, bu ailelerin yarısında da bu etkenlerden üçü bir arada bulunmuştur.


Baba, çocuğunda anti-sosyal eğilimleri destekleyen, genellikle evde bir diktatör gibi davranan, bencil, başkalarının duygularına karşı duyarsız, eve anlayışsız bir insandır. Anne de çoğunlukla çaresiz, sürekli yakınan ancak kocasına karşı çıkamayan, ezik biridir.
Kendinden iyi bir davranış beklenmediğini gören çocuk, ana-babaya karşı bu ters kimliğini savunma çabasına girer. Bütün aile üyeleri de yalnız ona karşı dayanışma içine girerler, onu dışlarlar. Kimi zaman davranışı en bozuk olan, en yeteneksiz olan değil, çok olumlu özellikleri olan bir çocuk da şamar oğlanı rolünü üstlenebilir. Çoğunlukla belli bir özelliği, şamar oğlanı olarak seçilmesinin nedenidir. Sevilmeyen birisine benzemesi, kız beklerken oğlan çocuk doğması, çocuğun ana-babadan biri ya da ikisince itilmesine neden olabilir. Çocuğun olumsuz bir özelliği abartılarak ve sürekli başına kakılarak çığırından çıkarılır. "Sen olmayınca bu evde huzur var, sen gelince ağzımızın tadı kaçıyor." gibi. Oysa şamar oğlanı olmasa, aile üyeleri öfkelerini yansıtacak bir yer bulamaz, birbirlerine düşerler. Kimi gençlerin davranış bozukluğu, nevrotik veya tepkisel olabilir. Örneğin bir boşanmadan bir ölüm olayından sonra ortaya çıkan davranış sapmaları bu türdendir.
Babasız büyümekten daha zor ve acı olan durum, babası yaşarken bir gencin baba özlemi çekmesidir. Babasının olduğunu bilen, ama aranmayan, sorulmayan, merak edilmeyen bir çocuk ve gençte benlik saygısı büyük bir yara alır. Ülkemizde, kızlar arasında evden kaçmalar ve sorumsuz cinsel ilişkiler artış göstermekle birlikte genelde suç oranı erkeklerle kıyaslanmayacak kadar düşüktür.


Ceza ve ıslahevlerinde yatan genç kız sayısı çok azdır. Gelişmiş ülkelerde büyük sayılara varan evlilik dışı gebelik ve doğum olaylarına ülkemizde ancak tek tük rastlanır. Önünü-sonunu düşünmeden cinsel ilişkiye girmek ve gebe kalmak genç kızlar için bir baş kaldırma yolu, kimlik bocalamasının bir belirtisi olmaktadır. Erkeklerce beğenilme, ardından koşulmak kadının cinsel kimliğinin bir parçasıdır. Evinde sevgi ve anlayış bulmayan genç kızlar, erkeklerden gelen ilgiye ve tatlı sözlere daha çabuk kanmakta, cinsel birleşmeyi bu sevginin bir bedeli olarak görmektedir. Yalnızlığını ve umutsuzluğunu gideren böyle bedensel yaklaşma ona sevilmenin ve kadın kimliğinin bir kanıtı gibi gelmektedir. Aile içi bunalımlarda, boşanma ve ayrılıklarda genç kızın benlik gücü zayıflamakta, cinsel ilişkiyi sorunlardan bir kaçış yolu olarak seçmektedir. Özellikle annesiyle çatışması çok olan genç kızlar, bilinçdışı bir öç alma duygusuyla kendilerini erkeklerin kucağına atmaktadırlar.


Çocukluklarında cinsel saldırıya uğramış, yakın bildiği, güvendiği erişkin erkeklerce kandırılıp, okşanmış cinsel bakımdan sömürülmüş kızlar da gençlik çağında cinsel dürtülerini dizginlemekte güçlük çekerler.


Suçlu çocukların ancak yarısı anne ve babaları tarafından sevildiklerini bildirmişlerdir. Annesince sevildiğini söyleyenler, babasınca sevildiğini söyleyenlerden üç kat fazladır. Suçlu gençlerin %46,6’sı ölüm veya ayrılık nedeniyle bir süre ana-babadan ayrı kalmışlardır.
Gençlik suçluluğunda toplumsal etkenler de büyük rol oynarlar. Bazı yörelerin gençleri çevredeki varlıklı kesimlere imrenmenin ve özenmenin ötesinde kıskançlıkla, kinle bakarlar. Çalışarak, didinerek yasal yollardan onların düzeyine hiçbir zaman çıkamayacaklarının bilincindedirler. Kendi olanaklarının azlığıyla dışarıdaki bolluğu karşılaştırırlar. Önce umutsuzluğa sonra öfkeye kapılırlar. Kendi kötü koşulları içinde sıkışıp kaldıklarını görür ve buna tepki gösterirler. Bu tepki ancak saldırganlık, çalma, yıkma, kırma, kuralları çiğneme biçiminde olabilir.


C. Sınav Kaygısı

Kaygı Nedir?
Kaygı, kişinin bir uyaranla karşı karşıya kaldığında yaşadığı, bedensel, duygusal ve zihinsel değişimlerle kendini gösteren bir uyarılmışlık durumudur.
Dünyaya geldiğimiz anda bir öğrenme süreci içine gireriz ve bu süreç yaşamımızın sonuna dek devam eder. Öğrenme, kişinin yaşamını sürdürebilmesi ve süregelen yaşamdan doyum alması için gerekli tüm bilgi, eylem ve becerilerin kazanılması sürecidir. Öğrenilenler, kişinin birikimini (potansiyelini) oluştururken, öğrenilenlerin belli bir amaca yönelik kullanılması da performansı ortaya koyar. Başka bir deyişle performans, kişinin akıl, duygu ve davranış düzeyinde daha önceden kazanmış olduklarının, belli bir durum ve belli bir zaman kesitinde, eylemsel olarak ortaya konulan şeklidir. İnsanın performansının en iyi olduğu durum, onun o alanda var olan potansiyelinin tümünü eyleme dönüştürebildiği durumdur. Ancak çeşitli iç ve dış etkenler nedeniyle gerçek potansiyelin performansa dönüşmesi zaman zaman güçleşir. Bu etkenlerden biri yüksek kaygıdır.
Öyleyse herhangi bir alanda başarılı olabilmek için hiç kaygı yaşamamak mı gerekir?


Hayır!.. Her duygu gibi kaygı da kişinin, yaşamını sürdürebilmesi ve yaşamdan doyum alabilmesi için gereklidir. Öyleyse amaç, kaygıyı tümüyle ortadan kaldırmak değil, kaygıya yenik düşmemek ve yaşanılan kaygıyı belli bir düzeyde tutarak onu kendi yararımız için kullanmaktır.
Normal düzeydeki bir kaygı kişiye, istek duyma, karar alma, alınan kararlar doğrultusunda enerji üretme ve bu enerjiyi kullanarak performansını yükseltme açısından yardımcı olur. Örneğin, bir konferans ya da bir konuşma için yaşadığımız orta düzeydeki bir kaygı, bu konuşmaya daha iyi hazırlanmamıza ve daha iyi bir performans göstermemize yardımcıdır. Hiç kaygı yaşamadığımız durumlarda ise, yapılacak olan işi elden geldiğince iyi yapmak için içimizde bir istek oluşmadığından sonuç genellikle olumsuz olur.


Yaşanan kaygı çok yoğun ise, kişinin, enerjisini verimli bir biçimde kullanması, dikkatini ve gücünü yapacağı işe yönlendirmesi engellenir. Kişi potansiyelini tümüyle kullanamaz ve istenen performansa erişemez.
Kaygımız yükseldiği anda bedenimiz bazı sinyaller gönderir. Kalp atışlarında hızlanma, terleme ya da üşüme, yorgunluk; solunumda güçlük, titreme, mide ağrısı, başağrısı bunlardan bazılarıdır. Böyle durumlarda kullanacağımız bazı yöntemler kaygının başa çıkılabilir düzeye inmesi için bize yardımcı olabilir.


Sınav Kaygısı Nedir?

Sınav öncesinde öğrenilen bilginin, sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun kaygıya sınav kaygısı denir.
Sınav kaygısı iki ayrı boyutta ele alınabilir:


Endişe ve yoğun duygulanım:


Endişe performansa yönelik zihinsel bir süreçtir. Sınav sonucuna ilişkin olumsuz düşünce, inanç ve beklentilerden oluşur. Yoğun Duygulanım kaygının yarattığı ----olojik uyarım sonucu bedenden gelen ve bedenin olağan işleyiş dengesi dışına çıktığı mesajını veren sinyallerdir.
Aşağıdaki bölümde sınav kaygısı yaşayan kişilerin, kaygının endişe ve duygulanım boyutlarını nasıl dile getirdiklerini gösteren bazı ifadeler bulacaksınız.


Endişe:

• Bu sınavda başarılı olamayacağım.
• Bu sınav sonunda her şey berbat olacak.
• Sınıftaki herkes benden daha zeki.
• Bu sınavda başarısız olursam not durumumu bir daha asla düzeltemem.
• Sınav sırasında bildiğim her şeyi unutabilirim.
• Kendimi yetersiz ve eksik görüyorum.
• Evdekilerin yüzüne nasıl bakarım?

Yoğun Duygulanım:
• Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyor.
• O kadar gerginim ki midem altüst olmuş durumda.
• Çok perişan bir durumdayım.
• Bu sınava gireceğim için paniğe kapıldım, elim ayağım birbirine dolaşıyor.
• Kendimi bir sis bulutu içinde hissediyorum, hiçbir şey bilmiyorum ve hatırlamıyorum.
• Gözüm kararıyor, midem bulanıyor, soğuk soğuk terliyorum.
Sınav kaygısı yüksek olan öğrencilerin sınav gününden önce ve sınav günü yaşadıkları belirtiler arasında, uykusuzluk, gerginlik, çarpıntı, sinirlilik, karamsarlık, kâbus görme, korku, terleme, baş ağrısı, karın ağrısı, solunumda güçlük, iştahsızlık, mide bulantısı, bitkinlik, durgunluk gibi belirtilerle kötü not alma v.b. endişeler yer almaktadır.


Öğrenciler, sınav için sınıfta beklerken de ellerinde terleme olduğunu, kalplerinin çok hızlı çarptığını, başlarının ya da karınlarının ağrıdığını fark etmekte; ayrıca, gerginlik, sabırsızlık, el titremesi, bütün bildiklerini unutma korkusu, kendine güven azalması gibi belirtiler yaşadıklarını da ifade etmektedirler.
Sınav başladıktan sonra ise şu tür kaygı belirtileri ortaya çıkabilir: Dikkati toplamakta, sınava başlamakta ve soruları anlamakta güçlük; bilinen bir soruda hata yapma korkusuna bağlı yoğun heyecan, kötü not alma beklentisi, öfke, düşünememe, sınavın kötü geçeceğine inanma, sürenin yetmeyeceği düşüncesi, zor gelen sorularda paniğe kapılma ve bazı ----olojik belirtiler.


Öğrencilerin çoğu, bu endişelerin ve ----olojik belirtilerin sınavın ilk 30–40 dakikası içinde daha yoğun yaşandığını, sınavın sonlarına doğru, belirtilerin şiddetinde bir azalma olduğunu belirtmektedirler.
Görüldüğü gibi, yoğun sınav kaygısı içindeki kişiler, yalnızca bedensel bazı uyarımlar yaşamakla kalmayıp, aynı zamanda performanslarının yeterliliği konusunda da yoğun bir endişe içine girmektedirler.
Araştırmacılar, sınav başarısının düşmesinde endişe faktörünün etkisinin, yoğun fiziksel uyarıma oranla daha fazla olduğunu belirtmektedirler. Çünkü sınav kaygısının sınav sırasında yarattığı olumsuz ve ketleyici etkinin odağı dikkat mekanizmasıdır. Kişinin, potansiyelini ortaya koyabilmesi için sınav sırasında dikkatinin tümünü sınav sorularına yöneltmesi gerekir. Ancak sınav kaygısı yüksek olan kişilerin yaşadığı endişe, dikkatin bölünmesine ve sınavla ilgili olmayan şeylere yönelmesine neden olur. Öğrenci, dikkatini sınava vermekte güçlük çeker ve dikkat, sınav soruları ile kişinin kendi performansına ilişkin yorum ve değerlendirmeleri arasında bölünür. Bir süre sonra öğrenci, dikkatinin çoğunu akademik başarısıyla ilgili olumsuz yorum ve değerlendirmelere yöneltir. Başarısından kuşku duyar ve diğerlerinin kendisinden daha üstün performans göstereceğini düşünür. Böylece sınava odaklanması gereken zihinsel enerji, hedefinden uzaklaşıp, dağılır ve öğrencinin gösterdiği performans, potansiyelinin çok altına düşer.


Sınav Kaygısı Yaşayan ve Bu Kaygıyı Yaşamayan Kişiler Arasında Ne Gibi Farklar Vardır?
Kaygı düzeyi normal olan kişiler sınav durumlarını, başarılarının test edileceği bir fırsat olarak değerlendirirken, kaygısı normalin üzerinde olan kişiler bu durumları bir tehdit olarak algılarlar. Sınavla ilgili durumlarda kendileriyle olumsuz bir diyalog içine girerler. Gerçek dışı ve karamsar bir düşünce tarzını seçerler. Sınav öncesi ve sonrası ----olojik uyarım dereceleri aynı olduğu halde, normal düzeyde kaygı yaşayan kişiler, bu uyarımı sınavda daha fazla çaba göstermeye yönelik bir ipucu olarak algılarken, kaygısı yüksek olanlar yaşadıkları endişe yüzünden, bunu olumsuz bir durum olarak görmektedirler. Buradan da anlaşılacağı gibi, endişe faktörünün (sınav durumuna ve sınav sonucuna ilişkin olumsuz düşünce, inanç ve beklentiler) sınav başarısına olan etkisi, uyarılma faktörünün (----olojik uyarım sinyalleri) yarattığı etkiden daha fazla ketleyicidir. Yapılan araştırmalar, sınav kaygısı yüksek olan kişiler için en büyük sorunun, daha önce öğrenilenleri sınav sırasında hatırlayamamak olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca, kaygısı yüksek olan kişilerin kaygısı düşük olanlara kıyasla ders çalışmaya daha çok zaman ayırdıkları görülmektedir. Bu bulgular da sonuçtaki düşük performansın, bu kişilerin ders çalışma sürelerindeki yetersizliğe değil, olumsuz düşüncelerinin kendilerinde yarattığı, başa çıkılamaz derecedeki kaygıya bağlanabileceğini göstermektedir.


Nasıl Üstesinden Gelinebilir?
Eğer sınav öncesi, sınav sırası ya da sınav sonrasında başa çıkamadığınız bir kaygı duygusu yaşıyorsanız, düşünce tarzınıza ve kendinizle olan diyalogunuza dikkat edin. Aşağıdakilere benzer ifadeler kullanıyor musunuz?
• Eyvah, yine sınav yaklaşıyor ve ben çalışmamı yetiştiremeyeceğim.
• Bu sınavda başarısız olacağım ve herkes aptal olduğumu düşünecek.
• Çalıştığım halde kendimi yeterli görmüyorum.
• Zaman kalmadı. Hiç bir şey bilmiyorum, herkes çalışmasını bitirmiştir.
• Sınav günü geldi ve ben çalışmış olsam da nasıl olsa her şeyi birbirine karıştıracağım.
• Eğer bu sınavda ortalamanın altında alırsam her şey berbat olur, sınıfta kalabilirim, atılabilirim, hayatım mahvolur.
• Sınav soruları kolay görünüyor ama herhalde bir şey bilmediğim için bana öyle geliyor.
• Benden daha iyiler olduğuna göre neden sınav kâğıdını ilk ben veriyorum? Sorular bu kadar kolay olamaz. Ben yanlış anlamış olmalıyım...
Eğer bu cümleler sizin kendinize sık sık tekrar ettiğiniz ifadelere benziyorsa genellikle olumsuz ve kendinizi yenilgiye uğratan bir düşünce tarzı içindesiniz demektir. Büyük bir olasılıkla sınav sonrasında kendinizi, bildiklerinizi yapamamakla, dikkatsizlikle, süreyi iyi kullanamamakla ve doğru yaptığınız soruları sonradan değiştirmekle suçlarsınız. Bütün bunlar, gerçek dışı ve olumsuz beklentilerinizin, potansiyelinizi kullanmanıza engel olması sonucunda ortaya çıkar.
Öyleyse ilk yapacağınız şey, sınav durumlarında kendinizle ne tür bir diyalog içinde olduğunuza dikkat etmek ve bu diyalog esnasında yakaladığınız olumsuz, gerçek dışı beklenti ve yorumları değiştirmeye çalışmaktır. Örneğin, "bu sınavda başarısız olacağım ve herkes aptal olduğumu düşünecek" ifadesi yerine, "Başarısız olmak ya da olmamak benim elimde. Şansım var, bunu kullanabilirim. Başarısız olsam bile bu benim aptal olduğumu göstermez." şeklindeki bir ifade, duruma daha gerçekçi bakmanızı sağlayacaktır. Ya da karamsar falcılık yapıp, "eyvah yine sınav yaklaşıyor ve ben çalışmamı yetiştiremeyeceğim" diyerek, kendinizi bu kehanete inandırmak yerine, şunu söylemeyi deneyebilirsiniz: "Zamanı bir düşman gibi görüp onunla savaşa girersem hem kendimi yıpratırım, hem de enerjimi yanlış yönde harcamış olurum. Oysa önümdeki zamanı kendi yararıma kullanmak benim elimde"... Kendinizle olan diyalogunuzda, olumsuz ve kötümser düşünme biçimini yansıtan "eğer bu sınavda ortalamanın altında alırsam her şey berbat olur, sınıfta kalabilirim, atılabilirim, hayatım mahvolur" gibi bir ifade kullanıyorsanız bunu şöyle bir cümleyle değiştirebilirsiniz: "Bu sınavda ortalamanın altında alacağımı nereden biliyorum? Ayrıca bir sınavda ortalamanın altında not almak dünyanın sonu değil. Bu sınavı hayatımın son şansı gibi görmekten vazgeçmeliyim"... Yapacağınız şey, gerçek dışı, kötümser düşüncelerinizi gerçek dışı bir iyimserliğe dönüştürmek değil, yalnızca gerçekçi düşünmektir. Unutmayın; başarıya ulaşmanın ilk aşaması, kişinin kendi potansiyelini doğru değerlendirmesidir. Nelerin eksik olduğuna ve neyi, ne kadar öğrenmeniz gerektiğine ancak gerçekçi bir değerlendirme sonucunda karar verebilirsiniz.


Kaygının zihinsel süreci olan "endişe" ile başa çıkmak için gerçekçi ve olumlu düşünme biçimini benimsemeye çalışırken, bedensel süreci olan "yoğun uyarılma" ile başa çıkmak için de gevşeme egzersizleri yapmayı deneyebilirsiniz. Eğer kendi zihninizin ürettiği bu olumsuz düşüncelerin tutsağı olmaktan kurtulursanız, endişelerinizin azaldığını ve artık bedeninizden gelen sinyalleri de, eskisi kadar olumsuz yorumlamadığınızı göreceksiniz. Ayrıca bunların, sınav öncesinden sınav sonrasına doğru, aşama aşama kendiliğinden kaybolduğunu fark edeceksiniz.


Duygularınız, düşünceleriniz ve bedeniniz arasında sizi bile şaşırtacak bir etkileşim vardır. Bu etkileşim, mutluluğunuza, başarınıza ve sağlığınıza zarar veren silahlı bir çatışmaya da dönüşebilir; kulağınıza çok hoş gelen bir senfoniye de... Bu sizin elinizde!

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
ergenlik, sorunları


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Erken Ergenlik Lady IF Ekstra 1 06 Şubat 2012 00:20
Erken Ergenlik System Ergen Sağlığı 1 03 Ekim 2011 13:38
Erken ergenlik nedir? + Ergenlik gecikebilir mi?.. Sevda Ergen Sağlığı 1 21 Kasım 2010 20:39
Ergenlik Çağı Sorunları ve Aile querx Ergen Sağlığı 0 11 Aralık 2007 20:28