IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 15 Ağustos 2008, 12:57   #1
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Hud peygamber cevap veriyor




Yazan seyit ahmet uzun
Bu sözleri dinleyen Hud peygamber insanların birden nasıl değişeceğine şaşıyordu. Çünkü o güne kadar Ad kavminin arasında yaşamıştı. Doğruluktan hiç ayrılmamıştı. Kavminin ileri gelenleri de o güne kadar kendisine hiç bu şekilde davranmamışlardı. Akılsızlıkla veya yalancılıkla itham etmemişlerdi. Çünkü hep doğru ve güzel davranışlarda bulunduğu için takdir edilen birisiydi. Şimdi ne olmuştu bu insanlara? Böyle birden tavır almışlardı.
O güne kadar Hud peygamber saygı duyulan birisiydi. Üstelik yine o güne kadar putların önünde eğilmemiş ve secde etmemişti. Buna rağmen bir hatırlatma ve uyarıyla insanlar çok fazla değişiyorlardı. Demek ki onlara göre, çıkarlarına, menfaatlerine, kötülüklerine, haksızlıklarına ses çıkarmayan insan iyiydi. İşte Hud peygamber Rabbinin kendisini peygamber seçişini ve görevinin önemini şu şekilde dile getirir:
“(Hûd
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
"Ey kavmim" dedi, ben aklı kıt biri değil, âlemlerin Rabbinden bir elçiyim. Rabbimin haberlerini bildiriyor ve size dürüst ve güvenilir öğütler veriyorum. Sizi uyarabilsin diye kendi içinizden birinin eliyle; Rabbinizden size bir haber gelmesini yadırgıyor musunuz, niçin? Hiç değilse, sizi nasıl Nuh toplumunun yerine getirdi ve sizi maddî varlık olarak nasıl kat kat üstün güçlerle donattı, bunu hatırlayın. Ve artık anın Allahın nimetlerini ki kurtuluşa erebilesiniz.” Araf 7/67–69

Uyarı gayet net bir şekilde yapılmıştı. “Allah beni seçti” Allah hiç akılsız veya yalancı birisini peygamber seçer mi? Toplumun önderi olacak insanı yalnız bırakır mı? Tabi ki bırakmaz. İşte bu şekilde Hud peygamberi vahyiyle destekledi. Yalnız olmadığını haykırmasını istedi. Bundan önce geçen ve kendilerinin hikâyelerini bildiği Nuh kavmi gibi olmaktan men etti. Onlarda peygamberlerini yalanlamışlardı. Onlarda peygamberlerini akılsızlıkla suçlamışlardı. Onlar da peygamberlerini insan olmakla güçsüz olmakla itham etmişlerdi. Ama ne oldu? Sonunda galip gelen, üstün olan peygamber ve ona inananlar oldu. Üstelik bir insanın akılsız olması için yaptığı ve söylediği sözlerin akla aykırı olması gerekir. Hud peygamber o güne kadar böyle bir davranışta bulunmamıştı. Taş yığınlarının tanrı olamayacağını, güçlü ve zengin insanların tanrı olamayacağını söylemişti. Yapılan haksızlık kim tarafından yapılırsa yapılsın kötü olduğunu dile getirmişti. Savaşların, insanları köleleştirmenin kötü olduğunu ifade etmişti. Güce güvenerek insanları hor görmenin iyi olmadığını anlatmıştı. Peki, bunlar mı bir akılsızın söyleyeceği sözler. Bunlar mı bir yalancının söyleyeceği ifadeler. Son olarak Hud peygamber onların kendilerinden bir çıkar ve menfaat beklediği düşünerek bu sözlerine karşı gelebileceğini düşünerek şunları söyler:
"Ey kavmim! Bu (uyarılar) için sizden bir karşılık da bekliyor değilim; benim (çabalarımın) karşılığı beni yaratan (Allah'tan) başkasına düşmez. Öyleyse, artık aklınızı kullanmayacak mısınız?" Hud 11/51 Hayatı sadece faydacılık anlayışı üzerine kuran insanlar peygamberliğin büyük sorumluluğunu anlayamayacaklardır. Çünkü bir insan her hangi bir çıkarı olmadan böylesine büyük bir işe kalkışmaz. Bundan Hud’un elde edeceği bir kazanç mutlaka olmalıdır. Bu da olsa olsa insanları kandırıp sonra da onlara başkan lider olmaktır. Sonra da onların üzerinden kazanç elde etmektir. Yüce Rabbimiz, bu kalpleri günahlarla kararmış insanların Hud peygamber hakkında bu tür kanaatleri gündemleştireceğini bildiği için hemen önlemini almıştır. Hud peygamber bu işten dolayı hiçbir beklentisi olmadığını gayet açık bir dille ifade etmiştir. Bir peygamberin tek beklentisi varıdır; Allah’ın rızası ve sevgisi. Bunun dışındaki bütün kazançlar teferruattır. Bu amaca hizmet edebildiği oranda diğer kazançların bir anlam ve değeri olacaktır.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 15 Ağustos 2008, 12:58   #2
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




Ad Kavmi inkar için bahaneler oluşturuyor.(Hz Hud as) Yazan seyit ahmet uzun
Hud peygamber inancın verdiği güven ve azimle Allah’tan aldığı gerçekleri bir bir anlatmıştı. Çünkü tebliğ peygamberlerin öncelikli görev ve özelliklerindendi. Bu sorumluluğu yerine getirirken korkuya ve acizliğe yer yoktu. Çünkü Allah dayanakların ve yardımcıların en sağlamıydı. Bu inançla peygamberler toplumlarındaki yerleşik ama temelsiz inançlara karşı çıkmışlardı.

Hud peygamber ne kadar güzel ve gerçekçi örneklerle anlatırsa anlatsın, Ad kavmi bir türlü Allah’ın birliğini kabule yanaşmıyorlardı. Çünkü taptıkları taş tanrılarının etkisiyle kalpleri ve akılları da katılaşmıştı. Bir türlü sağduyuyla Hud peygamberi dinlemeye yanaşmıyorlardı. Bunun için de o güne kadar aralarında bulunan ve dürüstlüğüyle, eminliğiyle tanınan Hud hakkında bir takım ithamlarda ve iftiralarda bulunmaya başlarlar.

“Kavmi arasından gerçeği tanımaya yanaşmayanların önde gelenleri: "Doğrusu, biz seni aklı kıt biri olarak görüyoruz ve üstelik yalancının biri olduğunu sanıyoruz!"Araf7/ 66

İnsanların iki yüzlülüğü her zaman böylesine açık bir şekilde kendisini göstermez. Hud bundan önce kendi içlerinde yaşarken onun için hiç de yalancı ve kıt akıllı birisi olarak değerlendirmiyorlardı. Çünkü o zaman kendilerinin ne tanrılarına ne de haksız yollarla elde ettikleri kazançlarına karışmıyordu. Günümüzde de bu şekilde değerlendirmeler duyuyoruz. Şayet birisi rüşvet veya faizle elde edilebilecek büyük miktarda bir paraya sadece inancından dolayı “hayır” diyebiliyorsa buna da akılsız ifadesi kullanılıyor. Onlara göre akıllı hangi şartlarda olursa olsun, neye mal olursa olsun kazanç elde edilen bir iş iyidir. İşte Hud bu noktada onların haksız kazançlarına ve geçekleştirdikleri haksızlıklara karşı çıktığı için akılsız birisi olarak değerlendiriliyordu. Çünkü güç onlardaydı. Para ve sermaye onlardaydı. İktidar onlardaydı. Bu kadar imkânlara bir insan yüz çeviriyorsa onun akıllı olduğu düşünülemezdi.

İşte hayatı ve insanı dünyanın geçici sermayesiyle değerlendirirseniz nice âlim ve güzel insanlar sadece elbiselerinin ve bineklerinin iyi olmamasından dolayı horlanırlar. Bu anlayışa sahip insanlar, dış görünüşün estetiğine önem verirken, yüreğin ve vicdanın temizliğine ve güzelliğine değer vermezler. Bunun için de sahip iktidarın, gücün ve sermayenin kölesi olmayan insanları akılsız olarak değerlendirirler.

Niye böyle bir değerlendirmeye başvurmuşlardır? Kendi anlayışları çerçevesinde zorunlu bir yaklaşımdı. Çünkü Hud peygamberi doğru, güvenilir ve zeki birisi olarak görmeye devam etselerdi, onu kabul etmeleri zorunlu bir hal alacaktı. Bunun için de en kolay yolu seçtiler; itham etmeyi ve karalamayı. Bu yolu çağlar boyunca şirk dininin temsilcileri takip ede gelmişlerdir.

“Ve (yine) toplumun -(sırf) kendilerine dünya hayatında bolluk ve genişlik bahşettik diye, bununla kurumlanıp- hakkı kabule yanaşmayan, ahiret gerçeğini yalanlayan seçkinler çevresi (her defasında): "Bu (adam) yediğinizden yiyen, içtiğinizden içen, sizin gibi bir ölümlüden başka bir şey değil" dediler. Ve tıpkı sizin (şimdi yaptığınız) gibi bir ölümlüye itibar edecek olursanız, bilin ki, sonunda kaybeden mutlaka siz olacaksınız! Bu (adam) size ölüp de toza toprağa ve kemiğe dönüştükten sonra (yeni bir hayata) kavuşturulacağınızı mı vaad ediyor?” Müminin 23/ 33-35

Bir başka yaklaşımları ve ithamları ise onun bir insan ve güçsüz oluşuydu. Onlara göre bir peygamber gelecekse ölümsüz ve büyükçe güçlü kuvvetli melek olmalıydı. Veya kendileri için daha doğru olanı ise güçlü, zengin, adamları çok olan, toplumda tuttuğunu koparacak güçte olan, onun önünde herkesin titrediği biri olmalıydı. Ölümlü bir insanın peygamber olması mümkün değilmiş gibi hareket ediyorlardı. Ama bunlar, şayet Allah peygamberi bir melek olarak gönderseydi ve onların arasında ölümsüz olsaydı o zaman bu inkârcılar farklı bir tepki göstererek inkârlarına devam edeceklerdi; “Bu melek, onun yemek derdi, çoluk çocuk derdi yok. Bunun için de inançla, ibadetle uğraşacak bol vakti var. Ama biz onun gibi miyiz? Bizim doyuracak bir karnımız, bakacak evlatlarımız var. Biz onun gibi boş değiliz” gibi bahaneler öne süreceklerdi. Bu da tarih boyunca değişmemiştir. İnsanlar mutlaka inanmamak için bazı bahaneler bulmuşlardır. Bir insan inanmak istemedikten sonra, ona bütün mucizeleri açıkça göstersen yine de inanmaz. Çünkü bir defa perde çekilmiştir. Buna benzer ithamlara Hz Muhammed efendimizde muhatap olmuştur. Rabbimiz ise onlara en güzel cevabı vermiştir;

“Nitekim "Ey Muhammed, bize yerden gözeler fışkırtmadıkça sana inanmayacağız" diyorlar yahut hurma ağaçlarıyla, asmalarla dolu bir bahçen olmadıkça ve onların arasında çağıl çağıl dereler akıtmadıkça yahut tehdit edip durduğun gibi, göğü parça parça üzerimize düşürmedikçe yahut Allah'ı ve melekleri bizimle yüzyüze getirmedikçe yahut altından (yapılmış) bir evin olmadıkça yahut göğe yükselmedikçe -kaldı ki göğe yükselmene dahî, bize (oradan, kendi gözlerimizle) okuyabileceğimiz bir kitap getirmedikçe inanmayız ya!" (Ey peygamber) de ki: "Kudret ve yüceliğinde sınırsız olan Rabbimdir! Ben ölümlü bir elçiden başka biri miyim ki?" (İşte bunun gibi,) insanlara (bir peygamber eliyle) doğru yol bilgisi geldiği zaman onları (ona) inanmaktan alıkoyan, onların: "Allah ölümlü bir insanı mı elçi olarak gönderdi?" diye itiraz etmelerinden başka bir şey değildir. Onlara (şu sözümüzü) ilet: "Eğer yeryüzünde yurt tutup dolaşan melekler olsaydı, o zaman onlara elçi olarak şüphesiz gökten bir melek indirirdik!" İsra 17/90-95

Burada evrensel bir ilkenin işaretleri de verilmiştir. Şayet yeryüzünde dolaşanlar melekler olsaydı o zaman gönderilecek peygamber de melek olurdu. Ama insan olduğuna göre o halde peygamberlerinin de insan olması gerekiyordu. Ama görüldüğü gibi mantık hiçbir zaman değişmiyordu. Materyalist ve faydacı anlayışın sahipleri hep olayı çıkar açısından ele alıyorlardı. Ama unuttukları bir gerçek vardır ki, o da ebedi bir hayattaki menfaati kısa zamanın geçici hazlarına ve kazançlarına feda ediyorlardı. Bunun içinde onların kendileri gibi insan olmasını çekemiyorlardı. Çünkü hem kendileri gibi bir takım istek ve arzuları var, hem de geçindirmek zorunda oldukları aileleri var. Buna rağmen hem peygamberlik görevini yapıyor hem de çalışıyorlardı. Bunu anlayamadıkları için bir insanın peygamber olabileceğine de ihtimal vermiyorlardı. Ve yalancılıkla suçluyorlardı.

“Bu dünyada yaşadığınız hayattan başka hayat yok: ölürüz ve (ancak bir kere) yaşarız ve bir daha asla diriltilmeyiz! Bu adam kendi uydurduğu yalanları Allah'a yakıştıran bir yalancıdan başka biri değil; ve dolayısıyla, biz asla o'na inanacak değiliz!"Müminin 23/ 37-38

İşte iftiranın ve yalancılığın en büyüğü budur. Bir peygamber için Allah hakkında iftira ettiğini söylemek, aslında kendilerini temize çıkarmak istemenin zorunlu yollarından birisidir. Çünkü onun gerçekleşecek bir söz söylediği kabul edilirse, ona inanmaktan başka yapacak bir şey yoktur. Ama yalancı olduğu söylenirse, inanmak anlamsızlaşacaktır. Bunun için en kolay yol, deve kuşu gibi başı hakikatin karşısında toprağa gömerek onu yak saymaktır. Bunu savunanları da Allah’a karşı yalan söyleyen olarak lanse ettik mi sorun kalmamıştır. Aslında korkularını karşılaşacakları günü yok sayarak gidermeye çalışmaktadırlar. Yoksa Hud peygamberin doğru, güvenilir ve emin birisi olduğunu gayet iyi bilmektedirler.

İnsanları kötülüğe ve haksızlığa yönelten en önemli etkenlerden birisi ahiret inancının olmayışıdır. Dolayısıyla insan yaptığı davranışların hesabını vermeyeceğini düşünerek her türlü zulmü ve ahlaksızlığı kendi gücüne güvenerek yapmaktadır. Günümüzde de gördüğümüz bu kötü ahlak insanları imandan ve güzel davranışlar yapmaktan alıkoymaktadır. Çünkü yaptıklarının hesabını bir üst mercie vermeyeceğine inanan insanı, kötülük yapmaktan alıkoyacak hiçbir güç yoktur. Dünya hayatında para, mevki, makam, iktidar, güç yapılan kötülükleri güzel bile göstermektedir. Bu özelliklere sahip birisinin yaptığı büyük kötülük alkışlanırken, güçsüz ve fakir bir insanın yaptığı küçük bir kötülük yargılanır. Bunun için de kötülüğü, çıkarcılığı yaşam tarzı haline getiren insanların ahirete inanmalarını beklemek saflık olacaktır. Üstelik bu inancı toplumda yaymaya çalışan insanlar yalancı, gerici, çağdışı, medeni olmamakla suçlanacaklardır.

Hud peygamber bu ithamların hiçbirine itibar etmeden tebliğini net bir şekilde sürdürür.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 12:59   #3
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




İmana çağrı (Hz Hud as) Yazan seyit ahmet uzun
Hud (as) artık peygamberliğin sorumluluğunu omuzlarında hissediyordu. Bundan sonra varlığının anlamı insanları Allah’ın birliğine çağırmak ve putların acizliklerini vurgulamak olacaktı. Hud peygamber bu görevin bilincinde olarak bir gün Ad kavminin topluca bulunduğu yerde yüksek bir tepeye çıkarak onlara şöyle seslendi;

"Ey kavmim!" dedi (onlara), "yalnızca Allaha kulluk edin: Ondan başka tanrınız yok. Hal böyleyken yine de Ona karşı sorumluluk bilinci duymayacak mısınız?" Araf 7/65

“'Âd toplumuna da kardeşleri Hûd'u gönderdik. O (da onlara): "Ey kavmim! (Yalnızca) Allah'a kulluk edin!" dedi, (çünkü) sizin O'ndan başka tanrınız yok. (Bu halinizle) aslı olmayan şeyler uyduran kimselersiniz sadece!” Hud 11/ 50

“Hani, kardeşleri Hûd onlara: "Artık, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımayacak mısınız?" demişti. Bakın, ben size (Allah'ın gönderdiği) güvenilir bir elçiyim; öyleyse, artık Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyın ve bana itaat edin! Hem, ben sizden bunun için (dünyevî) bir karşılık da beklemiyorum; benim hak ettiğim karşılığı vermek âlemlerin Rabbinden başkasına düşmez. Her tepede cehalet eseri, (putperestçe) anıtlar, tapınaklar mı yükselteceksiniz. Ve sonsuza kadar yaşayacağınız kuruntusuyla, sapasağlam malikâneler mi edineceksiniz? Ve (başkalarının hukukuna) el uzattığınız zaman, hiçbir sınır tanımadan, hep böyle zorbalık mı yapacaksınız? Öyleyse, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyın ve bana itaat edin, düşünebileceğiniz bütün (iyilikleri) size sağlayan (Allah'tan) yana duyarlı olun; size sürüler ve çocuklar veren, size bahçeler ve pınarlar veren (Allah'tan yana).Doğrusu, ben sizin için o büyük ve zorlu günün azabından korkuyorum!" Şuara 26/ 123–135

İnanç rüzgârı esmeye başlamıştı. Ad kavminin zalimleri ilk esinti ile neye uğradıkları bilemediler. O güne kadar aralarında duran ve kendilerine karışmayan Hud birden bire hak bekçisi olmuştu.

Ne demek istiyordu bu insan? Yalnızca Allah’a ibadet etmelerini ve diğer tanrılarını terk etmelerini istiyordu. İlk söylediği söz buydu. Allah ortak kabul etmezdi. O eşsiz ve yüce bir varlıktı. Tüm güzellikleri yaratan ve insanlara sunan sadece O’ydu. Tanrı diye kabul edilenler ise kendileri hiçbir şey yaratmayan ve en önemlisi de var olmak için kendilerine tapan insanlara muhtaçtılar. Bir sinek üstlerine konsa onu kovacak bir güce bile sahip değilken, nasıl tanrı olabilirlerdi?

Sizleri böylesine duyarsızlaştıran onların soğukluğu ve katılığıdır. Taş yığınından başka bir şey olmayan putlar sizlere zarardan başka bir şey vermez. O zarar da kendilerinden değil, onlara taptığınız için Allah’tan gelecektir. O halde Allah’ın azabından sakının.

Bunu sizden her hangi bir karşılık beklediğim için de yapmıyorum. Sizden ne mevki, ne makam, ne şan şöhret ne de bir zenginlik istiyorum. Ben sadece Allah’ın bir peygamberi olarak size O’nun emirlerini aktarıyorum.

O Allah’ ki yüceliği tüm kâinatı kuşatmıştır. Gökleri direksiz durduran bulutlardan hayat kaynağınız suyu indiren O’dur.

Size bahçeler, pınarlar veren O’dur. Çocuklarla geleceğinizi süsleyen, sürü sürü hayvanlarla geçiminizi sağlayan O’dur. O halde O’nun önünde eğilin ve secde edin. Çünkü sizin tek Rabbiniz Allah’tır.

Yüksek binalar yaparak yüceleşeceğinizi mi sanıyorsunuz?

Yeraltından madenler ve su kaynakları çıkararak ölümsüzlüğü mü temenni ediyorsunuz?

İnsanları zorbalıkla ve şiddetle yakalayarak onlar üzerinde tanrılık mı iddia ediyorsunuz? Hayır ey halkım hayır bunlar insanlar için mümkün olmayan b ir şeydir. Günü geldiğinde her kes yaptığının hesabını vermek için Rabbinin huzuruna çıkacaktır. Ben sizin için gücün ve kudretin bittiği ve acı bir günün başlayacağı azap günlerinden korkuyorum. Gelin Allah’tan başka taptıklarını terk edin ve yalnızca O’na itaat edin.

Hud peygamberin bu sözleri Ad kavminin üzerinde şaşkınlık fırtınaları estirdi. Kalplerinde dalgalar oluştu. Tanrı anlayışları sorgulanıyordu. Hem de o güne kadar kendilerinin arasında yaşayan ve dürüstlüğünden şüphe etmedikleri Hud tarafından.

Ad kavmi şok olmuş gibi ne diyeceklerini bilemeden onu dinlediler. Bir müddet sonra yavaş yavaş kendilerine gelmeye başladılar. İçlerinden ilk şaşkınlığı geçen birisi;

“Ama bütün bu uyarılara karşı onlar; "Bize öğüt veriyor olsan da, olmasan da, bizim için fark etmez!" dediler. “Bu (benimsediğimiz tutum) atalarımızın tutumundan başka bir şey değil ki! Hem, (bu yüzden) azaba uğrayacak da değiliz!" Şuara 26/ 136–138

Ad kavmi tanrılarına inanmanın sorumluğunu babalarına atmışlardı. Düşüncelerini bir nevi şöyle ifade etmişlerdi “Aslında biz babalarımızın yaptığı geleneği sürdürüyoruz. Onlara saygısızlık yapacak değiliz. Onlar bu güne kadar putlara tapıp onlardan yardım dilen diler. Şimdi biz senin sözlerine bakarak babalarımızın yolundan nasıl döneriz? Bu mümkün değil ey Hud,” dediler.

Gelenek yine hakkın karşısına çıkmıştı. Bundan sonra da hep çıkmaya devam edecekti. Babaların taptığı putlar ve onlar adına babalara saygı…

Bu konuda epey düşünmemiz ve kafa yormamız gerekmektedir. Gerçekten bir insanın babasına karşı saygısızlık yapması gerekir mi? Allah böyle bir şeyi emreder mi?

Allah insanlara atalarına ve büyüklerine karşı he zaman saygı ve hürmeti emretmiştir. Hem de onlara itaati kendine itaatle bir arada zikredecek kadar önem vermiştir. Ama bir gerçeği de hatırlatmadan geçmemiştir;

“(Allah diyor ki
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
'(Anne babana saygılı ol
Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
ama eğer senin aklının (ilahlık) yakıştıramayacağı bir şeye Benimle birlikte ilahlık yakıştırman için zorlarlarsa onlara uyma; (o durumda bile) onlara bu dünyada iyilikle davran ve Bana yönelenlerin yolundan git. Sonunda hepiniz Bana döneceksiniz ve o zaman (hayatta iken) yapmış olduğunuz her şeyi (gerçek şekliyle) size göstereceğim" Lokman 31/15

Evrensel bir ahlaki ilke belirtilmiştir. Anneye babaya saygılı olmak, vazgeçilmez bir tutumdur. Ancak anne veya baba herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmayı emrederse Allah’a isyanda kula itaat yoktur. Ancak bu kadar kesin bir emirden sonra yine de vurgulan şu ahlaki ilkeye bakın; yine onlara dünyalık işlerinde iyi davranın.

Yani Allah’a isyan olan işlerinde itaat etmeyin ama dünya hayatının geçiminde onları yarı yolda bırakmayın. İşte bu yüce Allah’ın bildirdiği harika bir emirdir.

Peygamberlerin hepsi ilk önce Allah’ın birliği esasını ve Allah’a itaati emrediyorlar.

Allah’a ibadet niçin bu kadar önemlidir? Her şeyden önce ibadet, insanın yaratılış gayesidir. İnsan bu şekilde hayatına bir anlam vererek, boşluğa düşmekten ve kötü alışkanlıklara yönelmekten kurtulacaktır. Çünkü Allah’a inanan birisi her an kendisini gören Rabbine saygısızlık olacak davranışlardan kaçınarak insanlara zarar vermekten uzak duracaktır.

Saygı duyduğunuz ve çok sevdiğiniz birisinin yanında her hangi bir kötülük yapabilir misiniz? Tabi o kişiyi gerçekten seviyorsak yapamayız. İşte bunun için Allah’ı seven ve O’na saygı duyan insanlar da tüm kötülüklerden kaçınır. İnsanlara haksızlık yapmaz, onlar hakkında kötülük düşünmez. Seven kalp sevdiğinin isteklerini gönül huzuruyla yerine getiri. O’na bağlanmaktan mutluluk duyar.

Allah’a ibadetten uzaklaşan insanlar ise, her an kötülük yapmaya hazırdır. Çünkü onları kötülük yapmaktan alıkoyacak hesap verme inancı yoktur. Bundan dolayı toplumda adaletin sağlanması için peygamberler, insanları Allah’ın birliğine ve itaate çağırmaktadırlar. Böylece onları kendilerinden çok yüce bir güce hesap verme düşüncesine hazırlarlar.


 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 12:59   #4
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




İmandan isyana dönüş (Hz Hud as) Yazan seyit ahmet uzun
İnsan kendisini müstağni görünce azamaya başlıyordu. Yani her şeyi kendi imkânıyla elde ettiği düşüncesi insanı Allah’tan uzaklaştırmaya yetiyordu. Ad kavmi de kendilerinin zenginliğini bir müddet sonra kendilerinden kaynaklandığını sanmaya başladılar. Bunun için de güçlerine güvenerek diğer insanlara haksızlık yapmaya yöneldiler. Diğer insanlarla alay etmeye ve günlerini oyun ve eğlenceyle geçirmeye başladılar.

Bu sırada şeytan yeniden sahneye çıkar. Ad kavmine kötülüklerini güzel gösterir. Zenginliklerini, güçlerini gündeme getirerek Allah’a isyana ve diğer insanlara haksızlığa yöneltir.

“Âd (kavmine) gelince, onlar, doğru olan her şeye karşı (çıkarak) yeryüzünde küstahça dolaştılar ve "Bizden daha güçlü kim varmış?" diye böbürlendiler. Hayret! Onları yaratan Allah'ın kendilerinden daha güçlü olduğunu görmediler mi? Ama onlar mesajlarımızı reddetmeye devam ettiler” Fussilet 41/ 15

Bu anlayış gücü elinde bulunduran ve insanları köleleştirmeye çalışan Şeddat isimli bir zalimden kaynaklanmaktadır. Şeddat tüm zalimler gibi adaletten uzak bir hükümranlık sergilemeye çalışıyordu. Kendi anlayışını yerleşik kılacak putlar ve tanrılar icat ediyordu. Böylece onlar adına insanları yönetmeye çalışıyordu.

Bu zalim yöneticilerin en önemli özelliği ise kendilerini diğer insanlarla eşit kılan Allah’a karşı isyan ve tavır alıştı. Bu şekilde yeni yasalar koyarak Allah karşıtı bir anlayış sergiliyorlardı. Nuh’un getirdiği ve yerleştirmeye çalıştığı Tevhid inancı yerini Şeddatın koyduğu yasalarla yavaş yavaş ortadan kalkıyordu. Bu hususu Rabbimiz şöyle belirtiyordu;

“İşte, Rablerinin ayetlerini reddeden, O'nun elçilerine baş kaldıran ve hak-hakikat düşmanı her inatçı zorbanın koyduğu yasaya boyun eğen 'Âd toplumu(nun sonu) böyle (oldu).” Hud 11/ 59

Nankörlük insanı nimetlere karşı duyarsız hale getirir. Nankörlük; verilen nimetlere, yapılan yardımlara ve iyiliklere karşı duyarsız ve karşılıksız kalmaktır. Ad kavminin ileri gelen insanları da Allah’ı ve O’nun verdiği nimetleri göz ardı ediyorlardı. Bunun için de Allah’a karşı saygısız oluyorlardı.

Allah sevgisinden ve saygısından yoksunlaşan kalpler katılaşmaya mahkumdur.

Ad kavminin insanları da o kadar güçlü ve yetenekli olmalarına rağmen bir zorbanın emrine uyarak, Allah’ı terk ediyorlardı. Çünkü onlara göre saygınlık ölçüsü ancak ve ancak kuvvet ve zenginliktir. Kimin adamı, parası, serveti daha çoksa o haklıdır. Yoksul ve zayıf kişiler haklı da olsa haksız olarak değerlendiriliyordu.

Allah’a karşı sevgi ve saygısı olmayan insanlardan halka karşı anlayış beklemek doğru değildir. Çünkü kendisine karşı o kadar nimetleri verene karşı nankör olan ve asileşen bir insan, kendisine muhtaç olanlara karşı daha da asabileşecek ve tanrılaşacaktır.

Acaba bu insanların böylesine kötü olmalarının sebebi sadece zengin ve güçlü olmaları mıdır?

Tabi ki sadece güç ve zenginlik değildir. Çünkü öyle zengin ve güçlü insanlar vardır ki, Allah’ın karşısında eğilmekten ve O’na ibadet etmekten zevk duyarlar. Zayıflara ve güçsüzlere kol kanat gererler. Çocukları ve küçükleri severler. Verdiği nimetlerden dolayı da Allah’a şükür ve ibadet ederler.

Fakat Ad kavminin ileri gelen sermaye sahipleri, Allah’ın verdiği güzellikleri ve nimetleri kendi güçlerinden ve başka tanrılardan bilmeye başlamışlardı. Bu da onları, Allah’ın verdiği bereketli ve verimli toprakların yanı sıra sayılamayacak kadar çok güzelliklere karşı nankörlük etmeye yöneltti. Bunun sonunda kalplerindeki Allah sevgisi giderek yerine kin, nefret ve düşmanlık yerleşti. Çünkü Allah sevgisinin olmadığı kalplerde acıma duygusu olmaz. Sadece bencillik, çıkar ve menfaat vardır.

Eşi ve benzeri bulunmayan İrem şehrini kuran bu insanlar Allah’a inanıyorlardı. Fakat Nuh peygamberin verdiği öğütleri çoktan unutmuşlardı. Allah’a imanla birlikte zulüm, haksızlık, zorbalık, kin ve nefret şaşılacak şeylerdir. İşte bunun için Rabbimiz bu şekildeki insanlar için şöyle buyuruyor;

“De ki: "Ne kötü (şu) inancınızın sizi yönelttiği (şey)! Eğer gerçekten bir şeylere inanıyorsanız." Bakara 2/ 93

İnançla birlikte putlara veya başka varlıklara tapmak ve onları Allah’tan daha çok sevmek inançla bağdaşmayacak şeylerdir. Bunun için de Rabbimiz “inancınız ne kötü şeyi emrediyor” demektedir. Güçten dolayı zayıfı ezmek, zenginlikten dolayı fakiri hor görmek, mevki ve makamdan dolayı alttakileri küçük görmek imanla uyum içinde olacak davranışlar değildir. Bunun nedeni üzerinde düşündüğümüz zaman karşımıza yine hakikat yolunun engelleyicisi ve düşmanı şeytan çıkmaktadır. Çünkü şeytan bununla ilgili olarak şöyle demişti;

“(İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!” Hicr 15/39

“Allah tanıktır ki, (ey Peygamber,) senden önceki çağlarda da (muhtelif) toplumlara elçiler gönderdik: fakat Şeytan onlara (da) yapıp-ettiklerini güzel gösterdi(ği için hakkı inkara şartlanmış olanlar mesajlarımızı dinlemeyi hep reddettiler); Şeytan (geçmişte olduğu gibi) bugün de onlarla sıkı fıkı; bu yüzden de onları zorlu bir azap bekliyor.” Nahl 16/63

Ad kavmi de şeytana aldanmıştı. Yaptıkları kötülükleri güzel görmeye başlamışlardı. Bunun sonunda isyan bataklığı, menfaat cenneti gibi görünmeye başlamıştı gözlerine. Şeytan gibi onlar da insanları aldatmak için insanları kandırmaya, aldatmaya başlamışlardı. İnsanların gelip geçtiği yerlerdeki levhaları değiştirip onlarla alay ediyorlardı.

Allah inanmayan ve O’na itaat etmeyen insanlar şeytan gibi kötülük yapmaya elverişli bir ruh hali taşırlar.

Bu insanların bir kötülüğü daha vardı; Kendileri çok kuvvetli oldukları için komşu köylere saldırıp oradaki güçsüz insanları yakalayıp esir ediyorlardı. Ya köle gibi çalıştırıyor, ya da öldürüyor ve mallarına el koyuyorlardı. Böylece kötülükleri daha da artıyordu.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:00   #5
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




Güzel bir insan Hz Hud (as) Yazan seyit ahmet uzun
Allah insanları başıboş bırakmamıştır. Onları kötülükten ve şeytanın şerrinden koruyarak, kendisine ibadete çağırmak için devamlı olarak peygamberler ve aydınlık önderleri göndermiştir. Ad kavminin bu zalim insanlarını da uyarmak ve kötülüklerden uzaklaştırmak için Hud isminde bir peygamber göndermiştir. Hud peygamber o toplumun içinde iyiliği, dürüstlüğü ve yardımseverliğiyle tanınıyordu. Hud (as) ne uzun ne de kısa boyluydu. Esmer tenli, gür saçlı ve güler yüzlüydü.
İçinde yaşadığı toplumun yaptığı haksızlıklara, kötülüklere ve acımasızlıklara üzülüyordu. Ama ne yapacağını, nereden başlayacağını ve toplumu nasıl düzelteceğini bilmiyordu. İşte Rabbimiz bu güzel insana vahyiyle yol göstererek, toplumu irşat etmesini emretti.
Rabbimiz Allah, bu güvenilir, adaletli ve iyi kalpli Hud’u peygamber olarak seçti. Çünkü Allah’ın sevdiği kişiler ancak ve ancak böyle kötülüklerden uzak duran, güvenilir, merhametli ve akıllı kişilerdir. Zaten Ad kavminin acımasız insanları da Hud peygamberi iyi tanıyor ve onu o güne kadar seviyorlardı. Çünkü o güne kadar kendilerinin haksızlığına ve putlarına ses çıkarmamıştı.
Allah, kendisini peygamber seçince Hud (as) un kalbi huzura kavuştu. Çünkü artık o kötü insanları nasıl düzelteceğini ve nereden başlayacağını biliyordu. Bunu Allah kendisine öğretecekti.
İman tohumu yiğit bir yürekte patlamıştı. Bundan sonra insanlığa tatlı ve güzel meyveleri olan inanç ağacını sunacaktı. İnsanların yemeye zorlandığı acı ve kurtlanmış meyvelerin ağaçları kökünden sökülüp atılacaktı.
Allah’ın rahmet pınarı olarak akıttığı vahiyler, Hud peygamberin kalbinden insanlığa hayat ve sonsuz mutluluğa uzanan huzur sunacaktır. Ad kavmine, Nuh peygamberin verdiği öğütleri hatırlatacak ve Allah’ın eşsiz yüceliği ve putların anlamsızlığı vurgulanacaktı. Sahip oldukları tüm bu zenginliklerin Allah’tan kaynaklandığını anlatacaktı.
Allah’ın emirlerini terk etmenin ateş ve azap bulutu olarak üzerlerine ineceğini bildirecekti.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:01   #6
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




Putçuluk (Hz Hud as) Yazan seyit ahmet uzun
Ad kavmini bu tür kötülüklere, insanlara karşı haksızlıklara ve Allah’a isyana sevk eden en önemli unsur ise putlara tapmalarıydı. Onlar putları Allah’ı sever gibi seviyorlar ve onlara saygı duyuyorlardı. Allah’a gösterilmesi gereken hürmeti putlara gösteriyor ve onların önünde eğilip secde ediyorlardı. İşin en acı tarafı ise o kadar güçlü olan insanlar bu kendi elleriyle yaptıkları aciz ve muhtaç putlar karşısında güçsüzlüklerini ilan etmeleriydi. Hatırlarsınız Nuh kavmine tufan niçin gelmişti? Allah’a ibadeti terk edip putlara taptıkları içindi. İşte şimdi de bu tuttuklarını koparacak kadar kuvvetli insanlar akıllarını taş yığınlarına kurban etmişler ve onların önünde eğilip ibadet etmeye başlamışlardı.

İnsanları kötülüklere yönelten en önemli etken Allah’ın tekliğini ve yüceliğini terk edip, O’nun yerine bir takım varlıkları tanrı diye kabul etmeleridir. Bunun sonunda Allah sevgisi insanların kalbinden uçup gitmiş, yerine menfaat ve çıkar sevgisi gelmişti. Bu da insanlara karşı duyarlı ve merhametli olma duygularını öldürmüştü. Çünkü taştan tanrılar o kadar katı ve acımasızdı ki, insanların öldürülmesine, soyulmasına, mallarının yağmalanmasına ses çıkarmıyorlar, güçlüleri haklı görüyorlardı.

Ad kavmi bunun yanı sıra gökten bulutlarla yeryüzünü dirilten, yeşerten ve hayat kaynağı suyu indirenin Allah olduğunu kabul ediyorlardı. Güneşi, ayı, yıldızları Allah’ın yarattığını kabul ediyorlardı. Ancak gel gör ki tüm bunlara rağmen Allah’ı bırakmış, hiçbir şey yaratamayan, kendileri var olmak için insanlara muhtaç olan taş yığınlarına tapıyorlardı. Allah’a inanmanın yanı sıra başka varlıklara tapmaya ve saygı duymaya “şirk” denilir. Bu da çok büyük bir günahtır.

“ŞÜPHESİZ Allah, dilediği kimselerin daha hafif günahlarını bağışladığı halde, Kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz: zira Allaha ortak koşanlar, gerçekten korkunç bir günah işlemiş olurlar.” Nisa 4/48

Hem Allah’a inanacaksın hem O’nun verdiği nimetlerden, meyvelerden, güneşten, aydan, yıldızlardan, bulutlardan, sulardan, havadan, topraktan ve daha sayamayacağımız o kadar güzelliklerden faydalanacaksın, hem de O’na ibadet etmeyeceksin. Bir de kalkıp taş yığınlarını O’na tercih edeceksin.

Bunun adına tek kelimeyle nankörlük denir. İnsan bu kadar ahlaksız ve terbiyesiz olamaz.

Kalplerinde cahillik rüzgârlarını estirerek, karanlık bulutları vicdanlarının semasına yerleştiren insanlardan rahmet ve iman beklemek doğru değildir. İşte ancak bu insanlar vicdanlarını inkâr ve isyanla renksizleştiren ve bulanıklaştıranlar böylesine büyük bir nankörlük rolünü sergilemekten utanmazlar.

Tevbe güneşine cehaletlerini perde yaptıkları müddetçe de bu karanlıktan kurtulmaları mümkün değildir.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:02   #7
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




İrem Bağları (Hz Hud as) Yazan seyit ahmet uzun
Ad kavminin insanları ellerindeki bu imkânları bağ ve bahçeler yapmak için kullandılar. Allah’ın verdiği sonsuz nimetler sayesinde öylesine güzel bağ ve bahçelere sahip oldular ki, dünyada onun eşi ve benzeri yoktu. Şeddat kendisine verilen büyük güç ve kudretle Allah’ın cennetine karşılık dünya cenneti kurmaya kalkışarak, insanları dünya cennetine davet etti. Nihayet aslında yine Allah’ın verdiği nimetlerle, söz de Allah’a karşı büyük bir b ağ oluşturdu. Bu İrem bağları gerçekten görülmeye değer bir güzellikteydi. Bağlar bahçeler ve aralarından akan nehirlerle insanı hem dinlendiriyor hem de cezp ediyordu. Dünya cennetini hayal edenlerin belki de ulaşabilecekleri son nokta olarak görülebilecek güzellikteydi. Bu husus Kur’an-ı kerim de şöyle ifade edilir;“Bilmez misin Rabbin neler yaptı 'Ad (halkın)a, çok sütunlu İrem (halkına), ki bütün o topraklarda bir benzeri inşa edilmemişti?” Fecr 89/ 7-8Bu insanlar o güne kadar yapılan binaların en büyüklerini ve sağlamlarını yapmışlardı. Sahip oldukları güç ve büyük hazineler kendilerini ölümsüz olarak görmeye kadar götürmüştü. Hiç kimsenin kendilerine güç yetiremeyeceklerini düşünüyorlardı. Şeddat ise bu konuda daha ileri gidiyordu. Bu konuyla ilgili olarak şu olay anlatılır;Ömer bin Hattab (Radıyallahü anh) anlatır: “Habib-i Ekrem ile Kuba Mescidinde nemaz kılmıştık. Siyah sarıklı, beli kılıçlı biri yanında devesiyle salına salına dağdan aşağı indi. Gözümüzün nuru Efendimiz; “Benim gördüğümü siz de görüyor musunuz” diye sordular.
“Resulullah bizden daha iyi görür” dedik. “Abdullah bin Hafaki olması lazım” buyurdular. Nitekim adı geçen sahabe mescide girdi, edeble diz çöküp, selâm verdi. Fahr-i âlem “Allahü teala dilini yalan söylemekten, kötülükten korusun!” dediler ki, bu Hafakiye konuşma izni verildi demekti...
— Ya Resulallah, kavmimden arkadaşlarla Hadramut’a müteveccihen yola çıkmıştık. Birdenbire ay ışığı kayboldu, kasvetli karanlık bir dere yatağında kalakaldık. Konaklamak için hazırlıklanıyorduk ki bir karmaşa, gürültü koptu. At kişnemeleri, deve sesleri, kadın feryatları, ağlaşan çocuklar, kulak yırtan çığlıklar... Derken değişik bir ses hepsini bastırdı. “Ey Yemame kafilesi” diyordu, “Vallahi kıyamet yaklaştı! Bütün putların batıl olduğunu ve bütün dinlerin hükümsüz kılındığını bildiren bir Peygamber geldi. O Peygambere muhalefet edenler, bedbaht olur, uyanlar bahtiyar!” Kalabalıktan cesaretlenip, sesin geldiği yere yöneldik. Merakla sorduk “iyi de sen kimsin?”— Ben bir cinim, adım Teklan. — Peki, bu gürültüler?— Onlar da bizdendir. Kureyş kabilesinden gönderilen Peygambere iman ettiler. Meçhul ihtiyar Hafaki devam eder: “Ya Resulallah, sonra sesler kesildi. Sabah olunca yola çıktık, çöle doğru yürümeye başladık. Kervanın arkasından gelen biri vardı ki onun kafileden koptuğunu, hayli gerilerde kaldığını fark ettim. Yol arkadaşlarıma “siz durun, bekleyin” dedim, “ben onu bulup geleyim.” Kılıcımı kuşandım, yedek bineğimi alıp aramaya başladım. Bir müddet sonra karşıma bir pir-i fani çıktı ki, kirpikleri dökülmüş, beli bükülmüştü. Ancak kararlı bir şekilde yeri kazıyordu. Bineğimin ayak seslerini duyunca başını kaldırdı. Ben onunki kadar delici ve tesirli bir bakış hatırlamıyorum. Heybeti karşısında ezildim, içim ürperdi. Derhal Cenab-ı Hakk’a sığındım ve salavat okumaya başladım. Neden sonra kendimi toparladım, “Allahü teâlâ sana merhamet etsin” diye söz aldım, “biz bir grup arkadaşız, yolumuzu şaşırdık. Üstelik bir de kaybımız var. Ya bize yol göster, ya da konaklayacak yer... Hiç olmazsa içecek bir şeyler ver.” O zat hoş bir dille cevapladı: “Benim sizi konaklatacak ne evim ne de çadırım var. İçirecek sütüm, suyum da bulunmaz. Yol soruyorsanız şu yana yürüyün selamete çıkar.” İhtiyar beni celbetti, merakımı yenemeyip sordum, “sahi bu ıssız yerde ne arıyorsun?” — Adım Abd-i Kelâl bin Yegus El-Humeyri’dir, asırlardan beri kavmimden ayrıldım. Bir zamanlar Mazin kabilesinden beşyüz yaşında bir ihtiyarla tanışmıştım. Bana burada Ad kavmine ait bir yeraltı ırmağı olduğunu söyledi. Üçyüz yıldır kazıyorum, henüz suya dair bir iz nişane bulamadım. Ancak emeklerim de zayi olmadı, manalı yazılarla, levhalarla karşılaştım.— Yazılarla mı?— Evet istersen onları gösterebilirim sana.Ya Resulallah Abd-i Kelâl beni daha önce kazdığı dehlizlere soktu. Orada altından bir taht üzerinde sırtüstü yatmış cesed vardı. İki gözünün arasında; “Benim adım Şeddad bin Ad. İrem Bağları ve imad sahibiydim. Bin sene yaşadım. Bin şehir kurdum. Bin kız ve hizmetçiyle yaşadım. Bin kantar altına sahib oldum. Binlerce askerim vardı. Şark ve garb saltanatım altındaydı. Ancak ne dünya bana kaldı, ne de ben dünyada kaldım. Ardımdan gelenler fani lezzetlere aldanmasın” yazılıydı. Ya Resulallah Abd-i Kelâl ardından değişik bir yere soktu ki, gümüşten bir taht üzerinde sırtüstü yatmış bir kadın cesedi vardı. Alnında ibretli bir beyit: “Ben Şeddad bin Ad’ın kız kardeşiyim. Her kim yanıma gelirse, bana ibret nazarıyla baksın.”

Tek Ümmet
Sonra Abd-i Kelâl Yegus bir taşı kaldırdı altından bir sahife çıkardı. ‘Oku’ diyerek uzattı. Ya Habiballah orada aynen şu cümleler vardı: “O ay yüzlü Nebi zuhur edince, aziz ve celil olan Allahü tealaya davet eder. O Tihame topraklarından, Mekke’den çıkar, O’na kapalı şeyler açık olur, emrine melikler boyun eğer.”Abd-i Kelâl’in gözleri doldu, hasretle içini çekmeye başladı. Yanımdan ayrılıp gitmek istedi. Eteğinden tutup sordum “görüşüp konuşmamızı nasip eden Allahü teala hakkı için söyle, sen ne yersin, ne içersin?”—Bu ihtiyara şu tepelerin otları yeter. Yorganım yapraktır, döşeğim toprak.
Onunla vedalaşıp ayrıldık. İki sene sonra yolum yine Hadramut taraflarına düştü, aynı yere uğradım. O çorak sahra yemyeşil olmuş, beldeler kurulmuş, ortada berrak sular akıyor. Ahaliye Abd-i Kelâl bin Yegusa’yı sordum. Kabrini gösterdiler. Başucunda bir taş vardı üzerinde “Adn kuyusunu bütün gücümle kazdım. Nihayet ben de İyas gibi, kuyunun dibine ulaştım. Bal gibi tatlı bir su çıkardım. Lakin toprakla uğraşmak beni bitirdi, taşlar arasında kalakaldım.” Ya Resulallah işte gördüklerim bunlardır...”
Resulullah Efendimiz gözlerinden inci tanesi gibi yaşlar akmaya başladı. Ağladılar ağladılar ve “Allahü teala Abdi Kelâl bin Yegusa’ya rahmet eylesin. O kıyamet gününde ‘tek bir ümmet’ olarak kalkacaktır” buyurdular. Hani İrem, hani Şeddat?Şeddat, Yemen’deki Ad kavminin hükümdarıdır. Her arzusu yapılınca azar, şirazeden çıkar. Haşa haşa kendini bir şey sanır, boyuna posuna bakmadan “Allah size cennet vaat ediyorsa ben de vaat ediyorum” der, kesenin ağzını açar. Büyük paralar dökerek İrem Bağı adlı bir bahçe yaptırır, içine akla gelebilecek her türlü dünya nimetini koyar. Meyveler, çiçekler, havuzlar, köşkler, cariyeler, zengin sofralar...Hazret-i Hud insanları ısrarla tevhide çağırır, ancak kalabalıklar Şeddat’ın yalanlarına ve sahte cennetine aldanırlar. Ancak günün birinde İrem Bağları hak ile yeksan olur, izi tozu bile kalmaz.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:02   #8
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




NUH PEYGAMBERDEN SONRAKİ HAYAT (Hz Hud as) Yazan seyit ahmet uzun
Nuh peygamber ve inananlar o büyük tufandan Allah’ın bir lütuf ve ihsanı olarak kurtulmuşlardı. Helakten kurtulan insanlar yeni bir hayata başlamışlardı. Nuh peygamber inan insanlara önderlik etti. Nasıl yaşamaları gerektiğini Allah’ın yol göstermesiyle insanlara bildirdi. Onlara birbirine karşı iyi niyetli ve sevgi dolu bir kalple yaklaşmaları gerektiğini hatırlattı.
Müslümanların birbirine yalan söylememelerini, birbirini aldatmamalarını, dürüst ve güvenilir olmaları gerektiğini öğütledi. Hele de soy ve zenginlikle övünmenin insanı nelere sürükleyeceğini helak olan insanlardan örnek vererek uyardı. Böylece toplumda samimiyet duygusunu geliştirdi.
Zaman çok hızlı akan azgın bir nehir gibiydi. Önüne gelen her şeyi sürüklüyor, ecel okyanusuna akıtıyordu. Nuh peygamber de önünde durulamayan bu ecel nehrinin sürüklemesiyle ahiret okyanusuna akıverdi. İnsanları böylesine iman ve kurtuluşa çağıran güzel insan Nuh peygamber vefat ettiğinde 950 yaşındaydı. Nuh peygamber bıkmadan usanmadan insanlara, insanı mutluluğa ve huzura götürecek yolun sadece ve sadece Allah’a iman ve itaat olduğunu anlattı. İnsanları böylesine iman ve kurtuluşa çağıran güzel insan Nuh peygamber vefat ettiğinde 950 yaşındaydı. Nuh peygamber bıkmadan usanmadan insanlara, insanı mutluluğa ve huzura götürecek yolun sadece ve sadece Allah’a iman ve itaat olduğunu anlattı. Artık onun için yeni bir hayat, sonsuz ve ebedi mutluluk şeklinde gerçekleşecekti. Çünkü Allah, inananların dostu ve yardımcısıydı.
Ancak şunu da unutmamak gerekir; ahiret okyanusu, Allah’a inanan ve ibadet eden, O’nun sevgisini yüreğine süs olarak işleyen güzel insanlar için mutluluk yurduydu. Allah’a imandan yüz çeviren insanlar ise, mezarın dar ve karanlığını, ahiret âleminde sıkıntı üstüne sıkıntı çekerek sonsuzlaştırır. Acı ve ızdırap her yanlarını saran bir ateş çemberine dönüşür.
Nuh peygamberin vefatından sonra insanlar çeşitli bölgelere dağıldılar. Oralarda yeni yeni kabileler ve yerleşim bölgeleri oluşturdular. Bu toplulukların içinde Ad isminde bir kavim vardı. Ad kavmi Yemen’in Hadramut denilen bölgesine yerleşmişlerdi. Bu bölge sahile yakındı. Etrafında kum tepeleri vardı. Toprağından su fışkırıyordu. Irmakları ve nehirler akıyordu. Bu kavmin insanları iri yapılı, kocaman kocaman adamlardı. Tuttuklarını koparacak kadar kuvvetliydiler. Hiç kimseden korkuları yoktu. Çünkü güçlü bedenlerine ve topraklarının bereketinden elde ettikleri zenginliklerine güveniyorlardı.
Bu kavmin insanları o güçlü elleriyle toprağı güzelce işlediler oralarda bitkiler, meyveler, ağaç fidanları ektiler. Güzel güzel bahçeler oluşturdular. Bu bahçelerin dünyada eşi benzeri yoktu. Her taraf yemyeşildi. Bağlarındaki üzümler salkım salkım sarkıyordu. Meyveleri gerçekten çok güzeldi. Ad kavmi bu bahçelere büyük bir özenle bakıyorlardı. Kurumaması ve solmaması için ellerinden gelen bütün tedbirleri alıyorlardı.
Bahçeleri sulamak için kanallarla sular getirmişlerdi. Çeşmeler, pınarlar yapmışlardı. Bahçelerin yanında yüzmek için havuz bile vardı. Sıcak olduğu zaman buralarda serinlemek için yüzüyor ve dinleniyorlardı.
Bu bahçelerin ortasına da yüksek yüksek sütunları olan çok güzel saraylar ve köşkler yapmışlardı.
Ad kavminin güçlü insanları sürekli ava çıkıyorlardı. Bunun yanı sıra Ad kavmi kılıç, mızrak, ok yapmayı da öğrenmişlerdi. Bu sayede kimseden korkmuyorlardı. Çevre köyler ve yerleşim birimleri onlardan çekiniyordu. Peygamberleri kendilerini şu sözlerle uyarmıştı;
“Her tepede cehalet eseri, (putperestçe) anıtlar, tapınaklar mı yükselteceksiniz Ve sonsuza kadar yaşayacağınız kuruntusuyla, sapasağlam malikâneler mi edineceksiniz? Ve (başkalarının hukukuna) el uzattığınız zaman, hiçbir sınır tanımadan, hep böyle zorbalık mı yapacaksınız? Öyleyse, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyın ve bana itaat edin,” Şuara 26/128–131
Nuh peygamberin vefatından sonra insanlar kısa bir süre yine Allah’a ibadete devam ettiler. Peygamberlerin gösterdiği yoldan yürüdüler. İsyan ve günaha girmediler. Bunun üzerine Rabbimiz onlara bereketli, verimli, sulak topraklarla güzel güzel ürünler verdi. Onlara rahmetini yaydıkça yaydı.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:03   #9
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




H Z . YUNUS AS. Yazan M. Necmeddin
Adı Kur'ân'da geçen peygamberlerden biri.

Soyu, Bünyamin vasitasiyla Ya'kûb (a.s)'a ve onun vasıtasıyla de İbrâhim (a.s)'a dayanmaktadır. Bazı alimlerin naklettiğine göre, isa (a.s) annesinin adıyla İsa b. Meryem diye anıldığı gibi, Yûnus (a.s) da annesinin adıyla Yûnus b. Matta diye anılmaktadır. (ibn Sa'd, Tabakatü'l-Kübra, Beyrut 1957, I, 55). Buhârî'nin verdiği bilgiye göre ise, bu görüş yanlıştır. Aslında Matta, Yûnus (a.s)'in annesinin değil, babasının adıdır. Yani Yûnus (a.s), Yûnûs b. Matta diye anılınca, babasının adıyla anılmış olur (ez-Zebîdî, Sahihi Buhârî Muhtasari Tecridi Sarih Tercemesi ve serhî, trc: Kamil Miras, Ankara, 1971, IX, 152). Yûnus (a.s)'in Ya'kub (a.s)'in torunlarından olduğu, Kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:

"Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. Nitekim İbrâhim'e, İsmail'e, İshâk'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harûn'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebûr'u vermiştik" (en-Nisâ, 4/163).

Bu âyette ifâde edildiği gibi İsâ (a.s), Eyyûb (a.s), Harun (a.s) ve Süleyman (a.s)'da Yunus (a.s) ile ayni soydan, Yakub (a.s)'in torunlarındandırlar.

Yûnus (a.s)'in nüfusu yüz bini aşkın bir şehrin halkına uyarıcı ve tevhide çağrıcı bir peygamber olarak gönderildiği, Kurân'da şöyle geçmektedir:

"Ve onu yüz bin İnsana, ya da daha fazla olanlara peygamber gönderdik" (es-Saffat, 37/147).

O'nun peygamber olarak gönderildiği bu yerin Ninova şehri olduğu nakledilmiştir. Ninova şehri, Dicle nehrinin kıyısında, şimdiki Musul'un yerinde bulunmaktaydı. Bu beldenin İnsanları küfrün içinde bulunuyorlardı ve putlara tapmakta idiler. Yûnus (a.s) onları küfürden ve putperestlikten nehyetmek bir de onlara, küfürlerinden dolayı tevbe etmelerini, Yüce Allah'ın varlığına ve birbirine inanmalarını emretmek üzere gönderilmişti (ez-Zemahserî, el-Kessâf, Kahire, t.y., V, 126; et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, II, 42).

Yûnus (a.s)'in adi, Kur'ân'ın çeşitli yerlerinde geçmekle berâber, Kur'ân'daki sûrelerden birine isim olarak verilmiştir. Kur'an'ın onuncu sûresinin adı, Yûnus sûresidir.

Yûnus (a.s) milletini otuz üç yıl Allah'a imân etmeye, küfürden kurtulmaya davet etti, tebliğde bulundu ve peygamberlik vazifesini yerine getirdi. Ancak sadece iki kişi ona imân etti (ibn Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965, I, 360; Sahihi Buhâri ve Tecridi Sarih Tercümesi, IX, 152).

Milletinin bu şekilde küfürde direnmesi ve imâna gelmemesi, Yûnus (a.s)'in zoruna gitti. Yüce Allah onun bu kızgınlığını ve bunun neticesinde milletini terketmeye kalkışmasını şöyle haber vermiştir:

"Zünnûn (Yûnus)'a gelince, o, öf keli bir halde geçip gitmişti. Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihâyet karanlıklar içinde; "Senden başka hiç bir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!" diye niyaz etti." (el-Enbiyâ, 21/87).

Bu âyette Yûnus (a.s)'dan Zünnûn diye bahsedilmiştir. Zünnûn, balık sahibi demektir. Kur'ân'ın başka bir yerinde de, Yûnus (a.s) bu lâkapla anılmıştır:

"Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani, o dertli dertli Rabbine niyaz etmişti" (el-Kalem, 68/48).

Hem bu âyette hem de yukarıdaki âyette Yûnus (a.s)'in sabretmemesine, Allah'ın emri olmadan milletini terk etmeye kalkışmasına işâret edilmiştir. Onun bu hali üzerine, Yüce Allah söyle buyurmuştu:

"O halde, peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret" (el-Ahkâf, 46/35).

Allah'ın müsaadesi olmadan Yûnus (a.s)'in ayrılmaya kalkışması, iyi netice vermemişti. Ninova'dan ayrılmak için bir gemiye binmişti. Geminin batmaya yüz tutması üzerine, hafiflemesi için yolculardan birinin suya atılması gerekti. Kimin suya atılacağını tespit için kur'a çekildi ve kur'a Yûnus (a.s)'a isâbet etti. Bu durum kur'ân'da söyle haber verilmiştir:

"Gemide onlarla karşılıklı Kur'a çektiler de yenilenlerden oldu" (es-Saffat, 37/141).

işin daha acısı, Yûnus (a.s) denize atıldıktan sonra bir balık onu yutmuştu. Yüce Allah Kur'ân'da onun bu durumunu söyle haber vermiştir:

"Yûnus, (Rabbinden izinsiz olarak kavminden ayrıldigi için) kendisi kötülüklerken, onu bir balık yuttu" (es-Saffat, 37/142).

Burada Yûnus (a.s) hatasını anlamış ve nefsini kınamaya başlamıştı. Balığın karnındaki karanlıklarda:

"Senden başka ilâh yoktur. Sen eksikliklerden uzaksın, yücesin. Ben zalimlerden oldum!" (el-Enbiyâ, 21/87) diye dua etmeye ve Allah'a yalvarmaya başladı. Bu şekilde imân ve inançla Allah'a sığınması neticesinde, Yüce Allah onu affetmişti (el-Maverdî, en-Nuketu ve'l-Uyûnu, Beyrut 1992, III, 465 vd). Yûnus (a.s)'in duasının kabul edildiği ve Allah tarafından bağışlandigi, Kur'ân'da şöyle dile getirilmiştir:

"Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. iste biz, insanları böyle kurtarırız" (el-Enbiyâ, 21/88).

"Eğer tesbih edenlerden olmasaydı, (insanların) yeniden diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı" (es-Saffat, 37/143, 144).

Gücü her şeye yeten Yüce Allah, balığın karnındaki Yûnus (a.s)'i öldürmedi. Bir süre sonra balık onu ağzı ile sahile bırakmıştı. Onun kurtuluş ve daha sonraki hali, Kur'ân'da şöyle haber verilmiştir:

"(Ama balığın karnında bizi andı, tesbih etti), biz de onu hasta bir halde agaçsız, boş bir yere attık ve üzerine (gölge yapması için) kabak türünden bir ağaç bitirdik" (es-Saffat, 37/145, 146).

Yûnus (a.s)'in Allah tarafından affedilmesi ve büyük bir tehlikeden kurtarılması, Kur'ân'ın başka bir yerinde dile getirilmiştir:

"Sen Rabb'inin hükmüne sabret, balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti. Eğer Rabb'inden ona bir nimet yetişmeseydi, yerilerek çıplak bir yere atılırdı. Fakat (böyle olmadı), Rabb'i onun duasını kabul etti de onu salihlerden kıldı" (el-Kalem, 68/8, 49, 50).

Yûnus (a.s)'i bu sıkıntılardan kurtaran Yüce Allah, onun milletine de neticede hidâyeti nasib etti. Onlar da sonunda Allah'a imân edip tevhid'e sarıldılar. Onların tevbe edip hakka dönüşlerini ifâde eden âyetin meâli şöyledir:

"inandılar, biz de onları bir süreye kadar geçindirdik" (es-Saffat, 37/148).

Yûnus (a.s)'in milletinin bu şekilde tevbe etmeleri, küfürden dönüp Allah'a inanmaları, Allah tarafindan övülmüş, methedilmiştir:

"Keşke (azabı gördükten sonra) inanıp da, inanması kendisine fayda veren bir memleket olsaydı! (Azabı gördükten sonra inanmak, hiç bir memlekete yarar sağlamamıştır). Yalnız Yûnus'un kavmi, (azab henüz inmeden önce) inanınca, dünya hayatında onlardan rezillik azabını kaldırmış ve onları bir süre daha yaşatmıştık" (Yûnus, 10/98).

Yûnus (a.s)'in faziletli bir İnsan olduğu, Yüce Allah tarafından şöyle haber verilmiştir:

"ismâil, el-Yesa', Yunus ve Lut'a da (yol gösterdik). Hepsi iyilerden idiler" (el-En'âm, 6/86).

Hz. Muhammed (s.a.v) de onu söyle övmüştür:

"Her kim ben Yûnus b. Mattâ'dan hayırlıyım derse, yalan söylemiştir" (Buhârî, Tefsiru süre 6, 4).

Yûnus (a.s) da, diğer peygamberler gibi, insanları küfrün şerrinden nehyetmiş ve Allah'a imân etmeye davet etmiştir. inanan insanlar için, onun hayatından alınacak çeşitli ibretler vardır.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ağustos 2008, 13:05   #10
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Hud peygamber cevap veriyor




Z . NUH A.S. Yazan M. Necmeddin
HZ. NÛH PEYGAMBER-İLK PUTPERESTLİK
İdris Peygamber, bazı din âlimlerini kendisinden sonra, insanların eğitimi ile vazifelendirmişti. Bu âlimler, Arap yarımadasının çeşitli bölgelerinde dağınık halde oturan insanlara faydalı olmaya çalışıyorlar, ellerinden gelen gayreti gösteriyorlardı. Güzel ahlâkları, tatlı sohbet ve öğütleri ile kısa zamanda gönüllerde yer tutmuşlardı. O âlimlerin birer birer ölümü, insanlar arasında derin üzüntü meydana getiriyordu. Halk onları her zaman hayırla anmak, hâtıralarını yaşatmak istiyordu. Düşünüp taşındılar. Sonunda, o âlimlerin meydanlara heykellerinin dikilmesi ve evlere resimlerinin asılması fikri üzerinde anlaştılar. Artık halk, belli zamanlarda, diktikleri heykeller etrafında toplanıyorlardı. Sevdikleri bilginlerin söz ve nasihatlerini birbirlerine anlatıyorlardı.
Güzel bir niyetle yapılan bu iş, zamanla gayesinden sapmaya başladı. Babalarından gördüklerinin aynını taklit eden yeni nesiller, evlerdeki ve meydanlardaki resim ve heykellerin konuş sebebini unuttular. Onlar için, o resim ve heykeller araç olmaktan çıkıp amaç halini aldı. Allah'a ibadete vesile olacakken, kendilerine ibadet edilen birer ilâh sayılmaya başlandı.
Böylece yeryüzünde Allah'ı unutup heykellere (putlara) tapma âdeti, ilk olarak bu şekilde başlamış oldu.
İnsanların Allah'a ibadetten uzaklaşıp putlara tapmaya başlamaları üzerine Cenâb-ı Hak, onlara Hazret-i Nûh'u Peygamber olarak gönderdi. Hazret-i Nûh, İdris Peygamber'in dinine bağlı bir âilenin çocuğuydu. Cenâb-ı Hak kendisine Peygamberlik vazifesi verdiğinde 40 yaşında bulunuyordu.
Nûh Peygamber, puta tapıcılık inancı ile mücadelesinde önceleri gizliliği tercih etti. Yakın çevresini tek tek Allah'ın birliğine inanmaya ve yalnızca O'na ibadet etmeye çağırdı. Daha sonra Allah'ın emriyle, çağrısını genelleştirdi. Bütün halka duyurdu. İçlerinden iyi yürekli, temiz, güzel ahlâklı olanlar, bu dâvete "evet" dediler. Hazret-i Nûh'a bağlandılar. Bunların çoğunluğunu, yoksul kimseler teşkil ediyordu.
Zengin, kibirli, kötü huylu, zâlim ruhlu kimseler ise putperestlikte inat ediyorlardı. Nûh Peygamber'i dinlememek için kulaklarını tıkıyorlar, yüzünü görmemek için de, elbiseleriyle başlarını örtüyorlardı. Niyetleri, onun moralini bozmak, ümitsizliğe düşürerek iddialarından vazgeçirmekti. Hattâ zaman zaman Hazret-i Nûh'u rencide edecek ağır sözler de söylüyorlardı.
Fakat Hazret-i Nûh'a inananların sayısı gün geçtikçe çoğalıyordu. Bu durum, putperestlerin sinirlerini daha da bozuyor, öfkelerini arttırıyordu. Bu gidişe engel olmak için, çareler aramaya başlamışlardı.
Önce, Hazret-i Nûh'la ve ona bağlanan mü'minlerle alay ettiler. Halk içinde onları küçük düşürme yolunu denediler. Fakat bu, bir fayda vermedi. Hazret-i Nûh, onların her türlü kötü muamelelerini sabırla karşılıyordu.
- Ben sizleri Allah'ın azabı ile korkutan bir Peygamberim. Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Yoksa sizi yok edecek acıklı bir azaba uğratılmanızdan endişe ediyorum, diyor, görevine yılmadan devam ediyordu.
Putperestlerin ileri gelenleri, Hazret-i Nûh'a karşı çıkmalarına sebep olarak, ona hep fakir ve yoksulların inanmasını ileri sürüyorlardı.
- Ey Nûh, senin yanında olanlar, hep aşağı tabakadan, fakir ve sefil insanlar. Eğer dâvan hak olsa idi, sana bizim gibi akıllı, zengin insanlar tâbi olurdu. Bizden üstün neyiniz var ki size uymamızı istiyorsunuz? diyorlardı.
Hazret-i Nûh onlara cevaben şu karşılığı veriyordu: "Bana inanan kimselerin fakir ve yoksul olması, dâvamın doğruluğunu gölgelemez. Allah, insanların zenginlik ve fakirliğine bakmaz. Dindarlığına bakar."
Her şeyi madde ve kuvvetle değerlendiren putperestler, Hazret-i Nûh'un bu sözlerini anlayamıyorlardı. Hattâ Hazret-i Nûh'un niyetinin zenginlerin mallarını ellerinden almak olduğunu söyleyenler bile çıkıyordu. Nûh Peygamber, bu iddiayı da şu şekilde cevaplıyordu:
- Sizler, benim hakkımda yanlış düşünüyorsunuz. Ben sizden, yaptığım bu görev karşılığında hiçbir maddî çıkar beklemiyorum. Benim ücretim Allah'a âittir. Bütün gayretim, emin olunuz ki, sizin dünya ve âhiret mutluluğunuz içindir. Böyle yersiz endişe ve kötü zanlara kapılarak, beni yalanlamaktan vazgeçin."
Nûh Peygamber'in putperest halkı, başvurdukları bütün yolların neticesiz kaldığını görünce, daha sinsi taktikler aramaya başladılar. Nihayet akıllarınca da buldular. Hazret-i Nûh'a:
- Ey Nûh, sen etrafından, sana inanan o fakir ve sefilleri kov. Biz onlarla bir olmayı "aşağılanma" kabûl ediyoruz. Gururumuza yediremiyoruz. Onları kovarsan, tümümüz birden sana iman ederiz, teklifini yaptılar.
Niyetleri açıktı. Bu teklife Hazret-i Nûh'un evet demesini bekliyorlardı. Böylece kendine
inananlarla arası açılacaktı. Onlar da Hazret-i Nûh'u kolayca saf dışı
edeceklerdi.
Fakat Hazret-i Nûh, onların ümitlerini suya düşürdü. Sinsi tekliflerine şu cevabı verdi: "Ben onları asla kovmam. Onlar Allah'a ve âhirete inanan insanlardır. Allah'a inananların ise, şânları yücedir. Rableri, onlara Cennet'te nice nice nimetler hazırlamıştır. Halbuki sizler, üstünlüğün fâni mal ve geçici mevkilerde olduğunu sanıyorsunuz. İman edenleri bekleyen ahiret nimetlerinin zenginliğinden habersizsiniz."
Bu sinsi plân da boşa çıkınca putperest halkın, elinde tek bir silâh kalmıştı: İnananlara zulüm ve baskı yapmak, işkence etmek...
Onlar bu yola başvurunca, Cenâb-ı Hak başlarına büyük bir belâ verdi. Ceza olarak tam 40 sene onların yağmurlarını kesti. Bu müddet içinde malları, hayvanları telef oldu. Bağları, bahçeleri kurudu. Kadınları doğum yapamaz hale geldi. Nesilleri kesildi. Herkes kendi derdine düşüp Hazret-i Nûh ile ve ona bağlanan mü'minlerle uğraşamaz oldular.
Putperest Nûh kavminin başına gelen bu kıtlık ve kuraklık hali onları doğru yola çağırmak için güzel bir fırsattı. Hazret-i Nûh bu fırsatı değerlendirdi ve onlara Allah'ın varlığını tekrar hatırlattı.
Fakat putperest Nûh kavmi, ona yine kulak asmadılar. Kabûl etmemeleri bir yana, çok da kızdılar. "Ey Nûh, bizimle uğraşmada çok ileri gittin. Bu işe başladığından beri bizi tehdit edip duruyorsun. Artık yeter. Sözünde doğru isen, getir şu tehdit ettiğin azabı da görelim bakalım..." dediler. Bunca gayrete rağmen, kavminin hâlâ putperestlikte direnmesi, "getir şu azabı da görelim" demesi artık Hazreti Nuh'un sabrını taşırmıştı.
Ellerini açıp Allah'a yalvarmaya başladı: "Ey Rabbim, bu zâlim kavme karşı artık söz verdiğin yardımı yap. Bunlar, bana devamlı isyan ettiler. Yeryüzünde seni inkar edenlerden ve sana putları şirk koşanlardan tek bir kimseyi bile sağ bırakma..."
Allah, Nûh Peygamberin duasını kabûl etti. Ona bundan sonra, nasıl hareket edeceğini de şu sözleriyle bildirdi:
- Ey Nûh! Sana vahyedeceğimiz şekilde bir gemi yap. Sonra yer ve gök birbirine karışıp zâlimler yok olurken, sakın onlara acıyıp benden bir istekte bulunma. Onlar bu azabı gerçekten hakketti...


Allahü Teala da bundan sonra Nuh aleyhisselam'a gemi yapmasını emretti: « Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme ! Onlar mutlaka boğulacaklardır ! » (Hud, 37) . Gemi bitince tufan oldu (denizler taşti ve her taraf su oldu). Nuh aleyhisselam sayısı 80 kisi kadar olan mü'minler ile 3 katlı olan gemiye bindi. Nuh aleyhisselam gemiye her hayvandan birer çift aldı. Oğlu Ken'an'i da gemiye almak istedi, ama o "Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım" dedi, gemiye binmedi ve hemen bir dalga onu alıp boğdu. Allah Teala da Nuh aleyhisselamın bu oğlu hakkında af dilemesine karşılık: « (...) Ey Nuh ! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme.(...) » (Hud, 46) buyurdu.

Sular dağları aştı, insanlar ve hayvanlar telef oldu. 150 gün geçtikten sonra Allahü Teala: « Yere suyunu Çek; göğe: ey gök sen de yağmurunu tut » buyurdu ve bunun üzerine yağmur durdu, sular çekildi. Gemi Irak'taki Cudi dağına oturdu. Hz. Nuh'a inanıp kurtulan insanlar aç oldukları ve dağda yiyecek olmadığı için Nuh aleyhisselamın emri üzerine ellerinde olan bütün yiyecekleri birleştirdiler ve böylece ilk defa Aşure yemeğini yaptılar. İnsanlar Nuh aleyhisselamın 3 oğlu Sam, Ham ve Yafes'ten türediği için Hz. Nuh'a ikinci Adem de denir. Nuh aleyhisselamın 1000 yaşında vefat ettiği söyleniyor, ama Kur'an-ı Kerim'de : « Andolsun ki biz Nuh'u kavmine gönderdik de o 1000 yıldan 50 yıl eksik bir süre yanlarında kaldı.(...) » (El-Ankebut, 14) geçiyor. . Hz. Nuh gemicilerin ve marangozların piri sayılır, çünki bu işleri Allah'ın ihsanıyla ilk defa o yapmıştır.

Hz. Nuh'un evladlarına vasiyeti

« Bunlardan (ilk) ikisini bırakmayınız, ikisini de hazer ediniz (yapmayınız)
1. La ilahe illallah
2. Subhanallah vebi hamdihiy'dir
3. Gavurluktan (sakının)
4. Kibir ('den sizi nehyederim) »

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
cevap, hud, peygamber, veriyor


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Peygamber PySSyCaT Felsefe 0 11 Kasım 2014 14:47
Son Peygamber (as) noLove İslamiyet 12 25 Ocak 2010 00:50