![]() |
Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Başım ağrıyor.. Ve yine uyuyamıyorum.. Uyuyamadığım için mi başım ağrıyor yoksa başım ağrıdığı için mi uyuyamıyorum emin değilim. Canım da sıkkın biraz ve onun da belli bir nedeni yok. Uzun zamandır bir şey için canım sıkılmıyor. Tuhaf bir kendiliğinden eklemli can sıkıntısı yerleşti bünyeme. Artık hiçbir şeye şaşırmıyor olmam hayatla aramdaki eşitsizliği dengeye getirdi diye düşünüyorum zaman zaman, ama o ilk fırsatta durumu lehine çevirmeyi başaracak gibi görünüyor. Hayata karşı orantısız zeka kullanıyorum, ama o şaşmaz içgüdüleriyle her defasında beni alt etmeyi başarıyor.. Hayatla ilgili büyük büyük laflar etmek değil niyetim. İsa değilim ben, elbette ne hayatın anlamını çözebildim ne de onun düzenini anlayabildim. Ama çok iyi bildiğim bir şey var; yaşayan, canlı bir şey hayat. Hücrelerden oluşmuş bir tür organizma. Kurallarını kendisinin belirlediği ve ne yazık ki hiç kimseye anlatmadığı geniş katılımlı bir oyunun merkezinde bulunuyor. Ve istediği kişiye torpil yapıp istediğini de oyunun dışında bırakabiliyor. Bazen de benim gibi saf katılımcılarla karşılaşınca eğlenerek hep ebe yapıyor.. Ebe olmaktan şikayetçi değilim aslında ama bazen mızıkçılık yapmak istemiyor da değilim haliyle.. Tuhaf bir oyun bu, yarıda bırakamıyorsun ama o istediği zaman seni oyundan alabiliyor. Sıkılıyorsun bazen, kafanı yukarı kaldırıp 'hocam, beni kenara al artık' işareti yapıyorsun. Ama o gülerek daha sıkı sarmaya başlıyor seni görünmez kollarıyla. Durumu kabulleniyorsun sonra, tamam diyorsun nasıl istiyorsan öyle oynayacağım senin oyununu.. Ama sürekli mutsuz bir oyuncu görmek istemediği için oyununda zaman zaman ödül mahiyetinde küçük rüşvetler sıkıştırıveriyor cebine.. Bazen küçücük bir çocuğun gözlerinde parlayan mavi gülümseme oluyor o ödül, bazen de tamamen umudunu kestiğin eski bir tanıdıktan gelen ani bir sesleniş. Ama şımarmana da tahammülü olmadığı için kendisinin, bunların hiçbiri uzun soluklu olamıyor.. Hayatın koordinatları adlı bir projeye girişmişti çok sevdiğim bir yazar. Galiba çözecekti bu enteresan oyunun şifresini. Ama ömrü yetmedi malesef.. Hayat, oyununun deşifre edilmesine izin vermedi.. İşi arsızlığa vurdurup her şeyle eğleniyor gibi görünmek belki de yapılabilecek en doğru şey. Manik çığlıklar atmak, kendinle hayatla ve her şeyle dalga geçebilmek ve o seni komik duruma düşürmeden kendi kendini küçültebileceğin kadar küçültmek mutlu olabilmenin tek reçetesi sanki. Ama bazen.. bazen çok başım ağrıyor işte, uyuyamıyorum.. Başım ağrıdığı için mi uyuyamıyorum yoksa uyuyamadığım için mi başım ağrıyor. Galiba bu gece de ebe benim.. Saklanın hadi sayıyorum; bir, iki, üç... |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... - Üzerlerine saçma sapan yazılar yazdıktan sonra buruşturup attığım peçetelerin dünya psikiyatri birliğince ele geçirilmesi sonucunda keşfedilen psikolojik bozukluğa adımın verilmesinden.. - Ansızın çöp tenekelerinden fırlayan kedilerden, göstere göstere çöp tenekelerinden fırlayan kedilerden, hatta çöp tenekesinin içinde salak salak duran ve fırlamaya hiç niyeti olmayan kedilerden.. - Nepal'li uzmanlar tarafından zorla tabi tutulduğum zeka testleri sonucunda kamuoyuna, aslında normal zekalı sıradan bir vatandaş olduğumun açıklanmasından.. - Unicef yetkililerinin günün birinde zorla evime girip sahip olduğum eşsiz " Kinder Sürpriz Yumurta Oyuncakları Koleksiyonuma" Afrika'lı çocuklara dağıtmak üzere el koymalarından.. - Cezmi Ersöz'ün girmiş olduğu yoğun melankoli krizi sonrasında Müge Anlı'nın progr***** telefonla bağlanıp, aslında Oğuz Atay'ın gayri meşru çocuğu olduğunu açıklamasından.. - Tartakladığım çocukların örgütlenerek, Birleşmiş Milletler İşkenceyle Mücadele Komisyonuna başvurmalarından ve komisyon kararı uyarınca haftanın üç günü toplum gönüllüsü sıfatıyla yetiştirme yurdundaki çocukların ayakkabılarını boyamak ve saçlarını taramakla görevlendirilmekten.. - İki buçuk yaşındaki kankam Efe'nin aramızda başgösteren derin fikir ayrılıkları neticesinde öfkelenerek uzaktan kumandalı treniyle daha fazla oynamama izin vermemesinden.. - Hayali arkadaşımla odamda gerçekleştirdiğimiz müstesna sohbet görüntülerinin kardeşim tarafından gizli kamerayla kaydedilip Milli Eğitim Bakanlığına iletilmesinden.. - Bütün dini bayramlarda,artık zamanı geldi diye düşünen kafayı yemiş yüzbinlerce beş buçuk yaşında çocuk tarafından "öpeyim amca" nidaları ve bayram şekeri talepleri ile abluka altına alınmaktan.. - Evlilik meraklısı orta yaşlı kadınlar tarafından paylaşılamayan ve hanımların deterjanlarından beklediği her şeye sahip olan uyumlu ve sarsak bir adam imajı yaratmaktan.. Korkuyorum |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Sen En Çok Kar Yagarken Güzeldin.. Garip bir tedirginlikle uyandım ve cama yöneldim. Gelmişti sonunda. Çoktan bahçemizin zeminini kaplamıştı. Kışın ilk karı yağmıştı ve sen çoktan gitmiştin. Benden başka kimse bilmez, sen en çok kar yağarken güzeldin.. Bir an önce çıkmam lazımdı evden, ama oyalanmak için de her şeyi yapıyordum. Hatırlıyor musun sözleşmiştik seninle nerede olursak olalım kimin olduğu yere ilk kar düşerse diğeri işini gücünü bırakıp oraya gelecekti.. Televizyonu açtım çıkmadan. Oraya da kar yağmış. Şimdi oradasın ya, nasıl da güzelsinizdir allahın belası şehir ve sen.. Atlayıp trene gelebilsem.. İmkansız biliyorum. Çoktan sokağa atmışsındır kendini. Nefret ettiğin çamur grisine dönüşmesin diye karın rengi basıp ezmeye de kıyamazsın. Oysa benden başka herkese ve her şeye merhametli olan sen istesen bile taze kar öbeklerini incitemezsin. Eprimiş açık mavi berenle, güve yeniği taklidi kaşkolunla ve melek hafifliğinde yürüyüşünle nasıl da güzel süzülürsün uçsuz beyazlığın üzerinde.. Benimse işim zor. Sensiz yağan ilk karla hesaplaşmam lazım. Sıkı sıkı giydirilmiş ve sadece burunlarının ucu görünen bebeklerin berelerini aralayıp baktığımda, seninle beraber gördüğümüz boncuk boncuk gözleri görebilecek miyim yine? Peki bütün dünyadan saklandığımız odunpazarındaki parka nasıl içim titremeden gidebileceğim? Ellerimi yakan boza nasıl boğazımdan geçecek? Konaktan bozma lokantaya kahve içmeye gidersem yine ve ilkokul öğretmenine benzettiğin tonton teyze bana seni sorarsa ne cevap vereceğim? Hem ben eldiven takmam bilirsin ve ellerim hep üşür.. Hiç çıkarmayacak mıyım ceplerimden? Burnumun direği şimdiden sızlamaya başladı. Kaç şişe kanyak içsem sıfırdan başlarım? |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Sen Öyle Bir Baktın Ki Ama sen orada öylece kayıtsız durarak başka türlü bir yaşam ihtimalinden bahsediyordun bana ve benim buna kayıtsız kalmam çok zordu. Ben ki bir sürü Thomas Bernhard okumuştum Georges Perec Robert Musil falan ama sen başka şekil bakıyordun bana. Ömrümün bütün rakılarını içmiştim sanki bütün İlhan Berk'lerini okumuş bütün mezarlıklarını dolaşmış bütün Leonard Cohen'lerini dinlemiş ve bütün sevişmelerini tüketmiş sonra bütün bilmem ne bokları varsa hepsini yediğimi sanmıştım ki sen çıkıp saçma sapan bir yerlerden bana öylece baktın. Yavrusunu kaybetmiş egzotik bir hayvan gibi baktın bana.. Cepleri sigara dolu kibritsiz bir meczup gibi baktın.. Çaresizlikten ne halt işleyeceğini bilemeyen hastanın doktoruna baktığı gibi baktın. Durduk yere ikinci sarı kartı görüp oyundan atılan topçunun zavallıca hakeme baktığı gibi baktın.. Cadı olduğu iddiasıyla yakılan Elizabet Crowley'in dumanların arasından cellatlarına baktığı gibi baktın.. Çarmıhtaki İsa'nın Yehuda'ya baktığı gibi baktın bana. O an dünyada ne kadar siktir git varsa hepsini birden çekip yol vermeliydim sana, ama sen dilimi bağlayacak kadar kuvvetli baktın. Unutmak üzere olduğum bir Orhan Gencebay şarkısı gibi baktın bana( Bir teselli ver ya da Musalla Taşı), adını bile unuttuğum ilk aşkım gibi baktın. Annemin babama en kızarak attığı bakışla baktın bana -ki içinde otuz beş yıllık senden nefret bile etsem senden başka gidecek nerem var ki- yi en trajik dramatizasyonlarla barındırır o bakış. Öyle bir bakıştır ki o bakış sen bilemezsin kimse bilemez bir ben bilirim Brecht görse tövbe ederdi oyun yazmaya. Komşumuzun oğlu Efe'nin kinder sürpriz yumurtaya baktığı gibi baktın.. Öyle bir baktın ki bana, ben dünyanın en işe yaramaz adamı olan ben kendimi bir halt zannettim.. Senin bakışınla coşup kocaman kocaman misyonlar yükledim kendime. Sen bana biraz daha öyle baksan ben tütünü küfürü tespihi bırakır iyi bir adam bile olurdum. Anahtarın kilite baktığı gibi baktın bana, nalın at topuğuna baktığı gibi.. Uyumamıştım iki gecedir, sıcak bir yatak gibi baktın bana. Sen bana bakarken, ben ömrümün en güzel dersini anlattım en sevimli şarkısını söyledim en görkemli kitaplarını okudum. Kısacık bir an baktın sen bana ama ben o an içimde Einstein'i dirilttim. Aldım o bakışı ışık hızında giden bir uzay mekiğine koydum. Sen bana bakarken zamanı aştık biz. Moleküllerimiz ayrıldı. Saçma sapan bişey olduk bakışların ve ben. Sen bana bakarken Nuri Alço bile Rahibe Teresa kadar masumdu. Cebimde ne varsa şehrin bütün dilencileriyle paylaşabilirdim. Rapunzel bile anlardı beni. Bütün faili meçhuller aydınlığa kavuşurdu biraz daha baksan, belirsizliğin gölgesine saklanmış ne kadar suç varsa hepsi gün ışığına çıkardı. Sen bana öyle bakmaya devam etseydin evren kötülüğe gizliliğe karanlığa daha fazla izin veremezdi.. Ama sen bana bir saniye baktın, tek bir saniye.. Şimdi arkandan ne söylesem boş.. İçimden geçenlerle dilime gelenler saçma bir savaş içindeler.. o değil de sen bana nasıl baktın öyle.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Hayallerimin içine itirazlar karışıyordu. Anlat oğlum, içine dert olması derdi hep annem (Oldu anne, dert oldu içime...) Kafamın içinde itirazlar yükseliyor. Düşüncelerimi peşpeşe sıralayamıyorum. Gerçek, zaman, eşya ve annem engel oluyor bana. Oysa istediğim tek şey, hiçbir şey. Kelimenin tam anlamıyla hiçlik.. "Üşüdün mü oğlum?" -Bilmiyorum anne- Kafamı toplayamıyorum. Ama düşünmeden de olmaz. Düşünüyorum işte, düşündüğüm her şeye de itiraz ediyorum sonra. Yaşadığım güzel şeyleri düşünmeye çalışıyorum, yalanmış hepsi diye bir ses yükseliyor. İki sesin de kaynağı aynı. Birbirlerini ikna edemiyorlar. Kesik kesik fotoğraflar var sadece, anlamlı bir bütün yaratamıyorum. Süreksiz yaşadığım için böyle oluyor galiba. Sürekliliği olan hiçbir şeye izin vermedim ki hayatımda. Doğdubüyüdüöldü sürekliliği demek olan hayat bile öyle demek değil gibi geliyor bana. Doğduktan çok uzun süre sonra yaşamaya başladım sanki ve yaşamaktan vazgeçtikten çok uzun bir zaman sonra öleceğim. Düşünmeden olmuyor ama düşüncelerime itiraz etmekten de alıkoyamıyorum kendimi. Sonra aklım, ruhumu çürütüyor işte... Kıpırdamak istemiyorum. Hatta yok olmak istiyorum. Hayır hayır yaşamak istiyorum, ama bu işi var olmadan yapabilsem. Hayalet gibi yaşayabilsem insanların arasında, kimselere görünmeden. "Çay koyayım mı oğlum?" -Koyma anne- Düşüncelerim bölünüyor, bedenim dağılıyor, olduğum yerde yavaş yavaş çürüyorum.. "Biraz uzansan oğlum." -İyiyim böyle anne- İyi değilim ben anne, hiç iyi değilim ben. Anlatmadan anlayabilsen keşke. Kafam çok karışık anne, nasıl susturacağım bu sesleri? Anne, hayaletleri kimse aldatamaz değil mi? Hem delirmezler de onlar.. Soyut bir şey olmak istiyorum anne ben. Şeffaf bir varlık. Bana bakınca duvarı görebilsin herkes mesela. Varken yokmuşum gibi.. Öldüğümü zannedebilirler. Olsun. Ben başka türlü varolmak istiyorum. O başka türlü varoluş durumuna geçtiğim an bunu anlayamayacaklardır. Önemli değil. Merak ediyorum neler konuşacaklar. Öldü diyecekler. Hep birlikte üzülecekler. Aralarındayken benim için üzülmeyen herkes çok üzülecek. Beraberce tören düzenleyecekler. Hayatıma değen bütün insanları bir araya getirebilecek bir tören düzenleyebilseniz keşke. İmamın önderliğinde yaşlı gözlerle önlerine bakan kocaman bir 'iyi bilirdik' kitlesi. Yaşarken beni kötü bilip giden herkes, hep bir ağızdan iyi bilirdik diye bağırır değil mi orada? Ölünün arkasından konuşulmazdı hani? Yok yok o lafın aslı ölünün arkasından kötü konuşulmaz olmalı. Yaşarken yapmadık kötülük bırakmadıkları için mi öldükten sonra güzel sözler söyleme telaşına düşüyorlar? Kimse iyi bilirdik diye bağırmasın anne arkamdan. Beni nasıl hatırlıyorlarsa öyle düşünmeye devam etsinler. Kötü bilirdik desinler, işe yaramazın tekiydi. Hepimiz anladık o yüzden de birer ikişer dağıldık etrafından.. Sonra üzerime toprak atma yarışını başlatsınlar. Gömdükten sonra da birbirlerine yakın olanlar ikişerli üçerli kümeler oluşturup fısıltıyla konuşmaya başlasın. "Çok üzüldük" desinler, "çok iyi adamdı." İtiraz ediyorum, iyi değildim ben, hiç iyi değildim hepiniz biliyordunuz. Ve adam da olamadım aslında. Duymasınlar... "İyiydi" desinler, "ama tuhaflıkları vardı. Başka türlü bir adamdı." Canım insanlar... Hala adam diyorlar. Hepsi yanılmış olamaz galiba. Ölünce adam mı olunuyor yoksa? Üstümü örten toprak onların bana ve benim onlara yaptığım bütün fenalıkların da üstünü örtüyor mu? "Aç mısın oğlum?" -Değilim anne!- Anne görmüyor musun, düşünüyorum. Görmüyor annem. Düşünceler görülmezler. Toparlayamıyorum.. "Çıkıp bir hava alsan oğlum?" -Sus anne, sus sus sus...- Susma anne... Sakın susma... Sen susunca üşürüm ben, acıkırım susarsan. Varoluşum bir tek sana bağlı artık. Susma anne, ne olur susma.. -Sus artık anne- Anne ağlama. Anne iyi değilim ben, sen ne yapsan daha kötü oluyorum. Ama susma... Ama konuşma da... Bilmiyorum anne... İyi değilim ben. Anne ağlama artık. Sen ağladıkça ben kafamı duvarlara vurup parçalamak istiyorum. Anne, sen niye diğerleri gibi değilsin? Kessen ya benden artık ümidini. Baksana bir şey olmuyor bana. Hayalimde bile ölemiyorum... İtirazlar yükseliyor... |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Sene doksanlı bir şey.. Bir arkadaşın doğum günündeyiz. Sadece ortamın değil muhtemelen dünyanın en ezik adamıyım o ara. En azından o sıra.. Hiç değilse o gece.. Karaoke mevzularının yeni yeni popüler olduğu zamanlar. Sen bir şarkı istiyorsun, elemanlar cd'den bulup müzikli kısımlarında sesi açıp şarkı söylemeli kısımlarda kısıp sana söyletiyorlar. Türk işi karaoke işte ne olacak .mına koyim. neyse işte herkes istiyor Aşkın Nur Yengi, Bendeniz, Tarkan falan.. Sıra bana geldi. Dedim Ferdi Tayfur "Sanma Sana Dönerim.." Abi garsonundan doğum günü hatununa kadar herkes öyle bir baktı ki bana, yerin dibine girmek deyimi gerçek olsa dakka durmam girerdim.. Çalmadılar tabi, yokmuş ellerinde. Saçma sapan bir utanç ve gelişmemiş bir aşağılık kompleksini elime verip popidik şarkılar dinlemeye ve söylemeye devam ettiler... Yirmi sene geçmiş aradan neredeyse. Şimdi o garsona da, o işletmeciye de, o o gece orada kim varsa alayına da gecikmiş bir sitem yollayıp bağıra bağıra söylüyorum lan işte. Hadi bakalım!! |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... - Ama ben insan sevmiyorum ! - Beni sevdiğini söylüyordun eskiden. - İnsan olarak sevmiyordum ki ben seni. Öyle olsa yaptığın iyilikler arttıkça sana olan sevgimin de artması gerekirdi. Ama öyle olmadı. Ki öyle olağanüstü bir iyiliğine de şahit olmadım. Ne yaptın ki? Okul mu yaptırdın, fakirler için kermes mi düzenledin, şahit olduğum maksimum iyiliğin mendilci çocuklardan mendil almak olmuştur. Eminim onu da daha fazla sırnaşmasınlar diye yapmışsındır. - Yani? - Yanisi şu. Bir insan başka bir insanı bütün boyutlarıyla asla tanıyamaz. Karşımızdaki insana verdiğimiz değer mukabilinde istediğimiz taraflarımızı gösterir istemediklerimizi de saklarız. Evrensel bir sahtekarlık bu ama yapacak bir şey yok. - Yine abartıyorsun. Ve ben de hala sana şaşırmaya devam ediyorum - Abarttığım falan yok. Şöyle düşün dediğim gibi olmasaydı eğer bütün insanlar ilk sevgilileriyle evlenirlerdi. Bizi düşün mesela. Başlarda nasıl heyecanlıydın bir araya geldiğimiz zamanlarda hatırlasana. Ne oldu sonra peki? Bir sürü saçma sapan tarafımı keşfettin gün geçtikçe ve sonunda bu noktaya geldik. Peki o saçma sapan taraflarım zamanla mı ortaya çıktı? Hayır tabi ki. Onlar hep vardı. Ben o saçma sapanlıklar demektim hatta.Bilerek sakladım onları senden. Herkesin herkese yaptığı gibi. - Beni bıraktın bütün insanlığı suçlamaya başladın şimdi de. - Kimseyi suçladığım falan yok. Durum tespiti yapıyorum sadece. - Her şeyi sorgulayacağına kendini de beni de insanları da rahat bıraksaydın bu noktaya gelmezdik. - Benim bir şikayetim yok. Daha doğrusu kalmadı. - Ee neden bunları konuşuyoruz o zaman? - Ben insan sevmiyorum dedim sen neden diye sordun ben de anlatmaya başladım. - Ama anlattıkların cevap sayılmaz. Bir an için söylediklerini doğru kabul edelim. Eğer sen de dahil olmak üzere bütün insanlar bu sahtekarlık oyununu oynuyorlarsa bu işin normali bu demek değil midir? - Ben normal değil demedim ki zaten. - Ne dedin peki? - Bininci kez mi söyleyeyim? - Tamam tamam anladık sen insan sevmezsin. - Bininci tekrarda anlıyorsun, fena sayılmaz - Off.. - Güle güle.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Boncuk Gitmek istiyorum derken dudakları titriyordu. Dudakları, intihar tereddütü yaşayan onuncu kez yakalanmış asker kaçağıydı. Son kez uzattığı eli ter içindeydi. Avuçları, saunaya kilitlenmiş mülteci penguen yavrusu kadar ürkekti. Hoşça kal derken benim olmadığım her yere değdi gözleri. Gözleri, fetiş eşyalar satan mağazada aranıp da bulunamayan her şeydi. Dükkanı mühürlenmiş genelev patroniçesi tedirginliğiydi yüzünün tamamında gördüğüm. Gözbebekleri bile titriyordu. Belli ki zorluk çıkaracağımdan korkuyordu. Onca çok uzun bence çok kısa bir sessizlikten sonra 'tamam' dedim. 'Tamam git, ama Boncuk bende kalacak.' Boncuk birlikte aldığımız ilk 'içinden oyuncak çıkan yumurta'nın içinden çıkan oyuncaktı. Herhangi bir boncuğa falan benzediği yoktu, herhangi bir boka benzediği de yoktu aslında. Ama sevimliydi işte. Koca kafalı bir dinozor tarafından tecavüze uğradıktan sonra istemeden hamile kalmış bir koalanın yavrusunu andırsa da, sevimliydi. Ve ilkti.. Görür görmez kutsamıştım kendisini. Oracıkta karar verdik. Sırayla yanımızda taşıyacaktık onu ve ne olursa olsun yanımızdan ayırmayacaktık. İlk gün bende kalacaktı, sonraki görüşmemizde ona verecektim ertesi görüşmemizde o bana verecekti ve bu döngü biz görüşmeye devam ettikçe devam edip gidecekti. Etti de. O güne kadar.. 'Boncuk bende kalacak' dedim.Başka hiçbir şartım yoktu. Hafifçe gülümsedi, problem çıkarmamış olmam onu rahatlatmış gibiydi. Ben tamam dediğimde benden başka hiç kimsenin farketmeyeceği bir müstehzilikle gülümsedi. 'Olur' dedi. 'Senin olsun.' Çantasından çıkardı, alelacele avuçlarıma bıraktı ve bir kaç aptal veda cümlesi mırıldanarak çekip gitti.. O an anladım ki Boncuk onun umurunda bile değildi. Galiba ben de değildim. Avucumda gayrı meşru dinozor yavrusu tek başıma oturdum bir süre. Bayılana kadar ağlamak, peşinden koşup ağzını burnunu kırmak, önüme ilk çıkan meyhaneye kendimi kapatıp anason götümden fışkırana kadar rakı içmek ve hiçbir şey yapmamak arasında gidip geldi bir süre zavallı aklım. Hiçbirini yapmadım. Hesabı ödeyip usulca kalktım. Önüme ilk çıkan bakkala girip bir tane 'içinden oyuncak çıkan yumurta' aldım. Ertesi gün bir tane daha, sonra bir tane daha, sonra bir... 750 tane oyuncağım var benim. Ama hala en çok sevdiğim ve hiç yanımdan ayırmadığım o ilk oyuncak. Ne zaman kendimi ve zekamı birazcık önemsediğimi farketsem, elim hemen cebime gider. Sakin sakin Boncuğu okşarım dışarı çıkarmadan. O an yüzümde salakça bir gülümseme belirir. 'Salaksın lan' derim kendi kendime 'malın önde gidenisin, sakın kendini bir bok zannetmeye kalkma. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Küçükken sayıları son derece az ve aşırı derecede mütevazı olmalarına rağmen çok sevdiğim oyuncaklarım vardı. Ve onları birileriyle paylaşma fikrinden bile nefret ediyordum. Ancak müşterek bir oyunun parçası olunca bir işe yarayacağını bildiğim için hiç futbol topum olmadı mesela. En sevdiğim oyuncaklarımı birileri elimden alır ya da benden izinsiz oynamaya kalkarlar korkusuyla evden hiç çıkarmadım, hatta iki odalı evimizde bir şekilde yaratmayı başarabildiğim gizli saklı köşelerde kardeşlerimden bile sakladım elimden geldiğince. Ama neredeyse hiç yalnız kalamadığım düşünülünce de şu garip çelişki kendiliğinden ortaya çıktı; en sevdiğim oyuncaklarım neredeyse hiç gün ışığına çıkaramadığım ve oynayamadığım oyuncaklar haline geldi. Eskir diye giymeye kıyamadığım sevdiğim kıyafetlerim küçük gelince otomatik olarak kardeşime devredildi. Ve birdenbire bitmesin diye ibadet hassasiyetiyle küçük küçük parçalarla ısırdığım dondurmaların yarısı ben yiyemeden eridi. Kremalı bisküvilerin bisküvilerini önce kremalarını sonra yedim hep ama sıra kremaya geldiğinde yediğim bisküviler beni tıkadığından hayal ettiğim tada hiç ulaşamadım.. Çok sonraları bunun bir tür kader olduğunu anladım. Kimi ya da neyi sevdiysem en az onunla vakit geçirebildim. Hiçbir şeyi ya da hiç kimseyi doya doya, tadını çıkara çıkara sevemedim. Elimden alınır ya da kaybederim korkusu içimden gelenlerin bir adım önündeydi hep. Çok sonra anladım ki ben aslında sahip olduğumu zannettiğim tüm sevdiklerimi en baştan kaybettim.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Yaşadıklarımdan hayal ettiklerimi çıkarttığımda Geriye kocaman bir hayal kırıklığı kaldı. Gerçi matematik oldum olası zayıf bende ama konu bu değil şimdi.. Hayattan tamamen ümidimi kestiğim anlarda bile şaşırmaktan alıkoyamadım kendimi yavrusuna yiyecek götürmek için çırpınan serçeye. Ya da her bozulduğunda yuvası dehşetli bir tutkuyla aynı yere çer çöp taşıyan güvercine. Ne var dedim kendi kendime, ne var Ne var da tutunmaya çalışıyorsunuz bu kadar Bu rezil hayata? Çıkamadım tabi işin içinden ve serçelerle güvercinlere havale ettim bütün ontolojik kaygılarımı.. Rakı ya da Kafka ya da Xanax ya da Perec hepsinde aradığım şey aynı aslında. Usanmadan her defasında bozulan yuvasına çer çöp taşıyan güvercinin hevesidir yakalamaya çalıştığım her neyse.. Benden geçen şeylerin farkındayım elbette İçimden geçenlerle ters orantılı hemen hepsi Gölgesine sığındığım rakı şişesinin görkemi Azalsa da o son lanet duble içildiğinde gecenin son saatlerinde İçinde serçeler ve güvercinler gezinen laflar etme arzusu doluyor bir yerlerimde. Ağzımı açacak oluyorum ama dinleyen kimse yok Neyse diyorum sonra, neyse Neyse.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Annem Anne - Annem - Annee - Annemm - Anneeee - Annemmm.. Muhtemelen sonsuza kadar sürer bu. Başka kim olsa sıkılır, annem sıkılmaz. Eğer annem de bir kadın olmasaydı, bütün kadınlardan nefret edebilirdim. Bir çocuğum yok. O yüzden tahmin etsem bile emin olamam tam olarak ne hissettiğinden. Başka türlü bir şey olmalı.. Hayatım boyunca en çok seni kırdım anne, sen hep affettin. En çok seni üzdüm ben, mesele yapmadın. - Anne - An.. Anne sus. Dinle anne. Anne en çok sana yükselttim ben sesimi. Anne su getir, yumurta anne, neden cıvık? ; bu çorap olmaz anne, olmamış anne bu gömleğin yakası.. Anne, itiraz etsene. Bağırsana anne bana. Tek silahını, terliğini (hani başının üstüne kaldırıp gösterirsin ya zaman zaman) kullansana anne.. Anne bunları hiçbir zaman okumayacaksın. Olsun, hissedersin sen. Anne.. İyi değilim ben. Daha doğmadan çıkarmaya başladığım zorluk artarak devam etmekte. Affet anne.. Anne.. Ben iyi değilim. Neyi tuttuysam elimde kaldı. Atladığım her öğün için üzülen sen, ruhumdan akan kanı görsen, nasıl dayanırsın bilmem.. Anne.. Tanıdığım tek büyücü sensin. Elinden her şey gelir senin. 'Tekrar doğursan beni'. Beni tekrar çocuk yapsan. Çok üzdüler beni anne, kızsana hepsine.. Büyümüşüm ben, öyle söylüyor herkes. Öyle mi gerçekten? Dizlerin.. Başımı yaslama mesafesinin uzağında mı gerçekten? Anne.. Beni bırakma. Çok uzaklara gittim evet, ama bak döndüm. Burdayım annem. Soru da sormazsın ki sen. Anne.. Ölme sakın.. Umutsuz bile değilim artık annem. Bildiğim tek şey, her tarafım acıyor. Hatırlar mısın anne? Küçük bir çocukken ben, hikayeler anlatırdın. Hepsinin sonu iyi biterdi. (Ne olacak anne benim sonum) Annem.. Beni bağışla. Benim sonum kötü olacak annem.. Anne.. Her hatamı görmezden geldin. Ama doğru her zaman tek. Kolpadan evlat oldum ben sana.. Ağlama olur mu annem? Anne.. Annem. Annem Geri dön be... |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Ayılıgın Ardından - Gitmem lazımdı - Biliyorum - Hayır bilmiyorsun hiçbir zaman hak vermedin bana - Haklı değildin zaten - Nefes alamıyordum, boğulmak üzereydim benim yalnız kalıp kendimi dinlemem gerekiyordu - Biliyorum - Yine aynı şeyi yapıyorsun, bak hala konuşamıyoruz seninle. Şu an ne kadar kızgın olduğunu biliyorum ama belli etmiyorsun.Bir kaç kötü laf etsen her şey daha kolay olacak sanki. - Canın mı sıkılıyordu? - Çok.. - Bütün ilişki can sıkıntısıyla başlamadı mı zaten? - Başta seninle sıkılmak da güzeldi. Her şey çok güzeldi. - Neden gittin o zaman? - Gitmem lazımdı - Biliyor musun, biliyordum - Neyi? - Bir gün gitmen gerekecekti - Başlamasına neden izin verdin madem? - Canım sıkılıyordu - Kim kimi kandırmış oluyor o zaman? - Ama benim canım hep sıkılıyordu, seninle ikiye bölebiliriz zannetmiştim. - O zaman bana hak vermen lazım, denedik, olmadı - Hayır - Neden? - Haklı değilsin de ondan - Kendimi düşündüğüm için mi? - Hayır, kendini düşündüğün için değil. - Neden o halde? - Sadece kendini düşündüğün için. - Ama senin yanında kaldıkça ben olmaktan çıkıyordum. Kendimi, ruhumu, aklımı kaybetmek üzereydim. Biz seninle içinde ikimizin olduğu bir gelecek bile hayal edemiyorduk - İçinde ikimizin olduğu geçmişi hatırlamak daha zor değil mi peki? - Zor. Benim için de zor ama beni anlamalısın. - Anlamıyorum - Yine başa döndük - Bir yere döndüğümüz yok, kimsenin kimseye döneceği de yok - Kelime oyunu yapma bana - Bırak bu kadarcık oyun oynayabileyim. Senin oyunlarının yanında esamesi bile okunmaz - Ben seninle oyun oynamadım. Gerçekten sevdim ben seni - Hayır - Yapma! - Öyle. Oyun oynadın işte. Kötü bir niyetin yoktu. Benim de yoktu ama. Hem uyarmıştım seni.Üstelik gideceğini adım gibi bilmeme rağmen yaptım bunu. Bak dedim, ben bildiğin adamlar gibi değilim. Sen bir gün gidersin ben kalakalırım. Yalnızlığa alışkanlığımı otuz yılda kazandım ben bırak başa döndürme beni - Lütfen başlamayalım yine - İzin ver bitireyim.. Anlattım sana. Şu an sana ilginç gelen her halim her hareketim her düşüncem bir süre sonra sıkmaya başlayacak seni. Egzotik bir hayvan gibi görüyorsun beni tuhaf, farklı. Ama seni çeken bu ilginin sonu gelecek bir zaman sonra. O zaman ben ne yapacağım. - Öyle değildi - Dinlemedin.Tutup elimden çıkardın beni ormanımdan. Ne olacak şimdi, ne geri dönebiliyorum ne ileri gidebiliyorum. Arafta bıraktın beni gittin. - Hayat devam ediyor ama geçecek acın bir süre sonra unutacaksın - Off. Yakışmıyor sana klişelerle konuşmak - Öyle ama sonsuza kadar arkamdan yas tutacak değilsin ya - Arkandan!! - Her neredense işte - Yas tuttuğum filan yok benim. Ama yapamıyorum işte. Bu kadar çabuk pes etmeseydin keşke - Çabuk mu? Elimizden geleni yapmadık mı? - Fazlasını denerdik. Ben senin için değişirdim - İnsan değişmiyor. Sevdiğin zaman değişebilirim zannediyorsun ama ufak bir kıskançlık,kızgınlık ya da alakasız bir söz içindeki hiç değişmeyen seni ortaya çıkarıveriyor - Rolleri mi değiştik? Psikoloji okuyan benim sanıyordum. - Ama.. - Tamam tamam doğru, insan değişmiyor. Ama o kadar çok istedim ki değişmeyi. Sen de inansaydın bana belki farklı olurdu. Belki bütün o psikobilmemne kitaplarını yanıltırdık - Yapamazdık - Neden? - Gitmem lazımdı - Biliyorum. - Sana bütün kalbimle.. - Sakın - Ne? - Yapma. Bana mutluluk filan dileme, hala mı klişe - Peki tamam. Ama ne olur çok üzme kendini - Ben mi üzüyorum kendimi? Yoksa sen mi üzdün beni? - Ama kaç kere konuştuk bunları. Hiçbir işe yaramıyor işte canımızı daha çok yakmaktan başka. Hiç gelmemeliydim buraya - Evet. Gelmemeliydin.. Geldin.. Gitmemeliydin.. Gittin.. Yapmaman gereken ne varsa yaptın başından beri. - Ama.. - Tamam tamam söylemedim bir şey. Hadi git artık - Sen? - Ben buradayım - Bekleyecek misin? Bekleme desem.. - Sana ne derim - Peki tamam iyi bak kendine - Kalsaydın da sen iyi baksaydın bana - Aliii!! - Sustum - Hoşça kal - Kalırım... |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Biliyor musun Gölge, hala kızgın bana. "Neden kızgın olsun?" Olanlar için herhalde. Bana korkak dedi. Beş para etmeyen ödleğin teki olduğumu söyledi ve gitti? "Değil miydin peki?" Değildim. Ya da öyle sanıyordum. Şu an hiçbir şeyden emin değilim. "Hem sen o gitti dememiş miydin, neden seni suçlasın ki? Gidenler üzüntülerini sunar, kalanlar da teessüflerini. Kızmak kalanın hakkı, bir tür teselli ikramiyesi gibi yani." Ne hakkı hukuku allah aşkına. Hem gitti, hem de kızdı işte. Kızarak gitti. Giderken kızdı. Kızdığı için gitti. Hatta gittiği için kızmış bile olabilir. "Saçmalama!" Belki de hiçbir şey yapamadığım için kızdı bana. Gitmesine izin verdiğim için kızdı belki. Ama nasıl yapabilirdim, her şey o kadar zamasızdı ki. Anlatamadım derdimi, o da korkak olduğumu zannetti ve gitti. "Haklıymış" Haklıydı evet, ben haksızdım haklısın. O haklı, sen de haklısın, her şeyde olduğu gibi bunda da bir tek ben haksızım. "Düzeltemez misin peki?" İroni diye bir şey duymadın mı sen hiç? "Düzeltemez misin dedim sen beni duymadın mı asıl?" Bilmiyorum Gölge, hiçbir şey bilmiyorum. "Olan olmuş artık bari bu kez akıllı ol, korkaklık etme" Yapma şunu, bari sen korkak deme bana. "Değil misin?" Evet galiba korkağım. Galiba.. Tamam galiba falan değil, korkuyorum Gölge, korkuyorum. Ondan korkuyorum, kendimden korkuyorum, senden bile korkuyorum. En çok da olamayacaklardan korkuyorum, olacaklardan değil. Güzel şeyler olsun istiyorum, çok güzel şeyler. Ama her işte olduğu gibi elime yüzüme bulaştırmaktan korkuyorum. Kendimi anlatamamaktan korkuyorum, keşke düşünce hızıyla konuşabilsem. Düşündüklerimi bir bilebilse o zaman hak verecek bana ama düşündüklerimi anlatamamaktan korkuyorum. Yardım et bana Gölge, çok korkuyorum.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Öfkeliyim Gölge. Biraz daha somut bir şey olsan seni bile çiğneyip geçecek kadar öfkeliyim. Keyfin yerinde tabi, senin bir bedenin yok. Bense hem gövdemle hem de seninle uğraşmak durumundayım. Ve onlarla.. Onlar; birbirleriyle oyuncak gibi oynayıp sıkılınca bir kenara fırlatanlar, gecekondularından en afili kıyafetleriyle fırlayıp iliştikleri bar taburesinde kızların memelerine bakıp birayla birlikte ağızlarının sularını içenler ve memelerini her türlü bakılmama ihtimalini dışarıda bırakacak kadar arsızca sokağa salanlar, kapı önü değnekçileri, çiçek satan şoparlar, bir bok satmayıp para dilenen çocuklar, sevdiklerine açılamayanlar, masaya kapaklanıp hıçkıra hıçkıra ağlayanlar, tepeden tırnağa tere bulanmışken etrafa sahte gülücükler fırlatan garson kızlar, kafaları güzelleştikçe vahşi batının hızlı kovboyları edasıyla cep telefonlarına saldırıp zavallı mesajlar yazan egosu çürümüş mahluklar, ucuz hayaller, iğrenç pazarlıklar ve kalabalık ve gürültü ve duman ve et ve ter ve korku.. Korkuyorlar aslında Gölge, hepsi birer korkak. Yalnızlıktan korkuyorlar, unutulmaktan Fark edilememek korkusu ödlerini koparıyor. En aşağılık ilgi bile yok sayılmaktan daha iyi geliyor onlara. Çünkü biliyorlar ki gerçekten yalnız kaldıklarında kendileriyle hesaplaşmaya başlayacaklar ve hiçbiri bunun üstesinden gelebilecek kadar güçlü değil. Ve ben Gölge bunları gördükçe deliye dönüyorum. Avaz avaz bağırmak istiyorum, siktirin gidin bir ağaç kovuğu bulun kendinize bir mağara bir oda bir her neyse işte gidin kapatın kendinizi.. Ama yapamıyorum. Kimselere bir şey söyleyemiyorum. Sonra da işte böyle kendime sarıyorum. Elimden hiçbir şey gelmiyor Gölge. Kalabalıkların arasında sabun köpüğü gibi dağılıp bu saçma sapan kompozisyonun bir parçası oluverecekmişim gibi geliyor, korkuyorum. Dağılıyorum aslında Gölge, kendi kendime, yavaş yavaş, öfke içinde küçülüp dağılıyorum.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Hepsi geçecek Gölge. Geçecek elbet zaman ve bu zaman geçip o zaman geldiğinde seni kurtulması imkansız bir vicdan azabı gibi sürekli yanımda taşımak zorunda kalmayacağım. Geldiğinde o zaman; ağaçların çiçek açtığı mevsimi bir türlü yakalayamamam, insanların benden ne istediklerini hiçbir zaman anlayamamam ve gülünecek yerlerde gülüp ağlanacak yerlerde ağlayamamam mesele olmaktan çıkacak. Tedavülden kalkacağım Gölge. "Yavaş yavaş geçeceğim kalabalıkların arasından." Adına yaraşır bir -Gölgeler Alemi'ne- uğurlayıp seni, gölgelerin var olmak için insanlara ve insanların var olmak için gölgelere ihtiyaç duymadığı mutlak yalnızlığın ülkesinde krallığımı ilan edeceğim. Hepsi geçecek Gölge, geçecek. Geçtiğinde bu zaman ve geldiğinde o zaman ben artık sadece anılara tahammül edeceğim.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... İnsanlarla problemim ne biliyor musun Gölge? Yoruyorlar beni, onların yanında hiçbir şey yapmasam bile çok yoruluyorum. Endişelerine ortak olmamı istiyorlar, mutluluklarını paylaşmamı, acılarını kendi acımmış gibi hissetmemi istiyorlar. Bunları yapabilirim aslında, çok bir şey yapmaya gerek yok, bir kaç jest ve mimikle her şeyi anlıyormuş gibi görünmem mümkün. Ama bitmiyor işte Gölge. Bir insanı bir kez anlar gibi yaptın mı sonu gelmiyor bunun. Dipsiz bir empati kuyusunun içine çekmeye çalışıyorlar sonra. Kimsenin kimseyi umursamadığı bir yer var mı Gölge? Benim gerçekten mutlu olabileceği tek yer orası galiba.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Sıkılıyorum gölge. Aslında sıkılmak bile değil bu. Düzenli olarak hiçbir şey yapamıyorum. Sıkılmak dahil hiçbir şeyde istikrarlı olamıyorum. Belli bir ritme sahip olduğunu zannettiğim sıkıntım bile aptal bir günlük olayla dağılıp gidiyor. Sonra geri geliyor, sonra tekrar gidiyor, geliyor sonra tekrar... Yaşamakta dikiş tutturamıyorum mesela. Ölemiyorum da.. Her gün öldüğüm için belki de tek bir kez adam gibi ölmeyi beceremiyorum. Dünyaya meydan okuduğumu zannettiğim anlarda korku paçalarımdan akıyor mesela. Örneklere başvurmadan konuşamıyorum bile gölge, mesela demeden üç cümle kuramam peş peşe. Aslımı yitirdim galiba, varlığım hükümsüzdür.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Onlar farklı Gölge.. Ya da biz farklıyız bilmiyorum. Onlar sırtlarında seyrek şeffaf açık sarı tüyleri, gittikleri yere göre üzerlerine geçirdikleri kıyafetleri ve avuç içlerinde minik ter havuzları yaratmalarına rağmen bir türlü bırakamadıkları sevgililerinin elleriyle bulundukları her yere sığarken, seninle ben kesik koltuk altı kılı gibi yersiz mekansız atılı duruyoruz saçma sapan köşelerde. Onlar neredelerse oraya aitmiş gibi davranıp hiçbir yerde yabancılık çekmeyecek kadar akıllılar. Bir de bize bak Gölge. Kendine bak! Zeka düzeyini sikeyim senin.. Kendine sığınak olarak seçtiğin bedenden belli zaten kafanın çalışmadığı. Defolup gitsen ya. Kendimle uğraşmayı bile beceremezken ben, bir de senin asalak, çürükçül, parazit, müphem varlığınla uğraşmasam ya. S... git be Gölge.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Maradona kilo aldığında acaip üzülmüştüm 94 dünya kupasıydı kokain ayağına futbolu bıraktırdıklarında O zamana kadar bi dedem öldüğünde ağlamıştım Bir de o gün ağladım Maradona'yla beraber Sonra çok ağladım çook sayısını bile unuttum Ama hala işler ne zaman kötü gitse ve ağlasam Gözümün önüne Maradona'nın ağlayan yüzü gelir Ben hala Maradona'yla beraber ağlarım sevgilim Ağlayan Maradona'nın ne demek olduğunu Bütün kenar mahalle çocukları iyi bilir Tanrı, eliyle başımı okşamış gibi Sevinmiştim Maradona İngiltere'ye çaktığında Falkland Adaları'nın nerede olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu ama Fark etmezdi o zamanlar Arjantin dışındaki tüm takımlar Biraz ipne, biraz kapitalist biraz da ********di Che'yi bile ilk kez Maradona'nın tişörtünde görüp sevdim Senin şimdi bunu anlaman biraz zor biliyorum O zamanlar elimden gelse Maradona'ya zarar vermesin diye İçtiği kokainleri elinden alıp hepsini kendim içebilirdim Babam Muhammed Ali'yi çok severdi beni boks maçlarına götürürdü Maçlar gece olurdu ve sadece kahvede televizyon vardı Babam beni usulca uyandırıp kucağına alır Gece yarısı Muhammed Ali'nin maçlarına götürürdü O aralar çok küçüktüm bunun ne demek olduğunu bilmiyordum Babam seviyor diye ben de Muhammed Ali'yi seviyordum Ne zaman suratına yumruk atsa rakibi Ben suratımı babamın göğsüne gömüyordum Dediğim gibi olayların farkında değildim pek Muhammed Ali'yi babam seviyor diye seviyordum Sonra yine babamla 82 dünya kupasını Aynı adamı sevdiğimiz için izledik Bu kez durum farklıydı ama Maradona'yı Babam da seviyordu ben de seviyordum Maradona futbolu bıraktıktan sonra babam da futbol izlemeyi bıraktı Ben de bir ara bırakmak istedim sigara gibiydi meret beceremedim Yani sevgilim ben Maradona'yı Hemen hemen seni sevdiğim kadar çok sevdim.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... İlk utandığı yeri nasıl unutur insan? Oturduğum park bankından tepeye kaldırıyorum kafamı bin tane yıldız görüyorum. Her birinin ayrı hikayesi var sanki. Bilim adamları bu yıldızların bazılarının çoktan sönmüş olabileceğini, sadece ışıklarının bize geç ulaştığını söylüyor, doktor sigarayı azaltmamı söylüyor, annem ara sıra uyumamı söylüyor. Herkes haklı anasını satayım herkes doğru söylüyor. Bir benim yanılan, bir boku bilmeyen. Çoktan sönmüş olabilecek yıldızlara isim koymaya çalışıyorum telaşla, sigarayı doktorla pazarlık konusu bile yapamıyorum, annemse belimi büküyor diyemiyorum bir şey. Ve kafamda aynı sikik soru gece boyunca... İnsan ilk utandığı yeri nasıl unutur? Bunun cevabını bulursam eğer sıra şu soruya gelecek. İnsan en son utandığı şeyden nasıl kurtulur? |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Küçükken, deli olurdum yağmur yağdığı zaman. Hemen kendimi dışarı atıp, damlaların altında salak salak dolaşmak en büyük eğlencemdi. Ama annem neredeyse hiç izin vermezdi buna. O zamanlar çamaşır makinemiz yoktu ve annem için benim dışarı çıkmam ekstra ıslak ve çamurlu kıyafetler demekti. Gökgürültüsünü her duyduğumda Pavlov'un iti gibi koşullanır, kudurmuş bir şartlı refleksle bir cama koşar bir anneme yalvarırdım. Sonuçta izin alamayınca da camın önüne tüneyip boynumu büker, ağlamaklı gözlerle dinene kadar yağmuru seyrederdim... Neydi beni her yağmurda büyüleyerek dışarı çeken? Hiç bilmiyorum... Yıllar geçti. Hayli büyüdüm. Çamaşır makinemiz var artık. Annem de karışmıyor hiç. Ve ben o günlerin esaretine inat ne zaman duysam gök gürlemesini ya da su sesini hemen atıyorum kendimi dışarı. Nerede olursam olayım. Saat kaç olursa olsun. Hele ciddi bir yağmursa yağan. En geniş su birikintilerine sıçrayarak atlıyor, ayakkabılarım su dolana kadar bu oyundan hiç vazgeçmiyorum. Bir tür intikam hissi mi acaba bu? Kimbilir... Aradığım bir şey var yağmurda kesin. Ne olduğunu hala bilmediğim bir şey. Ama var. Bazen yağmur bana bütün sorunları çözecekmiş gibi geliyor. Yağmur altında yapılacak tek bir konuşma bütün yanlış anlamaları ortadan kaldıracak gibi geliyor bazen. Mecburiyetler, imkansızlıklar, kızgınlıklar... Yağmur değince üzerlerine hepsi, hepsi halledilebilecek gibi geliyor. O yüzden de bir umut diyerek belki de, yağan hiçbir yağmurun bensiz yağmasına tahammül edemiyorum... Az önce başladı yağmur... |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Yavaşça kanepeden kalkıp halıya oturdu. Sonra yavaş yavaş konuşmaya başladı, peşinden de yavaş yavaş ağlamaya. Küfürler ve kontrolsüz el hareketleri birbirini takip etti. Yavaşça sarılmak istedim ona. Yavaşça itti beni. Yavaş bir sinir krizi geçirmeye başlamıştı. Her şey çok yavaşlamış, zaman durma noktasına gelmişti. O an, o geçmeyen korkunç an banyoya gidip kendimi öldürmek istedim. Yapamayacağımı anlayınca da onu öfkesiyle başbaşa bırakıp yavaşça doğruldum, yavaş yavaş kapıya doğru gittim, usulca kapıyı açıp, dışarı çıkıp, sertçe kapatarak kendimi sokağa attım. İnsanlar ve araçlar hızla geçiyordu her iki yanımdan. Yan yana yürüyen çiftler, hızlıca birbirlerine bir şeyler anlatıp telaşla bir yere yetişmeye çalışır gibiydiler. Herkesin ve her şeyin işi vardı da sanki, bir ben yakalanıp kovaya atılmış aptal bir balık gibi panik ve umutsuzluk içinde sağa sola bakıp duruyordum. Geri dönmek istedim bir an. Cesaret edemedim. Yavaş adımlarla geçidin oraya kadar geldim... Hızlı tren geçti sonra önümden. Son vagonu da kaybolunca gözden, adımlarımı sıklaştırdım. Daha da hızlandım sonra. Hızlandım hızlandım hızlandım ve koşmaya başladım. Kafayı yemiş bir Amok koşucusu gibi bir taraftan ağlıyor bir taraftan da şuursuzca koşuyordum. Cengiz Topel Caddesi boyunca, omuz attığım insanlara bir kez bile dönüp bakmadan koştum. Köprüden sağa dönüp Şair Fuzuli Caddesine, onun bitiminde sola kıvrılıp Atatürk Caddesine daldım. Stadyum civarına geldiğimde kesildi nefesim. Bankların yanındaki çimlere attıp kendimi kahkahalarla gülmeye başladım. Şehrin yarısına rezil olmuştum ama umurumda bile değildi. Bir taraftan körük gibi inip kalkan göğsümü elimle bastırmaya çalışıyor, diğer yandan da kahkahalarla gülüyordum... Bir süre sonra etrafımdaki her şey ağırlaşmaya başladı. Araçlar, insanlar ve köpekler yavaşça ve amaçsızca hareket ediyor gibi oldular. O an, sanki benden başka hiç kimsenin işi yoktu. Geri dönmeliydim. Her ne yaşıyorsak beraber yaşamalı, neyin krizini geçiriyorsak beraber geçirmeli, o gece öleceksek eğer birbirimizi öldürmeliydik. Yapılacak tek doğru şey buydu ve bütün kainat benden bunu bekler gibiydi! Tabi ben buna cesaret edemedim. Bütün korkaklar gibi! Karşıdaki tekel bayiine gidip beş kırmızı tuborg istedim. Saat on'u çoktan geçmişti. Yine de soru sormadan verdi biraları bayici. Nasıl görünüyorduysam artık o an? Biraları içtikçe biraz sakinleşir gibi oldum. Alkol rehaveti! Onu, kendimi, zamanı falan düşünüp oyalandım bir süre. Cesaretim tamamen kırılmıştı. Mümkünü yok dönemezdim artık geri... Bir ara başka her şeyden sıyrılıp zamanı düşünmeye başladım. Topu topu bir kaç saat içinde cinneti, deliliği, ağlamayı, gülmeyi, rezilliği, öfkeyi, çaresizliği ve şimdi aklıma gelmeyen bilumum duyguyu yaşamıştım. Ama o an, o bankta, elimde bira kutusuyla otururken, sanki az önce bunları yaşayan ben değilmişim de bir başkasıymış gibi, oturmuş olup biteni kronolojik sıraya dizmeye çalışıyordum... Komik buldum bir an. Gülmeye başladım yine. Bir önceki gibi değildi ama. Yavaş yavaş. Gülümser gibi. Ve biraz sesli... İnsanlar ve araçlar iyice seyrelmiş, her şey her zamanki ritmine kavuşmuştu sanki. İyi miydim o an? Değildim. Kötü? Tam olarak öyle de değildim. Sanırım, tıpkı Saffet Semerci gibi ben de o gece, o bankta yavaş yavaş delirdim. O akşam şunu öğrendim. Biraz acı üzer, çok acı çok üzer, katlanılamayacak kadar büyük acı ise delirtir... Bazen tek gecede, bir bankta, yavaş yavaş delirtir... |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Serin ve sakin bir akşam üstü... Etrafta her ne varsa, olması gereken yerde, ne yapması gerekiyorsa onu yapıyor. Amaçsız insanlar amaçsızca yürüyor, dolu kül tablası boşaltılmayı bekliyor, bozuk dekorasyon daktilosu bozuk bozuk, pervanesi kırık deniz feneri biblosu kırık kırık, garson uslu uslu, ben salak salak durmamız gereken şekilde duruyoruz bulunduğumuz yerde. Ve ben seni çok seviyorum... Sait Faik şey diyordu; "Yazmasaydım çıldıracaktım." Emrah Serbes ise "Yaza yaza çıldırdım" diyor. Benimse, afedersin ama sikimde bile değil. Delirerek doğdum ben galiba. Sana kadar... İyi olacaksam eğer bir gün, sen iyi edersin beni. Gerisi... Gerisini siktir et be kuzum... Annem dün biraz kızdı bana. Yüzünü gören cennetlik dedi. Yazık... "Anne" diyesim geldi, "benim kendime hayrım yok şu ara, sıkılmaktan halıya katranlar dökecek yüzümü görüp de ne yapacaksın?" diyemedim. "Akşam gelirim, konuşuruz" diyebildim... Akşam oldu. Gitmedim eve... Son zamanlarda sık sık bir kuş görüyorum rüyamda. Kocaman kanatları olan bir kuş. Konuşabilen ama hiç konuşmayan bir kuş. Bir müddet süzüyoruz birbirimizi, sonra usulca eğilip sırtına alıyor beni. Evinizin kapısına kadar uçuruyor beni sırtında. Sonra inip zile basıyorum. Kimse açmıyor kapıyı. Israrla basıyorum. Açmıyor kimse. Geri döneceğim çaresiz. Etrafa bakıyorum. Kuş yok. Trenle dönüyorum mecburen. Çok gördüm bak bu rüyayı. Belki altı yedi oldu. Bari trenin makinisti olsan. Özlüyorum çok... Hastaneden çıktım az evvel. Gürkan Abimin işi varmış eve gitti. Caner'i aramadım, galiba sıkıldı artık benden. Veysel zaten sallamaz. E sen de yoksun. Rakı var. Sıkıntı da. Ve özlemek. Ve bitsin. Ve gel... |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Bir deniz kenarı düşlüyorum. Sakin, kıpırtısız ve huzurlu. Yönüm güneşe dönük. İnsanın Azrail bile gelse gülümseyerek karşılayabileceği kadar güzel her şey. Sonra birdenbire iri kara bir sinek biçimsiz vızıltısıyla önce kafamın üzerinde pike yapıyor, sonra da terli göbeğimin ortasına konuyor. Kovuyorum elime. Üşengeç in kalklardan başka bir işe yaramıyor bu hamle. Göbeğimden bacaklarıma, bacaklarımdan enseme, ensemden tekrar göbeğime... Kararlı hareketlerle kovmak değil öldürmek üzere hamle yapmaya başlıyorum bu kez. Beceremiyorum. O an fark ediyorum. İğrenç şekilde terliyim. Ve yalnızım. Sonra insan artığı pet şişeleri fark ediyorum. Plajın biçimsiz taşlarına takılıyor sonra gözüm. Deminden beri huzurla baktığım güneş cehennem zebanisi gibi görünmeye başlıyor artık. ***** kodumun sineği duruyor hala yerinde. Mücadele etmekten vazgeçtim. Sadece kalkmak istiyorum... Odama gitmek istiyorum... Öyle işte... Ne zaman güzel bir şey düşlemeye kalksam saçma bir sinek musallat oluyor düşümün göbeğine. Kendi kafamda yarattığım sinekle bile mücadele edemiyorum. Hayal kırıklıkları, delirten özlemeler, üşenmeler ve can sıkıntısı ve can sıkıntısı ve hiç azalmayan can sıkıntısı. Hepsinin obsesif karşılığı sinek oluyor bende. Kafka'nın böceği varsa benim de sineğim var lan diyorum kendi kendime. Sebep olanların gözü kör olsun! |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Çevremdeki herşeyin sıradanlaşmaya başladığını fark ettiğimde büyüdüğümü anladım. Çocukken her şey farklı gelirdi bana. Ota, boka, çiçeğe, uçağa, babamın çakmağına, ker*** evimizin toprak d*****... Her şeye şaşırır, hayretle bakar, bitmeyen sorularla etrafımda kim varsa bunaltırdım. Allah babamdan da mı büyük diye sormuştum bir keresinde dayıma, sanıyorum dört ya da beş yaşındaydım. Düşünün artık manyaklığımın boyutunu. O gün öyle asıldı ki Halil dayım kulaklarıma, acıyla birlikte bir şeyi çok iyi öğrendim. Her soru, her yerde, herkese sorulmaz. Daha az soru sormaya başladım o andan sonra, ama merakım ve şaşkınlığım hiç azalmadı. Okul girince hayatıma, sorularımın muhatabını buldum diye sevindim çocuk aklıma. Her şeyi bildiğini zannettiğim bir öğretmenim vardı artık. Ama ikinci haftada o da elimde patladı. Onun istediği soru soran değil, konuşmayıp tahtadaki aptal çizgileri sessizce defterine geçiren aptal bir maruldu. İstediğini verdim ben de, mecbur kalmadıkça sınıfta ağzımı bile açmamaya çalıştım. Düzen kurtuldu, tehlikeli sorularımla öğretmenimin ve sınıf arkadaşlarımın zamanını çalmam engellendi. Yaşasın eğitim.. Sonra başka okullarda, başka şehirlerde hep aynı şeyi yaşadım. Boyum biraz uzadı, biraz kilo aldım ve hep şu lafı duydum. Çok konuşma. Çok soru sorma! Ve ilahi tecelliye bakın ki, hayat başka bir bok olamayacağıma karar verip beni de Avukat yaptı sonunda. Sırf bunun için bile oturup ağlasam yeridir. Bütün eğitim hayatın boyunca okuldan nefret et, sonra kalk Avukat ol. Neyse, o sonraki mevzu. Üniversite mezunu bir Avukat olarak kısa dönem yaptığım askerlikte bile sorularım yüzünden dayak yemeyi becerebildim. Üç bin kişinin ortasında, Tümgeneral N. Çakır, neden sabah beşte kalkıyoruz diye kendi kendime mırıldandığımı duyup, tekme tokat girişti bana. Koskoca general lan! Ben olsam allahın onbaşısıyla muhatap bile olmam. Ama o oldu. Ağzımı burnumu dağıttı resmen.. Şimdi insanlar bana soruyor ara sıra. Neden bu kadar pisliğe, haksızlığıa, yolsuzluğa şaşırmıyorsun, sorgulamıyorsun diye. Şaşırmam kardeşim, soru da sormam, sorgulamam da. Dayımdan, babamdan, öğretmenlerimden, komutanımdan, polisten ittifakla aynı şeyi duydum ben. Çok konuşma, çok soru sorma! Peki dayıcığım, peki öğretmenim, peki komutanım. Susarım ben de. Kitaplarımı okur, oyuncaklarımla oynar, olup biten her şeye içimden şaşırır ve dışımdan da derim ki. Bana ne ulan ne bok yiyorsa yesin herkes! |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Ya onu bırak hadi bizle ilgilen ;s28 [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Çaresizliklerin en büyüğü bir yalana yalan olduğunu bile bile inanmak, inanmak zorunda kalmak ya da inanır gibi yapmaktır. Yalanı ortaya çıkarmak kolaydır aslında. Zaten er geç ortaya çıkar. Hangi yalan sonsuza kadar devam edebilir ki? Bazen sorulacak tek bir soru, edilecek tek bir laf gerçeği bütün çıplaklığıyla seriverir ortaya. Ama sen ne o lafı edebilir ne de o soruyu sorabilirsin. Çünkü duyacağın şey bellidir. Ellerinle kurduğun ve yoktan var etmeye çalıştığın iki kişilik dünyanın o an başına yıkılacağını çok iyi bilirsin. Susarsın o yüzden. Yalan olduğunu bile bile inanırsın.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Sen Aralığa duyarlısın kış dendi mi üşürsün Ben panik yaparım hemen dünyayı yakmaya kalkarım Bahar gelir sonra gidersin unutulur bütün girişimlerim Sevgilim aslında iç çekmelerimiz bile yalan Bir yalanın üstüne yatarken göz göre göre Yalansız bir öpüşmeden daha soylu ne olabilir? Görmezden gelirim dert değil daha epey var bahara Tek sen üşüme sevgilim bütün karlar bana yağsın Arka cebimde konyak var iç bir yudum ısınırsın.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Eskiden sevmediğim bir şeyi sevmeye başladığımda bunu çok zor kabulleniyorum. Tadının güzel olduğundan emin olduğum ama bir şekilde bir zamanlar hoşlanmadığım bir yemek olabilir bu mesela. Yok lan güzel değil ki bu yemek sevmiyorum ben bunu diyorum. Aylarca yememek için direniyorum, lafı geçerse ya da bir yerde karşıma çıkarsa yok ben sevmem bunu diyorum. Tabii sadece yemek değil, ne bileyim bir insan olabilir, bir oyun olabilir, bir şarkı olabilir her şey için geçerli. Tutucu muyum manyak mıyım neyim anlamadım.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Nedir o zaman gerçek? Gerçek, gerçekte işimize gelmeyendir. Dışımızdaki hiçbir dayatmaya itiraz edemeyen zavallı ruh halimizin sorumlusudur. Gerçek bizi körleştirir ve köleleştirir, irademizi ortadan kaldırır. Bu yüzden gerçek, diğer insanların, eşyanın ve tabiatın saplantılarından ibarettir. Mutlak gerçeğe sadece deliler, çocuklar ve sarhoşlar ulaşabilir. Çünkü sadece onlar kendi gerçeklerini yaratma cesaretine sahiptirler.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Aklımızdan neler geçer neler kim bilir? Yeri gelir bir sen bir ben bir dünya. Bu dünya bir bakmışsın oluvermiş iki kişilik.. Uzanıp kırlara sere serpe -uzanamayanlara inat- Aklımızdı ruhumuzdu alayı bir kenarda. Bir sen bir ben bir evren Şaşırıp kendimizden başka herkesin bizsizliğine, gülümseyerek bir yandan bir düzine ateş böceği kiralayarak tabiattan ay ışığında deniz suyuyla karıştırarak rakı içebileceğimizi düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum sevinçten.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Birini ya da bir şeyi sevmek, değer vermek, onu her şeyiyle sevmek demektir çoğu zaman. Ne olduğunu, ne olacağını, sınırlarını bilip, hatalarıyla, eksiklikleriyle, yanlışlarıyla ve sebep olduğu üzüntülerle kabul etmek demektir. Hiç kıvırmasak mı? Kıvırmadan söyleyelim evet, gerçekten sevmek bir tür çaresizliktir. Bir şeyi gerçekten çok seviyorsan başka çaren yoktur da ondan seviyorsundur |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Canımız çok sıkılıyor. Felaket sıkılıyor. Eğlenirken, kitap okurken, günlük hayatın bokluklarıyla uğraşırken bir taraftan da sıkılmayı hiç ihmal etmiyoruz. Bizim kuşağın tanımlayıcı özelliği bu olsa gerek. Çok güzel canımız sıkılıyor. Biraz dağılacak gibi olduğunda sıkıntımız, kendimize imkansız aşklar yaratıp, bayılana kadar içip, etrafımızdaki her şeyi kırıp dökerek daha da arttırıyoruz.. Bizim en büyük sermayemiz, can sıkıntımız. Hayıflandığımız bir şey yok, geçip giden güzel günleri iç çekerek anımsadığımız da yok. Galiba güzel günler diye bir şey bile yok. Kaldırımların bir halt bildiği yok, hiçbir devirde muhteşem falan olamadık. Olmayan şeyleri anlatıp, olmayan eski kendimizle gururlanıp tanıdık masallarla soslayarak boktan hayatlarımızı, kendimizi ve başkalarını kandırmak konusunda çok marifetliyiz sadece... Hepsi bu! |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Ölüyoruz işte. Yavaş yavaş ölüyoruz. Ama bazı geceler farkında olmuyoruz bunun. Hayata kaptırır gibi oluyoruz kendimizi. (Hayata kaptırmak, ne tuhaf laf). Kendimizi olduğumuzdan çok daha güçlü zannediyoruz öyle zamanlarda. Oysa durum tam tersi. O kadar zayıfız ki aslında. Hayatın neon ışıkları kendisine doğru çekiyor bizi. Karşı koyamıyoruz. Kendimizi, herkes gibi bir şey zannediyoruz. Onlar gibi, onlardan biri gibi karışıyoruz aralarına. Aklımızdan geçmeyen şeyler yapıyoruz sonra. İddialı laflar edip, kendimizi vazgeçilmez gibi görüp, öfke,şefkat, kıskançlık, sevgi, nefret gibi zıt hislerden tek bir his yaratıp aklımızın ve kalbimizin kontrolünü o hisse bırakıyoruz.. Sonra bir yerlerde, ağaran şafakla birlikte ağır ağır kendimize gelip, kendi gerçeğimizle yüzleşiyoruz derin bir pişmanlıkla. Ölüyoruz işte. Yavaş yavaş ölüyoruz.. Tek başımıza.. Neyse Demin Bir Arkadaşa Dediğim Gibi Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine .. İçelim mi ? |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Aslında saklı olan güç senin içinde ve yine senin elinde. Kötüye dair her ne varsa buna olumsuz düşüncelerinde dahil bunları yine içindeki güç ile bertaraf edebilirsin. 'Hala umut var,yeter ki vazgeçme' |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Beraber ağlayabilirsiniz birileriyle. Herhangi biriyle. Arkadaş olur, tanıdık olur hatta yan masadaki adamın teki olur. Yeterince içli anlatırsanız içinizdekileri kolay kolay kayıtsız kalamaz kimse size. Peki ne anlatacağınızı bilmiyorsanız? Ve şişmişseniz iyice. Kimselerle konuşmak istemiyorsanız fakat bir taraftan da kusmak istiyorsanız içinizde ne kadar cerahat varsa. Ne bok yersiniz o zaman? Kimse durup duruken delirmez abi! Kimse durup dururken yıldızlarla konuşmaz! Kimse durup dururken parklarda bira içip sabahlamaz! Saygı duyun demiyorum, .mına koyim saygısının duysanız ne olacak duymasanız ne olacak. Ama en azından susun, çünkü ağızdan çıkan her söz paslı bıçak gibi kanırta kanırta batıyor bazen.. İlkokula başladığım gün annem elimi tutmayı bıraktı. O zamandan beridir ne zaman kendimi çaresiz hissetsem sağ elim sol elimi yakalıyor manasız bir refleksle. Sol elim sağ elimi değil ama. Sağ elim sol elimi. Keşke biraz daha geç büyüseydim.. Bugün bir şey söyledim birine bir yerlerde. Gerekli miydi bilmiyorum ama söyledim. Dedim ki insan doğar, büyür ve durur. Sonra ara sıra aklına geldikçe durduğu yerin altını çizer. Sonra da birileri gelir ve tam da o yerin üstünü çizer. Çizik çizik olup kalırız. İçten ve dıştan çiziliriz mütemadiyen. Ortalama insan hayat diyor buna. Sonra işine bakıp makul bir saatte uyuyor. Kafayı yiyen insansa küfredip sabaha kadar bira içiyor.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Aslında benim ne istediğimi biliyor musun? Hepinizin canı cehenneme! Rahatlık, sakinlik istiyorum! Kendi huzurum için bütün dünyayı beş paraya satarım ben. Beni kıyametin kopmasıyla çaysız kalmam arasında bir seçime zorlasalar, dünyanın batmasını umursamaz, çayımdan vazgeçmeyeceğimi haykırırdım. Bunu biliyor muydun? |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Ara sıra herkesten kaçıp gittiğim köhne bir meyhane var. Adı Halit Baba. Orada yetmişli yaşlarda bir amcayla tanışmıştım. Tam otuz yıldır hiç ara vermeden her akşam içiyormuş. Öncesindeyse ağzına bile sürmemiş hiç. Laf lafı açtı sordum, amca ne oldu da içmeye başladın diye. Tam otuz yıl önce karısı bunu bırakıp başka bir adamla kaçmış. Amca da o gün bir ufak rakı alıp içmeye başlamış, sonra da hiç bırakmamış. Çok mu seviyordun amca dedim. Yok be evlat dedi, siktir olup gitmiş kadının nesini seveceğim. Ee dedim o zaman, niye böyle oldu? Çok alışmıştım evlat dedi, öyle gidiverince o ev bomboş kaldı.. Gerisini getirmedi amca, ama ben tahmin ettim. Amca o kadar alışmıştı ki alışmış olmaya, birdenbire yapayalnız kalınca ne yapacağını bilememiş muhtemelen. Ve yeni bir insana alışıp tekrar aynı şeyi yaşamaktan da korktuğu için başka bir alışkanlık yaratmış kendine. Kendisini hiç terk etmeyecek bir alışkanlık. En azından parası olduğu sürece kendisini hiç terk etmeyecek bir alışkanlık.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Çoktan unuttum sandığım bir rüyanın gölgesi Son gençliğime vurmuş bir süre önce farkettim Önceleri şey sanırdım her şey kendiyle müsemma Ağarmaz derdim saçlarım kesilmez hiç soluğum Hepsi olurmuş meğer gölgelerini gördüm hepsinin Sahi diz kapağıma bir kedi çizdim dün gece Sonra sevmediğim ne varsa yaptım hepsini bir bir Birama şeker attım seni ağlarken düşündüm Rüya gördüm Annem yasıyor babam yasıyordu ama ben Anneme bağırdım biraz kendimden nefret ettim Daha kötü şeyler de yapacaktım ama yoruldum Yoruldum ve yıllanmış battaniyeme sığındım Ben küçükken battaniyemin altını dünya sanırdım Babam bağırdıkça anneme Babam ne zaman bağırsa anneme battaniyeme sığınırdım -Allah beni kahretsin dün rüyam da anneme bağırdım- Demem o ki kafamıza çekecek bir battaniye oldukça Gözlerimizi de yumarsak doğmamış gibi sıkıca Belki bir süreliğine her şey yoluna girer Vasiyetimdir ölünce ne kadar param varsa Hepsiyle battaniye alsın kefen yerine yanımdakiler.. |
Cevap: Karpuz kabuğuna yazılar yazmak... Altı kişilik bir masa etrafı intihar timi standart ruh törpüsü geniş aile korosu anne sarmasının bitişiyle doğan boşluğu doldururken ev baklavası kahkahalar arasına sızar tek bir düşünce bir benzeri değil hayır hayır hayır bir benzeri değil öldürecekse insanı kendisi öldürmeli ! |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 06:37. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk