![]() |
Cevap: Merdümgiriz. Gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine. Bilemem, belki bu yüzden ben sana yanlış bir yerden edilmiş bir büyük yemin gibiydim. Beni hep aynı yerimden yaralayan o eve yine de döneyim döneyim istedim. Ah benim sesimle söylesem de, inanmazlar benzemiyor çünkü bir dile. Döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm döndüğüm bu sema sensin döndüğüm. Sen benim kara ömrüme vuran suyumu harelendiren sevincimdin. Onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin. Titreme daha fazla kalbim. Bağışla kendini artık onu da bırak gitsin. O senin en ezel gününden kaderin. Sen onu nasılsa bin kere daha seveceksin... Birhan Keskin |
Cevap: Merdümgiriz. Kafamın içinde mıntıka var uzun bir süredir. Satürn'e kadar gittim. Son yaprağın dökülmesini bekledim. Son eriyen buzları bekledim. Güneş’ in doğuşunu izledim her gün. Bıkmadan. Yazılar yazdım. Müzik dinledim. Irmağında yıkandım senin gözlerinde kurudum. Evden uzak yollarda karanlık bastırınca, hava birden bozulduğunda düşlerin dedim, ellerin. Isındım. Sen uyurdun bilmezdin. Her günü etime dokudum. Gülüşüne iliştirdim zamanı. Ah dedim içimden, ne de güzel gülüyor. Sen güldükçe ne iyi. |
Cevap: Merdümgiriz. /watch?v=PqZ6qcFxO4w Bahsetme kimselere, yaramızda kalsın. |
Cevap: Merdümgiriz. bu ağaçta bir yanlışlık buldum bu ağaçta çok düzgün bir dağınıklık diye diye yürüdüğüm o bahçe kırk yıl aynı yere bakmakla edindiğim bu veba beni getirip getirip buraya bırakan bitkiler gibi alnında bir yer var kullanılmamış bir yalnızlık sanki durmadan bir çiçeğin kenarını anlatıyor bana avucumda nem yüzümde ateş kalbimde unutmak kadar feci sözler unutmak kırk yıl aynı yere bakan da unutmamış ki diğer yeri.. adının ibret sesi çarpınca kulaklarıma kendi bahçesinde başı dönen bir çocukluk altı yetim kardeş altı fena söz gibi iniyorum taş çarşılara aklım yokuş kalbimde nal sesleri.. ey beni buraya getirip getirip bırakmış şeyler ey aklımın tam ortasında yırtık o umman işte kırk yıldır fenayım aslında işte kırk yıldır kendimin kardeşi gibi buralarda buralarda.. Seyyidhan Kömürcü - Fena |
Cevap: Merdümgiriz. ...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn- cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür hanım? Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör- meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü- şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut- mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de? Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi- diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka- tından? Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi- lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö- nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece. Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa? Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va- rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya... Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal- gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya- kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir Ömür hanım? Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü- reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka- ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle? Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko- nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko- nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya... Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü, iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de. Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya- şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz... Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par- çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü- nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy- gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen- cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla. Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan... dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de... Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka- lıplarından. Beni duy ve anla. Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa? Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı- maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü- rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? Kim ne diyebilir ki? Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı- rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm. Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so- kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım? Şükrü Erbaş - Ömür Hanımla Güz Konuşmaları |
Cevap: Merdümgiriz. Hayatın suçu diye geçiştirdiğimiz bütün ihanetler biz değil miyiz? Sevdiğin resimlerin, sevdiğin kitapların, sevdiğin kadınların düşmanı. Bu yüzden seni üzmenin bir yolunu hep bulacaklar. Sana iyi şeylerden bahsetmek istiyorum. İyi olan şeyler. İyi ve uzun olan. Bizi sevgi dolu ve güçlü yapan şeyler. Gülmeyi yeni öğrenen bir çocuk gibi acemiyim. Sana anlatacak doğru dürüst bir gerçek ya da avutacak kadar güzel bir yalan bulamıyorum. Sadece seni hayatımda üç kez görmüş ve unutmamış olabilirim. Sadece seni sevmiş olabilirim. |
Cevap: Merdümgiriz. her zaman güzel şeyler olmuyor. belirsiz, beklenmedik anlarda gerçekleşiyor güzel şeyler. tamda her şey tepetaklak olmuşken. köşeye sıkıştığımız, kendimizi ikna etmeye çalıştığımız ve tahammülsüz olduğumuz anların sonunda geliyor güzel şeyler. kendimizle kaldığımız bütün anlarda güzel şeyler dileriz. yatakta, pencere pervazında ya da mutfakta. olağan şeylerin içinde yani. dikkatimizin dağınık olduğu anlarda. dişimizi fırçalarken bile güzel şeyler olsun diye köpüklü ağzımızla dünyalar kurarız kafamızda. inanmak zorundayız. nerede olduğumuzun, neyle uğraştığımızın çok önemi olmadan inanmak durumdayız. zorlu anlar bitince geçiyor belki. fakat gürültülere karışıncaya değin inanmak durumundayız. hepimizin en çok kendimizle kaldığımız saatlerdeyiz. umutsuzluğumuza milyar tane çentik fırlattığımız anlardayız. arada bir yerlerdeyiz. sıkıştığımız, köreldiğimiz ve kendimizi ikna etmek zorunda olduğumuz anlardayız. ben de öyleyim. güzel şeylerin gerçekleşme ihtimalinin çok az olduğu bir andayım. içimizden ‘bu saatte ne güzel şeyi?’ dediğimiz yerdeyim. yat uyu zıbar dediğimiz tahammülsüz anlardayım.. |
Cevap: Merdümgiriz. Kalemle kağıt arasındaki dersi çalışıyorum. Yazıyla hayat arasındaki dersi çalışıyorum. Seni hatırlamaya çalışıyorum. İştah açıcı papağan diyetleri fışkırıyor kızgınlığımdan. Seninle kalbim arasındaki dersi çalışıyorum. Meleklerin kararsız kaldığı kapıdan geçiyorum. |
Cevap: Merdümgiriz. Ben ufacık bir saksıdaki topraktım, içinde sadece menekşe yetişen. Şehrin normal sayılabilecek bir mahallesinde, şirin üç katlı bir apartmanının son katındaki balkonunda duran bir saksıdaydım. Öyle güzel güneşli günlerde büyüyüp çiçek açtım derken kararlı rüzgarlara maruz kalıp düştüm önce. Toparladılar hemen alelacele, saksıyı değiştirmeye çalıştılar. Ve nitekim değiştirdiler ama yine de pek alışamadım. Eğreti duran yolunda gitmeyen bir şeyler var sanki derken bu kez eve gelen yaramaz misafir çocukları tarafından itildim. Aklıma hemen benimle sohbet etmeyi seven kadının söyledikleri geldi. "Kendi en yükseğinden itilince herkes incinir." Toprakta olsanız bu böyledir, değil mi? Bu kez unufak oldum derken dünyanın kalbine papatyalar diken, her yeri iğdelerle süsleyen bir kadın toparladı yine beni şefkatle. Elleriyle yerleştirdi beni bahçesine. O bana yurt oldu ben ona kocaman bir avlu. |
Cevap: Merdümgiriz. saat sabaha karşı, hatta sabah, 5.23 sadece senin parmaklarından çıkan sözcükleri okurken yatağında huzur içinde ölen ihtiyar bir kadına dönüşüyorum. başka türlüsünü yorgunum anlatmaya.* hiçbir şey bıraktığın gibi değil. kediler dahil. ve sahil. ve pervazları pencerelerin. hiçbir şey sabit değil, çok üzgünüm. durağan, sakin, fısıltılı bir hayat diledim. stabil. fakat kargaşadan, gürültüden, kalabalıktan, baş ağrılarından ve kornalardan daha azını sunmadı bana hayat. sanki ne söylersem benimle inatlaşmak için aksini yapan ve sürekli saçımı çekip duran ilkokul çağında bir aşık gibi. bense yetişkin bir kadın gibi tüylerini okşayarak sevmek istedim hayatı. dizlerime yatırıp. pek tabii uyuşamadık. çok kavgalar verdim. çok mücadele ettim. ayrılmak istiyorum artık, ona da söyledim. şimdi kızacaksın, kızma. bunun için çok sebebin olmalı. hayat sadece bana karşı böyle değil çünkü biliyorum, bu onun mizacı ve seni de öfkelendirecek hayli sağlam sebepler sunuyordur. benimle yorma kendini. biliyorum dinlemeyeceksin. benim nasıl deli bir dinlenme arzusu taşıdığımı bilmiyorsun çünkü. beni anlamayacaksın. şimdi değil. benim kadar yorulmadan hayır. sırf bu sebeple bu mektubu sana göndermeyeceğim. zaten henüz hiçbir şey için emin değilim. endişelerim var. fakat mutsuzum. bu şekilde ne kadar sürecek bilmiyorum. mutsuzum. olabildiğine, alabildiğime mutsuzum. gökten engin bir mutsuzluk bu. bir bilsen, bir lisan keşfetsem ve bir şekilde izah edebilsem… beni sen cesaretlendirirdin. bir gün göze alırsam ve bir şekilde bu mektubu bulursan lütfen bil, ve inan, çok istedim diğerleri gibi olmayı. Şükrü Erbaş'ın dediği gibi çarşılar yetsin istedim avutmaya beni. birkaç mobilya, saçımın rengini değiştirmek varolmaya yetsin istedim. ben bu hayatta varolamadım, bu sebeple yok olduğumu düşünme asla. bunun düşüncesi kalbini ısıtsın biraz olsun. yine de gülümsedim. her şeye rağmen gülümsedim. kuşlara ekmek ufalarken ve sana doğrarken, sahaflarda kitapların tozlarına değdiğinde parmaklarım, tom waits dinlerken ve en çok seni seyrederken. gülümsedim. en azından bu kadarını çok görmedi hayat bana. ömrümü ömür olarak kayıtlara geçirebilecek bu sayılı anlar için kuşlara, kitaplara ve en çok sana minnettarım. yaşamı taşımayı kabullenebilirsem ve üstesinden gelebilirsem ve sevebilirsem bir şekilde bir nebze, size borçlu olacağım, ve ödeyeceğim, devam ederek. fakat üstesinden gelemezsem -ki kuvvetle muhtemel- beni suçlama, kızaran gözlerini yum ve biraz uyu. sakince düşünebilecek kadar zaman geçene dek uyu. lütfen. ve geri kalan hayatında sebzeleri seramik bıçakla doğramayı, salçanın ağzını sıkıca kapatmayı, tavada su kalmışsa yağ dökmemen gerektiğini -doğal olarak yağ varken de su sıçratmaman gerektiğini- ve lütfen en sevdiğim çiçekleri unutma. çünkü ben gittiğim yerden tuttuğun takıma tezahürat etmeyi ihmal etmeyeceğim. burada gülümsüyorsun, ne güzel. dünyanın tüm manzaralarının oturup saatlerce hayranlıkla seyredip feyz alabileceği bir manzara senin gülüşün. geride bırakmaya dayanamadığım sayılı güzelliklerden. seni seviyorum, laleli'den göğe giden bir tramvaydayız* gibi seviyorum. xıv. |
Cevap: Merdümgiriz. suyun ortasında duruyorum. güvenilir bir uzaklıkta. burada bütün tuzaklara hazırım. şiir ne kadar aydınlatır ustalıkla gizlenmiş hazineyi? Bulacaklarımdan kaybedeceklerimi çoktan düştüm sana rüzgarın süpürüp suya boşalttığı, her şeyin arasından yazmayı istiyorum. biliyorum şiirin ayakları yok kalkıp gelsin. yeterince uzun kolları da yok sevip okşasın. sadece ‘kayıp bir dakikanın dedikodusudur’ şiir Umay Umay - Cevapsız Ağrı |
Cevap: Merdümgiriz. "Nasılsın?" "lyiyim iyiyim. Daha iyi. İyi geldi lan aslında." Arkama yaslanıp gözlerimi kapadım yine. Kafamdaki çırpıntılı denizi dinledim, büyük dalgalar yoktu ama güçlü bir lodos vardı, yine de iyiydi, daha iyiydi, kafamdaki o durgun, ölü çölden çok daha iyiydi bu deniz. "Eee," dedi, "asıl mesele?" Gözlerimi açtım, burun kökümü ovdum iki parmağımla, "Asıl mesele, aynı dalga," dedim. "Aynı dalganın son yumruğu." "Ne dedi?" "Ne dediği önemli değil ki! Beni üzen, benim düştüğüm, kendimi düşürdüğüm durum. Sözlerimin onu hiç etkilemediğini, hatta düpedüz sıktığını gördüğüm halde konuşmaya devam etmem. Ezilip büzülmem. Onu da aynı duyguya çekmeye çalışmam. Ben insan değil miyim?" "Abartma lan." "Öyle değil. Mesele aşk da değil, kırılan gurur da değil. Kendini bu kadar alçaltan biri, kendi kendini bu kadar aşağılayan biri, daha diğerleri buna yeltenmeden bu aşağılamayı kendi kendine yapan biri, üstüne de bundan zevk alan biri, insan olabilir mi? Maskarayım lan ben! Antalya'da da milletin maskarasıydım, kraldım diye anlatıyorum şimdi. İki bira ısmarlayana her türlü maskaralığı yap, kendini sevdirmeye çalış. Gurur mu kaldı bende kırılacak Yalan yalan yalan! Yaşadığım yirmi iki yılın hepsi tek tek yalan! Yazar olmaya geldik buraya, burada da milletin maskarası olacağız. Para lazım bana. Güzel hikayeler yazabilmek için para lazım. Az da olsa düzenli bir para. Sıcak bir oda. Başka iş yapamam ben artık, başka maskaralık yapamam. Gidecek başka yerim yok. Özlediğim hiçbir yer yok. Çocukluğumu özlemiyorum. Doğduğum kenti özlemiyorum. Ben nereyi özleyeceğim be Karabüklü?" Emrah Serbes - Müptezeller |
Cevap: Merdümgiriz. “Yaşamının büyük bir bölümü, yaşamına yön verme çabalarınla geçecek -öyle ki, gün gelecek, bakacaksın, yaşamın, yön bulma çabasıyla döne döne, yola hiç çıkamamış.. Yaşamın yönünü bulmaya çalışırken, yaşamın yolunu bulamayacaksın. Yaşamın, yön bulmaya çalışırken, yolsuz kalacak -yaşamın yönünü bulacağım derken, yolunu yitireceksin. -sonunda yaşamın yönünü bulsan -bulduğunu sansan- bile, bakacaksın ki, yolunu yürüyecek durumda değilsin artık.. Yaşamın, yönsüz-yönü olsa bile, yolsuz- kalacak: Yönsüz hem de yolsuz yaşayacaksın. Yaşamın yolu hiç olmayacak; belki, yönü olsa bile Yaşamın yolu yok.” Oruç Aruoba - De Ki İşte |
Cevap: Merdümgiriz. Ne çok Ölü Düşün var senin Kırık Dökük Gerçeklerin üşüşünce düşüncene Ne çok Canlı Acın var senin. Bölük pörçük Gerçeklerin inince içine Ne çok Katı Kanın var senin. Ne çok Diri Ölün var senin. Param parça Yaşamın bastırınca bakışına Ne çok Akan Kanın var senin. Ne çok Yiten Anın var senin. Delik deşik Yaşamın ulaşınca durağına Ne çok Biten anın var senin. Ne çok Halin Var senin Oruç Aruoba - Akan Kan |
Cevap: Merdümgiriz. Ne çok Ölü Düşün var senin Kırık Dökük Gerçeklerin üşüşünce düşüncene Ne çok Canlı Acın var senin. Bölük pörçük Gerçeklerin inince içine Ne çok Katı Kanın var senin. Ne çok Diri Ölün var senin. Param parça Yaşamın bastırınca bakışına Ne çok Akan Kanın var senin. Ne çok Yiten Anın var senin. Delik deşik Yaşamın ulaşınca durağına Ne çok Biten anın var senin. Ne çok Halin Var senin Oruç Aruoba - Akan Kan |
Cevap: Merdümgiriz. Gidelim buradan... Göğsünü sıkan, içini daraltan o laneti geride bırakıp gidelim. Burada yağmur bile güzel yağmıyor artık. Yağmuru güzel yağan bir yerlere gidelim. Gidelim buradan... Burası bizim değil. Nasıl başederiz bu kadar saçmalıkla? Her şeye sıfırdan başlanabilecek bir yerlere gidelim. Gidelim buradan... İlaçlarını yanına alma. Kitaplarımı almayayım ben de. Biraz da onlar çıldırtmıyor mu bizi? Havası ilaç, denizi kitap bir yerlere gidelim. Gidelim buradan... Bıktım tepemizde sallanan manasız sorulardan. Soru sorma artık bana. Soru sormayayım sana. Her türlü sorunun tedavülden kalktığı bir yerlere gidelim. Gidelim buradan. Burada insanlar kötü. Hep bir şeyler anlatmamızı bekliyorlar, hep bir şeyler anlatmamızı isteyecekler, bitmeyecek bu hiç bitmeyecek. Kimseye bir şey anlatmak zorunda kalmayacağımız bir yerlere gidelim. Gidelim buradan... Bak uyuyamıyorum yine. Senin de uykuların defolu, bölük pörçük. Huzur içinde uyuyabileceğimiz bir yerlere gidelim. Gidelim buradan. Ya sen bana gel ya da ben geleyim sana. Sonra gidelim. Hadi... Ali Lidar |
Cevap: Merdümgiriz. Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil Ahmet Telli - Çocuksun Sen I |
Cevap: Merdümgiriz. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: Merdümgiriz. Tanrılar arasında insan yalnızlığı mı İnsanlar arasında insan yalnızlığı mı? Korkusu küçük düşürüyor hayatımızı. Ne diyordu ince şeylerin annesi "Ötekini oku, derinde dipte duranı." Kilisenin bahçesinde mumdan bir harita Bütün göç yollarının iki ucuna tutunmuş "Geride kalmanın cezasıyım-diyor- Biliyor musun, hoyratlık değil de İncelik yakıyor canımı..." Bu kalabalıkta bu tenhalık- Sevgilim, bütün sözlerimi Mazlumların rüyasından seçtim ben. Budur, düşünmeden bildiğim Budur, ayaklarına serdiğim has bahçe... Şükrü Erbaş |
Cevap: Merdümgiriz. "Öldüğünde başucuna bir çam fidanı dikmiştik. Her gelişimde, ne kadar zaman geçtiğini ona bakarak anlıyorum. sayılar benim için bir şey ifade etmiyor. az önce olmasıyla on sene önce olmasi arasında bazen hiçbir fark olmuyor. Çünkü bilirsiniz, takvimlere bakılarak tayin edilen zaman sadece buz gibi bir matematiktir. Oysa özlemekler sayılmaz. Özlemekler bilhassa yalnız kaldığınızda gelir suratınıza kürekle vurur. Neyse işte çamın boyu biraz daha uzamış. Derdim büyümüş kocaman abla olmuş.olsun... Bazen olmadık yerlerde görüyorum onu. Öyle bir bakıyor ki içimde civcivler zıplamaya başlıyor. Sarılayım mı biraz diyorum, gülümsüyor. Sonra kaybolup gidiyor işte. Hayal görmenin en kötü tarafı dokunma isteğini karşılayamamalrı. Çünkü üstünden ne kadar zaman geçerse gecsin mutlu görüntülere rastlamak halen mümkün. Ölülerin en kötü huyuysa konuşmamaları. Allah, keşke diyorum hiç olmazsa bu kadarını ayarlasaydı.." Aylin Balboa - Belki Bir Gün Uçarız |
Cevap: Merdümgiriz. Sonra durdum öyle biraz. Kırmızı koltuk eskiyene kadar oturdum. Ademoğlu ahir ömründe en çok oturuyor galiba. İnsanların hafızamdaki fotoğrafları genelde otururken çekilmiş. "Oturmaya da kalsaydı," dediklerim de var "Keşke biraz daha öyle otursaydı," dediklerim de... En çok da bunlar oturmuş içime. Oturmak da ne acayip kelime... Aylin Balboa - Belki Bir Gün Uçarız |
Cevap: Merdümgiriz. Hayatımın tümüne "olduğu kadar" ismini verdim. Öyle güçlü bir zırh ki "olduğu kadar". Her zaman ve her şeye, gerekli veya gereksiz söyleyiver gitsin. Kendi kendine durduğun yerde arka arkaya beş bin kere söyle istersen. Tanıdığım ve tanımadığım herkes, biliyorum ki olduğu kadarıyla yetiniyor. Dünya çirkin bir yer olsun istiyorsan, "olduğu kadar" çirkindir. Birisini çok mutlu etmek istersen eğer, "olduğu kadar" mutlu edersin onu. Olduğu kadarı seni rahatsız ediyorsa, ona yine olduğu kadar itiraz edebilirsin. "Olduğu kadar" dünyadaki bütün sorulara verilebilecek en güçlü cevaptır. Ama yine de hiçbir zaman "TAM" olarak tatmin edemez kimseyi. Özü gereği yine "olduğu kadar" tatmin etmek zorundadır. Tam değilse eksiktir, eksik "olduğu kadar" tamdır. Feyyaz Yiğit - Olduğu Kadar |
Cevap: Merdümgiriz. Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde Oysa ki seninle güzel olmak var Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor. Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel O başkası yok mu bir yanındakine veriyor Derken karanfil elden ele. Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk Birleşiyoruz sessizce.. Edip Cansever - Yerçekimli Karanfil |
Cevap: Merdümgiriz. Ne diyeyim allahım ben sana biraz platoniğimdir biliyorsun Ben bu şüpheyi sırtıma yük edindim, öyle yürüdüm, gocunmam da yükümden beni bilirsin. Ama bunlar çok iştahlı allahım ve görüyorsun nasıl da dünyevi. Bunlarmış senin kulların öyle diyorlar biz de kürenin üveyi. Öyle mi? Oysa allahım bilirsin ben en çok yeryüzünü, ve başımı yatırınca toprağa, gökteki yıldızları da, işte böyle bilirsin çok güzel yapmıştın bu yeryüzünü. Bizim köydeki gibi. Allahım bunlar tokileri seviyor, betonları, hızlı trenleri. Oysa ne acelemiz var, ben ki bunca agnostiğim yine de biliyorum ordaysan nasılsa geleceğiz yanına geri. Diyor ki, yasalar getirdim, gıcır gıcır, delik deşikti eskisi Anlıyoruz ki yasalar dümdüz ediyor ciğerimizi Diyor ki, yasaklar getirdim ama senin iyiliğine canımın içi Diyor ki, üç beş ağacı kesmişim, indir bindir bütün yaz boyu, keseriz tabii bunda ne var diyor, İnsan önce bir minnet duyar. Oysa allahım toprağa bassın ayaklarımız fena mı olur, istiyoruz ki sokağımızda bir ağaç gölgesi. Diyor ki, boynuzlu köprü yaptırdım gelip geçmeye haliçin ortasına bak nası’ seksi. Allahım sen bunlara akıl fikir ver diyeceğim ama vardır senin bir bildiğin illa ki. Allahım işte görüyorsun bunları, eyübün sabrı nedir, rızanın fazladan şeftalisi ne? Bilmiyor. Bilmiyor nedendir zeynebin yakarısı. Ben ki sana bunca platoniğim ama canıma yetti artık Valla bak biz mi düşeceğiz hep iskelelerden Başlarına yık şunların bu metropolleri. Birhan Keskin - İskelede Bir Çırak |
Cevap: Merdümgiriz. Buradayım binlerce yıldır- yanımda delik deşik kaya dibimde defne, kekik açelya binlerce yıldır burada. Neler gördüm binlerce yıldır. buraya geleli : ne fırtınalar savaşlar ne yazlar kışlar. Yoruldu yanımda kaya yeşerdi, kurudu defne kekik yanımda burada. Binlerce yıl önce getirdiler beni buraya- gömdüler uyuyayım diye. Bu yontulu taşı örttüler üstüme. Uyumadım. Neler gördüm binlerce yıldır buraya gömüleli : ne sevdalar hüzünler ne baharlar güzler. Yıprandı yanımda kaya açtı, soldu açelya yanımda burada. Daha da güçlendim. Boyuna yıldırımlar düştü üstüme gökler gürledi üstüme sağanaklar yağdı üstüme. Yıkılmadım. Dimdik, sapasağlam ayaktayım burada. İnsanlar gittiler, geldiler geldiler gittiler sevdiler, öldüler- küçüldü kaya, yeşerdi, kurudu defne, kekik açtı, soldu açelya yanımda burada. Uyumadım. Buradayım binlerce yıldır. Daha da yükseldim Boyuna toprak çöktü altımda deniz doldu altıma kayalar devrildi altımda. Yıkılmadım. Dimdik, sapasağlam ayaktayım burada. Gelsin daha ne kadar varsa fırtına, savaş, yaz, kış sevda, hüzün, bahar, güz- neler gördüm binlerce yıldır burada. Eriyip gitse de yanımda kaya, yeşerir defne, kekik açar açelya yanımda burada. Gelsin, ne varsa ne yoksa- uyumadım yıkılmadım ayaktayım binlerce yıldır burada. Oruç Aruoba -ol/an- |
Cevap: Merdümgiriz. Ama siz yükseleceksiniz hep bembeyaz, onlar aşağıda siyah kalacak! Sizin başınız bulutlarda dursun onlar balçıkta bacak! Siz tatlı rüyalarınızı görün, onlar terleyip sıçrayacak! Genişleyin siz merkezde onlar kenarda daralacak! Onlar seyrek bir fotoğrafta uzağa bakanlar. Onlar bir ömür taşlara su tutanlar. Onlar bir hatırada donmuş duranlar. Onlar bu dünyada yanmış da külde uyuyanlar. Siz nasıl da menekşe gözlüsünüz onlarsa hep aç gözlü! Ah siz ölümsüzsünüz dünya üstünde, onlar ölümlü. Ve siz nasıl da güzel kokuyorsunuz, insanın hası Onlar kenarda kirliler; onlar atık, onlar sası. Ah siz, nasıl da "Siz"siniz buram buram, onlar avam. Bu cahilin, yoksulun, barbarın ışık neyine, onlar ziyan! Siz "It was very amazing" derken "and fun" Onlar özür dileyenlerdi ağacın ruhundan. Balkonunuz çok yüksek sizin baş döndürüyor. Dünya pek alçak bir yer olacak yakında öyle görünüyor. darmadağınım. suyun üstünü kaplayan şeyler kolaymış, çok kolaymış dedin. oysa suda, suyun en başında üstünden atladığın, geçtiğin beyaz büyük bir hayvan yatıyordu. şimdi bunu söylemeye değecek bir şey yok. oysa, suyun üstünü kaplayan şeyler vardı. suyun üstünü kaplayan şeyleri aralayıp sudan alman gereken şeyi aldın. kolaymış. çok kolaymış dedin. [güller açtıkça kesilmeli diyor annem oysa, tabiatın kanunlarına hiç alışamadım ben. ve rüyamda çok gerekmedikçe bir şey görmem.] bir sebebi vardır, mutlaka vardır, hayyyıır diye uyanmamın bir rüyadan bu ne ki, elin olsun ıslanmıyor senin, bunca zaman neyi bekliyor, sudaki o büyük beyaz hayvan. kolaymış, çok kolaymış dedin. ecza ne? bu taşlarla bu kuşlarla bekledim, bu sırlarla bu yılları bir mucizeyi gösterecektin bana, atladığım satırları kaşlarımın yokuşunda gün akşam oldu hani ne bir mucize gördüm ne işe yarıyor kaldırım taşları. "seni kırdığım yerden beni de kırdılar. ben hiçbir cümleye ağlayamam artık seni." Senin gözlerin benim gerçeğim (sendeki telaşa onlarla inandım) bakmıyor bana,benden uzakta Aramızdaki mesafede gerilen bir teli inletiyorum seninle sesi ben duyuyorum tek, birşey duyduğu yok kimsenin benden başka. Bir hülyanın hatırasında kasıp kavuruyorum kendimi diyorlar ki, hayat yalandır, aşk da. Nasıl inanırım,o; olmak istemiş de olmamış bir yarım nefes gibi şuramda. Sana dokunamayacak kadar ürkek kalmış olduğum bu mesafeden dön/erken sen önce ayaklarının gerçekliğine inandır beni, inanmak istesem de senin gidişin yalandır bende. Birhan Keskin - Öteki |
Cevap: Merdümgiriz. Sonra buradan giderdim bir hiç için, nasıl hiç nedensiz dökülüp de yollara vardımsa şu doğa kucağına ve birden buralı doğumlu, buralı yaşamışlı nasıl duyabildiysem benimi, öyle kolayca bir başka belde de kabullenebilir beni ve hep bulurum yeni güneşler, yeni dağlar, yeni denizler, yeni sevi titreşimleri, hiç yardımsız. Düşüneceğim bu buluntuların ne kadar sonsuz olacağından başka hiçbir şey ve yaşamın tüm kolaylığı içindeki erişilmez gizem ve güçlük... – Bir kelebeğin insanlara çok doğal görünmesine karşın, doğanın onu o denli uyumlu yaratabilmek için belki de düşlenemeyecek nicelikte zorlukları göğüslemişliği. Bu çok hızlı bir müzik ritmi benzeri, beynimi kazacaktır, ya da bir ılık rüzgar gibi okşayıcı olacaktır benim için. Korkunç kokular saçan, renk cümbüşü içinde, çekiciliği kavranamaz çiçekli yolların, sürekli kuşkucu yolcusu kimliğinde belirlenemez miyim? İncecik tahtalar üstünde, neredeyse denizin üstünde, ortasında yürüyormuş duygusu yaratan iskelelerin, ayakları kaydırma olasılığı için korkarak, geceleri sakınımlı adımlar sıralayan bir deniz gecesi ya da denizi tutkunu olarak sürüklenemez miyim? Hep yürüyen biri olmak istenmez, yürümek sürekli izlenimdir, duraklamak ve düşünceyi beklemektir yolun varlık kanıtı. Dural bir yol isterim, öyle bir yer ki hem yürüyüş duyumunu yaşatacak hem de duruk. Orada, motorları geçen işleyişiyle beynimin, yalanlar, gerçekler, düşsellik, geçmiş, olacaklar, tüm olasılıklar, göksellik, yersellik, erlik, dişilik, hünsallık, görülenler, görülemeyenler, yaşadıklarını sananlar, hiç yaşamayacaklarını sezenler, göreceli tutuncalar bularak onlara sarılıp ana memelerini bırakmak istemeyenler örneği yaşamlarını sürdürmekte bekinenler, ışıklı hayatlar, karanlıklara gizlenenler, seçmeler, vazgeçmeler, değişimler, tanrılılar, tanrısızlar, yakaranlar ilençleyenler, yeni canlar yaratmak için çırpınanlar, yarattıktan sonra pişmanlıkla yananlar, bu olayı unutmuş olanlar, kendilerini bile sürükleme gücünden yoksun insana dönüşebilecekleri daha tohumken yokedenler, çılgınca arzulayanlar, arzularını gizleme zorunluluğu duyanlar, taşıdıkları gizil güçten habersiz olanlar, en yüce sevgileri düşleyenler, sevgi sözcüğünü silenler, yine yazanlar, yazgı diye ölümü bekleyenler, yaşamlarının son bulacağına başkaldıranlar, elleri ve gözleri göğe çevrili o en büyüğün ellerini tutacağını ve göz kapaklarını okşayacağını umanlar – üzerine, üzerinde sonsuz düşün gidiş gelişleriyle kıvranabilirim... Kasım, 1979 İstanbul Metinler - Nilgün Marmara |
Cevap: Merdümgiriz. Yorulduk. Şu asırdaki kabalıktan, fena işlerden, savaşlardan, altı üstü bir ömür hayatlarda kopan dev kıyametlerden... Yalnız da değiliz, şairler de bize eşlik ediyor. İsmet Özel, "Öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan." diyor. Yorgun bir geceden, güzel bir sabaha günaydın diyebilmek umuduyla.. |
Cevap: Merdümgiriz. Bu yasa erdirdin beni,gençtim almadin canımı ölmedim genç olarak ,ölmedim beni leylak* büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde* bir zamandı heves ettim gölgemi enginde yatan* o berrak sayfada gezindirsem diye* ölmedim, bir gençlik ölümü sakli kaldi bende.* Vakti vardiysa askin,onu beklemeliydi* genç olmak yetmiyordu fayrap sevismek için* halbuki ask,baska ne olsundu hayatin mazereti* demedim dilimin ucuna gelen her ne ise* vay ki gençtim* ölümle paslanmis buldum sesimi.* Hata yapmak* firsatini Adem’e veren sendin* bilmedim onun talihinden ne kadar düstü bana* gençtim ve ben neden hata payi yok diyordum hayatimda* gergin bedenim topraga binlerce fiskini saplar idi* haykirinca çeviklik katardim gökyüzüne* bir düsü düslere dalmaksizin kavrayarak* bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini* tanidim Ademoglu kimin nesiymis* ter döküp soru sormak nereye sürüklermis kisiyi.* Çesme var,kurnasi murdar* yazgim* kendi avcumda seyretmek kirgin aksimi.* Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim* nehrin ugultusu da olur,dallarin hisirtisi da* gözyasi,çig tanesi,gizli dert veya verem* ne fark eder demisim* bilmeden farki istemisim.* Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine* arastadan irmaklara çarkettiren darginlik!* Yola madem* çöllerdeki satrabi yalvartmak için çikmistim* hava bozar,yüzüm egik giderdim yine* yaza dogru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar* yola devam ederdim.* Gençtim iste sehrin o yatik raksindan incinen yine bendim* gelip bana çatardi o ruh tutusturucu yalgin* onunla ben* hep sevisecek gibi baktik birbirimize.* bir kez öpüsebilseydik dünyayi solduracaktik.* Oysa bu sürgün yeri,bu pitrakli diyar* ne kadar korkulu yanki bulagelmis gizlerimizde* hani yok burda yanlisi yoklayacak hiç aralik* bütün vadilere indik bir kez öpüsmek için* kalmadi hiç bir tepe çikilmadik* eriyeydik nesteren köklerine sindigimizce* alici kus pençesiyle uçarak arinaydik* ah,bir olaydi diyorduk vakar da yoksanaydi* dogruydu böyle kan telef olmasin diye çabalamamiz* ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladik* gönendi dünya bundan istifade* dünya bayindirladi:* Bir yakis,bir yanis tasarimi beride* öte yakada bir benî adem* her gün küsülü kaldik.* Bunca yil bu gücenik macera beni tutuklu kilan* artik bu yasa erdirdin beni,anladim* gençken almadin canimi,bilmedim* demek gökten agsa bile tohum yürekten düsecekmis* çünkü hataya bagisik büyük hatadan beri nezaret yer* çig tanesi sanmak ne cüret,gözyasiymis* insanin insana raptoldugu cevher.* Simdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi* tasinacak suyu göster,kirilacak odunu* kaldi bu silinmez yasamak suçu üzerimde* bileyim hangi suyun sakasiyim ya rabbelalemin* tütmesi gereken ocak nerde? *İsmet Özel - Münacaat |
Cevap: Merdümgiriz. Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip... Nerede olursan ol, İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne - üstüne, Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, fesatçının, hayının... Dayan kitap ile Dayan iş ile. Tırnak ile, diş ile, Umut ile, sevda ile, düş ile Dayan rüsva etme beni. Gör, nasıl yeniden yaratılırım, Namuslu, genç ellerinle. Kızlarım, Oğullarım var gelecekte, Herbiri vazgeçilmez cihan parçası. Kaç bin yıllık hasretimin koncası, Gözlerinden, Gözlerinden öperim, Bir umudum sende, Anlıyor musun ? Ahmed Arif - Anadolu |
Cevap: Merdümgiriz. Gerçekte duymadığım sesler bitti Öğleye doğru bir gökgürültüsü yalnız Karıştırdı ortalığı bir süre Gök akıttı bir parça yağmurunu Ve deniz kuşları umutsuz Arıyorken kokularını gölgelerinde Sıyırdı bir iki bulutu güneş de Yığılıp kaldı yorgun Denizin gözbebekleri üstünde. Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı Gökgürültüsünü de barındıran içinde Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden Tiz bir çıngırağı andıran Benzeyen zil sesine de Daha önce unutmuşum gibi denizde Yankılanıp durdu ara vermeden. Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk İki tek ağustosu çarpıştıran Sızdıran kanını bu yaz gününe Yaşayan bir mutluluk? Ve işte kaç yerinden kesilmiş ki ellerim Bekletip durdu da acısını bunca yıl Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme. Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de Yıllarca beklemişti kendini Yeşimden sapı olan bir kılıçla Bense ne içimi yakan rüzgarı Ne denizdeki yangını, ne gökgürültüsünü Duymuş gibi olduğum sesleri de değil Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca Bir çürük dişle alnımdaki İki üç kırışığı yedeğine takmış da. Özledim ilkelliğimi dalgalarında Buldum savaşı bitmez derinliklerini karıştırdıkça bir kargının ucuyla Gördüm, bekliyordu kendini de o da Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi O turuncu ruh, değişken İzledim onda ilk oluşumu sanki Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden. İşledim payıma düşen her görüntüyü Kamaştı gözlerim kıyıya varınca Rüzgarın itişiyle kumlarda Durmadan yer değiştiren Sayısız siren iskeleti Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu Tarihin onlara bağışladığı Bu garip raslantıdan Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi Kemikleri som altından. Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin. Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi Tanrım! tunç bir kapı kilidi Bronz bir sokak Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı Kimbilir kimin külrengi kalbi Tanrım! Neden herkes başka tarafa bakıyor Neden herkes başka biriydi. Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan Arı kümeleri taşların arasında Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi Uçuşuyordu da Ağır ağır yanıyordu da şehir Yanmayan kadınlar gördüm Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım. Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda Bir büyü gösterilirdi Bir kuyu sezdirilirdi Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda. Akşam geri verince bana gözlerimi Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi. Edip Cansever - Ölü Sirenler |
Cevap: Merdümgiriz. İçağrısıyım bir mağmanın kopmuş fırtınanın sesi derini yok, ses gelmiyor bir kuyu. Çiçeğiyim yaprağını yüzüne kapatan ağlamanın havluları topladım, şemsiyeyi kapattım hadi kalk gidelim serinledi hava, güneş söndü iyice karanlığa döndü yüzüm bir mağara çiçeği yürüyor içimde içli bir bulut geçiyor üstümüzden kalk gidelim. Birhan Keskin / Mağara Çiçeği |
Cevap: Merdümgiriz. "...yolum en çok da yolunu kaybetmişlere açılıyor ben durup buranın yabancısı olduğumu anlatıyorum aslında her yerin de sonra bağırıyorum: dünya kötü bir yer olmaktan vazgeçeli çok oldu ama insanlar alışmış bir kere." Sinem Sal - Anekta |
Cevap: Merdümgiriz. İnsan, aldanır. Her şey elindedir zanneder, yanılır. Halbuki bazı şeylerin tek ilacı kabullenmektir. Cem Akaş, "Zaman, her şeye rağmen, geçer. Bazen insanın içinden geçse de." der. Zamanı durduramayız. Bırak ne olduysa oldu ve ne olacaksa olsun. |
Cevap: Merdümgiriz. Şu asırda bizi en çok biz yoruyoruz ve farkında değiliz. Hayır demeyi, boyun eğmemeyi öğrensek, her şey yoluna girecek. Vonnegut, "Anlamayanlar için dilimi, değersizler için kalbimi yormadığım günden beri mutluyum." der. Onca fenalık içinde 85 yıllık bir ömrü buna borçludur belki de. Mutlu olmak lazım. |
Cevap: Merdümgiriz. Öyle bir asırdayız ki, yeryüzünü fenalık doldurmuş. İnsan; hiç yaşamadığı, görmediği günleri özlüyor. Ne tuhaf. Shakespeare, "Öyle kirli ki gökyüzü, temizlenemez fırtınasız." der. Bir güzellik fırtınası elbet kopacak. İyilik yağacak beyaz bulutlardan. |
Cevap: Merdümgiriz. İnsan kıymet bilmiyor. En çok da kendi kıymetini... Murat Menteş, "Ne yazık ki insan zamanın değerini öğrenene kadar ömür bitiyor." der. Her şeyi bir kenara bırak senden önemli bir şey yok bu dünyada. Yeter ki kalbimizi kirletmeyelim. |
Cevap: Merdümgiriz. Bazı hatıralar hem aklımızda, hem yüreğimizde yer eder. Güzel veya çirkin, acı veya tatlı... Öyle olunca da bir şeylerin anımsatmasına ihtiyacı olmaz. Birden geliverir işte, bilirsiniz. Etgar Keret, "Görmek gerekmez hatırlamak için." der. O vakit, hatıralardan kurtulmak yerine onlarla barışmak gerekir. Öyle değil mi? |
Cevap: Merdümgiriz. Unutma! Bir gün kaldığın yerden başlayacaksın Biri seni bulacak… Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan Biraz ürkeceksin. Ne kadar dirensen de nafile İnsansın sonuçta seveceksin…. Eski acılara bakıp da küsme sevdalara Gavura kızıp da oruç bozulmaz Sök at kafandan acaba’ları! Bir kemik aynı yerden İki defa kırılmaz.. Artık kararmaz gecelerin. Bir daha yaşlar akmaz gözünden. Sabahların gecikmez. Kim bilir ağladığın günlere gülersin Bir defa öldün ya zamanında? Bir daha ölmezsin… Can Yücel - Unutma |
Cevap: Merdümgiriz. [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Hiç birbirine çarpan kuş gördün mü havada? Ama insanoğluna gelince.. Üstelik yerde, Neler olduğunu biliyorsun.. Ece Ayhan |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 21:21. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk