IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 10 Nisan 2016, 14:42   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Beşinci Kısım-Denizli Hayatı




Beşinci Kısım-Denizli Hayatı
Risale-i Nurun neşriyat ve fütuhat dairesi gittikçe genişliyor... İştiyakla Nurları okuyanlar, günden güne ziyadeleşiyor. Risale-i Nurdaki hârika kuvvet ve te'siratın neticesini müşahede eden gizli İslâmiyet düşmanları, yine bir entrika çevirip Risale-i Nura ve müellifi Bediüzzamana sûikasdla: "Bediüzzaman gizli cemiyet kuruyor, halkı hükûmet aleyhine çeviriyor, inkılâbları kökünden yıkıyor. Mustafa Kemale deccal, süfyan, din yıkıcısı diyor, bunu Hadîslerle isbat ediyor." gibi bir sürü bahaneler ve planlarla ittiham edilerek Kastamonu'dan Denizli Ağır Ceza mahkemesine, yüz yirmialtı talebesiyle beraber 1943 senesinde sevkediliyor. (Hâşiye) Sonra Risale-i Nur Külliyatında siyasî bir mevzu olup olmadığını tedkik için birkaç memurdan müteşekkil bir ehl-i vukuf teşkil edilerek, müsadere edilen Nur Risaleleri ve mektublar tedkike başlanınca, Bediüzzaman, "Bu vukufsuz ehl-i vukuf, Risale-i Nuru tedkik edemez. Ankarada yüksek, ilmî bir ehl-i vukuf, teşkil ettirilsin. Avrupadan feylesoflar getirilsin. Eğer onlar bir suç bulurlarsa, en ağır cezaya razıyım." der. Bunun üzerine Risale-i Nur Külliyatı ve bütün mektublar Ankarada profesörler ve yüksek âlimlerden mürekkeb bir ehl-i vukufa satır satır tedkik ettirilir. Ehl-i vukuf tarafından, "Bediüzzaman'ın siyasî bir faaliyeti yoktur. Onun mesleğinde cemiyetçilik ve tarikatçılık mevcud değildir. Eserleri ilmî ve îmanîdir, Kur'an'ın bir tefsiridir" diye rapor veriliyor. Mahkemeye verilişindeki ittihamlar, delilsiz ve isbatsız olduğu için, bir takım uydurma bahane ve tertiblerden ibaret olduğu anlaşılıyor. Neticede, Bediüzzaman büyük bir müdafaa yapıyor. Nihayet, mahkeme ittifakla 16/6/944 tarih ve 199/136 sayılı beraet kararını veriyor. Yüzotuz parça Risale-i Nur
___________________
(Hâşiye): Denizli hapsinin yegâne sebebi, Risale-i Nurun Isparta ve Kastamonu merkez olarak sair vilâyetlerde intişarı ve böylece din muhabbetinin gittikçe tezayüd etmesi idi. Hattâ, Denizli hapsinden az evvel, Yedinci Şua olan "Ayet-ül Kübra" Risalesi İstanbulda gizli tabedilmişti. İman hakikatlarını harika bir surette izah ve isbat eden bu eser de, îmansızları telâşa düşürmüş ve Denizli hâdisesine bir sebeb gösterilmişti.


sh: » (T: 375)
Külliyatının hepsine serbestiyet verip, sahiblerine tamamen iade ediyor. Beraet kararını, Temyiz Birinci Ceza Dairesi, 30/12/1944 tarihli ilâmla ittifakla tasdik edip, Risale-i Nur dâvâsının hakkaniyeti kaziyye-i muhkeme halini alıyor.
Bediüzzaman Said Nursî ve talebelerinden bir kısmı, hapiste dokuz ay kaldıktan sonra beraet kararı üzerine tahliye ediliyor. Fakat Said Nursî Hazretlerini, hapishanede zehirliyorlar, ölüm tehlikesi geçiriyor. Cenab-ı Hakkın inayetiyle kurtuluyorsa da, tarihte hiçbir kimseye yapılmayan zulüm, işkence ve ihanetlere mâruz bırakılıyor. Bediüzzaman, gizli dinsiz münafıkların tahrikatıyla girdiği bütün mahkemelerde olduğu gibi, bu idam plânıyla verildiği mahkemede de hak ve hakikatı, pervasızca ve ölümü hiçe sayarak haykırıyor.
Üstad Bediüzzaman, Denizli hapsinde "Meyve Risalesi"ni te'lif etmiştir. Bu risale, bilâhare Asa-yı Musa mecmuasının başında neşredilmiştir. Meyve Risalesini, iki Cuma gününde te'lif etmiştir. Hapishanede bulunan bütün Nur talebeleri ve diğer mahpuslar, Meyve Risalesini yazmışlar, o risalenin hakikatlarıyla iştigal etmişlerdir. Hapishaneye kâğıt sokulmuyordu. O eser, gizlice yazılmıştır. Hattâ kibrit kutularına yazmışlar ve bu gibi şartlar altında çalışmışlardır. (Hâşiye)
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎNİN DENİZLİ
MAHKEMESİNDE YAPTIĞI MÜDAFAADAN
BAZI KISIMLAR
Evet; biz bir cemiyetiz ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda, üçyüz elli milyon dahil mensubları var. Ve her gün beş defa namazla, o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar. اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ
Kudsî programiyle birbirinin yardımına, dualariyle ve mâne-

___________________________
(Hâşiye): "On Mes'ele"den ibaret olan çok ehemmiyetli "Meyve Risalesi" nden nümune olmak üzere Altıncı ve Yedinci Mes'eleler, Denizli Hayatının sonuna dercedilmiştir, müracaat edilsin.

sh:» (T: 376)

vî kazançlariyle koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız ve hususî vazifemiz de, Kur'anın îmanî hakikatlarını tahkikî bir surette ehl-i îmana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sâir dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz.
.................................................. ...................
Dünyaya karışmak arzusu bizde bulunsaydı, böyle sinek vızıltısı gibi değil, top güllesi gibi ses ve patlak verecekti. Divan-ı Harb-i Örfîde ve Mustafa Kemalin hiddetine karşı divan-ı riyasette şiddetli ve dokunaklı müdafaa eden bir adam, onsekiz sene zarfında kimseye sezdirmeden dünya entrikalarını çeviriyor, diye onu ittiham eden elbette bir garazla eder. Bu mes'elede, benim şahsımın veya bazı kardeşlerimin kusuriyle Risale-i Nura hücum edilmez! O, doğrudan doğruya Kur'ana bağlanmış! Ve Kur'an dahi Arş-ı Âzam ile bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın, o kuvvetli ipleri çözsün.

Hem, bu memlekete maddî ve mânevî bereketi ve fevkalâde hizmeti, otuzüç Âyat-ı Kur'aniyenin işârâtı ile İmam-ı Ali Radiyallahu Anhın üç keramat-ı gaybiyesiyle ve Gavs-ı Âzamın kat-i ihbariyle tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur, bizim âdi ve şahsî kusurumuzdan mes'ul olmaz ve olamaz ve olmamalı! Yoksa bu memlekete hem maddî, hem mânevî, telâfi edilmeyecek derecede zarar olacak. (Hâşiye) Bazı zındıkların şeytanetiyle Risale-i Nura karşı çevrilen plânlar ve hücumlar, İnşâallah bozulacaklar. Onun şakirdleri başkalara kıyas edilmez; dağıttırılmaz, vazgeçirilmez, Cenab-ı Hakkın inayetiyle mağlûb edilmezler! Eğer maddî müdafaadan Kur'an menetmeseydi, bu milletin can damarı hükmünde, umumun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o şâkirdler, Şeyh Said ve Menemen Hâdiseleri gibi cüz'î ve neticesiz hâdiselerle bulaşmazlar; Allah etmesin eğer mecburiyet derecesinde onlara zulmedilse ve Risale-i Nura hücum edilse,
_______________________________
Hâşiye: Bu istida, Kastamonu zelzelesinden yirmi gün evvel yazılmıştı. Risale-i Nur bereketiyle her vilâyetten ziyade âfâttan mahfuz kalmıştı. Şimdi âfât başladı ve dâvamızı tasdik etti!..

sh:» (T: 377)
elbette hükûmeti iğfal zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar!

Elhasıl; madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz, onlar da bizim Âhiretimize, îmanî hizmetimize ilişmesinler!
Mevkuf
SAİD NURSÎ

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Efendiler!

Size kat'î haber veriyorum ki: Buradaki zatların, bizimle ve Risale-i Nurla münasebeti olmıyan veya az bulunanlardan başka, istediğiniz kadar hakikî kardeşlerim ve hakikat yolunda hakikatlı arkadaşlarım var. Biz, Risale-i Nurun keşfiyat-ı kat'iyyesiyle iki kere iki dört eder derecesinde sarsılmaz bir kanaatle bilmişiz ki; ölüm bizim için, sırr-ı Kur'an ile, idam-ı ebedîden terhis tezkeresine çevrilmiş; ve bize muhalif ve dalâlette gidenler için o kat'î ölüm, ya idam-ı ebedi (Eğer Âhirete kat'î îmanı yoksa), veya ebedî ve karanlıklı haps-i münferiddir. (Eğer Âhirete inansa ve sefahet ve dalâletde gitmiş ise). Acaba dünyada bu mes'eleden daha büyük, daha ehemmiyetli bir mes'ele-i insaniye var mı ki, bu ona âlet olsun? Sizden soruyorum! Madem yoktur ve olamaz, neden bizimle uğraşıyorusunuz? Biz, en ağır cezanıza karşı kendimiz, âlem-i nura gitmek için bir terhis tezkeresini alıyoruz diye kemal-i metanetle bekliyoruz. Fakat bizi reddedip, dalâlet hesabına mahkûm edenleri, sizi bu meclisde gördüğümüz gibi, idam-ı ebedî ile ve haps-i münferidle mahkûm ve pek yakın bir zamanda o dehşetli cezayı çekeceklerini müşahede derecesinde biliyoruz, belki görüyoruz, onlara insaniyet damariyle cidden acıyoruz. Bu kat'î ve ehemmiyetli hakikatı isbat etmeye ve en mütemerridleri dahi ilzam etmeye hazırım! Değil vukufsuz garazkâr mâneviyatta behresiz ehl-i vukufa karşı belki en büyük âlim ve feylesoflarınıza karşı gündüz gibi isbat etmezsem her cezaya razıyım! İşte yalnız bir nümune olarak, iki Cuma gününde mahpuslar için te'lif edilen ve Risale-i Nurun umdelerini ve hülâsa ve esaslarını beyan ederek


sh:» (T: 378)

Risale-i Nurun bir müdafaanamesi hükmüne geçen Meyve Risalesini ibraz ediyorum ve Ankara makamatına vermek için yerin harflerle yazdırmaya müşkilâtlar içinde gizli çalışıyoruz. İşte onu okuyunuz, tam dikkat ediniz, eğer kalbiniz (nefsinize karışmam) beni tasdik etmezse, bana şimdiki tecrid-i mutlak içinde her hakaret ve işkenceyi de yapsanız, sükût edeceğim!

Elhasıl: Yâ, Risale-i Nuru tam serbest bırakınız, veyahut bu kuvvetli ve zedelenmez hakikatı elinizden gelirse kırınız! Ben şimdiye kadar sizi ve dünyanızı düşünmüyordum ve düşünmiyecektim, fakat mecbur ettiniz, belki de sizi ikaz etmek lâzım idi ki, kader-i İlâhi bizi bu yola sevketti, Biz de,
مَنْ اَمَنَ بِالْقَدَرِ اَمَنَ مِنَ الْكَدَرِ düstur-u kudsîyi kendimize rehber edip, herbir sıkıntılarınızı sabır ile karşılayacağız, diye azmettik.

Mevkuf
SAİD NURSÎ

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Zaman-ı Saadetten şimdiye kadar câri bir âdet-i İslâmiyeye ittibaen Risale-i Nurun hususî menbaları olan yüzer Âyât-ı meşhûreyi, büyük bir en'âm gibi «Hizb-i Kur'anî» yaptığımızı, «Dinde tahrifat yapıyor» diye muaheze etmişler.

Hem, bir sene cezasını çektiğim ve mahrem tutulan zabıtnamede kaydedildiği gibi odun yığınları altından çıkarılan Tesettür Risalesiyle, bu sene yazılmış ve neşredilmiş gibi bizi ittiham etmek ister.

Hem, Ankarada hükûmetin riyasetinde bulunan birisine (Mustafa Kemal'e) söylediğim itirazlara ve ağır sözlere mukabele etmeyip sükût eden ve o öldükten sonra onun yanlışını gösteren bir hakikat-ı hadîsiyeyi beyandaki fıtrî ve lüzumlu ve mahrem tenkidlerim, medar-ı mes'uliyet yapılmış ölmüş ve hükûmetten alâkası kesilmiş bir şahsın hatırı nerede? Ve hükûmetin ve mil-


sh:» (T: 379)
letin bir hâtırası ve Cenab-ı Hakkın bir tecelli-i hâkimiyeti olan adaletleri, kanunları nerede?
Hem; biz, hükümet-i cumhuriye ve esaslarından en ziyade kendimize medar-ı istinad ve onun ile kendimizi müdafaa ettiğimiz «hürriyet-i vicdan» esası, bizim aleyhimizde medar-ı mes'uliyet tutulmuş, güya biz hürriyet-i vicdan esasına muarız gidiyoruz!
Hem, medeniyetin seyyiatını ve kusurlarını tenkid etmesinden hatır ve hayalime gelmiyen birşeyi, zabıtnamelerde isnad ediyor. Gûya ben, radyo (Hâşiye 1), tayyare ve şimendiferin kullanılmasını kabul etmiyorum, diye terakkiyat-ı hâzıra aleyhinde bulunduğumla mes'ul ediyor.
İşte, bu nümunelerine kıyasen ne kadar hilâf-ı adalet bir muamele olduğunu, İnşâallah, insaflı adaletli olan Denizli müddeiumumisi ve mahkemesi göstererek, o zabıtnamelerin evhamlarına ehemmiyet vermiyecekler.
Hem en acîbi budur ki; başka mahkemenin müddeiumumisi benden sordu: "Mahrem Beşinci Şuada demişsin; (Ordu, dizginini o dehşetli şahsın elinden kurtaracak.) Muradın, orduyu hükûmete karşı itaatsizliğe sevketmektir." Ben de dedim; "Maksadım; o kumandan ya ölecek veya tebdil edilecek, ordu onun tahakkümünden kurtulacak demektir. Acaba; hem gayet mahrem, sekiz senede yalnız iki defa elime geçen ve aynı zamanda kaybedilen, hem âhirzamana ait bir Hadîsin mânâsını küllî bir surette beyan eden, hem aslı eskiden te'lif edilen bir risale, hem bir tek nefer görmediği halde nasıl sebeb-i ittiham olur?" Maatteessüf, o insafsızların o acîb ittihamı iddianameye girmiş.
Hem en garibi şudur ki, bir yerde demişim: Cenab-ı Hakkın büyük nimetleri olan tayyare, şimendifer ve radyoya büyük şükür ile mukabele lâzımken, beşer şükür etmedi. Tayyareler ile başlarına bomba yağdı. Ve radyo, öyle büyük bir nimet-i İlâhiyyedir ki, ona mukabil şükür ise; o radyo, milyonlar dilli bir küllî
_____________________________
Hâşiye 1: Radyo gibi azîm bir nimet-i İlâhiyyeye karşı azîm bir şükür olmak için, «Radyo, Kur'anı okuyup bütün zemin yüzündeki insanlara dinlettirip küre-i havanın bir hâfız-ı Kur'an olmasıdır.» demiştim.

sh: » (T: 380)
hâfız-ı Kur'an olup, bütün zemin yüzündeki insanlara Kur'anı dinlettirsin (Hâşiye 2) ve Yirminci Sözde Kur'ânın medeniyet harikalarından gaybî haber verdiğini beyan ederken, bir Âyetin işareti olarak, "Kâfirler, şimendifer ile Âlem-i İslâmı mağlûb ederler." demişim. İslâmı, bu harikalara teşvik ettiğim halde bir sebeb-i ittiham olarak, "Şimendifer ve tayyare ve radyo gibi terakkiyat-ı hâzıra aleyhinde" diye, iddianamenin âhirinde beni evvelki müddeiumumînin garazlarına binaen ittiham eder.
Hem; hiçbir münasebeti olmadığı halde bir adam, Risale-i Nurun ikinci bir ismi olan «Risalet-ün-Nur» tabirinden, «Kur'anın nurundan bir risalettir, bir ilhamdır» demiş. İddianamede, başka yerin verdikleri yanlış mâna ile, gûya «Risale-i Nur bir Resûldür.» diye benim için bir sebeb-i ittiham tutulmuş.
Hem, müdafaatımda yirmi yerde kat'î bir surette hüccetler ile isbat etmişiz ki: Bütün dünyaya karşı da olsa, din ve Kur'an ve Risale-i Nuru âlet edemeyiz ve edilmez! Ve biz, onların bir hakikatını dünya saltanatına değiştirmeyiz ve bilfiil öyleyiz! Bu dâvânın emareleri yirmi senede binlerdir. Madem böyledir, ben ve biz bütün kuvvetimizle deriz:

حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

SAİD NURSÎ
* * *
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
İddianâmeye karşı itiraznamenin tetimmesidir.
Bu itirazda muhatabım, Denizli mahkemesi ve müddeiumumisi değil, belki başta Isparta ve İnebolu müddeiumumileri olarak, yanlış ve nâkıs zabıtnameleriyle buradaki acîb iddianameyi aleyhimize verdiren garazkâr ve vehham memurlardır.
______________________
(Hâşiye 2) Üstadımızın senelerce evvel haber verdiği ve temennî ettiği bir hakikat memleketimizde de tahakkuk etmiş bulunuyor. Elhamdülillâh, şimdi radyomuzda Kur'an okunuyor. İnşâallah öyle bir zaman gelecektir ki, Kur'an hakikatları olan Risale-i Nur, radyolarla ders verilecek, beşeriyet büyük istifadelere nail olacaktır.

sh:» (T: 381)
Evvelâ, asl ve faslı olmayan ve hatırıma gelmiyen bir siyâsî cemiyet nâmını, mâsum ve siyasetle hiç alâkaları olmayan Risale-i Nur talebelerine takıp ve o daire içine giren ve îman ve âhiretinden başka hiçbir maksatları bulunmıyan bîçareleri, o cemiyetin nâşiri, ya faal bir rüknü veya mensubu veya Risale-i Nuru okumuş veya okutmuş veya yazmış diye suçlu sayıp mahkemeye vermek ne kadar adâletin mahiyetinden uzak olduğuna kat'î bir hücceti şudur ki: Kur'an aleyhinde yazılan Doktor Duzinin ve sair zındıkların o muzır eserlerini okuyanlara «Hürriyet-i fikir ve hürriyet-i ilmiye» düsturiyle bir suç sayılmadığı halde, hakikat-ı Kur'aniyeyi ve îmaniyeyi, öğrenmeye gayet muhtaç ve müştak olanlara güneş gibi bildiren Risale-i Nur okumak ve yazmak bir suç sayılmış. Ve hem, yüzer risale içinde, yanlış mânâ verilmemek için mahrem tuttuğumuz ve neşrine izin vermediğimiz iki üç risalede yalnız birkaç cümlelerini bahane gösterip ittiham etmiş. Halbuki o risaleleri (biri müstesna) Eskişehir mahkemesi tetkik etmiş, îcabına bakmış. Ve müstesna ise, hem istidamda ve hem itiraznamemde gayet kat'î cevab verildiği.. ve «Elimizde nur var, siyaset topuzu yok!» diye Eskişehir mahkemesinde yirmi vecihle kat'î isbat edildiği halde, o insafsız müddeiler, üç mahrem ve neşrolmayan risalelerin üç dört cümlelerini bütün Risale-i Nura teşmil eder gibi, Risale-i Nuru okuyan ve yazanı suçlu ve beni de «Hükûmet ile mübareze eder» diye ittiham etmişler.

Ben ve bana yakın ve benim ile görüşen dostlarımı işhad ve kasemle temin ederim ki, bu on seneden ziyadedir ki, iki reisden ve bir meb'usdan ve Kastamonu valisinden başka hükûmetin erkânını, vükelâsını; kumandanları, me'murları, meb'usları kimler olduğunu kat'iyyen bilmiyorum ve bilmeyi de merak etmemişim. Acaba hiç imkânı var mı ki, bir adam mübareze ettiği adamları tanımasın ve bilmeye merak etmesin? Dost mu, düşman mı? Karşısındakini tanımasına ehemmiyet vermesin!

Bu hallerden anlaşılıyor ki; bil'iltizam, her halde beni mahkûm etmek için gayet asılsız bahaneleri îcad ederler. Madem keyfiyet böyledir, ben de buranın mahkemesine değil, belki o insafsızlara derim: Ben, sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza da beş para vermem! Ve hiç ehemmiyeti yok! Çünki ben, kabir kapısında, yetmiş yaşındayım. Böyle mazlum ve mâsum bir iki sene hayatı, şehadet mertebesiyle değiştirmek benim için büyük saadettir.

sh:» (T: 382)
Risale-i Nurun binler hüccetleriyle kat'î îmanım var ki, ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir. Eğer idam da olsa, bizim için bir saat zahmet, ebedî bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur. Fakat siz, ey zındıka hesabına adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle sebebsiz meşgul eden insafsızlar! Kat'î biliniz ve titreyiniz ki: Siz, idam-ı ebedî ile ve ebedî haps-i münferid ile mahkûm oluyorsunuz. İntikamımız sizden pek çok ve muzaaf bir surette alınıyor görüyoruz; hattâ size acıyoruz. Evet, bu şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm hakikatı, elbette hayattan ziyade bir istediği var. Ve onun idamından kurtulmak çaresi, insanların her mes'elesinin fevkinde en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ı zarurî ve kat'îsidir. Acaba bu çareyi kendine bulan Risale-i Nur şakirdlerini ve o çareyi binler hüccetler ile bulduran Risale-i Nuru âdi bahaneler ile ittiham edenler, ne kadar kendileri hakikat ve adâlet nazarında müttehem oluyor, divaneler de anlar.

Bu insafsızları aldatan ve hiçbir münasebeti olmıyan bir siyâsî cemiyet vehmini veren üç maddedir:

Birincisi: Eskidenberi benim talebelerim, benim ile kardeş gibi şiddetli alâkadar olmaları; bir cemiyet vehmini vermiş.

İkincisi: Risale-i Nurun bazı şâkirdleri, her yerde bulunan ve cumhuriyet kanunları müsaade eden ve ilişmiyen ve cemaat-i İslâmiye hey'etleri gibi hareket etmelerinden bir cemiyet zannedilmiş. Halbuki, o mahdud üç-dört şâkirdin niyetleri cemiyet memiyet değil, belki sırf hizmet-i îmaniyede hâlis bir kardeşlik ve uhrevî tesanüddür.

Üçüncüsü: O insafsızlar, kendilerini dalâlet ve dünyaperestlikte bildiklerinden ve hükûmetin bazı kanunlarını kendilerine müsait bulduklarından, fikren diyorlar ki: «Herhalde Said ve arkadaşları, bizlere ve hükûmetin bizim medenice nâmeşru hevesatımıza müsait kanunlarına muhalifdirler. Öyle ise muhalif bir cemiyet-i siyasiyedirler.»

Ben de derim: Hey bedbahtlar! Dünya ebedî olsaydı ve insan, içinde dâimî kalsaydı; ve insanî vazifeler yalnız siyaset bulunsaydı, belki bu iftiranızda bir mânâ bulunabilirdi. Hem eğer ben siyasetle işe girseydim, yüz risalede on cümle değil, belki bin cümleyi, siyasetvârî ve mübarezekârâne bulacaktınız. Hem farz-ı muhal olarak, eğer biz dahi sizin gibi bütün kuvvetimizle dünya


sh:» (T: 383)
maksadlarına ve keyflerine ve siyasetlerine çalışıyoruz diye -ki, şeytan da bunu inandırmaya çalışamıyor ve kimseye kabul ettiremez- Haydi, böyle de olsa, madem bu yirmi senede hiçbir vukuatımız gösterilmiyor ve hükûmet ele bakar, kalbe bakamaz ve herbir hükûmette şiddetli muhalifler bulunur. Elbette yine adliye kanunu ile bizleri mes'ul etmezsiniz! Son sözüm:
حَسْبِىَ اللَّهُ لآاِلَهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
SAİD NURSÎ

__________________
SusKun ve Sessiz Mürekkep...


Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
beşinci kısım-denizli hayatı


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Dördüncü Kısım-Kastamonu hayatı Kaf_Dağı İslamiyet 0 10 Nisan 2016 14:41
Üçüncü Kısım-Eskişehir hayatı Kaf_Dağı İslamiyet 0 10 Nisan 2016 14:40
Birinci kısım-İlk hayatı Kaf_Dağı İslamiyet 0 10 Nisan 2016 14:39
Kur’ân'ın Kısım Kısım İndirilişindeki Hikmet Ecrin Genel İslami Konular 0 06 Mayıs 2011 22:59
Kısım Kısım Wavlar Derebey Resimler Müzikler Videolar 0 09 Nisan 2006 17:13