![]() |
![]() |
|
![]() | #1 | |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Gelişmekte olan Ülkelerde demografik geçiş ve yoksulluk ilişkisi tezi 2.3.Gelişmekte Olan Ülkelerde Nüfus Artışı ve Ekonomi İlişkisi 2.3.1.Gelişmekte Olan Ülkelerde Nüfus Artış Hızı Ekonomik büyüme ve kalkınmayı etkileyen temel faktörlerden birisi nüfus dinamikleridir. Son 50 yılda dünya nüfusu, daha önce benzeri görülmemiş boyutlarda artış göstermiştir. Nüfusta görülen bu artış ise, Malthus’tan bu yana süregelen tartışmaları daha alevlendirmiş, konu ile ilgili araştırmalarında yoğunluk kazanmasına neden olmuştur. Tablo.2. yıllara göre dünya nüfusu verilerini içermektedir. Tablo’da, 1804 ve 1927 yılları arasında nüfusun bir milyarlık artış göstermesi 133 yıl alırken, bu tarihten sonra nüfusa bir milyar insan daha eklenmesi yalnızca 33 yıl almıştır. 24 Tablo 2 Yıllar İtibariyle Dünya Nüfusu YIL NÜFUS(MİLYAR) 1804 1 1927 2 1960 3 1974 4 1987 5 1999 6 2004 6,396 2005 6,477 2006 6,555 Kaynak: Nüfus Referans Bürosu, 2006, Akt; Bhutani ve Goel, 2009, s. 52 Dünya üzerinde, ölüm oranları 19.yüzyıl sonları ve 20.yüzyılda kademeli olarak azalışlar göstermiş, II. Dünya savaşı sonrasında ise, modern tıbbın gelişmesi ve yayılmasından dolayı, ölüm oranları gelişmekte olan ülkelerde de sert bir şekilde düşmüştür. Gelişmekte olan dünyanın çoğunda, 20 yıl ya da daha uzun bir süreden beri, ölüm oranlarındaki azalış doğum oranlarındaki azalışın üzerinde seyretmiş ve bunun sonucunda %3 ve %4’lere ulaşan rekor düzeyde nüfus artışları görülmüştür. 1960’lardan beri, Sahra altı Afrika ve Ortadoğu dışında, birçok gelişmekte olan ülkede doğum oranları da hızla azalmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin doğum oranlarındaki bu eğilim, 19.yüzyılda ABD ve Avrupa’da görülen eğilimle karşılaştırılabilir (Dünya Bankası, 2004, s. 16). Kadınların eskiye oranla daha az çocuk sahibi olmalarına rağmen, gelişmekte olan dünyanın düşük gelirli ülkeleri hala dünyadaki en yüksek doğum oranlarına sahiptirler. Doğum oranlarındaki düşüşün nedenleri çeşitlidir. Sağlık koşullarının iyileşmesi sonucunda, bebeklerinin öleceği korkusunu artık taşımayan aileler daha az çocuk sahibi olmaya yönelmektedirler. Ayrıca aileler, çiftlikleri ya da işletmelerinde çalıştırmak ya da yaşlılıkta kendilerine bakmaları amacı taşımadıklarında daha az çocuk sahibi olmaya eğilimli hale gelmektedirler. Okula giden kız çocuklarının sayısının artması, kadınların eğitim düzeyini yükseltmiş, kadınlar daha sağlıklı çocuklardan oluşan, daha küçük ailelere sahip olma eğilimine girmişlerdir. Kadınların işgücüne katılımının artması, daha geç evlenmelerinde ve daha ve daha az çocuk sahibi olmalarında önemli bir etkendir. En önemlisi ise, aile planlamasının yaygınlaşması ve kolay erişilebilir hale gelmesi ile 25 ebeveynlerin çocuk sayısı ve doğum zamanlarını belirleme şansına sahip olmalarıdır (Dünya Bankası, 2004, s. 17). Doğurganlıkta görülen düşüş, üreme çağındaki erkek ve kadın sayısının önceki dönemlerden daha yüksek olduğu bir ülkede, derhal daha düşük doğum ve nüfus artış oranlarına neden olmayabilir. Bu durumda, her bir kadın aynı sayıda ya da daha az sayıda çocuk sahibi olsa dahi, daha fazla sayıda kadının doğum yapması, nüfus artışına neden olacaktır. Bu olgu demografik momentum olarak adlandırılmakta ve 20-30 yıl önce en yüksek doğum oranlarına sahip olan gelişmekte olan ülkelerde özellikle önem arz etmektedir (Dünya Bankası, 2004, s. 17). Demografik momentum, gelişmekte olan ülkelerde görülen nüfus artışının tetikleyicisi durumundadır. Birleşmiş Milletler raporuna göre, dünya nüfusunun 2050 yılına kadar 9 milyarı aşacağı ve bu artışın 2,3 milyarının gelişmekte olan ülkelerdeki artıştan kaynaklanacağı tahmin edilmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde görülecek olan ve 2,3 milyar olarak gerçekleşeceği tahmin edilen nüfus artışının 1,1 milyarını 60 yaş üzeri nüfus,1,2 milyarını ise çalışma çağındaki nüfus oluşturacaktır. Bu artışın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere göre görünümü ve yapısı oldukça farklı olacaktır. Daha gelişmiş konumda bulunan ülkelerde artış oldukça düşük düzeyde gerçekleşecek, hatta gelişmekte olan ülkelerden gelmesi tahmin edilen göçlerin gerçekleşmemesi halinde, bu ülkelerde nüfus azalması dahi söz konusu olabilecektir (Birleşmiş Milletler, 2009, s. vii). Gelişmekte Olan Ülkelerde Nüfus Artışıyla İlgili Beklentiler: Son 30 yılda, dünya genelinde nüfus artış oranı %2’den % 1,5’e kadar gerilemiştir ve bu gerilemenin devam etmesi uzmanlar tarafından beklenmektedir. Ancak, mutlak rakamlarla bakıldığında, dünya nüfusu artmaya devam etmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin, nüfus artışındaki payının ise %84’ten,%88’e yükseleceği tahmin edilmektedir (Dünya Bankası, 2004, s. 18). Nüfus artış oranlarındaki düşüşe rağmen, dünya nüfusunun büyük ölçüde artmaya devam edeceği tahmin edilmektedir. Bu artışın çok büyük bir bölümü ise gelişmekte olan ülkelerde görülecektir. 21:yüzyılın başında, dünya nüfusu 6 milyarı aşmıştır ve nüfusun 5 milyardan,6 milyar rakamına ulaşması sadece 12 yıl almıştır. Gelişmekte olan ülkeler, bugün dünya nüfusunun %80’ini oluşturmakta, Çin ve Hindistan gibi devlerin sürüklediği Asya tek başına toplam dünya nüfusunun %61’ini barındırmaktadır. Küresel nüfus olgusu ile ilgili bu açıklamaların ardında, bireysel ve bölgesel temelde ülkelerin nüfus eğilimleri ile ilgili birçok faktör bulunmaktadır (Coast, 2005). 26 Gelecek 40 yılda, dünya nüfus artışının neredeyse tamamının, bugünün ekonomik açıdan az gelişmiş ülkelerinde gerçekleşmesi beklenmektedir. 2005 ve 2050 yılları arasında Afganistan, Burkina Faso, Burundi, Çad, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Doğu Timor, Gine Bissau, Liberya, Mali, Nijer ve Uganda’da nüfusun, en az üç kat artacağı tahmin edilmektedir. Bu ülkeler, dünyanın en yoksul ülkeleri arasındadır. Her yaş grubunda ki görece yüksek ölüm oranlarına rağmen, yoksul ülkelerde nüfus, zengin ülkelerden daha hızlı artmaktadır, çünkü yoksul ülkelerde doğum oranları çok daha yüksektir. Şu anda, doğurganlık oranları kadın başına ortalama olarak, yoksul ülkelerde 2,8 çocuk iken, zengin ülkelerde 1,6 çocuktur. Küresel nüfus artışının yarısını, yalnızca dokuz ülke oluşturmaktadır, bu ülkeler, nüfus artışına yaptıkları katkıya göre sırası ile: Hindistan, Pakistan, Nijerya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Bangladeş, Uganda, ABD; Etiyopya ve Çin’dir (Cohen, 2010, s. 9). Görülmektedir ki, nüfus dünya genelinde daha yavaş bir şekilde de olsa azalacaktır. Ancak bu azalış, dünya üzerindeki tüm bölgelerde eşit olarak gerçekleşmeyecektir. Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankasının gelecek dönemlere ilişkin tahmin ve hesaplamaları, nüfus artışının neredeyse tamamının az gelişmiş ülkelerde gerçekleşeceği ve her ne kadar doğurganlık bu ülkelerde azalsa dahi, demografik momentumun da etkisiyle doğurganlığın gelecekte de yüksek seyredeceği ön görülmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde, doğurganlıkta ve dolayısıyla nüfus artış oranlarında görülen düşüşe karşın, Sahra altı Afrika bu konuda bir istisna teşkil eder gibi görünmektedir. Sahra-altı Afrika, gelişmekte olan dünyada, nüfus artışının, en yüksek oranlarda görüldüğü bölge olarak dikkat çekmektedir. Afrika nüfusunun modern anlamda büyümesi, yaklaşık bir asır önce başlamıştır ve 1950 yılına gelindiğinde, nüfus yavaş bir şekilde artarak 180 milyona ulaşmıştır. 20.yüzyıl ortalarına gelindiğinde ise, kamu sağlığı ve yaşam standartlarındaki iyileşme kadar, kıtlık ve salgınlarda görülen azalma nedeniyle ölüm oranlarının hızla düşmesi, nüfus artışında keskin bir hızlanmayla sonuçlanmıştır.1950’den bu yana Sahra-altı Afrika nüfusu %371artış göstermiştir (Bongaarts, 2009, s. 2). 27 Tablo 3 En Büyük Nüfusa Sahip Ülkeler 2009 NÜFUS(MİLYON) 2050 NÜFUS(MİLYON) ÜLKE ÜLKE Çin 1,331 Hindistan 1,748 Hindistan 1,171 Çin 1,437 ABD 307 ABD 439 Endonezya 243 Endonezya 343 Brezilya 191 Pakistan 335 Pakistan 181 Nijerya 285 Bangladeş 162 Bangladeş 222 Nijerya 153 Brezilya 215 Rusya 142 Dem,Kongo Cum. 189 Japonya 128 Filipinler 150 Kaynak: Nüfus Referans Bürosu, 2009, s. 2 Tablo 3’de görüldüğü gibi, 2050 yılında, dünya nüfus artışının büyük kısmı gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşecektir. 2050 yılında, Hindistan’ın Çin’i geride bırakarak, en yüksek nüfuslu ülke olacağı tahmin edilirken, bir Sahra-altı Afrika ülkesi olan Demokratik Kongo Cumhuriyetinin en kalabalık ülkeler arasına katılacağı da tahminlerde yer almaktadır. Tablo 4 Toplam Doğurganlık Oranları ÜLKE 1994 2008 Endonezya 2,9 2,6 Haiti 4,8 3,9 Hindistan 3,5 2,7 Bangladeş 3,4 2,7 Nijer 7 7 Uganda 6,9 6,7 Kaynak: Nüfus Referans Bürosu, 2009, s. 5 Tablo 4.ve Şekil 1’deki veriler incelendiğinde, Sahra-altı Afrika ülkelerinde toplam doğurganlık oranlarının, diğer gelişmekte olan ülkelere göre daha yüksek olduğu görülmektedir. 1994 ve 2008 yılları arasında, toplam doğurganlık oranları (TFR), Asya ve Karayiplerde düşüş gösterirken, Uganda’da değişmemiş, Nijer’de çok az düşmüştür. 28 1950’lerden sonra, Sahra-altı Afrika’nın toplam doğurganlık oranlarında görülen düşüş, diğer gelişmekte olan ülkelere oranla mütevazi kalmakta ve bu bölgede doğurganlığın önümüzdeki yıllar boyunca yenileme düzeyi üzerinde kalacağı Birleşmiş Milletler başta olmak üzere, birçok tahminlerde vurgulanan bir husustur. Şekil 1. Gelişmekte olan ülkelerde toplam doğurganlık oranları (1994-2008) Kaynak: Nüfus Referans Bürosu, 2009, s. 5’ten derlenmiştir. Nüfus artış hızının yüksek seyretmesi ise bir takım faktörlere bağlıdır. Bunlardan birisi yüksek doğurganlık oranıdır. Doğurganlık, yenileme düzeyi üzerinde gerçekleşiyorsa yüksek olarak kabul edilmektedir. Nüfusla ilgili beklentilerde, yenileme düzeyi kritik bir pozisyonda bulunmaktadır, eğer sürdürülebilirse, bu düzey, sıfır nüfus artışı getiren düzeye eşittir. Yenileme düzeyinde görülen pozitif ya da negatif sapmalar, uzun dönemde, sürekli nüfus artışı ya da azalışına neden olurlar. Şu anda, yenileme düzeyi Sahra-altı Afrika’da kadın başına 2,6 olup, 2050’de 2,3’e düşmesi beklenmektedir. Bu düzeyin kadın başına 2 çocuğun üzerinde gerçekleşmesinin başlıca nedeni ise, üretkenlik çağına ulaşamadan ölen çocukların yerlerinin, ilave doğumlarla doldurulmasıdır. Sahra-altı Afrika’nın toplam doğurganlık oranı (TFR), son birkaç on yılda oldukça yüksektir. Oranlar,1950’lerden 1980’lerin ortalarına kadar kadın başına 6.5 doğumken, mütevazi bir azalışla, 2005-2010 yılları arasında kadın başına 5.1 doğuma gerilemiştir (Bongaarts, 2009, s. 5) Bununla birlikte, beklentiler gelecek on yıllarda doğurganlığın, Sahra-altı Afrika’da azalmaya devam edeceği, ancak, 2050’ye kadar yenileme düzeyi üzerinde kalacağı şeklindedir. Sahra-altı Afrika’da görülen yüksek nüfus artış oranının nedenlerinden 0 1 2 3 4 5 6 7 8 Endonezya Haiti Hindistan Bangladeş Nijer Uganda 1994 200829 birisi de nüfus momentumu ya da demografik momentum adı verilen olgudur. Buna göre, sıfır göç ve sabit ölüm oranı koşulları altında, doğurganlık yenileme düzeyinden daha düşük gerçekleşse dahi, nüfus artışı devam edecektir. Bu artışın nedeni ise, yakın yıllardaki yüksek doğurganlık, düşük ölüm oranları ve buna bağlı hızlı nüfus artışıdır. Genel olarak, Sahra-altı Afrika’nın hızlı nüfus artışının iki temel nedeni, yüksek doğurganlık oranı ve genç bir nüfus yapısıdır. Bu iki faktöre ek olarak diğer iki faktöre de değinmek gerekir. Bunlar, yetişkinler arasında ölüm oranlarının azalması ve göçlerdir ( Bongaarts, 2009, s. 5-6). İnsanlık tarihinin büyük kısmında, nüfus artışı düşük hızlarda gerçekleşmiştir. Ölüm oranlarındaki azalışa paralel olarak,17.ve 18 yüzyıllarda, nüfus yavaş bir şekilde artmaya başlamış ve 20.yüzyılda ise, yaşam sürelerindeki uzamayla beraber artış hızlanmış ve 1965-1970 aralığında % 2 artışla tepe noktasına ulaşmıştır. O zamandan günümüze, temel olarak, gelişmekte olan ülkelerde doğurganlıktaki azalış nedeniyle, nüfus artış hızında düşüş yaşanmakta ve artış oranı 1,18’e gerilemiş bulunmaktadır. Bununla birlikte, doğurganlıkta görülen azalma tüm ülkelerde eş zamanlı olarak görülmemekte, nüfus artış temposu ülkelerin gelişme durumlarına göre ayrıldıkları gruplara bakımından farklılık göstermektedir. Bundan dolayı, bugün gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızı yıllık %0,34 olarak gerçekleşirken, gelişmekte olan ülkelerde bu oran yıllık olarak %1,37,en az gelişmiş ülkelerde ise %2,3’tür. Bu farklılıkların, azalmakla birlikte, 2050 yılına kadar görülmesi beklenmektedir. Gelişmiş ülkelerde nüfus azalma eğilimine girerken, daha önemli olarak, az gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızı %1,15 olarak gerçekleşecek ve bu ülke nüfusları 60 yılda bir ikiye katlanacaktır (Birleşmiş Milletler, 2009, s. 2). 2.3.2.Gelişmekte Olan Ülkelerde Nüfus Artışı ve Ekonomik Büyüme İlişkisi Nüfus artışı ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki, önemli bir tartışma ve inceleme konusu olarak yerini, Malthus’tan bu yana korumaktadır. Nüfus’ta görülen artışın, ekonomik büyümeyi olumlu mu etkileyeceği, yoksa tıpkı Malthus’un öne sürdüğü gibi, ekonomik büyüme önünde engel mi oluşturacağı, insanların yoksullaşmasıyla, hatta aç kalmalarıyla mı sonuçlanacağı soruları sürekli tartışıla gelmekte, bu sorularla ilgili birbiri ile zıt yönde görüşler ortaya konulmuş bulunmaktadır. Bu görüşlerin bir kısmı, nüfus artışının ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etkisinin olacağını savunurken (geleneksel görüş), diğer bir kısmı da nüfustaki artışın ekonomiyi canlandırıcı, olumlu 30 etki yaratacağını öne sürmektedirler (iyimser görüş). Diğer bir görüş ise, nüfus artışının ekonomi üzerindeki etkisi bakımından nötr olduğunu savunmaktadır. i) Geleneksel Görüş: Tarihsel süreç içerisinde ve hatta günümüzde, bazı çevrelerce büyük ve artmakta olan bir nüfus, zenginlik ve refahın bir göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bu düşünceye karşı en güçlü tepki, geleneksel görüşün temsilcisi Thomas Robert Malthus’dan gelmiştir. Malthus, sabit teknoloji varsayımı altında, tarım sektöründe, her ilave emek için azalan getiri teorisini ortaya atmıştır. Bu teoriye göre, fazla nüfusa sahip, işlenebilir toprak rezervlerinden yoksun kırsal bir ekonomide, nüfus artışı işsizliğe neden olacak ve nüfusun gittikçe artan bir kısmı acınası bir yoksulluğa sürüklenecektir. Malthus, teknolojik değişmeleri öngörmemiş ve teknolojinin sabit kaldığını varsayarak, nüfusun kaynakları aşarak, sonunda işsizlik ve yoksulluk gibi olumsuz sonuçlara neden olacağını öne sürmüştür. Teknolojik değişmelerin olmadığı bir durumda ise, toplumların nüfus artışlarının ulaşabileceği bir maksimum düzey olacaktır. Savaşlar, iklim koşulları ve yaygın salgın hastalıkların hüküm sürdüğü toplumlarda yüksek doğum ve ölüm oranları görülmekteyse de, bu durum daha ziyade nüfusun mevcut kaynak düzeyini zaten aşmış olduğu toplumlara özgüdür ( Hirschman, 2004, s. 5 ). Nüfus ve ekonomi konusu, ekonomi biliminin kendisi kadar eskidir. Nüfus ve ekonomik büyüme ile ilgili tartışmaların geçmişi ise, Malthus’un “An Essay on the Principal of Population” adlı eserini yazdığı 1798 yılına kadar uzanmaktadır. Malthus, üretim miktarı aritmetiksel olarak artarken, nüfus miktarının geometrik olarak artacağını, bu nedenle nüfus artış oranının üretim artış oranını aşma eğilimi taşıdığını ileri sürmüştür. Bundan dolayı, bir ülkedeki dizginlemeyen nüfus artışı, o ülkeyi büyük bir yoksulluğa sürükleyebilecektir. Ancak, gelişmiş ekonomilerin, yüksek bir ekonomik büyüme düzeyine ulaşmayı başarmaları, yüksek nüfus artışı ve yüksek GSYİH artışının birlikte gerçekleştirdikleri göz önüne alındığında, kötümser görüş temelsiz gibi görünmektedir. Nüfus artışının pozitif ve negatif tarafları arasında ki tartışma sürüp gitmektedir. Pozitif düşünenlere göre, nüfus artışı, işgücünü genişletmekte ve ekonomik büyümeyi arttırmaktadır. Büyük bir nüfus, ekonomi için geniş bir iç pazar sağlamaktadır. Dahası, büyük bir nüfus teknolojik ilerleme ve yenilikleri uyaran rekabeti de teşvik edecektir. Ancak, negatif düşünenlere göre, büyük bir nüfus yalnızca gıda sorununa yol açmayacak, tasarrufların, döviz ve beşeri kaynakların gelişimi 31 üzerinde de baskı oluşturacaktır. Genel olarak, nüfus artışının, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyümeleri için faydalı mı, yoksa zararlı mı olduğuna dair bir uzlaşma bulunmamaktadır. Dahası, gelişmekte olan ekonomilere ilişkin gözlemsel kanıtlarda oldukça sınırlıdır (Savaş, 2008, s. 162). Nüfus ve ekonomik büyüme konusu, minimum ücret konusu ile de yakından ilişkilidir. Nüfus artışı, işgücünü genişletecek ve bu nedenle ücretler aşağı doğru inecektir. Standart işgücü talebi modeline göre, düşük ücretler işgücü talebini arttıracaktır. Sonuç olarak, ekonomide refah artışı olası olacaktır. Buna ilave olarak, düşük ücretler emek yoğun endüstrilerin gelişimini teşvik edecektir. Düşük ücretlerin, Orta Asya ekonomilerinin (CAEs), gelişmesine katkıda bulunan önemli bir faktör olduğu söylenmektedir. Geleneksel işgücü talep modeli ise, minimum ücret uygulamasına gidilmesinin, nüfus artışı ve ücretler arasındaki bu mekanizmayı bozacağı ve böylece nüfus ile ekonomik büyüme arasında bir ilişki olmayacağı tahmininde bulunmuştur.. Konu ile ilgili gözlemsel çalışmaların bazıları pozitif, bazıları negatif sonuçlar vermekte ve oldukça karmaşık sonuçlar ortaya konmaktadır. Ayrıca, minimum ücret ve istihdamla ilgili olarak yürütülen çalışmalar temel olarak gelişmiş ülkeler içindir. Nüfus ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki karmaşıktır ve gözlemsel kanıtlar belirsizdir. Teorik bir modelde, büyük bir nüfusun, üretkenlik üzerinde hem pozitif, hem de negatif etkileri olabileceği gösterilebilir. Büyük bir nüfus, toprak ve diğer doğal kaynakların yoğun kullanımından kaynaklanan azalan getiri nedeni ile üretkenliği azaltabilir. Bununla birlikte, büyük bir nüfus, tam tersine, daha büyük bir uzmanlaşmayı teşvik edebilir, insan sermayesi ve bilginin getirisini arttırabilir. Bu nedenle, daha büyük nüfus ve ekonomik büyüme arasındaki net ilişki, insan sermayesinin teşviki ve bilgi artışının, doğal kaynakların azalan getirisinden daha güçlü olup olmadığına bağlıdır. Bundan dolayı, nüfus ve ekonomik büyüme ilişkisi önemle üzerinde durulması gereken bir konudur (Savaş,2008, s. 162-163). Nüfus ve ekonomik büyüme ilişkisi, üzerinde birbiri ile çelişen görüşler arasında bir uzlaşma olmadığı açık bir şekilde görülmektedir. Buna karşın, bu iki kavram arasında, hangi yönde olduğu konusunda bir uyum olmasa da, inkar edilemeyecek kadar önemli bir ilişki mevcuttur. Önemli olan, bu ilişkinin pozitif mi yoksa negatif mi olduğu, ya da nötr mü olduğu, nüfusun ekonomik büyüme üzerinde ki etkisinin boyutu, önem derecesi gibi faktörlerin araştırılması zorunluluğunun, gelişmekte olan ülkelerde, nüfus momentumunun da etkisi ile nüfusun artmaya devam ettiği günümüzde giderek kritik bir hal almasıdır.. 32 Son yıllarda, özellikle iktisatçılar arasında, nüfus artışının ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etkileri olduğu şeklinde, geleneksel görüşün yeniden yaygınlaştığı görülmektedir. Nüfusun, çok hızlı bir şekilde artma ve bir ekonominin insanların ihtiyaçlarını yeterli olarak karşılama kapasitesi üzerinde baskı oluşturma eğiliminde olduğu şeklindeki görüş asırlardır varlığını sürdürmekte, Malthus’tan çok öncelere kadar gitmektedir. D.Gale Johnson, düşünür Tertullianus’un yaklaşık 1800 yıl önceki yazılarında, artan nüfusun sınırlı kaynakları aşarak, insanları sıkıntı içerisinde yaşamaya ittiğine dair sözlerini aktarmıştır. Nüfus artışı ve ekonomik büyüme arasında negatif ilişki olduğu şeklindeki geleneksel görüşün yeniden gözden geçirilmesi neticesinde elde edilen bulgular, nüfus artışının ekonomik büyüme üzerinde, kısa ve orta vadede çok az ya da sıfır etkiye sahip olduğu, uzun vadede ise, daha hızlı bir ekonomik büyümeye katkı yapabileceği şeklindeki revizyonist görüşü destekler niteliktedir (Johnson, 1999, s. 1-2). Çin tarafından uygulanan, nüfus artışını kısıtlamaya yönelik politikalar, nüfus artışının kişi başına gelir üzerinde olumsuz etkileri olacağı şeklindeki geleneksel görüşü temel almış gibi görünmektedir. Bununla birlikte, nüfus artışının, ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyeceği şeklindeki sonuç ile çelişen birçok ampirik kanıt mevcuttur. Nüfus ve ekonomik büyüme ile ilgili birçok ampirik çalışmada olumsuz etkilere rastlanmamıştır. Buna ilaveten, dünya tarihinin büyük bölümünde nüfus artışının düşük hızda gerçekleştiği dönemlerde, ekonomik büyüme hızının da düşük gerçekleştiğini de, nüfus artışı hakkında pozitif düşünceyi savunanlar tarafından sıkça dile getirilmektedir ( Johnson, 1999, s.1 ). ii) Modern Dönem: Modern dönemde, yani, II. Dünya savaşından sonra, hızlı nüfus artışı ve ekonomik büyüme ilgili olarak, üç geniş düşünce aşaması göze çarpmaktadır. Bu düşünceler; nüfus artışının ekonomik büyümeyi olumsuz etkilediğini savunan kötümser (geleneksel) görüş, olumlu etkilediğini savunan iyimser görüş ve etkisinin çok az olduğu şeklindeki revizyonist görüştür. İlk aşamada, Ansley Coale ve Edgar Hoover, Gunnar Myrdal ve Stephen Enke gibi araştırmacıların çalışmaları geniş ölçüde kabul görmüştür (Sinding, 2008, s. 3). 33 I.Aşama: Nüfus ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışmalar içinde en fazla bilinenlerden birisi de, Ansley J.Coale ve Edgar M.Hoover’in Population Growth and Economic Growth in Low-İncome Coumtries adlı, 1958 tarihli çalışmalarıdır. Çalışma Meksika ve Hindistan üzerinedir. Coale ve Hoover’in çalışması, geleneksel (kötümser) görüşü yansıtmaktadır. Nüfus artışının üç olumsuz etkisi bu model tarafından tanımlanmış ve simülasyonlarla da incelenmiştir: i) Sermaye sığlaşması, yani nüfus artışının bağımlı nüfusu arttırmasının bir sonucu olarak, işçi başına sermaye oranının azalması. ii) Bağımlılık oranı, genç ve bağımlı nüfusun artmasından dolayı, hane halkı tüketiminin tasarruflar pahasına artması ve tasarruf oranının azalması. iii) Yatırım sapması, çoğunlukla kamu harcamalarının, daha üretken, büyüme odaklı yatırımlar pahasına, eğitim ve sağlık gibi alanlara kayması (Kelley, 2001, s 35). Coale ve Hoover tarafından, Hindistan üzerine yapılan simülasyon çalışması sonucunda, Hindistan’ın düşük nüfus hızına sahip olması durumunda ekonomik gelişmesini daha hızlı tamamlayabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Coale ve Hoover bu sonuca ulaşırken temel argüman olarak, Hindistan’da geniş ailelerin tasarrufların düşmesine neden olduğu ve zaten düşük olan tasarrufların eğitim ve sağlık gibi göreli olarak daha verimsiz alanlara kaymasıdır (Küçükkalay ve Türkcan, 2008, s. 105). Modelin taşıdığı hipotezlerin, nüfus ve ekonomik büyüme ilişkisi ile düşünceler üzerinde etkisi oldukça önemlidir. Bu çalışma, 1970’ler boyunca model çalışmalarına temel teşkil etmiş, Birleşmiş Milletlerin 1973 tarihli raporunda önemli ölçüde yer bulmuştur. Coale-Hoover modeli, 1960’lar ve 1970’ler boyunca geleneksel görüşün etkili olmasına katkı sağlamıştır. Modelin içerdiği hipotezler 1980’lere kadar etkisini yitirmemiştir (Kelley, 2001, s. 35). Coale ve Hoover modelinin en önemli noksanı, daha az çocuk sahibi olmanın bir sonucu olarak görülen tüketim azalışının mutlaka verimli yatırımları arttıracağı şeklindeki varsayımıdır. Altı yerine üç çocuk sahibi olan aileler, ilave üç çocuk için harcanmayan fonları tasarruf etmek ve yatırıma yöneltmek yerine, sadece tüketim 34 kalıplarını değiştirmekle yetinebilirler. Hane halkı düzeyinde tasarruf ve yatırım kavramları belirsiz kavramlardır, birçok yoksul aile, ekstra bir çocuğu yatırım olarak görebilirler. Toplumsal düzeyde de, genç bir nüfusun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik harcamalardaki azalmalar, verimli yatırımlar yerine askeri harcamalara ya da savurgan kamu harcamalarına yöneltilebilir. Coale ve Hoover modeli, 1970’ler ve 1980’lerde, aile büyüklüğü ve hane halkı tasarrufları üzerine yapılan ampirik çalışmalar tarafından da desteklenmemektedir (Hirschman, 2004, s. 7). Coale-Hoover teorisinin ulaştığı genel sonuç, yüksek oranda nüfus artışının sosyo-ekonomik gelişmeyi olumsuz yönde etkileyeceğidir. Model, ekonomik büyümeyi yalnızca sermaye artışının bir fonksiyonu olarak varsaymıştır. Teknoloji ve işgücü niteliğinde meydana gelecek değişmeleri dikkate almamıştır. Malthusyen görüşün modern temsilcileri olarak nitelendirilen Neo-Malthusçular ise birbirleriyle ilişkili iki temel önermeye dayanan bir nüfus değişimi teorisi geliştirmişlerdir. Bunlardan ilki yetersizliklerin ve kısıtların doğurganlığı kontrol altında tutacağı, diğeri ise ekonomik beklentilerdeki artışın ya da algılanan ekonomik fırsatların doğurganlığı arttıracağıdır. Bu önermelerden de test edilebilir üç hipotez geliştirmişlerdir, bunlar: i) Gıda yardımı, bu yardımı alan ülkelerde doğurganlığı arttırır. ii) Gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru yapılan göçler göç veren ülkede doğurganlık oranlarında artışa neden olur. iii) Ekonomik refah doğurganlık oranlarını arttırır (Neumayer, 2006, s. 327-328). Neo-Malthusçular, doğurganlık oranlarının nüfusun taşıma kapasitesinden daha yüksek olduğu önermesini de göz önüne alarak, özellikle gelişmekte olan ülkelerde bazı politikaların uygulamaya konulmasını tavsiye etmişlerdir. İlk hipotezden hareketle gelişmekte olan ülkelere yönelik gıda yardımlarının geri çekilmesi ya da en azından azaltılması gerektiğidir. İkinci önermeye ilişkin olarak gelişmiş ülkelere olan göçlerin sınırlanması gerektiği vurgulanırken, üçüncü önermeyle ilgili politika önermesi ise belirsiz kalmıştır. Ekonomik gelişmenin engellenmesi gibi bir talepleri olmamıştır. Bu önerme ile ilgili olarak ekonomik refahın nüfus artışına neden olacağı ve bu sebeple, bu artışın önlenmesi için başka araçların devreye girdirilmesi gerektiği vurgulanmıştır (Neumayer, 2006, s. 328). Neo-Malthusçular, varsayımlarını ispatlamak amacıyla temel olarak örnekler sunmuşlar ve nedensel kanıtlara başvurmuşlar, ancak çok titiz testler 35 uygulamamışlardır. Neumayer her üç varsayımı da teste tabi tutmuş ancak sonuçlar net bir şekilde teorik tahminleri desteklemekte başarısız olmuştur (Neumayer, 2006, s. 328). Nüfus artışının, kişi başına GSYİH büyüme oranı üzerine etkisi ile tipik bir çalışma Levince ve Renelt (1962) tarafından gerçekleştirilmiştir. Kullandıkları veri tabanı, 83 ile 103 ülkeyi, 1960-1989 ve 1960-1985 dönemlerini ve nüfusun büyüme oranına ilave olarak birçok bağımsız değişkeni kapsamaktadır. Diğer bağımsız değişkenlere ilişkin örnekler: önceki dönemin kişi başına GSYİH’sı, yatırımların GSYİH içindeki payı, okula kaydolma oranları, kamu kesiminin GSYİH payı ve ihracat artışıdır. Beş regresyondan dördünde, nüfus artış katsayısı, istatistiksel olarak önemsiz bir şekilde sıfırdan farklı (biri pozitif), sadece bir regresyonda negatif ve istatistiksel olarak önemlidir. Bu regresyonda, katsayı -0,53 değerine sahiptir ve bu, nüfus artış oranında meydana gelecek %1’lik bir düşüşün kişi başına GSYİH büyüme oranını %0,53 arttıracağını göstermektedir. Örneğin,1950-1972 arası dönemde, Çin’in nüfus artış hızı yıllık %2,1 olarak gerçekleşirken, 1990-1996 yıllar arasında bu oran %1,14 olmuştur. Görüldüğü gibi yıllık nüfus artış hızındaki düşüş yaklaşık % 1’dir ve bu düşüşün yalnızca bir kısmı Çin hükümetinin nüfus politikalarının bir sonucu olarak nitelenebilir. Buna karşın, tüm bu azalışın nüfus politikalarının bir sonucu olduğu varsayıldığında dahi, maksimum etki %0,5 oranında, kişi başına GSYİH artışı olacaktı. Hikayenin tümü bu olmayıp, Çin ekonomisi 1990-1996 yılları arasında, 1960-1970 arası dönemdeki nüfus artışından önemli ölçüde fayda sağlamıştır. 1982 yılında, nüfusun %57,1’i çalışma çağındayken, bu oran 1990’larda %62’ye yükselmiştir. İstihdam edilen nüfus miktarı da önemli ölçüde artarak %44’ten %56’ya yükselmiştir. Sonuç olarak, 1990’lardaki yüksek GSMH artışının bir kısmı, iki ya da üç on yıl öncesinin yüksek oranlı nüfus artışından kaynaklanmaktadır. Ancak bu geçici bir etki olup, doğurganlık azalışının istenmeyen sonuçlarından biri olan, nüfusun yaşlanması tarafından dengelenecektir (Levince ve Renelt, 1962, Akt; Johnson, 1999, s. 6). Bir başka ifadeyle, ilgili dönemlerde Çin’in gösterdiği ekonomik büyümenin tamamen nüfus politikalarından kaynaklanmadığı, önceki yılların nüfus artışından kaynaklanan işgücü artışının iyi değerlendirilmesinin de önemli bir katkısı olduğu ortaya çıkmaktadır. Kötümser görüşün hakim olduğu I.aşamayı kapsayan dönemde, ilgili değişkenlerden biri olarak, nüfus büyümesi ya da doğurganlığı içeren ve kişi başına gelirin büyümesine etki eden faktörleri inceleyen çok sayıda istatistiksel analiz gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmaların sonuçları üzerine kabaca bir özetleme yapılacak olursa, 1960’lar ve 1970’lerin verilerine ağırlık veren çalışmalarda, çalışmaların hemen 36 hiçbirisinde, nüfus ve ekonomik büyüme arasında istatistiksel açıdan önemli bir ilişkiye rastlanmamıştır. Bununla birlikte,1980’lerde yapılan bir çalışma, gelişmekte olan ülkeler için bir negatif ilişki tespit etmiştir ( Kelley ve Schmidt, 1996, Akt; Johnson, 1999, s. 6)). 1980’lere ait sonuçların, önceki yıllardakilerden farklı olmasının nedenlerinden birisi, on yılda, gelişmekte olan ülkelerde kişi başına ekonomik büyüme oranının çok düşük olmasıdır (ortalama 0,36). Nüfus artışının, kişi başına GSYİH artışı üzerinde, aynı zamanda gerçekleşen etkisi ne olursa olsun, bu etki çok küçük görünmekte ve istatistiksel açıdan önemli olduğunda ise, negatif olabileceği gibi, pozitif de olabilmektedir (Johnson, 1999, s. 6). I. Aşamada hakim olan kötümser görüşe karşı öne sürülen görüşlerin önde gelenlerinden birisi olan Esther Boserup’ın hipotezi, Malthus’a zıt niteliktedir. Boserup (1981) belli bir bölgede nüfus yoğunluğunun yüksek olmasının, teknolojik gelişmeleri teşvik edeceğini ve bu gelişmeler için gerekli kaynakları sağlayacağını savunmaktadır ( Hirschman, 2004, s. 5 ). Hirschman, Malthus ve Boserup’ın teorilerinin zıt yönlerde olmasına karşın, her ikisinin de doğru kabul edilebileceğini söylemektedir. Muhtemelen, nüfus fazlalığından dolayı sıkıntıda olan birçok geleneksel toplum vardı ve nüfus baskısı nedeniyle pek azı bir sonraki seviyeye ulaşabildiler. Öte yandan, tarımsal üretkenliğin daha üst seviyelerine çıkmayı başaran çok az sayıdaki toplumlar, bilhassa fetihlerle hakimiyet alanlarını ve nüfuslarını arttırabilenlerdi. Büyüme ve genişleme, bu tür toplumlarda her zaman daha iyi bir yaşam anlamına gelmemekteydi. Boserup ve diğerlerinin belirttiği gibi, daha gelişmiş tarımsal toplumlarda köylü ve işçiler muhtemelen daha uzun süre çalışmakta, daha az kalori tüketmekte ve hastalıklara daha çok maruz bir durumda bulunmaktaydılar. Klasik tarımsal imparatorluklar modern toplumların abarttığı miraslar bırakmış olsalar da, topraklarında yerleşik olanların yaşamları kıskançlık uyandıracak düzeyde değildi (Hirschman, 2004, s. 5-6).Malthus ve Boserup’ın ortak özelliği ise her ikisinin de modern öncesi tarımsal toplumlara odaklanmış olmalarıdır. Boserup’ın, büyük nüfusların teknolojik gelişme ve üretkenliği canlandıracağı şeklindeki argümanını destekleyen küçük bir grup düşünürde bulunmaktadır. Bu düşüncenin en bilinen savunucusu Julian Simon’dır. Simon, Ultimate Resource adlı, 1981 tarihli eserinde her bireyin potansiyel birer deha ve yaratıcılık kaynağı olduğunu, daha büyük nüfuslara sahip toplumların, daha geniş sayıdaki bilim adamı, mucit ve yaratıcı zeka potansiyelinden dolayı gelişme olasılıklarının daha fazla olduğunu savunmuştur ( Hirschman, 2004, s. 6 ). 37 20.yüzyılın nüfusa ilgili kuramları, gerek nüfusun, gerekse ekonomilerin sabit hızda büyümesini hesaba katan neoklasik büyüme modelinin etkisinde kalmışlardır. Neoklasik görüş, elde ettiği sonuçlarda teknolojik gelişmeye merkezi bir rol vermiştir. Modele göre, ekonomi üzerinde, nüfus artışı nedeni ile oluşabilecek herhangi bir olumsuz etki önemsiz olarak kabul edilmekte ya da pozitif etkiler, bu olumsuz etkilere ağır basmaktadır. Bazı iktisatçılara göre, nüfus artışı aslında teknolojik değişimi destekler niteliktedir. Birçok iktisatçıya göre ise, nüfus artışı, bir ülkenin ekonomik büyüme ve kalkınmasında nötr bir niteliğe sahiptir. Birleşik Devletler Ulusal Bilimler Akademisi (NAS) tarafından konuyla ilgili olarak hazırlanan iki rapor, bu konudaki görüşleri özetlemektedir.1971 yılına ait raporda, nüfus artışını kısıtlamaya yönelik görüş vurgulanmıştır. 1986 yılı raporunda ise, bu görüşün etkisi oldukça zayıftır ve nüfus değişmelerinin ekonomik büyüme üzerinde nötr, yani etkisiz bir özelliğe sahip olduğu düşüncesi bu raporda kabul görmüştür ( McNicoll, 2003, s. 8 ). 1980’li yıllar, nüfus artışının ekonomik büyümeyi olumsuz şekilde etkileyeceği düşüncesini savunan geleneksel görüşten revizyonizme geçişin gerçekleştiği yıllardır. | |
| ![]() |
![]() |
Etiketler |
ülkelerde |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
800 milyon üyesi var, gözü bu ülkelerde! | Deep | İnternet Dünyasından Haberler | 0 | 20 Ocak 2012 19:47 |
'Sansür'cü ülkelerde ilk 10'a girdik!.. | KarakıZ | Ağ, Network ve Networking | 0 | 26 Ekim 2011 21:21 |
Çeşitli ülkelerde 1848 Devrimleri | Deinonychus | Tarih | 0 | 07 Mayıs 2011 18:19 |
Bu ülkelerde internet uçuyor! | Slipknot | Ağ, Network ve Networking | 0 | 21 Eylül 2010 14:57 |