IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Konuyu Değerlendir Stil
Alt 06 Eylül 2016, 00:30   #1
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Alevi örfleri adetleri gelenkleri




Şehir yaşamı ile beraber yavaş yavaş adetler değişmeye başladı ve daha sonra da birçoğu uygulama zorluğu yüzünden çok nadiren uygulanmaya başladı. Bu örf ve adetlerin bir kısmı köyde geçmiş zamanda yapılmıştır. Bazı köylerde hala da yapılmaktadır. Uygulama şekilleri ile ilgili kısmen hatalar olabilir, bunu düzeltmekte bunları yaşamış kişilere düşmektedir.

1. KİRVELİK
2. MUSAHİPLİK
3. CENAZE KALDIRMA
4. DÜĞÜN VE SONRASI
5. MUHARREM (ONİKİ İMAM) ORUCU
6. HIZIR ORUCU
7. CEM TÖRENİ

KİRVELİK

Sünnet zamanı kirve davet edilir şaşalı bir törenle karşılanır. Bütün komşular sünnet evine “ hoş geldin” e gelirlerdi. Davet edilen ile davet eden kirveler arasında yüklü armağanlar alınıp verilirdi. Bu nedenle genel olarak herkes kendi dengi ile kirvelik kurardı. Kirvelik birbirini seven ve bunu nesilden nesile ikrar bağı olarak sürdüreceklerinden emin olup kanaat getirilen kişi ve aileler arasında gerçekleşir. Yani tarafların gönül ve rızalarıyla kirve olunur. Bununla birlikte aileler arasındaki düşmanlıklara son vermek, barış ve dostluğu sürekli kılmak amacıyla da kirvelik tesis edilir. Taraflar uzlaştırılıp, kirvelik bağıyla birbirine bağlandıktan sonra, düşmanlık ve kan davaları son bulur. Bu yanıyla barış aktinın kutsal bir güvencesi rolüne de sahiptir.

Amaç hatayı asgariye indirgemek, toplumsal yaşamda birlikteliğin, dostluğun, kardeşliğin devamını sağlamaktır. Kirvelik, bu amaca yönelik manevi bağ ve kutsal törelerden biri olarak karşımıza çıkar. Tüm bunlar dikkate alındığında Alevi toplumunda kirve olan kişiler ve aileler arasında evlilik kesinlikle söz konusu olmaz. Kirvelik de, Musahiplik ikrarı oranında kutsal ve mukaddestir. Hz. Muhammed Mustafa’ya ve Oniki İmamlar’a duyulan sevgi ve saygıyla bütünleştirilerek akt edilerek ömür boyu ve kuşaktan kuşağa devam eder.

İnançsal manadaysa, Hak-Muhammed-Ali üçlemesini teyid ederek Hakk’ın birliğini onaylamak, Ehl-i Beyt soy geleneğine bağlılığı ifade ederek toplumsal barışı yaşama dönüştürmektir.

Kirvelik akti sırasında, kişiler veya aileler, kendi aralarında, Oniki İmamlar’ı ifade amacıyla birbirlerine Oniki Kuruş vermiş sayılırlar. Böylece ikrar verilmiş, gülbenk alınarak ikrar kapısından içeriye adım atmışlardır. Artık her iki ailede karşılıklı sevgi, saygı ve dayanışma duygu ve yükümlülükleri sürekli olarak yerine getirilmeye çalışılır.

MUSAHİPLİK :

Müsahiplik, Alevilerde yol kardeşliği anlamında kullanılır. Bu kardeşlik “kan kardeşliği”, “Kan yolu ile akrabalık” dışında kurulan sosyal-toplumsal bir akrabalıktır. “Kan bağına” dayanan “akrabalık” bir anlamda zorunlu akrabalık iken, bu türdeki akrabalık tamamen gönüllülük esasına dayalı bir akrabalıktır. Müsahip şöyle olunur: İyi anlaşan iki arkadaş “Yol kardeşi” olmaya karar verdiklerinde önce ailelerinin ve eşlerinin bu konuda rızalarını almaları gerekir. Müsahiplik taraflardan biri ölmedikçe bir kere yapılır. Hayatta sadece bir kişi ile yapılır. Esasta evli olunması ve eşlerinde benimsemesi, anlaşması şarttır. Ancak günümüzde bu koşul tam olarak uygulanmamaktadır. Eğitim düzeyleri, sosyal-toplumsal konumları, ve ekonomik yapılarının birbirleriyle uyumlu olmaları gerekir. Bu uyum sağlanmazsa ileride sorun çıkabilir. Tabi en önemlisi de iki müsahibin ve eşlerinin çok iyi anlaşması gerekir. Müsahip eşleri birbirinin kardeşi, çocukları da kendi çocukları sayılır. Kan bağı ile olan amca çocukları, teyze, hala çocukları birbirleriyle evlenebildiği halde müsahip ailelerin çocukları asla birbirleriyle evlenemezler. Onlara evlilik düşmez. Müsahipler arasında hem dinsel anlamda yol kardeşliği hem de toplumsal anlamda yol kardeşliği vardır. Kan bağı ile oluşan kardeşlikte aileler ayrı evlerde oturduklarından birbirlerinden sosyal ve toplumsal olarak sorumlu değillerdir. Yani kardeşler birbirinin hatasından sevabından sorumlu değildirler. Cüzdanları ayrıdır. Yardımlaşma olur. Ama müsahiplikteki gibi ortak değildirler. Müsahiplikte ise; iki taraf birbirinin hatasından ve sevabından sorumludur. Namus dışında neredeyse herşey ortaktır. Yani kurulan bu kardeşlik toplumsal sorumluluk ve paylaşım açısından kan kardeşliğinden daha kapsayıcı ve sorumluluk gerektiren bir işleve sahiptir. Müsahiplikte cüzdanlar aynıdır. Ayrı düşünmek en büyük zaaf sayılır. Bu sorumlulukları gönüllü olarak kabul eden iki aday dedelerine başvurur. Niyetlerini ifade ederler. Dede de onlara müsahip olmanın koşullarını tanıklar huzurunda arar ve sorar. Dede şartları uygun görürse onları huzura alır. Dua alma vaziyetini alarak dua okur. Arkasından da müsahip olmanın zorluklarını anlatır. Özetle; “1- Birbirinize ölünceye kadar yardımcı olacaksınız. 2- Yalan söylemeyecek, haram yemeyeceksiniz. 3- Elinize dilinize belinize sahip çıkacaksınız. 4- Birinizin günahından hatasından diğeriniz sorumlu olursunuz. O nedenle birbirinizin suç işlemesine engel olacaksınız.” der. Daha sonra dede perşembeyi cumaya başlayan bir akşam Cem yapar. Bu iki istekli veya başka istekli varsa onlarla birlikte yapılacak müsahip cemine katılırlar. Ceme müsahip adayları eşleriyle birlikte katılır. Beyaz dikişsiz, süssüz elbiseler giyerler. Yapılan törenle müsahip olurlar. Günümüzde artık çoklukla küçük yaslarda kurulur, herhangi bir tören yapılmaz. Ama zaman içinde kaybolmaya yüz tutmuş bu geleneği yaşatmak ve var etmek gençlerimizin elindedir.

Bir Alevi yerleşmesinde örneğin köyde oturan herkesin müsahip olduğu düşünülürse ve müsahiplerin de bu ilkelere bağlı yaşamı olursa, gerçekten o yerleşme toplumsal anlamda birliğin, kardeşliğin hoşgörünün, toplumsal barışın, iktisadi bölüşümün, hakça yapıldığı bir toplumsal yapı oluşmuş olur.

CENAZE KALDIRMA:

Köyün sosyal etkinlik ve yardımlaşmalarının başında ölüm törenleri gelir. Köyde cenaze işlerinde iyi bir işbirliği vardı. Ölüm olaylarında dargınlıklar ortadan kalkar, bütün komşular törene katıldıktan başka, çevre köylerden çok katılım olurdu. Uzaklardan gelenleri beklemek gerektiğinde cenaze serin bir yer evinde muhafaza edilirdi. Cenazeye gelenler öncelikle ölünün baş tarafında örtüye niyazda bulunurlardı. Cenazenin çevresini daha çok kadınlar işgal edip, içlerinden iyi ağıt yakanlar yüksek sesle ölüyü yüceltici ağıtlar söylerlerdi. Bu ağıtlar topluluğa duygusal anlar yaşatırdı. Cenazeyi kaldırma saati gelince evden cenaze açık bir meydana getirilip hazırlanan teneşirin üzerine konur. Kazanlarda ısıtılan temiz sularla yıkanırdı.Yıkama sırasında cenaze erkekse, erkeler tarafından çevrilip yıkanır. Kadınsa kadınlar tarafından bu görev yapılırdı. Kefenleme işi yıkayanlar tarafından güzelce yapılırdı.

Ölümden üç gün sonra ölene ait çamaşırlar yıkanır, kuran okutulur. Yedi gün sonra yedisi okutulup, ölünün ruhu için yemek verilir. Kırk gün sonra ise kırkı okunur. Haziran ayında ise mezar taşı yaptırılıp mezar yemeği verilir. Haziran ayında her gün bir köyde mezar vardır. Civar köyler birbirleri ile haberleşerek aynı güne denk getirmezler.

Şehir yaşamına rağmen ölü kaldırma ve ona karşı sorumlulukları yerine getirmek hala devam eden geleneğimizdir. Bunun yanında cenaze zamanı aileye yardım için ailenin de rızası alınarak mutlaka para toplanarak cenaze için oluşan masraflar için aileye destek olunur.

DÜĞÜN VE SONRASI:

Bu geleneklere göre evlenen büyüklerimiz mutlaka vardır . Bu satırlar onları geçmişe götürür ve gençlerimizin köy yaşamı ile ilgili bilgilenmesini sağlayacaktır.

Bir delikanlı veya kız evlenmek istediğini veya birini sevdiğini asla belli edemez. Belki içinden geçirebilirdi. Onların ne zaman ve kiminle evleneceğine büyükleri karar verir. Ancak büyükler onların düşüncesini sormaz, olsa olsa gencin duyacağı bir şekilde ortaya söyler. Çok seyrek bazı örnekler hariç, kimse bunun dışına çıkamazdı. Kapalı bir köy yaşamı egemen olduğu için akraba evlilikleri çok olurdu. Uzak evliliklere çok seyrek rastlanırdı. Başlık parası artık hiç yoktur. Düğün tarihinde iki taraf yakınlarına ve çevre köylerdeki yakın akrabalarına davetiye paketle giderek davet eder. Düğün günü gelmiştir. Damat tarafı atlı ve yaya erkeklerden oluşan bir alayla kız tarafına gider. Kız tarafı başka bir köy ise giden konuklar, herkes kendi dengine düşecek şekilde dağıtılır. Düğün alayında kadın olarak 2-3 yenge (berbı) bulunur. Yengeler kız tarafındaki komşuların tümü tarafından düğün süresi içinde yemeğe davet edilir. Doğal olarak bu yemek sembolik bir anlam taşır. Gelin tarafındaki komşulara dağıtılmış olan konuklara zengin sofralar kurulur. Bu konukları parlak bir şekilde ağırlamak bir onur meselesidir. Uygun bir zamana göre ayarlanmış olan düğün yemeğine bütün konuk ve ev sahibi tarafları katılır. Yol boyunca ve sabahlara kadar davul zurnalar çalar, büyük küçük herkes halkalar seklinde halaylar çeker. Düğün evinde aksamın geç saatlerinde geline kına yakılır. Hazırlanmış kına yerine, gelini bir çadırın arkasından getirirler. Ancak gelinin kardeşi çadırın kapısını açmaz, bir at, bir tabanca, bir kat elbise ister. Verilmezse gelini asla bırakmayacağını söyler. Yalvar yakar olunur, istekler düşürülür, ya biraz paraya ya da istekleri sonra karşılanmak üzere razı edilir. Kına tabakları köyün genç kızları tarafından çevrilir, kına havası türküler eşliğinde kınalar dönerken, gelinin yakınları hıçkırıklara boğulur. Kına el ve ayaklara sürülür, sonuçlandırılır. Ertesi gün dönüş var. Gelinin atı süslenmiştir, gelin allı- pullu giysilerle donatılmış, basına koni biçimine getirilmiş ve üstü rengarenk ipek örtülerle örtülmüş bir baslık konmuştur. Ata bindirme sırasında da sorunlar var. Gene bir bahşiş verilir ve gelin ata bindirilir. Gelinin bindiği atın gemi musahip tarafından çekilir. Alay geldiği yoldan dönüşe başlar. Düğün alayı damat evine yaklaşmıştır. Gelin de at üstünde tam ön cephede kapının önüne getirilmiştir. Damat cebindeki elmayı sağ eliyle çıkarır, üç kez aşağı doğru atar gibi yapar ama atmadan bir adım geri çekilir, musahipte aynısını yapar. İkinci seferinde damat elmayı gelinin koni başlığının sivrisini hedef alarak atar. İsabet ettirirse büyük coşku ile alkışlanır. Ceplerdeki çerezler, bozuk paralar aşağı doğru yerlere savrulur. Büyük-küçük herkes yerdekilere hücum eder. Bunlardan bir şey kapmak uğur ve kısmet sayılır. Gelin özenle attan indirilir, eve girmekte nazlanır, kayın pederden armağan isteğidir bu. Damat tarafı da geline tuzak hazırlamıştır. Eve giriş yoluna süpürge, vb ev eşyası konmuştur. Eğer gelin dikkatli davranmaz ve önceden de uyarılmamışsa bu nesneyi görmeyebilir. Bu durumda izansız ve nankör damgasını yer. Süpürgeyi kaldırıp kenara koyarsa akıllı gelin unvanını kazanır. Düğün bitmiştir. Gelin bir hafta kadar kimseyle yüzleşmez. Damatla gelin aylarca ve yıllarca büyüklerinin yanında birlikte bulunmazlar. Normal yerel kıyafeti giyen gelin beş ile yirmi sene arasında büyük erkeklere ve özellikle kayınpedere yüzünü göstermez, onları gördükçe çenesindeki pusuyu burnunun üstüne kadar çekip sadece göz çevresi açıkta kalır. Aynı süreler içinde onlarla konuşmaz , işaretlerle anlaşır. Buna gelinlik yapmak denir. Çocuklarını büyüklerinin yanında sevemezler, yanlarına alamazlar. 1980’lı yıllara kadar aileler, kalabalık nüfus sayısı ile dikkatleri çekiyordu. Büyükanne, büyükbaba, oğullar ve eşleri, torunlar ki bazen 20-30’a ulaşıyordu. Doğum kontrolü bilinmediğinden, her çiftin doğurganlık yeteneğine göre 10-15’e varan sayılarda çocuk sahibi olunuyordu. Aileler istediği halde çocukları olmazsa, önce bilinen bazı türbelere ocaklara giderler, adak adarlardı. Sonuç alınmazsa suç kadından bilinirdi. Bu suçluluk duygusundan kurtulmak için kadın, kocakarı ilaçları da dahil her türlü tehlikeli tavsiyelere uyar. Hiç kimse kısırlığın nedeninin erkekten de olabileceğini aklına dahi getirmezdi. 1960’lı yıllara kadar böylesi konular için hekimlere gitmek hem olanaksızdı, hem de ayıp sayılırdı. Doğum yapan kadınlara Al karısı gelirdi. O nedenle loğusa kadınla bebeği kırk gün beklenirdi. Al karısı gelirse anne ve çocuğun ciğerlerini karnından söküp götürür yerdi. Bir kadın veya çocuğun loğusa döneminde ölmesi buna bağlanırdı. Çocuğun kırkı çıkmadan kimseye gösterilmesi ya da bir yere götürülmesi caiz değildi.

MUHARREM (ONİKİ İMAM) ORUCU:

Kurban Bayramı Hicri Takvim’e göre Zilhicce ayının 10. günü başlar. Kurban Bayramının 1’nci gününden başlayarak 20 gün sayılır. 20’nci günün akşamı Muharrem Orucu için niyet edilir ve oruç başlar. 12 günlük Muharrem Orucunun sonunda aşure yapılıp dağıtılır. Belirlenmiş bir iftar vakti de yoktur. Akşam olup güneş batınca, karanlık gözle görünce oruç açılır. Gece sahura kalkma uygulaması Muharrem Orucu’nda yoktur. Akşam bir şeyler yenilip yatılır.

Muharrem orucu döneminde eğlence yapılmaz, bıçağa ve kesici aletlere el sürülmez, düğün-nişan-sünnet törenleri yapılmaz, kurban kesilmez, et yenilmez. Kerbela şehitleri’nin çektikleri susuzluğu hissetmek için su içilmez, eğlence yerlerine gidilmez, saç ve sakal traşı olunmaz. Nasıl ki yakınlarınızdan birini kaybettiğiniz zaman, onun acısı ile bir zaman kederli, üzüntülü günler yaşıyorsanız. İşte 12 gün oruç boyunca da aynen öyle yaşanır. Günümüzde bunların bir bölümü uygulanamamaktadır. Örneğin, sakal traşı olmamak gibi. Su saf olarak içilmemektedir. Vücudun su ihtiyacı yenilen yemeklerden, çay-kahve-meşrubat-meyve suyu-ayran gibi sıvı içeceklerden karşılanır.

Alevi inancı şekilciliğe takılıp kalmayı değil, özü benimser. Aklın ve ilmin yolundan ayrılmaz. Önemli olan imam Hüseyin’in ve diğer Kerbela şehitleri’nin çektikleri acıyı ve zorlukları beyninde, kalbinde ve gönlünde duymaktır. Onlar gibi düşünüp, onlar gibi yaşayıp, onlar gibi inanmaktır. Zalime karşı çıkıp, mazlumdan yana olmaktır. Eline-diline-beline sadık olup insanca ve onurluca yaşamaktır. Onlara layık olmaktır. Ölmeden önce ölmek, öldükten sonra yaşamaktır. Yaşayan ölü olmamaktır. Yarın onlar’ın huzuruna alnı açık yüzü pak çıkmaktır. Onlar’ın bıraktığı onurlu mirasa sahip çıkmaktır.

HIZIR ORUCU:

Hızır yoldaşın ola, Yetiş Ya Hızır, Kul bunalmayınca Hızır yetişmez. Halk arasında kullanılan bu deyimlerden de anlaşılacağı gibi Hızır yardıma muhtaçların, darda kalanların yardımına koşan bir kurtarıcıdır. Halk inançlarına göre ölmezlik sırrına ulaşmış bir ermiş kişidir. Aleviler’de Hızır lokması pişirilip, Hızır kurbanı kesilip komşularla paylaşılır.

Aleviler, Hızır ayında üç gün oruç tutup, Hızır Cemi yapar ve kurban keserler. Her yıl Şubat ayının 13-14-15. günlerinde Hızır Orucu tutulur. Bu dönemde aile ziyaretleri yapılır, oruca niyetlenilir, akşam yemeğinden sonra sahura kalkmadan ertesi günün akşamına kadar oruç tutulur. Genellikle mevsim itibarıyla kışın Hızır orucu tutulduğundan, insanlar Anadolu’daki küçük yerleşim birimlerinde(köylerde ve mezralarda ) yan yanadırlar. Sazlar çalınır, deyişler söylenir ve Hızır Aleyhiselam ile ilgili menkıbeler anlatılır. Genç kızlar ve oğlanlar, hane halkı niyet tutar ve uyurlar. Bekarlar gece rüyalarında kendilerine su veren olmasını beklerler. Oruç sonunda kömbe yapılıp komşulara dağıtılır.

CEM TÖRENİ

Alevi yolunun temellerinden olan cem töreni; çok karmaşık bir uygulamadır. Bu uygulama, genelde dinsel niteliklidir ama insanların hem tapınma işlevini, hem ruhen yenilenme, yıkanma eylemini, hem de toplumsal ve bireysel sorgulama işini kapsar. Cem yapılırken; müzik ön plandadır. 12 Hizmet adı verilen ve 12 İmamlara saygıyı da kapsayan uygulamalar sırasında şiir, müzik, samah gündeme gelir. Cem törenleri dinsel bir olgu olduğu kadar bir eğitim alanıdır da. Halk eğitiminin belirli bir disiplin içinde verildiği bu törenlerde ayrıca Alevi insanların dünya işleri de sorgulanır. Cemler, özellikle Osmanlı devleti zamanında, Alevi halkın mahkemeleri gibi de çalışmışlardır. Aleviler, sorunlarını çözmek için asla Osmanlı devletinin mahkemelerine gitmemişlerdir. Bu yola başvuran birisi düşkün sayılır ve toplumdan dışlanırdı. Gerek kişisel sorunlar, gerek çözülemeyen ailevi sorunlar, gerekse kişinin topluma karşı sorunları, cemde görüşülür, çözüme bağlanırdı. Çözümsüzlük söz konusu olmazdı. Karara uymayanlar, toplumsal yaptırımla karşı karşıya bırakılırdı…

Bütün bunlardan amaç, “kul hakkı” ve ölmemek; bunu önlemek idi. Kul hakkı taşıyan “düşkün” ilan edilir ve dışlanır.

Cemin bir özelliği de, bu törene, insana karşı borcunu ödemiş insanların girebilmesidir. Suçlular asla ceme alınmazlar. Bir katil camiye girip namaz kılabilir, fakat ceme asla giremez. Bu tavır, suçu daha baştan önleme amacından doğmuştur.

Cemde; yer durumuna göre çocuklar da bulunmaktadır. Kimi bölgelerde bugün çocuklar ceme alınmıyorsa da bu, yanlıştır… Sonradan doğmuştur.

Cemi, dede yönetir. Alevi insanlara genel olarak talip (talip olan, gerçeği isteyen) adı verilir

Cem, değişik amaçlarla yapılır. Bunların en önemlisi, görgü cemi’dir. Söz konusu cemde, insanların görgüleri yapılır. Görülmek, kişinin bu dünyadaki hukuki ve sosyal sorunlarının halledilmesi, Allah karşısında temiz hale getirilmesi, yani öbür dünyada vereceği hesabı daha bu dünyada vermesi demektir.

Görgü ceminden başka yılın belirli günlerinde, Alevi yol büyüklerini anmak için yapılan cemler bulunur. Bunların dışında, bir de sohbet yanı ağır basan özellikle de kış aylarında yapılan cemler olur. Bu cemlerde, genellikle, Alevi gençlerin yolun kurallarını öğrenmeleri, yetişmeleri hedef alınır.

Alevi cem törenleri, bölgeden bölgeye, hatta köyden köye değiştiği gibi, dedelerin çıktığı ocaklara göre de değişir. Ocak geleneği, cemin biçimi bakımından çok önemlidir. Örneğin, Çelebilerin dede olduğu cemlerde rakı içildiği halde, Sufi Sürekleri adı verilen yoldan gelen dedelerin cemlerinde, şerbet verilir. Bunlardan da içkiyi sohbetin bir aracı olarak kullananlar bulunmaktadır. Fakat, önemli bir ocakzade kesimi, cemlerde içki öğesini, şerbetle geçiştirir. Cem, aslında Kırklar Meclisi’dir. Kırklar Meclisi’nde de bir üzüm tanesi ezilip şerbet edilmiş; içilmiş; mest olunarak semah yapılmıştır. Cemlerin yürütülmesinde değişiklikler görülmekle birlikte, amaç, işlev hep aynıdır. Cem olayı, Alevilik olgusunu Sünnilikten ayıran en önemli göstergedir. Ceme gelen insanların kadınlık ve erkeklikleri, zenginlik ve yoksullukları, bilgililik ve cahillikleri ortadan kalkmış sayılır. Orada herkes tek can olmuştur; insan oluşun havuzuna dalınmış, orada erimişlerdir. Artık kırk kişi bir gömleği giymiş, kırk beden bir beden olmuş, kırk baş, bir başa dönüşmüştür. (Yunus Emre’de, Hz. Ali Sevgisi bölümüne bak.) Elbette, kırk kişinin (Temsili olarak ceme gelen herkesin) ruhları da birleşmiştir.

Cemde bulunan herkes, birbirinin kardeşidir, birbirinin bacısıdır. Kimse oraya düşmanlık duygularını taşıyarak giremez. Problemli insanlar ceme asla alınmaz. Kimse orada geleneklere aykırı davranamaz. Cemin sıkı bir disiplin içinde geçmesi için, yeterli derecede insan görevlendirilmiştir. 12 Hizmet sahipleri, bu disiplini yürütürler. Cem evinin eskiden Osmanlılara karşı korunabilmesi için dışarıya da bekçi çıkartılmıştır. Bu gelenek bugün bile cemlerde yürütülmekte, gençlerden oluşan üç, dört kişilik ekipler de dışarıda bekçilik yapmaktadır.

Cem töreni, insanı biçimlendiren, eğiten bir okuldur. Bu okul, halk sanatının beşiğidir, kaynağıdır…Aleviler, müziği, şiiri, dansı dinsel yaşamın, tapınmanın bir parçası haline getirerek yaşatmışlar, geliştirmişlerdir. Türk dilinin, Türk halk müziğinin, halk danslarının gelişmesinde, cem törenlerindeki bu canlı sanat etkinliklerinin önemli katkısı olmuştur.

Cemde, halkın diliyle konuşulmuştur. Alevilerin ön önemli özelliklerinden birisi de, Anadolu’da, Türkçe’nin savunuculuğunu yapmalarıdır. Zaten, halka seslenen Alevilik, halkın dili olan Türkçe’yi kullanmak zorundaydı. Bu nedenle cem törenlerinde okunan dualar da Türkçe yaratılmıştır. Kimi yerlerde gülbang denilen, kimi yerlerde ise dua adı verilen bu Türkçe seslenişler; birbirlerine benzemekle birlikte, bölgeden bölgeye, hatta dededen dedeye değişmektedir. Cemlerdeki temel amaç, insanın eğitimidir. Aleviler, bu eğitimi, sanatı kullanarak, insan için insan öğesini öne çıkartarak yapmışlardır. Alevi din törenlerine cem adı verilmesinin nedeni de çoluk çocuk bütün herkesin bir araya gelerek dinsel, toplumsal, sanatsal çabanın içinde bulunmalarından kaynaklanmıştır.

Cemde on iki hizmetin sahipleri:

1- Dede (Sercem de denilir. Cemi yönetir.)
2- Rehber (Görgüsü yapılanlara ve ceme katılanlara yardımcı olur.)
3- Gözcü (Cemde düzeni ve sükuneti sağlar.)
4- Çerağcı (Delilci) (Çerağın –delilin- yakılması, meydanın aydınlatılması ile görevlidir.)
5- Zakir (Deyiş, düvaz, miraçlama söyler. Genellikle üç kişidir. Saz çalarlar.)
6- Ferraş (Car – Süpürge çalar. Gerekirse rehbere yardım eder.)
7- Sakka – İbriktar – (Sakka suyu dağıtır.)
8- Sofracı – Kurbancı – (Kurban ve yemek işlerine bakar.)
9- Pervane – Semahcı – (Semah yapanlar.)
10- Peyik (Cem’i, komşulara haber verir.)
11- İznikci (Cem evinin temizliğine bakar.)
12- Bekçi (Cemin ve ceme gelenlerin evlerinin güvenliğini sağlarlar, beklerler.)




aLinti..

__________________
#MustafaKemaLAtatürkTorunuyum..ღ ❦

{22~02~`22..∞}
{09~09~`22..ღ}
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet odaları Benimmekan Mobil Sohbet
Cevapla

Etiketler
alevi örfleri adetleri gelenkleri


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Var
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Var
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Boşnak Adetleri PySSyCaT Örf ve Adetler 0 06 Eylül 2016 00:27
Lohusalık Adetleri PySSyCaT Örf ve Adetler 0 03 Eylül 2016 11:25
İstanbul’da Bayramlaşma Adetleri Sevda Kültür ve Sanat 0 18 Ağustos 2012 23:10
Balıkesir Örf ve Adetleri efLatun Marmara Bölgesi 0 27 Aralık 2011 22:34
Alevi açılımına AKP'nin alevi vekilinden sert tepki Lucifer Haber Arşivi 0 28 Ocak 2010 17:24