IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 15 Ekim 2006, 18:42   #11
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: Genetik




Genler ve Davranışlarımız

İkizler üzerinde yapılan bir araştırma, belli davranış ve tutumların genetik faktörlere bağlı olarak geliştiğini gösterdi. Davranışların öğrenilmesi bir tarafa; Kanadalı bilim adamları kişisel farklılıkların ortaya çıkışında genetik yapının önemli olduğuna inanıyor.
Kanada'da kişilik ve sosyal psikoloji alanında çalışan bilim adamları, 360 çiftten oluşan bir ikizler grubu üzerinde araştırma yaptı. Araştırmada ikizlerin davranışları, okuma alışkanlıklarından ölüm cezası hakkında ne düşündüklerine kadar geniş bir yelpazede incelendi. İncelemenin sonucunda 30 davranıştan 26'sının genetik etkilerle ortaya çıktığı belirlendi.
Genlerin en etkili olduğu tutum ve davranışların başında "ölüm cezası", "kürtaj", "takımla yapılan spor" ve "lunaparktaki hızlı trenden hoşlanma" geliyor. Yani ölüm cezası ve kürtaj hakkında ne düşüneceğimiz genlerimizde "yazıyor". Aynı şekilde "takım oyununa yatkınlığımız" ya da "son sürat giden bir lunapark treninde olmaktan hoşlanmamız" da genlerimizin eseri.
Araştırmaya göre genlerle ilgisi olmadığı belirlenen davranışlar da şunlar: Kadın-erkek ayrımcılığı, bingo oynamak, doğum kontrolünün serbest olması ve kendine fazla güvenme.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 15 Ekim 2006, 18:43   #12
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: Genetik




Gevezelik Geni

Gevezeliğin de genetik olabileceği ortaya çıktı. Bilim adamları, kadınların daha fazla konuşmasına bu genin yol açtığını sanıyor. Kadınlarla erkeklerin konuşma alışkanlıklarındaki farklılık, daha ana karnında kendini belli ediyor.
Kız fötuslar, erkek fötuslara oranla ağızlarını %30 daha fazla oynatıyor. Bu farklılık, ileri yaşlarda da sürüyor. Yetişkin bir erkeğin ağzından günde ortalama 12 bin kelime çıkıyor, kadınlar ise yaklaşık 23 bin kelime sarfediyor.
İngiliz sosyolog Dianne Hales, cinsiyetlere göre konuşma alışkanlığını da inceledi. Buna göre kadınlar konuşurken muhataplarının yüzüne daha fazla bakıyor ve iki misli daha fazla gülümsüyor. Kadınlar, beden dilini daha kolay deşifre ediyor; mimik ve ses tonundaki değişiklikleri daha hızlı algılıyorlar.
Sonuçta, kadınlar anlatılanları daha kısa bir sürede anlayıp, konuşulan konu hakkında daha çabuk bilgi sahibi oluyorlar. Kadınlar, çok iyi birer konuşmacı oldukları kadar, iyi birer dinleyici. Doğuştan sahip oldukları konuşma ve dinleme yetenekleri sayesinde yalanı da derhal yakalayabiliyorlar.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ekim 2006, 18:44   #13
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: Genetik




Kanser Geni

ABD'li bilimadamları, vücutta kanserin ilerlemesini hızlandıran bir gen ailesi saptadıklarını açıkladılar. Baltimore'daki John Hopkins Üniversitesi'nde görevli bilimadamları, söz konusu keşfin, özellikle, kan kanseri, lenf bezi kanseri ile göğüs, akciğer ve prostat kanserinin tedavisinde yararlı olacağını düşündüklerini açıkladılar.
Bilimadamlarının araştırmaları, özellikle "myc" ailesine mensup genler üzerinde yoğunlaştı. Bu ailenin, tümör oluşumunda etkin olduğu uzun zamandır biliniyordu. John Hopkins Üniversitesi'nde yapılan araştırmada ise bilimadamları özellikle c-myc koduyla bilinen gene yoğunlaştılar.
Bu araştırmalar sonucunda, HMG-I/Y olarak adlandırılan bir genin tümör formasyonunda çok etkin olduğu görüldü. Fareler üzerinde yapılan deneylerde, hücrelere yüksek oranda HMG-I geni verildi ve hayvanlarda kanserli hücrelerin oluştuğu görüldü. Söz konusu genin bloke edilmesi sonucunda ise kanserli hücrelerin küçülmeye başladıkları gözlemlendi.
Araştırmacılar, özellikle çocuklarda görülen Burkitt lenf kanserinde, bu keşfin, tedavi için büyük bir adım olacağı görüşünde birleşiyorlar. Araştırmalar, şimdi HMG-I geni üzerinde yoğunlaştırılıyor. Genin vücutta bloke edilmesi, kanserli hücrelerin düzelmesini sağlıyor.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ekim 2006, 18:45   #14
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: Genetik




Keçi Sütünden İpek

Genetik uzmanları, memeli hayvanlardan alınan hücrelere, örümceğin ağ örerken kullandığı ipeği yaratan geni ekleyerek, keçi sütünde ipek üretti. İpek, kurşun geçirmez yelek ve ameliyat ipliği yapımında kullanılacak.
Örümcek ve keçiyi bir araya getiren bu ilginç proje, ABD'nin Massachusetts eyaleti Natick kentindeki Askeri Biyolojik Kimyasal Komuta Merkezi ve Kanada'nın Quebec kentindeki Nexia Biyoteknoloji Şirketi'nde yürütüldü. Science dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, memeli hücrelerinde üretilen örümcek ipeğinin, örülmesi için de bir yol bulundu.
Nexia'nın başkanı Jeffrey Turner, "Örümcek ipeği, dünyadaki en sağlam biyolojik maddelerden biridir. Örümceğin, yere inmek için kullandığı, ipek içeren ve ağdaki daireleri oluşturan ip, çelikten 5 kat daha sağlamdır" dedi.
Araştırmanın ilk evresinde, ipek böceği çiftliklerinde üretildiği gibi örümcek ipeği yaratıldı. İkinci aşamada, örümceklerin ipek üretmek için kullandıkları genler kopyalanarak, bakteri ya da hücre kültürlerinde büyütüldü. Ancak, proteinler, kültürlerin üretildiği fıçılarda büyüyünce pislik yığınlarına dönüştü.
Daha sonra ipek proteini içeren genler, inek memesi ve hamster cinsi yavru farelerden alınan hücrelere enjekte edildi. Hücrelerin, örümcek ipeği ürettiği görüldü. İş, ipeğin ipe dönüştürülmesine gelince, örümceğin iplik salan uzvundaki memeciklerin yapayları kullanıldı.
Turner, bu işlemde, molekülleri su içerisinde yoğunlaştırıp, çok küçük bir delikten, metanol sıvısına geçirdiklerini ve proteinlerin ipek ipliğine dönüştüğünü belirtti. Söz konusu ipeğin ticari amaçlı kullanılması aşamasında devreye keçiler girdi. Çünkü süt üretimi, temel anlamda protein üretimi demekti ve dişi keçiler bu iş için çok uygundu.
Turner, bu amaçla genetik yapılarıyla oynanan keçilerin, önümüzdeki ay süt vereceğini bildirdi. Keçi sütündeki örümcek ipeğinin, kurşun geçirmez yelek ya da sağlam ameliyat ipliği yapımında kullanılması bekleniyor.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ekim 2006, 18:46   #15
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: Genetik




Klonlamanın Sakıncaları

Metal, elektrot, implant gibi inorganik araçların yerine, biyolojik araçların uygulamalı biyonik kullanımı, insanlık için geniş ufuklar açıyor. Belki bizim yarattığımız makineler bizi geçecek, ama yavaş da olsa milyarlarca yıllık evrimin canlılara kazandırdığı yaşama, soyunu devam ettirme dürtüsünü de yabana atmamak gerek.
İnsan-makine kavgasında hemcinslerimiz, sınırsız sayıda bir yedekler ordusuna sahip olabilir. Yine bu kök hücrelerin manipülasyonu yoluna dayanan bir yöntemle istediğimiz sayıda genetik kopyalarımızı çıkartabiliriz. Bu alandaki ilk örnek tabii ki kuzu (şimdi torun sahibi koyun) Dolly. Annesinin genetik kopyası.
Üretilme yöntemi çekirdek transferi. Annesinin meme hücrelerinden biriyle üretildi. Yöntem şu: Araştırmacılar, bir hücreden, organizmanın tüm genlerini oluşturan DNA'yı taşıyan çekirdeği çıkartıyorlar ve bu çekirdeği, daha önce kendi çekirdeği çıkarılmış bir yumurtaya aşılayıp, yumurtayı rahme yerleştiriyorlar.
Şimdiye kadar pek çok hayvan klonlandı. Getirilen tüm etik ve yasal sınırlamalara karşın, ilk insan klonlarının da 21. yüzyılın ilk beş yılı içinde ortaya çıkması bekleniyor. Ancak bu yöntemin sorunları da ufukları kadar geniş. Bir kere, aşılanan embriyonların ancak çok küçük bir bölümü yaşayabiliyor.
Kopyalanmış canlıların kromozomları uçlarında bulunan ve yaşlandıkça kısalan telomer adlı uzantıların boyu da model canlıdaki kadar oluyor. Bir başka deyişle kuzu Dolly'nin hücreleri, doğduğunda annesindekiler kadar yaşlıydı. Bu da kopyaların erken ölümü demek.
Başka bir sorun da bizim kopyalarımızın yalnızca fiziksel özelliklerimizi taşımaları. Boy, deri, saç, göz, deri rengi gibi. Oysa başka özelliklerimiz, örneğin zekâmız yönelimlerimiz; yetiştirilme biçimimiz, aldığımız gıda, eğitim, çevre gibi dış etmenlerin bir türevi. Dolayısıyla makinelerle savaş kaçınılmaz olursa kopyalarımız, en azından bazıları, cesur savaşçılar yerine pekala işbirliğine yatkın korkaklar da olabilirler.
Kaldı ki insan kaynaklarımızı sınırsız yapmaya çalışırken kendi bindiğimiz dalı da kesebiliriz. Çünkü çoğalmanın doğal yolu olan seks sayesinde ana ve babamızdan eşit ölçüde gen alıyoruz. Bu da bizi ileride ortaya çıkabilecek sağlık tehditlerine karşı dirençli kılacak yeni yeni gen bileşimleri sağlıyor. Klonlama uygulamasının yaygınlaşması, insan gen havuzundaki zengin çeşitliliği tehlikeli biçimde daraltır.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ekim 2006, 18:47   #16
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: Genetik




Müzik Geni

Amerikalı müzik profesörü David Huron ve ekibi, müziğin biyolojik kökenleri olup olmadığını araştırıyorlar. "Müzik geni"nin onlarca ya da binlerce yıl önce evrimle oluştuğu ve insanoğluna özgü olduğu düşünülüyor. Bu iddiayı destekleyen bazı olgular var.
Öncelikle dünyanın her yerinde müzik var. Amazonlardaki kabile danslarından Amsterdam'daki çılgın müziklere kadar, yeryüzündeki her kültürde müzik, ritüellerin en temel parçası. Şarkı mırıldanmayan, müzik dinlemeyen insan bulmak imkansız.
Müzik insanlık tarihi kadar eski. Geçtiğimiz yıllarda Slovenya'da bir mağarada bulunan ve "en eski müzik aleti" olarak kayıtlara geçen flütün tam 40 bin yıl önce yapıldığı sanılıyor. Bu da Avrupa'nın ve Kuzey Amerika'nın buzlarla kaplı olduğu çağda insanların müzik aleti kullandıklarını kanıtlıyor.
Müziğin evrimle geliştiği görüşünü destekleyen bir başka nokta ise, beynin sağ küresiyle ilgili. Beynin sağ tarafı zarar gören insanlar, şarkıların ezgilerini hatırlayamıyorlar. Yapılan bir deneyde, beyninin sağ tarafı zarar gören hastanın, dinletilen müzik parçalarının adlarını hatırlamadığı görülür. Hasta ancak şarkıların sözlerini okuduğunda adlarını doğru tahmin eder. Araştırmalar da müzik dinlerken beynin sağ tarafının aktif olduğunu göstermektedir.
Elbette bütün bunlar müziği tek başına biyolojik bir işlev olarak sınırlamaz ama önemli bir gösterge olduğu kesin. Eğer araştırmalarda bir ya da birden fazla müzik geni bulunursa tartışma sona erecek. Eğer müzik genetikse, birden fazla genin aynı zamanda hareket etmesinden etkileniyor demektir. Genom projesinin tamamlanmasıyla müzik geni ya da genlerini bulmak mümkün olacak.
Biyologlar, evrimle ortaya çıkan özellikleri tanımlarken "adaptive- uyum sağlayan" kelimesini kullanıyorlar. Müziğin de ortaya çıkan ve genlerle kuşaklara aktarılan özelliklerden biri olduğu söyleniyor ancak bazı araştırmacılar bu fikre katılmıyor. Zihnimizin nasıl çalıştığını inceleyen Steven Pinker, müziğin insanlar tarafından icat edilen kültürel birşey olduğunu, çünkü insanların beyin ve vücutlarını hoş bir şekilde etkilediğini söylüyor.
Başka bir deyişle insanlar müziği ilk keşfettiklerinde ondan hoşlandılar ve benimsediler. Belki ilk insanlar onları dansetmeye, ellerini çırpmaya yöneltiği için müzik yaptılar. Belki müziği duygularını uyandırdığı için geliştirdiler. Pinker'e göre bunların evrimle ilgisi yok.
Toronto Üniversitesi'nden Sandra Trehub'a göre bu iddia yanlış. Dünyayı dolaşarak çeşitli toplumlardaki ninnileri inceleyen Trehub, annelerin bebeklerine her yerde yüksek perdede bir ses, yavaş bir tempo ve özel bir tonda ninni söylediklerini gözlemlemiş. Ninni söylemek her kültürde var. Dillerini bilmeseniz ve müzik kültürleri hakkında hiçbir fikriniz olmasa bile ninnileri tanımak mümkün. Anneleri ninni söylemeye yönelten, bebeklerinin müziği duyunca daha çabuk sakinleştiğini görmeleri olmuş.
Sandra Trehub'a göre dünyanın her yerinde, aynı tarzda söylenen ezgiler, müziğin insanın icat ettiği birşey olmadığını, kuşaklar boyunca aynı şekilde aktarılan bir özellik olduğunu gösteriyor.
Müziğin nasıl ortaya çıktığını asla tam olarak bilemeyiz belki ama bütün bu görüşler bize birşeyler söylüyor. Müzik her kültürde var ve insanlar, türlerin doğduğu zamanlardan beri müzik yapıyorlar. Beynin önemli bir bölümü bunun için ayrılmış. Genetik olup olmadığı henüz bilinmiyor ama müziğin insanlık için müthiş bir armağan olduğu konusunda hemfikiriz.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ekim 2006, 18:48   #17
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: Genetik




Proteom Bilimi

DNA'nın kimlik kartı, ana hatlarıyla çıkartıldı. Bu işin kolay yanı. Şimdi sıra genlerin ürettiği proteinlerin gizini çözmeye geldi. Esas zor kısım şimdi başlıyor. İnsanın genetik yapısını deşifre etmeye çalışan bilim adamları konularında ne kadar uzman olursa olsunlar, daha işin başında olduklarını kabul ediyorlar.
Son birkaç yıldır bir düzineden fazla genomu çözümleyen uzman ekipler, bulgularının tahminleriyle örtüşmemesi üzerine gelecek hakkında daha temkinli konuşma kararı aldılar.
İnsanlarda 100.000 civarında gen olduğu yolunda tahminlerde bulunan bilim adamları, bu sayının 34.000 civarında seyrettiğini görünce tahminlerinde ne denli yanıldıklarını anladılar.
Halkalı solucanda 19.099, meyve sineğinde 13.601, hardal bitkisinde bile 25.000 gen bulunduğunu öğrenmek bilim dünyasında farklı bir tartışmayı gündeme getirdi: ''Bu kadar az sayıda gen ile bu kadar karmaşık bir yapıya sahip olmamızın altında ne yatıyor?''
İnsan genomu üzerinde uzun yıllardır çalışmalarını sürdüren kuruluşlar, (biri Amerikan Hükümeti'nin finanse ettiği konsorsiyum, diğeri ise Celera adlı özel biyoteknoloji şirketi) son bulgularını geçtiğimiz hafta, dünyanın 5 büyük kentinde düzenledikleri basın konferanslarıyla dünya kamuoyuna duyurdular.
Sanayi kuruluşları ve bilim adamları, insan genomu projesinin bir bilgi hazinesi olduğunu kabul etmekle birlikte, projenin su yüzüne çıkarttığı beklenmedik sonuçlar karşısında şaşkınlıklarını gizlemiyorlar.
En şaşırtıcı olanı, yüzlerce genin uzun süren bir süreç sonucunda bir bakteri vasıtasıyla insan genomuna karışması. Büyük bir olasılıkla söz konusu bakteri, omurgalı bir atamızı enfekte etmekle işe başlamış olabilir. Bu yabancı genler artık bizim bir parçamız; bunların bazıları çok önemli işlevler yüklenirken, bazıları hiçbir işe yaramıyor.
Whitehead Enstitüsü'nden David Page, insan genomunun incelenmesi sonucu, spermdeki mutasyon katsayısının, yumurtadakinin iki misli olduğuna dikkat çekiyor. Mutasyonun, evrimin hammaddesi olduğunu düşünürsek, insanoğlunun bir yarısının ilkellikten kurtulmanın tüm sorumluluğunu yüklendiğini söylemek mümkün ve genomdaki 3 milyar kimyasal harfin (ünlü A'lar, T'ler, C'ler ve G'ler) içinde çok fazla varyasyon olduğunu söylemek de çok zor. Bu da bir Sumo güreşçisi ile Britney Spears'ın yüzde 99.95 oranında benzeştiği anlamına geliyor.
Bu temel bulguların yarattığı karmaşa içinde şimdi sıra genomun ikinci basamağında. Yeni oyunun adı ''proteom''. Genom sözcüğünün bir organizmadaki DNA'ların tümünü tanımlaması gibi, proteom da proteinlerin tümünü ifade ediyor; proteom bilimi ise proteinleri bütün olarak inceleyen bilim dalı anlamına geliyor.
Genomun çok karmaşık bir yapıya sahip olduğunu düşünüyorsanız, bir de proteomu görmeniz gerekecek. ''İnsan genomu ile karşılaştırıldığında proteom bilimi, bunun 1.000 misli daha fazla veri içeriyor''diye konuşan IBM Doğa Bilimleri Bölümü'nden Caroline Kovac, ''Karaciğer hücresindeki bir DNA, deri hücresindeki veya beyin nöronundaki DNA'ya benzer. Oysa proteinler birbirine benzemez. İşleri biraz daha ilginç kılan, hücre proteinlerinin (ki bunlar hemoglobin veya insülin gibi moleküller, serotonin ve dopamin gibi beyin kimyasalları, östrojen veya testosteron gibi hormonlar veya vücudumuzun işlevselliğini sağlayan diğer enzimlerden oluşur) hücrenin tipinden bağımsız olarak değişiklik göstermesidir.
Bir hücrenin içerdiği proteinler sağlıklı veya hastalıklı olduğuna, yaşına, stres düzeyine, hatta günün saatine bağlı olarak değişir. Bilim adamlarına göre vücudumuz, 500.000 ile 1 milyon arasında protein içeriyor. Sayının büyüklüğüne karşın bilim adamları proteom konusunu çözmeye kararlı; çünkü proeinler hakkında elde edilecek en ufak bir bilgi hastalıkların teşhisine, tedavisine ve nedenlerinin ortaya çıkmasına yardımcı olacak.
Rockefeller Üniversitesi'nden Brian Chait, bu konuda şöyle konuşuyor: ''Genom daha işin başlangıcı. Esas peşinde olduğumuz insandaki 100 milyar hücrenin hangi proteinleri ürettiği. Ne var ki bu bağlamda genom yeterli değil. Genom proteinlerin üretimi için gerekli olan direktifleri veriyor. Ancak direktifleri bilmek bizi fazla uzağa götürmez. Çünkü insan hücresindeki 34.000 gen sipariş formu gibi birşey. Bazı siparişler proteinlerimizi üreten hücresel fabrikalara kadar ulaşmaz bile.
Fabrikaya ulaşanların bazıları ise üretim bandını terkeder etmez parçalara ayrılır, kullanılmaz hale gelir. Oysa bazı mallar o kadar popülerdir ki, fabrika bunlardan milyonlarca üretmek zorunda kalır. Bütün bunları sipariş formlarına bakıp söyleyemezsiniz. Üç gen, kurye vazifesi görerek protein A, protein B veya protein C için sipariş formunu taşır. Ancak fabrika bunları kabul etmek kibarlığını göstererek, Protein A,B ve C'yi üretir, ancak işi ilerleterek AB, AC, BC, AAB, ABC gibi daha gelişmiş ve hi-tech modelleri de üretir. Bu karıştırma ve birleştirme yeteneği insan genomunu diğer canlılarınkinden ayrırır."
California Institute of Technology'den John Richards, tek bir genden 10'dan fazla sayıda farklı protein elde edebileceğimizi söylüyor. Bu durumda genom analizi tek başına hangi proteinin üretileceği konusunda yeterli bilgiyi sağlamaz. Proteinleri teşhis etmenin ana gerekçesi hastalığa hasarlı genlerin değil, hasarlı proteinlerin yol açması.
Ciphergen adındaki biyoteknoloji şirketinin yetkililerinden William Rich, ''Bir hastalık hakkında bilgi edinmek istiyorsanız, proteinlere bir gözatmanız gerekiyor''diye konuşuyor. Alzheimer hastalığı, proteom biliminin, genomdan ne kadar üstün olduğunu göstermesi açısından çok önemli bir örnek.
Yaklaşık yarım düzine gen alzheimera yakalanma eğlimine yolaçıyor. Beta amiloid parçaları denilen yapışkan proteinlerin varlığı, hastalığın kesin teşhisi için yeterli. Ciphergen, ProteinChip'lerinin kısa süre sonra bu katil amiloidleri teşhis edebileceğini umut ediyor. Ancak beta amiloid geni diye bir gen olmadığı için alzheimer, bir DNA çipi ile teşhis edilemiyor.
Halihazırda Merck&Co., Ciphergen'in çipleriyle alzheimer hastalığını tedavi edecek ilacı geliştirmeye çalışıyor. Çip, ilacın beta amiloid parçaları yok ettiğini kanıtlarsa, şirket bu işten kârlı çıkacak. Molecular Staging adında bir başka biyoteknoloji şirketi, kanser ve artrit gibi hastalıkların seyrini izleyen bir çip geliştirdi. Bu çip, proteinlerin değişken düzeylerini izleyerek hastalığın tehlikeli bir boyuta ulaşıp ulaşmadığını bildiriyor.
Millennium Predictive Medicine isimli bir diğer şirket ise teşhisi zor olan yumurtalık kanserini teşhis ediyor. ABD'de hükümetin finanse ettiği bir kuruluş, normal akciğer, yumurtalık, göğüs ve kolon dokusundan alınan proteinleri, kanserli dokudaki protein ile karşılaştırıyor. Benzer şekilde PSA prostat kanserine ilişkin ilk bulguları gün ışığına çıkartıyor.
Eğer proteinler hücrelerin kontrolsüz bir şekilde bölünmesine izin veriyorsa, proteini etkisiz hale getiren bir antikor etkin bir kanser ilacı olarak çözüm üretebilir. Large Scale Proteomics Corp. (LSP) ve Johns Hopkins Üniversitesi şimdiden depresyon, iki kutuplu psikolojik bozukluk ve şizofreniye yol açan proteinlerin bir listesini hazırladı.
Geçen ay LSP, insan proteinleri üzerine ilk veritabanını açıkladı. 157 dokuda 15.693 protein olduğunu açıkladı. LSP'nin başkanı Leigh Anderson, bu açıklamanın bütün ile karşılaştırıldığında çok küçük bir parça olduğunu ileri sürüyor.
ABD Enerji Bakanlığı'na bağlı Joint Genome Institute'dan Trevor Hawkins, protein bilimi konusunda iyimser: ''Protein bilimi şu anda insan genom projesinin sırtında gelişimini sürdürmeye çabalıyor. Bir süre sonra bağımsız bir bilim dalı olarak 21.yüzyılın temel taşlarından birini oluşturacak.''

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ekim 2006, 18:49   #18
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: Genetik




Yağ Geni

Araştırmacılar, neden bazı insanların hep kilolu diğerlerinin de zayıf olduklarını açıklamalarına yardımcı olabilecek, kalori yakan bir gen buldular Aynı zamanda vücut sıcaklığını da düzenleyen bu genin bulunuşu, bdaha hızlı kalori yakmaya yardımcı olan ilaçların üretiminde yol gösterici olabilir.
California Üniversitesi'nde endokrinolog olan araştırmacı Craig Warden, "Gen, kalorinin vücutta yağ olarak depolanmasına ya da yakılarak vücut ısısına dönüşmesine karar veriyor." diyor.
Bu kalori yakan gen, herkeste bulunur ve bilimsel olarak UCP2 ya da ayırıcı protein 2 diye bilinir. Fakat bazı insanlarda daha aktif olarak çalışır. Ne kadar yağa sahip olduğunuz, yediklerinizi ne kadar yaktığınızla da bağlantılıdır. Böylece, yağ yakan geni daha aktif olarak çalışan bir insan, yüksek oranda yağ içeren bir diyet uyguladıktan sonra spor yapmıyorsa, geni aktif olmayan ve aynı diyeti uygulayan bir insandan daha zayıf olacaktır; çünkü geni aktif olan, vücuttaki kaloriyi yakarak ısı olarak açığa çıkaracaktır.
Fakat ilaçla zayıflamaya kalkışan insanlarda, gen, aktive edileceği için vücut sıcaklığı artarak ateşe neden olacaktır; ancak yine de aşırı kilolu insanlara, bu ilaç sağlıklı bir yaşam sağlayabilir.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ekim 2006, 18:51   #19
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: Genetik




Yapay DNA

ABD'li bir grup araştırmacı, her canlının doğal kalıtım şifresi olan DNA'yı, yapay yeni eklerle "zenginleştirmeye" çalışıyor. Hedefleri, bu yolla şimdiye değin doğada hiç görülmemiş proteinler elde etmek.
Yalnızca RNA (ribonükleik asit) taşıyan bazı virüsler dışında, tüm canlı organizmalar, genetik bilgilerini hep aynı dört bazdan oluşan, yangın merdiveni gibi sarmal biçimde birleşmiş DNA (deoksiribonükleik asit) dizelerinde taşırlar. Bu bazlar, adenin, timin, sitozin ve guaninden oluşuyor.
Bunlardan adenin, yalnızca timin; sitozin de yalnızca guaninle birleşiyor. Bazlar, kodon adı verilen üçlü dizeler oluşturuyor. Her kodon da doğada bulunan 20 amino asitten birini seçerek protein zincirlerine ekliyor.
La Jolla'da (California) bulunan Scripps Araştırma Enstitüsü moleküler biyologlarından Floyd Romesberg başkanlığındaki ekip, orijinal dört DNA bazına sentetik yeni bazlar ekleyerek kodon modeli sayısını arttırmayı denemiş.
Araştırmacılara göre bu yeni kodonların yapay amino asitler üretmeleri, bunların da yepyeni proteinler oluşturmaları gerekiyor.Gerçi doğal olmayan bazlarla yapılan deneyler, 1980'li yıllara değin gidiyor; ama şimdiye kadar bunların eklendiği DNA örnekleri hep kararsız duruma dönüşmüş.
Romesberg ve ekibiyse, bu engeli aşmış görünüyor. Araştırmacıların oluşturduğu 20 yapay baz, tıpkı doğalları gibi şekerlere bağlanıp nükleosid oluşturmuş. Ekip daha sonra bu yapay bazlardan birini, tek bir DNA şeridine eklemiş. DNA'nın kendini kopyalama sürecinde polimeraz denen enzimler, tek şerit halinde dizili kalıpları okuyup, gerekli bazları ekleyerek çiftler oluştururlar. Örneğin, adenini timine, sitozini guanine bağlarlar. Doğal olmayan bir bazsa, değişik biçimde olduğundan gene değişik bir bağ kurar.
Daha önceki araştırmalarda polimerazların bu yapay bazları da gene yapay çiftlere bağladığı görülmüş. Ancak karşılaşılan sorun, bu yapay çiftin, DNA'nın kopyalanma sürecini durdurması.Sorunu aşmak için ekip, değişik yapıdaki polimerazları, yapay bazlarla deneyerek sonunda sistemi durdurmadan işleyen bir model elde etmiş.
Deney sonunda kopyalama işleminin, yapay baz çiftinde kesilmeyerek sürdüğü görülmüş. Ancak, araştırmacılar sınama ve yanılma yöntemiyle çalıştıklarından süreç ağır işliyor.Ekibin en son amacı, yapay DNA'yı bakterilere aşılayarak, hücre etkinliklerini kesintiye uğratmadan yeni kodonların okunup kopyalanmasını sağlamak. Hedef gerçekleşirse, tıpta ve kimya sanayiinde kullanılabilecek yepyeni proteinler elde edilebilecek.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 15 Ekim 2006, 18:53   #20
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Yanıt: Genetik




Yetenek Genleri Anneden

Genler üzerinde yapılan son araştırmalar, insanlarda yetenek genlerinin, erkeklerin annelerinden aldıkları X-kromozomunda bulunduğunu ortaya çıkardı. Alman Ulm Üniversitesi bilim adamlarının yürüttükleri araştırmada, X-kromozomunda çok sayıda yetenek geninin bulunduğunu saptadılar. Ancak Y-kromozomunda yetenek genlerinin varlığına rastlamadılar.
Bu bulgunun, neden özürlü veya aşırı yetenekli insanlar arasında erkeklerin çoğunlukta olduğu sorusuna bir cevap olabileceği söyleniyor. Erkeklerde yalnızca bir X-kromozomu bulunduğundan, her yetenek geninin, ama aynı zamanda her gen bozukluğunun da doğrudan kendini gösterdiğini söyleyen bilim adamı, iki X-kromozomu taşıyan kadınlarda ise iki kat daha fazla gen olduğunu, bu genlerin birbirlerini nötrlemeleri ihtimalinin bulunduğunu kaydedildi.
Genetik olarak bakıldığında, evrimin yükünü erkeklerin taşıdığı belirtiliyor. Yeteneğin çok sayıda gen ve çevre faktörleri ile belirlenen, son derece kompleks bir özellik olduğu ve cinsiyet kromozomu olmayan kromozomlarda da, X-kromozomunda bulunanların üçte biri oranında yetenek geni olduğu kaydedildi.

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
genetik


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Genetik PySSyCaT Felsefe 0 11 Kasım 2014 02:49
Genetik ve Kanser Ecrin Mikrobiyoloji 0 07 Eylül 2011 23:12