IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası

IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası (https://www.ircforumlari.net/)
-   Şiir, Hikaye ve Güzel Sözler (https://www.ircforumlari.net/siir-hikaye-ve-guzel-sozler/)
-   -   HiçLiğim.. (https://www.ircforumlari.net/siir-hikaye-ve-guzel-sozler/47725-hicligim.html)

aLdiana 20 Ocak 2008 01:59

Cevap: HiçLiğim..
 
Duvarlar
kan kırmızı duvarlar
kan kırmızı değil
duvarlar siyah
dışarıda yağmur mu
kar mı yağıyor
anlamak zor
ama karanlık
mâvi mâvi uçuşuyor hayaller
zihin gök kubbesinde
yağma var
yangın sesinde
feryât figân
sobada çıtır çıtır yanan büyük yelkenli
gezdiği denizler kurtaramaz artık
soba benim
ben engin denizlerin
hani o yağlı yosunlu
işkence tortusundan
yoğrulmuş halı
kimin halı
bilinmez
alt dudağın titremeye
başlayınca gel
önce gelme
ağıdıma düşme
düşüme bulaşma
koyunun çıngırağı
kapının zili
zilin dili
çalıyor ama
bakmayacağım
beklediğim yok çünkü

aLdiana 20 Ocak 2008 01:59

Cevap: HiçLiğim..
 
Gerçek ve düş arasındaki çizgiyi silmek
Düne doğru yaşamak bir kere daha
Etrafta dönüp duran insanlar
Sabaha kadar düşünülülen bir tek an
Günlerce dilden düşmeyen aynı nakarat
Sarı sayfanın üstünde sarı bir gül yaprağı
Gülümseyen bir yüz
Konuşulmayan zamanları dolduran konuşmalar
Özenle katlanıp sandığa konulan anılar
Beyaz sayfanın üzerinde sarı bir gül yaprağı
'Kızma anne yağmur benimle konuşurken uyuyamazki'

aLdiana 20 Ocak 2008 02:03

Cevap: HiçLiğim..
 
Her akşamüstü kırılan günü toplarım kalbinde
onulmaz yaralar parçalar sensiz kılarsa beni.

Şizofreniye ayarlı yüreğimde tasmalarla
ben artık buralara sığamam
süveyda gölgesi sararsa benliğimi
sorgu da başlar o zaman bağışlanamam
sıcak ilgilerden boşanıp akan gözyaşımı tutamam
kahrolurum teklifinde eğildiğim anı tekrar yaşasam.

Beynimi perçinleyip düştüm yollarına
albenili duygulardan uzak kimliğimi yırtarak
sevincine ortak oldum herşeye rağmen
umarsız göründüm elim yatkınken her işe.

Sonsuz uğuldamalar biçildi kulağıma bu çağda
sonrasını hatırlamadığım düşlere uyandım
dalgalı sularda aksimi gördüm irkildim:
-bu ben miyim,yüzümü getirin bana!


Yağmuru olmasa bu şehri terkederdim
sınav günlerini ularken alnımın perçemine
yakını ıraklaştıran seyahatlere mecbur gibi
sen olmasan sen olmasan bu gülüşü kullanmazdım
kanat sesleri kulağımda uğuldarken biteviye
sonsuz ölümler biçilir geride kalan en son kişiye
piyangolar vurur belki aklanır bu şehir de
şizofrenik düş yorgunluğu kalırsa bana

aLdiana 20 Ocak 2008 02:04

Cevap: HiçLiğim..
 
bir ölümün başlangıcıydı doğmak
ölü doğmak yada doğarken ölmek
gözlerini ölüme açmak ölümle açmak
ağlıyamadılar diye öldüler zaten...
ağlıyamadılar diye kahroldular
yada kahrolamadan öldüler,
belkide hiç doğmadılar

bir ölüm doğmuştu.. ama bir ölü doğmamıştı
çünki hiç ölmemişti ve yaşamamıştı...
yada canlıydı,ama gözlerini açamamıştı
belkide gözleri yoktu oluşmamıştı...

meleklerin ağladığı bir andı,
bir ana rahminde,
karanlık bir zamandı..
ve kin doldu gözlerine,
gözleri; büyüdü gecenin
oluşmamış elleriyle;
kendini boğdu cenin..

Yapraklar intihar etmisti tutuntuğu dallardan
Hepsi yola serilmisti; cansızca yatıyordu....
Çıkarmışlardı sonbaharı kahverengi masallardan,
Güneş; ufkuma, karanlık katıyordu...

Bende delirdi gece...
Bende delirdi saat;
Şizofrenim; soru sorma! !
Veremem izahat....

Yine içime düşer;
Yok bir şeyin endisesi;
Sivrildikçe keskinleşir,
Bir çemberin kösesi.

Her sey göz yanılgısı,
Hersey: sanrı
Neden almaz ruhumu;
Aklimi alan tanrı?

aLdiana 20 Ocak 2008 02:11

Cevap: HiçLiğim..
 
İlk doğduğu günden beri herkes onun gözlerine bakar, ‘ne güzel gözleri var’ derdi. Gerçekten de güzel bir kız çocuğuydu. Mavi gözleri, altın sarısı saçları ve sevimliliği gittiği her yerde herkesin dikkatini çekerdi. Her seferinde herkes onun mavi gözlerine imrenir, mavi gözlerle ilgili övücü sözler söylerlerdi. Annesi onu dizine yatırır, ‘mavi gözlüm’ diye severdi.
Günler geçtikçe kız mavi gözlerinin bir ayrıcalık olduğunu; güzelliğinin, kendisi ile ilgilenilmesinin sırrının mavi gözleri olduğunu keşfetti. Henüz üç-dört yaşlarında idi. Her arkadaşının göz rengine bir kusur buldu. Gözleri maviden başka olanlarla dalga geçiyor, onların gözlerini alaya alıyor ve en kötüsü gözlerinin maviliği ile büyükleniyordu.
Annesi çalışan bir kadındı, işe gittiğinde onu kreşe bırakıyordu. Çocuk anne sıcaklığını duyamamanın ezikliği ile sürekli ağlıyordu. Bakıcıları ne kadar iyi de olsalar annenin yerini tutamıyorlardı tabiî.
Günlerden bir gün yine annesi onu kreşe bırakıp işe gitti. Çocuk arkasından ağlamaya başladı. Bir türlü susmak bilmiyordu. Diğer çocuklar ve bakıcılar bundan rahatsız oluyordu. Bakıcılardan biri küçük kızın mavi gözlerinden dolayı kaprise girdiğini, onlarla övündüğünü biliyordu. Ağlayan kızın yanına geldi ve ona, ‘tatlım, eğer ağlarsan mavi gözlerin kahverengi olur’ dedi.
Dakikalardır ağlayan kız bir anda susuverdi. Bakıcının gözlerine bir daha baktı. Arkadaşlarının gözlerine bir daha baktı. Ayrıcalıklı olmanın mavi göz olduğunu yeniden hatırladı. Bakıcıya emin olmak için sordu:
- Gerçekten ağlarsam mavi gözlerim kahverengi mi olur?
- Evet, hem de sonsuza kadar.
Mavi gözlü kız ne zaman ağlamaya kalksa ona hep, ‘mavi gözlerinin kahverengi olacağı’ hatırlatıldı. Bu durumu annesine söylediklerinde annesi de bir kahkaha attı. Çocuk evde ağlamak istediğinde annesi, ‘ağlarsan mavi gözlerin kahverengi olur’ dedi.
Kısa bir zaman sonra bu durum çocukta bir saplantı oldu. Ve mavi gözlerini kaybetmemek için yıllarca ağlamadı. O ağlamadığı için herkes mutlu idi. Kreşteki bakıcılar o ağlamadığı için daha fazla kahkaha atmaya zaman buluyorlardı. Annesi o ağlamadığı için evdeki işlerini kolay yapıyor, makyajına daha fazla zaman ayırıyordu.

Yıllar geçip gitti, kız büyüdü, serpildi, mavi gözleri, sarı saçları ile güzel bir kız oldu. Artık yirmi yaşlarına gelmişti. O mavi gözlerinden, sarı saçlarından dolayı bütün gözler her zaman olduğu gibi ondaydı. Annesi onun bu güzelliği ile gurur duyuyordu.
Bir bahar sabahı uyandıklarında mavi gözlü kızın annesinin hasta olduğu anlaşıldı. Doktor doktor gezdirdiler, derdine bir türlü çare bulamadılar. Gitmedikleri doktor kalmadı. Kadın mavi gözlü kızının gözleri önünde eriyordu. Ama mavi gözlü kız annesinin bu durumuna üzülmesine rağmen gözlerinden bir damla yaş gelmiyordu.
Birgün mavi gözlü kızın babası bir komşularının tavsiyesi ile ermiş bir adama götürdü hasta kadını. Ermiş, kadına bakınca ‘bu derdin sadece bir çaresi var’ dedi. ‘Üç gün üç damla göz yaşı içecek. Dördüncü gün ayağa kalkacak’ dedi. Herkes sevindi. ‘Bundan kolay ne var’ dediler. ‘Birimiz ağlarız içiririz göz yaşımızı’ dediler. Ermiş, ‘kolay gibi görünüyor ama o kadar kolay değil, bu göz yaşı mavi gözlü olan kendi kızının gözyaşı olacak’ dedi.
Eve geldiklerinde mavi gözlü kızın gözyaşını istediler. Annesini çok seven mavi gözlü kız onu kurtarmak için ağlamak istedi günlerce, aylarca ama gözünden bir damla yaş gelmedi. Mavi gözlerini kaybetmemek için yıllardır ağlamamıştı. Bu sebepten ağlamayı unutmuştu.
Mavi gözlü kız bir türlü ağlayamıyor, günler geçtikçe annesi gözlerinin önünde eriyip gidiyordu. Topu topu üç damla yaş çıkaracaktı gözünden. Ama olmuyordu.

Bir gün günbatımında kadın kızını yanına çağırdı. Kızının dizine kafasını koydu. Açık pencereden batan güneşi görebiliyordu. Bir ‘ah’ çekti. ‘Ben ölürsem üzülme kızım. Suçlusu sen değilsin. Ben senin gözyaşlarını kurutarak kendi ölümümü kendim hazırladım. Ben öldükten sonra birgün ağlamanı dilerim’ dedi.
Kız annesinin bu sözlerinden o kadar duygulandı ki gözleri dolmuştu. Her an ağlayıp, annesini kurtarabilirdi. Biraz daha zorladı kendisini ve gözlerinden bir damla yaş süzülerek yanaklarından akmaya başladı. Yanaklarından süzülen damlalar annesinin dudaklarına düştüğünde dizinde soğuk bir bedenin varlığını hissetti sonra. Mavi gök yüzünü siyah bir örtü kaplamış, artık gün batmıştı.

aLdiana 20 Ocak 2008 02:13

Cevap: HiçLiğim..
 
Artık daha fazla böyle yaşayamazdı. İçindeki o sadece ve sadece kendisine ait olan özü ortaya çıkarmak ve onu yaşatmak istiyordu. Çünkü böyle, birden fazla ve kendisinin olmayan ve gerçek mi sahte mi olduğunun ayırdına varamadığı kişilikleri taşıyordu, sıkıntılı bir yük gibi... Peki, gerçek ve sadece ona ait bir özü var mıydı onun? Varsa neredeydi ve kimdi o? Öylesine çok maske kullanmış, öylesine çok değişik kalıplara girmiş, şekil değiştirmek zorunda kalmıştı ki, gerçek niteliğini yitirmiş olarak duruyordu.

aLdiana 20 Ocak 2008 02:14

Cevap: HiçLiğim..
 
Ellerini keseceğiz dediler,
Parmakların kalem tutmasın,
Özgürlük türküleri yazmasın.
Kolun kasalsın, yükseklere uzanmasın.
Gözlerini oyazacağız dediler,
Işığı, güneşi, aydınlığı görmesin.
Dilini koparacağız dediler.
O anlaşılmaz sözcükler
Ağzından çıkmasın,
Söyleyeceklerin boğazından tıkansın.
Ayaklarını koparacağız dediler
Bacakların kör-kötürüm kalsın
Bağımsızlık yürüyüşüne kaltılmasın..

Kesin dedim alçaklar kesin,
Oyun, koparın, kırın dedim
Özgürlük düşmanları,
Yapın yapabildiğinizi
Alamazsınız kafamfdan
Baskıyla, zorbalıkla, zulümle
Susturamazsınız, yok edemezsiniz
Düşüncelerimi, özlemlerimi...
Kafamdan çıkaramazsınız,
Özgürlük hasretimi, beklentilerimi
Dilimin ucundan alamazsınız
Kardeşlik türküleri, konuştuğum
O güzel sözcüklerimi...

aLdiana 20 Ocak 2008 02:15

Cevap: HiçLiğim..
 
"bu şehr-i stanbul ki, bi mislü bahâdır.
bir sengine yekpâre acem mülkü fedâdır"

// insanların şehri yoktur;
// şehrin insanları vardır...
// şehirleri teslim aldığını zannetmiştir insan
// şehir teslim almıştır onları oysa...
// ve;

biraz yalnızlık, biraz kalabalık olmaktır istanbul. yaşamayanların bilmediği, bilenlerin ancak yaşadığı ve yaşamak zorunda bırakıldığı bir istanbul'dur kalemin inceldikçe incelen, kağıda dökülen noktasında. size şarkılar söyleyeceğim; istanbulu anlatan yanlarımı deşifre edeceğim. sesimin güzelliğine değil, zaman zaman istanbul’un güzelliğine vurulacak, zaman zaman da acıyan yanlarına âh edecek; bir daha ve bir daha dinlemek isteyeceksiniz...

istanbulun kalabalık hülyâlarında, kaybedersiniz kendinizi zaman zaman. kaç köşe başında kaybolup, kaç köşe başında kendinizi bulduğunuzu bilemeyeceksiniz. 'hiç kimse' olup, köşe başlarının kaldırımlara karıştığı noktada, minarelerin göğü delen nidâları arasında, güvercinlerin İstanbul’un kubbelerine çarpan noktasında, derin bir âh çekip, bırakıverirsiniz kendinizi İstanbul’un kollarına. tıpkı bir ağıt gibi; İstanbul’un gözlerinin içine bakarak, dudaklarınıza dökülen ‘istanbul türküsü’nü tellendirirsiniz...

ben bir (h)iç
/ kimse'yim...
bir yanımda üşüten bir yalnızlık;
diğer yanımda
sesime karışmış yokluğun.
nedendir ki,
çığlıkların yankısıdır uzaklardan gelen.
sokaklarda bir gölgedir şair;
kendinden kaçak!
kafir bir gülümsemedir dudaklardan,
an be an dökülen.
/ hoyrat kalabalıklarda;
/ bir adın var senin, kirlenmemiş,
/ beyaz...

beyaz'dır düşleriniz, üşüten yalnızlığınız kadar âşikâr... değil sevinçlerinizi, hüzünlerinizi dahi kâr sayarsınız istanbulun üşüyen yanlarında. bir gölge olup istanbulun sokaklarında, yok'luğa karışan sesinizi ararsınız... alaycı, bütün hüzünleri inkâr eden kâfir gülümsemelerinizi bırakırsınız dalgaların koynuna lâkin; umursamazdır istanbul...

onun için düş'lerim,
en çok beyaza çalar LâL yalnızlığımda.
saatlerin adam yutan tiktakları arasında,
bir şehir bütün beyazlara inat,
en karanlık saatlerinde,
sokaklarında kendini o kadar kaybetmiştir.
/ sarhoş bir ağızda;
/ eski bir istanbul türküsü.
/ fahişe bir yatakta,
/ istanbul hatırası!...

bilinmedik hiç bir nakarat yoktur artık.
ve bütün şarkılar,
hep aynı buruk notayı sayıklamaktadır...
bu şehir,
âh bu şehir;
isyan bayrağını çekmiştir!
/ bütün fethedilmişliğine karşılık
/ bir o kadar esir olmuştur...


suskundur düşleriniz gecenin LâL noktasında ve bildiğiniz bütün şarkılar sanki hep aynı notayı tellendiriyor, aynı nakaratı seslendiriyor sanırsınız. bu şehirde, kaç değişik şarkı vardır ki söylenegelen ve sonu istanbulla bitmeyen?... bütün beyazlarını terk ederken karanlık saatlerine; bu şehir kendini kaybetmektedir sarhoş ağızlarda. birkaç fahişe yatağın kenarına iliştirilmiş kirli bir nefese isyan etmektedir istanbul. bildiği bütün nakaratları unutmak istercesine, yeniden ve bir daha yazılmak istercesine, isyan bayrağını burçlarına tekrar dikmektedir. “ben ki; fethe susamış şehir, fâtihimi tekrar özlemekteyim”...

bütün ümitlerim;
kirletilmiş fahişe bir şehrin,
yatak ucuna bırakılmış bozuk para gibidir artık.
umutlar;
serkeş bir rüzgara teslim,
beyaza çalarken LâL yalnızlığımın,
çıkmaz sokaklara dalan noktasında.
gözlerimde asi bir yalnızlık,
iki tarafı keskin bıçak;
/ ne yanımı dönsem hep bir yanım kanar
/ ve yine ne yanımı dönsem,
/ bir şair orada yanar...

istanbulda ne yalnız kalabiliyor insan ne tam kalabalık. iki tarafı keskin bir bıçak gibi; yani ne yanını dönsen bir yanın kanıyor. istanbulda güvercin olmak hiç zor değil, lâkin yaralı bir güvercin olmak çok zor. bütün çıkmaz sokaklar senin, bütün umutların bir o kadar gâib. ey âsitâne, bütün âsi yanlarımla, fâtihi özlemekteyim seninle beraber ve bilirim ki; bir fâtih doğarsa eğer, bin ulubatlı'nın doğuşunun da müjdecisi olacaktır...

düş'lerim;
kayıp gidiyor hiç kimse olduğum noktada.
bir şair var orada;
sokakların kıvrılıp gittiği noktada.
bir yanı hep kanar,
diğer yanı hep yanar...
/ LâL yalnızlık...
/ KâL yalnızlık...


hiç kimse'liğimin tescili istanbul. âsi yanlarımın deşifresi ve bir sevgili nasıl 'biricik'leştiriliyorsa, o kadar biricik istanbul. biraz içim kanıyorsa, biraz yaralıysa yüreğim; senin yaraların sebebiyledir. çünkü; ne kadar yaşarsan bir şehirde, o kadar çok o şehir olursun ve ben yaşadıkça istanbul, yaşadıkça yaralı bir güvercin oldum gökkubbenin beni saran noktasında. kıvrılıp gidiyor sokakların, bir mahzen gibi tıpkı. kalabalıklar sarıyor etrafımı. bilinmedik yüzlerin hâin bakışları altında, senin öldürülüşünü seyrediyorum ve sen ne kadar ölürsen; ben o kadar ölüyor, bir o kadar LâL oluyorum...

aLdiana 20 Ocak 2008 02:18

Cevap: HiçLiğim..
 
gecesiyahî yalnızlığında; yokluğun
düş kırıkları, paramparça.
sersefil düşünceler serkeş; avâre
her dem karanlığın kuytusunda ırâk!..

bir şehir artık nasıl ölüyorsa(!)
can çekişirken de öylesine canhıraştır.
ki, feryatların yankısında muzdarîb
çilekeş bir adamdır yorgun, garîb...

bir şehir her gün yeditepesiyle intihar senfosinin buruk notalarını çalıyor. belki duymuyorsun / ya da bir şehir sokak sokak nasıl can çekişir / bilmiyorsun...

şimdi yüreğim darağacında bir mülteci / ya da esirdir adını anmayan şehirlerin kaçkını. yoksa bir sevda adı yazılmamış / ve varsa bir sevda içinde adın barınmamış; yakılacak birkaç şiir ve bir şair vardır, yorgun, adı anılmamış...

LâL mekan; sükût,
ve münzevi bir yıldızdır.
ya da şiir;
yazılmadı(!),
LâL...

LâL mekânda soyuttur var’lık(!) ki; onun için bastığın yerler ayak izlerine muhtaç / ve tutsak bir yok’luğun çanları çalarken, sükûtun girtabında yok olup gidiyor adın’çin yazdığım bütün şiirler. gözlerin diyorum / yok’lar... ellerim; öylesine titriyorlar ve sen adını yalanlarla boyamış bu şehirde bir o kadar LâL Mekân, bir o kadar hiç kimse’sin / ki; yazık, bilmiyorsun...

kaçkınıyım bu şehrin; gecelerinde
sayıklarken adını bir hüzün.
Lâl Mekânda soyutlaşıyor bütün herşey.
artık mülteci bir yalnızlıktır şair;
sükûtun girdabında kaybolmuş,
birkaç şiirdir,
/ yakabilirsiniz...
ellerim öylesine titrek,
gözlerim öylesine gözlerinsiz
bir LâL Mekânı seyrederken,
bütün düşlerini kaybetmiş,
serkeş bir kaldırımsa başkoyduğum,
varsın herşey bir yalân olsun.
bir şehir yedi tepesiyle;
intihar senfosinin notalarını çalarken,
içine karışmamış bir adım olsun;
yorgun,
serkeş,
Lâl Mekân.

aLdiana 20 Ocak 2008 02:19

Cevap: HiçLiğim..
 
gayb’a dair düşler kuruyorsun; ki
umuda dair bütün yeminleri soluyorsun;
nuna ve kaleme andolsun, gayba ve kayba dair
ne varsa hepsi bizimdir...

diyorsun ki; yusuf’u arıyor yakub
ince bir gömleğe yüzünü sürmüş; hasretle
çiselerken yağmur, yüzünde damla;
titriyorsun, ıslak ve ince bir deri içinde...

ağlama demiyorum, ağlamalısın;
belki de en girift düşleri kurmalısın.
gayba ve kayba dair bütün herşey;
kurgulayabildiğin kadar senindir...

boşalan bir beyin mi; yoksa gitgide dolan
koca bir sünger mi; söyle sufi,
sıksan ne çıkar içinden; gayba ve kayba dair?
haydi; sık, sıkabilirsen...

ibrahimi görüyorum; yakan ve ibrahimi
bir o kadar ibrahim yapan ateşin içinde.
ağaçlar dal dal seyrine dururken; bütün sihirleri
bozuyorsun; gayba ve kayba açılan pencerenden...

dikenli telleri düşlüyorsun; ya da
telli dikenleri... bir soluk seyrederken alemi,
bir ağaç kuytusunda; sessizce izle;
bir şair, ağaçların fısıltısını dinlemekte...

gayb’a dair düşler kuruyorsun,
titrerken bir ıslak deri içerisinde; ey dost,
bütün girift düşleri -ve cümleleri- kurmalısın
şimdi söyle, boşalan ve dolan nedir?..
ibrahimi seyret, ateşin güle döndüğü yerde.
yorulduğun yerde otur; ve dinle,
koskoca bir ağaç, sana seslenmekte....

aLdiana 20 Ocak 2008 02:20

Cevap: HiçLiğim..
 
’virgülden sonra sonsuzdur hayat’
bir virgül koyuyorum,
adımı yazıyorum rengini kaybetmiş duvara.
artık sonsuzluğa karışabilirim...

bir müzmin yok’sun-luk’tur:
her virgül sonrası,
sonsuzluğa karışmış bir sûret.
adımı kimse anmıyor artık...

liman deyince akla hep sevgili gelirdi;
- veya belki de direk -
virgülden sonra sonsuzluğa karışmış,
yitik birer anı(yım) şimdi...

artık susuyorum; benimle susuyor gece:
karanlıklarını kaybediyor her an.
ilmek ilmek büyürken yalnızlığım;
bir virgül koyuyorum // herşey kanıyor...

aLdiana 20 Ocak 2008 02:21

Cevap: HiçLiğim..
 
-yine, yeniden hiç kimseye-

bir garip rüyaya yatıyorum, hayat:
-ya da- bir karmaşa
serkeş ruhum yollara tutkun,
her an kaybolabilirim...

bir şarkı söyle bana:
içine gülen yüzünü de koy.
gözyaşlarım damlarken gözümden;
yüzümü silen bir el de sen ol...

ölebilirim: bir nefes ol;
son yolculuğun adımlarını solurken,
gözlerini gözlerimden ayırma,
son bir kez bakabilirim...

varlığının değil; bugün
yokluğunun otuzüçüncü yıldönümü.
hayatın bütün ********liğine rağmen,
bir mey de senin için olsun: şerefe!...

farzediyorum ki; bir oyun oynadık
çocukluktan kalma körebe; oysa ki,
ben hep ebe’si oldum hayatın;
sense kör’ü...

bir garip rüyaya yatıyorum, hadi
bir şarkı söyle bana.
ölebilirim; bir nefes ol.
çanlar, yokluğuna çan’larken,
farzedelim, bir oyun oynadık;
kör-ebe...

aLdiana 20 Ocak 2008 02:22

Cevap: HiçLiğim..
 
ressama kurban edilmiş bir yalnızlık,
vadedilmiş toprağın renklerine karışırken,
parmak uçlarında hissettiğin nemdir: hayat!
sabır; elif-lâm-mîm-râ
ve ilk sabır,
dudaklarından dökülen tek hece: aşk!
ressama ve şaire kurban edilişin,
tanrısal muştusu!...

ilk kalemi tutuşun;
/ sesimin tınısı!
ağzına aldığın başparmağın,
kemirdiğin tırnaklarının ucundaki yokluğum;
/ kan kokusu…
şimdi usul usul yoklarken geceyi,
sokaklara yapışmış ceset parçacıkları;
senin dudakların kan,
senin dudakların öylesine revândır.

ilk kalemi tutuşun;
/ sesimin tortusu.
hayvanî bir istektir târumar,
geceyi bilmem kaç kez kolaçan edecektir.
özgürlük duvara çarpıyor,
örtüler bir bir kalkıyor.
bedeninin sığmadığı bu cismânî kentte,
ruhunun çırılçıplak geldiği odadır
/ sesimin hiç dinmeyen yankısı;
/ Lâ

sesimin tortusunda hayvânî bir istekle; dinmeyen bir yankıdır çığlığım: “”… bütün putları yıkıp, önüne gelmişliğim bundandır… yâr, kan kokusuna yapışıp kalmış bir sabırdır şimdi // ki anlatıyorum, yaşamak kadar ölmeye meyilli, bir o kadar isteklidir ölmek için yaşamaya meyilli… vâdedilmiş topraklarda derin bir hüzünle, bütün hüzünlerimi bir ressama kurban ediyorum… aşk, usul usul yoklarken geceyi, sokaklara ceset parçacıkları yerleşiyor… bir sokak fahişesi köşebaşında ekmek kavgası(!)nda, bütün günahlarından ırak… doğacak ilk ışıkla beraber, gündüzü gecesine böyle karışacak, gözlerine birikmiş hayatın ıslaklığında bir o kadar gayb-olmuş!… yaşamın anlamını soruyorum bir sokak fahişesine: birkaç yetim çocuktan bahsediyor, salyaları birbirine karışmış adam(-cık)ların kirli parmaklarının ardından doğacak güneşle beraber, onları kucaklayıp hayata hazırlamaktan bahsediyor! hâsıl-ı kelâm, günahların girift tanımlamalarından uzak düş’lere uzanıyor, mırıldanıyorum: “keşke herkes fahişe (kadar) olsa!”… ve bütün âsî yanlarımla şehrin duvarına yazıyorum: “”… bir put daha devriliyor, ibrahim kan ağlıyor!…

aLdiana 20 Ocak 2008 02:23

Cevap: HiçLiğim..
 
ey kapının ardındaki cerâhat;
/ ki, adınız kalabalıktır.
ellerimden değil,
zîrâ göbeğimden bağlıyım yaşama
ve bir o kadar (n)esîr.
şimdi tanrı; duy sesleri
şimdi tanrı; duy seslerini
ve ey tanrı;
/ duy sesimi!
bilâlin göbeğindeki,
/ ağlayan taş benim…

nehir kıyıları azgın sulara teslim.
bütün süslü çerçeveler bir resme yataklık ederken,
etrafından akan sular
/ kan revan,
bir ressamın kirli paletinde yalnızlık.
sesinin tortusunda titrek bir keman.
nûhun gemisindeki tûfânî karmaşa;
âh, kalabalık!
/ duy sesimi;
isyân üzeredir şiir!

hayat: ana rahminden sürgün…
ilk bıçak darbesi ile birbirine girmiş renkler;
değildir baştan başa kırmızı,
ki renklerin en safı; beyaz,
üzerine düşmüş bir siyah lekedir,
doğumunla beraber,
alnına sürülmüş ilk hayâsızlığın,
çıplaklığıdır: “leke”…
/ âh
/ en az senin kadar hayâsızım!

ressamın paletinden fırlıyor âhenk;
/ “geldiğin gibi gideceksin!”
ve şair haykırmaktadır;
/ “yazdığım gibi öleceğim!”…

tanrı ölmüştür diyordu nietzsche. ey âdem, biliniz ki, nietzsche ölmüştür!.. ve ey tanrı; duy sesi; ki nârâdır, bilâlin göbeğindeki taşın âhıdır… şimdi, süslü çerçeveler yataklık ediyor resimlere, her kare bir başka intiharı resmediyor. kan revan gecenin yontusunda, ressamın gözlerinden akıp gidiyor yalnızlık. sesimin tortusuna gizlediğim bir keman, dışarıda nûhanî ve bir o kadar tûfâni bir karmaşa! ey tanrı, duy sesimi; isyân üzredir şiir!… ana rahminden sürgün bir hayatı soluklarken, bir bıçak darbesidir bütün renkleri birbirine karıştıran ki doğumla beraber alnıma sürülmüştür ilk hayasızlığım. âh ne kadar lekeli ve çıplağım!… ressamın paletinden fırlıyor âhenk, “geldiğin gibi gideceksin” diyor yorgun gözlerle… ve şair, haykırmaktadır; “yazdığım gibi öleceğim, öldüğüm gibi yazacağım!”…

aLdiana 20 Ocak 2008 02:23

Cevap: yaLnIzLIk
 
fısıltı: “aşk; körkütük hayâsızdır artık

yağmurlar nehrederken nehirleri;
en büyük keşiftir;
/ rüzgarda dalganan saçların.
ay ışığından koparılmış çakıl taşları varken
kalbinin kesik taraflarında.
ağaçlar yapraklarını; bir o kadar
dökmüştür özlemle; yüzünde(n),
bir gül açtı ney kokan nefesinde,
iki beden birleşmek isterken,
örtüsünü sıyırıp atmış aşk’ta,
göğüslerinde bir kemancı eli,
Ilâhî melodinin,
soluğuna tutunmuş sarhoş yarat(t)ıkları!
/ kemânî ellerim,
/ keman çalmayı öğrenmiş,ve artık;
/ günâha kan kokusu bulaşmıştır…

âh vaad;
/ suya kan kokusuyla yazılmıştır.
/ ve örtü;
/ bu kanla sıyrılacaktır
.
özlüyorum seni;
ağacın toprağı - yağmuru özlediği,
ve bir o kadar muhtaçlığı kadar.
eksik olan bütün yanlarımla sesleniyorum sana;
/ hiç bu kadar çıplak kalınmadı
/ ve hiç bir özgürlük
/ bu kadar esir olmadı.

çiğneyip geçerken geceyi,
bir ressamın kirli paletini darmadağın ediyorum.
bir şairin kalemini kırıyorum
/ ya da; hayır hayır!
/ bütün şairleri öldürüyorum

/ (bir kez daha)
uçmak istediğin an;
/ bütün kanatlarımı sana veriyorum.
/ işte bütün vaadim budur!..

aşkın körkütük hayâsızlığında;
artık bütün örtüler sıyrılmıştır,
bütün şairler öl(dürül)müştür…
/ artık;
/ od’u da yakabilirsiniz!…

ağaçlar derin bir hüzünle dökerken yapraklarını, gül kokmuştur nefesin. yağmurlar nehrederken nehirleri, rüzgârın temaşasındadır altın saçların ve örtüsünü sıyırıp atmış körkütük hayasız aşkta, kemânî dokunuşlardır günaha boyanan yanların… vâd-i hakîkat su üzre, kan kokusuyla yazılmıştır ve sıyrılacaksa örtü, yine kan kokusuyla sıyrılmalıdır… ağacın toprağa özlemi, suyun ağaca özlemi gibidir bütün özlemişliklerim ve hürriyet dediğin şey, en az esaretle eşdeğerdir…geceyi yırtarken, ressamın paleti darmadağın! bütün âsi yanlarımla bir şairin kalemini kırıyor, bütün şairleri öldürüyorum: “katiliniz benim!”… vâd-i hakîkatte bütün örtüler sıyrılmış; od yanmaktadır, od od’a düşmüştür!…

aLdiana 20 Ocak 2008 02:24

Cevap: HiçLiğim..
 
sarhoşum şems kadar,
“gel” diyenim en az mevlânâ kadar.
ve aşk od’una düşmüşüm,
en az mecnûn kadar.
yusufun düşlerine gebe uykularım,
/ ki;
/ karanlık dehlizlerde,
/ kardeş ihanetleri kolluyorum!
/ bir gece, ben de düşebilirim,
/ kuytu kuyulara…

kim o? / kimdir o?
ben kimim! / ya, sen kimsin?
karışıyor yüzler; bak
/ dünya tersine dönüyor!
/ ehrâm-ı cinnet!

îsa’nın beşiğine tekrar döndüğü yerde,
muhammed’in,
halime’nin memesini emdiği yerdeyiz.
/ ihtimal;
/ onüçüncü havari de pişmandır artık!


gel diyenim mevlânâ’nın şemsî aşkı kadar, mecnûn’um çöle düşmüş kadar. yûsuf kadar özleyen kardeşini ve bir o kadar kardeşi tarafından kuyulara atılanım ki kuyu zindandan öte bir saray ise bir o kadar da kuyuları özleyenim: “bir gün ben de düşebilirim!”… kaybedilmiş yüzler, silüet kalabalık; tepetaklak ehrâm, tersine dünya… kardeş cinâyeti ya da cinâyetin kardeşliği! “âh, pişmanlık!”…

aLdiana 20 Ocak 2008 02:25

Cevap: HiçLiğim..
 
cehennet!… günâha dâvet, aşkın “yan!” hâli…fısıltı: “aşk örtüsü kalkmıştır!”

aşk örtüsü,
bohem yüzümden kalkmıştır
ve doğrudur bütün kuşların öldüğü
benimle dönmeni istiyorum.
kimselerin görmediği bakışlara
/ gebedir sûretim
fikirlerim ve tümcelerimin hepsi;
ana sütünden (g)ayrı,
meryem misâli doğurmaktadır,
her imgesinde îsâyı.
hiç bir satırın girmediği koyun,
ve gizli dehlizlerin
vedahi dehlizlerim kalmamıştır.

nârin ellerimden kayıp giderken örtü(lerin);
gül bahçesinde konuktur,
aşkın “yan!” hali.
/ işte bir yanım cennet
/ ve işte diğer yanım cehennem
/ cehennetvârî bu yalnızlıkta,

/ gül bahçesidir soluk aldığın her yer.
ashâb-ı kehf’i barındırken içimdeki kalabalıklar;
bütün mağaralar benim,
bütün kehf-î silüetler benim,
kapında bir nefes sadâkat-i kıtmîr,
(d)okunmamış en güzel şiir,
/ benim!…
aşk; örtüsünü kaldırmıştır…kimselerin görmediği bakışlara gebe sûretim doğruluyor bütün kuşların öldüğünü, ceylanların bir o kadar kalpsiz ve kör kaldığını… her düşüncede îsâ’yı doğuran meryemdir akıl, bir o kadar olmazların girift yanlarına hapsolmuş… yâr; girilmedik hiç bir koyum kalmamıştır, aşk’ın örtüsünü kaldırıp attığı mânâda, bir o kadar çıplağım işte!… örtü; nârin ellerimden kayıp gitmekteyken gül bahçesine konuk olmaktadır aşkın yan(!)ar dön(!)er hâli… bir yanımın cenneti, bir yanımın cehennemi soluduğu bu cehennet âleminde, işte bir o kadar ârâfta, bir o kadar mağaraların muhammedîsiyim…. kapında bir nefes kıtmîr; “yazılmamış en güzel şiir ben’im!”

aLdiana 20 Ocak 2008 03:01

Cevap: HiçLiğim..
 
gitme zamanı.. ho$cakal..

Loft 20 Ocak 2008 05:29

Cevap: HiçLiğim..
 
Ben kimimki, senle dans edeyim?
Sonra gel diyen,
Koş diyen ni kalbim yokki...
Hep seninle titreyen!
Boş bakışlar anlatır,
Son sözünle kahreden...
Dinle sen,
Koştuğun bu yolda artık ben yokum!
Her düşümde sen gelirsin
İsmim oldu belkide.
Çık rüyalarımdan artık,
Tanrım affet sen beni!
Duygu kalmadı.
Boş sokaklarında serseri...

Kovdum aşka kurban
Ellerim soğuk,
Ve ruhum artık vur beni!
Dudaklarım kilitli,
Tek bi söz
Çıkmaz sakin eller
Kalbin aynası...

Neymiş asrın kavgası?
Gözlerin yalancı baktı!
Korku sarmış her yanı.
Git deyince gittim ancak
Aklım orda kaldı!

Şimdilerde yagmur yağsa,
Düşmez oldum yollara!
Umursamaz tavırlarımla
Artık yepyeni bi ben varım.
Sende merhaba de
Artık bembeyaz bir sayfaya...
Hiç birşeyde kalmasın
Bak Bi Halime...

Aşk bigünde içine sızan
O aşk şeker bi bok değil!
Ve kahpelerde çay değil!
Pi* eder kral değil...
Anemi çalsın taktiğim,
Ve eşlik etsin sözlerim...
Ha bide s* bakiym,
Rab değil kitap değil!

Cadde görmedin kızım!
Sokaklarım siyah beyaz...
O şehri sevmedim kızım,
Işık var ancak hep ayaz!
Ve malesef sebebi sorma,
Çünkü kızgınım biraz!
Ne fark eder nasılsa sayıldı
Ve geçen o yaz...

Ha birde ermişim ya ben,
O her bi boktan anlayan!
Derdin aşk değil meğer...
Şiirlerden hoşlanan!
Bunuda al bigün biyerde,
Oku bu şiir bana diye!
Bu nasıl memleket lan öyle?
Kurt kuzuyla g*t g*te...

Sakın sen aşık olma.
Aptallıkla aynıdır...
Bırak sen öyle olma!
Can yakar!
İnatçıdır...

Be Aptalın Daniskası,
Nasıl akıttın yaşları!
Aptalında aptalıydın.
Uçuklardan olmadın!

aLdiana 20 Ocak 2008 22:53

Cevap: HiçLiğim..
 
gidip gidip durdum gözlerinde
kalıp kalıp gittim ellerinde
-bir sahnesi eksik bu oyunun-
bilip bilip sustum içinde

/beni delirdiğimde gömün; yarimin gözlerine/

kalk ayağa ve bağır gözlerime gözlerime. delirdi desinler, ellerini sırtında birleştirsinler, sen çırpın ben seyreyleyeyim seni. uzaktan bir garip olurmuş mazlumun hali. “zalimler” diyeyim “bırakın sevsin beni!” ne garip değil mi, sevgilisine yardım edemeyen bir aşığın hali?
vuslatım! kaçıp kaçıp sana gelen yanlarıma tutuşturdular gitmelerimi. durdurak bilmeyen ayazlarda kahrolmaktı benim çilem. essin diye beklediğim perilerin kanatlarındaki aheng, artık mutlu kılmıyordu beni. uçurumlara yuvarladığım çakıl taşlarının son sesleri, kısıktı, bıkkın birazda. ellerinden tuttum uçurum çiçeklerinin...solgundular...

aynam! devriliyordu ağaçlar rüzgarına. yaprak kıpırdamayan gecelerimde ter döküyordun ya sen, üşümekti sensizliğimin hali. bilmez miydin sen? kanatlarıma can suyu kattığında dönüşüyordum periye ve ışınlanıyordum uzaklığına. yakından seni seyretmek nasip olmayacaktı da bana , birgün saklandığın yerlerden çıkartacaktı sevgim seni. oysa ki uzaklığındaki “deli çığlık”lar tırmalıyordu içimi. gerilerde durmak isteyen seyirciydi sesim. görüntülerin loş odalara gizlendiği gizemli oyunlardan alkışlar yükseltiyordum sana, bir sahnesi eksikti bu oyununun. alnımı serinliğine dayayıp, “başla” dedim sonra. “başla!” ... aynı oyunu sergileyeceğim, senden uzaklarda…

/bir de beni öldükten sonra gör; gömüleceğim içine içine/

şimdi yenilgilerimi büyütüyorum içimde. karşımda duran hiçbir kapı seninkine benzemiyor ve hiçbir kapıda senin izlerini göremiyorum. yalnızlığımla dalıyorum senin kalabalıklarına. ulaşmıyor mu sesim? devleşen düşlerime yeniden doğuyorsun aşkla. her saniye büyüyorsun içimde, küçülmen gerektikçe. acımasızca sürüyorum yelkenlerimi ırmaklarına, tırnaklarını bilemiş kadınlardan alıyorum haberlerini. taradığın saçlarıma takılan güller kurudu, değişmiyorum yenileriyle. ellerinin değdiği teller saçlarımdan düşer diye. binlerce kez tekrar ettiriyorum kalbime: "alıştır kendini, sevdiğinin gelmeyeceğine"... tutsaksın sevdiğim / tutsağınım içinde

usandım, uslanmaz sevdalarımın dişlilerinde ezilmekten. yüreğime sorsalar bir de, gömüldüğüm topraklar ne anlamlar taşır içimde. sanma ki ölmektir arzum, öldüğümde sana kavuşmaktır umudum.

vuslatım! kederli değilim; sevdandır içimde ateşlerle oynayan. dokunma ellerin yanar, dokurum sana gelebilmek için sahte sahte yollar. "şaka" de, hadi; "oyun"de bitsin bu şakadan oyunlar...

aynam! düşeceğim beni çağırdığın uçurumlara, gözlerime değer kanatları göklerin... bakışlarını gördüğüm gün, barışacağım ömrümle! coşkun ırmaklardan sesi gelen yarim, sensizdir bir yanım... koşup durduğum kervanların,hiçbirinde yoksun... kalabalıklaşıyorum senin peşine düştükçe ve yalnızlaşıyorum her ümidimi yitirdiğimde... örüyorum yeni baştan düşlerimi... yerimde değilim, ellerini tutmak için kaçtım bu diyarlardan...sana öle öle geleceğim…

aLdiana 20 Ocak 2008 22:53

Cevap: HiçLiğim..
 
gözlerine gece düşen adam!
ağlıyor rüzigar omuzlarında...

gelirsen!
şehirlere küs avcılarla buluşup dağ başlarında,
kedere inat,
bir avuç köz bırakacağız ışıltımızla.

yeniden başlayamayacak kadarım,sensiz buralarda;
şehrime revan düşer,
şehrine ayaz, habersiz...
üşü(t)meyesin, olmyacağım ben sensiz...

ellerine yıldız değen adam!
susuyor deniz, kıyılarımda...
ben bir yakamozum,
denizime her el uzattığında...

gelsen!
şakıyacak bülbüller gül dallarında
ve seslerimizi ancak yüksek tepelerden duyuracağız,
yıldızlar eşliğinde, baharları gecelerimize çağıracağız
seni baharlar gelmeden önce sevdim /sevgimi serdim,bulutlarda serili yüreğine.../

yüreğimi şiire dönüştüren adam!
saydım! yüreğime düşürdüğün her sızıyı
/ben hiç bahar görmemiştim/

bundandır!
toplanır şairler damarlarımda.

seni bedenime deri, dilime lâl, sesime ses bildim.
Öyle geldin! Önceleyin.

Şiirim!
toprağıma yağmursun, yüreğime mışıl mışıl hasret...

taş duvarlar dikiliydi karşımızda,
aşılmaz yollar,
tükenmez acılar,
ötelere sevdalar, sıra sıra...
alnımızda beyazlığı güzlerin...
bakışlarında derinliği sevdanın...

kıyamet” dedin beni benden çok sevdiğinin adına.
Kıyamettim!
Kıyam ettim!
Kıyametindim!

Yumruk vuruyordum göğsüme
ah”lardan oluşmuş vuslatlar biçtim adlarına.
çarmıha gerdiğim sılalarım, ölmedi gitti,
vur”uluyordum her adını sayıkladığımda.

uyut hasretlerimi, gece döşenmiş gölgelerinde
şaşırt kainatı,aşket ömrümü sesinle...
damarlarımda sensizliği kabul edemeyen ırmaklar çağlar
gelsen!
çoğalıyorum, umudu yüreğime her davet ettiğinde...

gözlerine gece düşen adam!
yıldızlarımı topla ve öyle gel...

aLdiana 20 Ocak 2008 22:54

Cevap: HiçLiğim..
 
/özlemin yanar, yakın mesafelerde/

Sancıyarak çıkıyorum merdivenlerden; ağır aksak bir düş benimkisi. Gök deliniyor, yağmurlar bir bir üzerime düşüyor. Savunmasızım, her damla yüreğimi ıslatıyor…Ufukta çizgisini kaybetmiş gelin gibi karalar giyiniyorum. Ve toprakla sözleşen düşlerimi yere yığıyorum / düşlerim buz kesiyor…/

Tabutuma sürme ellerini, ıslak mekanlarda canımı yakıyorum.

Mırın kırın ediyor güneş, yüreğime doğmamaya yeminli. Bir yıldıza sürüyorum ellerimi; ellerim yar, yüzüne hasret say ki! Karayım baştan sona, galakside hiçbir yıldızın değilim sahibi. Ses vermiyor içime evren, hürriyetimi kuyularda sessizliğe verdim sanki. Gömleğime bulaşmış sevdanın izi, boğuştukça içime nakşediyorum, yarim gölgeni... Hürriyerim de, sesim de, sözüm de yarim, gözlerinde… b/akıyorum, çaresiz/im.

Cesedime sürme gözlerini, kanımın damarlarımdan çekildiğini hissediyorum.

Kaçıyor yığınla his, sessizliğe bürünüyor çığlık! Kelepçelerimi sıkıyorlar, bileklerim inciniyor. Avazım çıktığı kadar susuyorum, beni yalnızca korkularım duyuyor. Gözlerime sürülse de kor, yüreğimi kim edebilir kör? Gözlerimi daldırıyorum boşluğa, avuçlarımı dolduruyor hüzünler… Söylesene yarim, sensiz mevsimler hep mi birbirine benzer?

Yokluğuna alıştırma ruhumu, ızdırabım dağları deler.

İlkim, sonum ve her baharım… adına /dokunulmaz/ şiirler yazdığım… iklimlerce sevdiceğim, ömrüme binlerce sen serptiğim… Kanattığım dünlerden geriye kalan yokluğun, varlığının habercisidir sonuma. Boz bulanık sulardan yüreğime yansıyanım; içimi senden gayrısına açamadım asla. “Tükettiğim” zaman davacı olur mu benden bilmem ama, “tükendiğim” zamana davacı olamam asla! her "zaman" senden bana bir hatıra!

Varlığının habercisidir, gözlerime yığılan “öteler

Sarmaşığım… Yüreğine dolanıyor mu içimin haberleri? Yakıyor mu göğüne yağan yağmurlar avuçlarını. Aç kollarını, ufuklar sarılsın boynuna… Yüreğini işgale yeltenmesin hiçbir kimse, takipçisiyim düşlerinin…

Kanayarak iniyorum merdivenlerinden düşlerinin… Gözlerini aldım yanıma /Susmuyorlar/

Bu karalar, bu gece rengi ne güzel yakışıyor bana!

aLdiana 20 Ocak 2008 22:55

Cevap: Sahaf
 
/ne vakit yaşamak düşlesem,
kurşun kadar ağır yalnızlıklar gelir kuytulardan.
bu yüzden sonsuzluğa yumayacağım gözlerimi,
ağırlaşıyor düşlerim.../

ne vakit altından ırmaklar geçen köprüler düşlesem,
başıma yağan kızılca kıyametlerle
sürülürüm bulunduğum yerlerden.
arkamda taşıyamadığım yüküm(sen)
sürüklenir(sin) peşimden...
doğrulmaya çalıştıkça heybetlenen kurşunî bedenim,
vurgun yemiş sırça köşkler gibi çöreklenir acılarıma...
doluyor şöhretin, kan misali, damarlarıma

cemre düşmüş toprakta düşlerimle kalıyorum...
bahara yakınmış adım;
daha ilk saflarda,
tutuşuyor adımlarım...
yüreğimde bir sen var, damarlarımda kanın”.
tanıdık geliyor bana, etrafımda duran bakışların.
tılsımını,
kabusların terkettiği şehirde bırakmışken” yaşamak,
korkunun pençesinde bir haslettir” kavuşmak.

Tırmanırken dağ eteklerinde kalır ellerim,
yaralıyım kurşun geçirmez artık bedenim
ve büyüdükçe kinim,
donar hislerim”.

merhamet duvarlarıma, gazaplar konmayacak

ne vakit ölmeler düşlesem,
boğulur ağır kalabalıklar...
ve musallasını arzulayan bedenim,
ne kadar da günahkâr.

tutuştu saçlarım rüzgarın ateşiyle
ve kibirlendi uzaklar,
yakınların gelişiyle.
hangi ufuk taşır şimdi,
bende ki ağırlığı
ve hangi yamaçlardır ellerimin mezarı...

yüreğime ölümler ekerken, nasıl bir yaşamak düşlersin?”
dedin
ve gittin.
Yüreğimde sâlâsı,gidişlerinin
ve avuçlarımda firari gelişlerin..

sen yürek yurdumun misafiri!”
misafir dediğin, kalmak için düşlerini kirletmemeli.
Düşlerimde “ölüm”,
yaşamak “aksak”;
ve ölürüm ağır aksak.

Ne vakit gelsen,
bir yanım dağ,
ve gitsen
uçurumlar solurum...


*Otuzuncuharf*

Nickolas 20 Ocak 2008 22:55

Cevap: HiçLiğim..
 
İnsanın bir ömrü hissettiği yalnızlığı ya da hiçliği anlatmaya yetmez. Kendini yorma :)

aLdiana 20 Ocak 2008 22:56

Cevap: HiçLiğim..
 
/sevdayla kapanmaz bir yaradır yalnızlık

ölümle örtüşür, aşkla depreşir...
yalnızlığımın ilk ve tek kahramanına/


ve ölüme yürür gibiydik, olanca heyecanımızı belirsizlikle örterek
yığınla gözlerim vardı ve tek olana bakıyordum, benim olana,
etraf ne zaman kararacaktı ve ben ne zaman bulanacaktım siyaha
göz gözü görmüyordu bu ıssızlıkta
bir adım ve bir adım daha ;nelere şahit olduğumu gör:

kendimi bir tünelin sonunda, çıkmazın ortasında buldum

yüreğime soracak olursan
yığınlarca sen biriktirdiğimden olsa gerek ki
kimsenin sevdasına benzemiyordu benimkisi
bilmezdin

sabaha dek
hatta akşama dek,

hatta sonsuza dek seninle olmak arzusuna
kadeh kaldırdı martılar
yüzbinlerce çığlık eşliğinde sevdim seni
yine seviyor olmaktan oldukça m u t l uve hiçkimsenin eline değmediyse elim
kulaklarımı hiçbir günaha adamadıysam
şu karşıki deniz şahittir ki
ölümün çoğulluğundandır, bu dünyadaki sensizliğim…



ve evren her an yeniliyorken ölümünü,
sen binlerce kez doğuyorken içime
bir çığlık kopartıyordu hayat
hadi beni sev sevgilim, buna çok ihtiyacım var

ellerimden alınmadan ruhum ve seninkine karışmışken
içtenlikle söylüyorum ki: “uğultusunu işitmiyorum hiçbirşeyin
senin dışında tüm seslerin sağırlığına gebeyim
…”



ve çıkagelmiştin işte bir bahar vakti
yaz mı denir bilmem
ellerinin sıcaklığından eriyordu ellerim
avuçlarımda biriken sözlerin bana kalsın isterim
özlemleri büyük olur ayrılık vakitlerinin…



uğultulu bir geceydi ve boynuma sarılmıştı acılar
hissizleşmeden, güçsüzleşmeden

hadi beni sev sevgilim, buna çok ihtiyacım var



içimin acıya dönük vakitlerine sıkça rastladığın bir anda
maziden kalan ne varsa topla ve açıl okyanusumun bilinmez sularına
yarım bırakılmış hiçbirşeyden gönlüm razı değildir
bırakma beni, bu karanlıkta bir başıma…



/ardına düşemediğim hiçbir yolu sevmiyorum/



uzasın istiyorum seni sevdiğim vakitler
ve ben hep seni sevmenin arifesinde olayım
gözlerime deniz değmiş gibidir bu vakitler

ve sözlerinden çaldığım güneşleri
yüreğimle beslerim;

ben bir deLi.


şehre küskün durma, gülümse hadi
ve karışsın şehrimize, gülüşün biraz
şahittir ki gök ve şahittir ki yüreğim
dinginliğisin içimin ve yüreğim fırtınalarda bir kepez…



/bilmezliğinin öncesinde, kanunsuz bir yoldur çizdiğim/



bilmezdin, ben seni özlerdim…
günler geçerdi, geceler geçerdi ve ben kalabalıklardan geçerdim

ve ilk kez bu kadar sessiz ve ilk kez bu kadar derindim…
etkilenmeden gelip geçerdim, örülmüş bir hüzün duvarını aşarak…

bilmezdin, ben seni özlerdim…
kapılardan girecekmişsin gibi

ve beni şaşkın edecekmişsin gibi…
bilmezdin, seninle düşlenmiş bir hayatın içinden geçerdim ben..

koşardım, o acıdan bu acıya..
görmek istemediklerimi ardıma gizler

ve geçerdim içinden ateşlerimin…
bilmezdin… tutkundum gözlerine.
ve yine her satırda biraz daha anlatmak istediğim,
sevgin beni kendine çekerdi…
bilmezdin, öyle sessiz neden direndiğimi…neye direndiğimi…
koca bir istasyonun hangi peronundan geleceğini bilmediğim
yolcusu gibiydin ömrümün
trenin sesiyle irkilirdim.
yola koyulma vaktinden bihaberdim
ve ellerimi birbirine kenetleyip,
güneşin batışının gözüme yansıttıklarını izlerdim…
gözüme yansıyan içimdeki sendin
bilmezdin, herhalimin sana tutsaklığını...
eski bir şarkının ilk mısraları gelirdi dilime ve sen teselli vermezdin…
/kanadı kırılmış kuşlar gibiydim; yapayalnız/ *
bilmezdin…
bilmez...

aLdiana 20 Ocak 2008 22:57

Cevap: HiçLiğim..
 
a.
adam / gözleri gördüğü rüyanın etkisinde,
uykusuzluğuna karışmış bir gözyaşıydı.
bitmeyen gecelerin sürgünü,
dudağında hiç eksiltmediği kasemlere,
devşirilmiş umutlarını ekliyordu.
adam / hiç yaşamamıştı...

b.
başka / bir şeyleri arıyordu adam.
başkalaşmış aşkların suretinden ırak,
gölgesinde bir soluk nefesti adam.
adım adım kaybolurken hayatın öte berisinde.
gözlerinde, kaçak bir korkuydu.
başka / şey'ler de vardı kimselerin bilmediği...

c.
cân / -dı adam; yani kandı.
ve biraz da tîne karışmıştı yokluğu.
ebediyyet yolunda münzevi bir yıldız,
ürkek bir aşk'tı hiç yaşanmamış.
adam, daha bir çok şeydi hepsi buna benzer.
kayıp adresteki çıkmaz bir sokak,
ardına saklanmış eşrûha sevdalıydı.
cân / eş zamanlı bir ölümdü...

d.
dünyada zamansız bir ölüm'dü.
yokluğa karışırken apansız, kimliksiz;
bir aşkı soluyordu ayrık zaman dilimlerinde,
yaşanmış, yaşanmamış, yok ve her an var...
başka bir şeyleri ararken adam;
başka bir şeyi düşünmüyordu aşkın kuytusunda.
tînin tîne, cân'ın câna karıştığı noktada.
dünya diyordu adam; dün-yâ...

e.
eskitilmiş aşkları düşüyordu adam;
bir çırpıda ve bir gecede tükenen,
yatağın başucundaki kirli bir mendil gibi,
tıpkı ve bilakis; tam buna benzer;
solumayı unutmuş bir ciğer gibi eskitilmiş aşklar.
yürürken eskitilmiş kaldırılarında istanbulun,
bir buruk şarkıyı tellendiriyordu adam;
"acılarımız tarih kadar eski
nefes alıp vermek misali olağan zaman"

f.
fahz ile memur bir şehrin silüetinde,
kayıp gitmektedir bu zaman;
firkat zamanı, buruktur yüzler:
bu şehirde bir aşk var ikiye bölünmüş
ve kısıtlanmış zaman dilimlerinde,
yaşanmaya bir o kadar memur olmuş.
dil bir kasemi zikr'eder, kalp ile meşhûn.
manzûr bir aşktır bu; fevkattahammül...

g.
gâbin bir gülümsemedir leyl alnımda,
çilekeş bir yokluk terennümü,
hiçliğin ardındaki adres-i gâib;
gâdir-i nefs bir zulümdür...
eğer gidersen bir şehir bütün sokaklarıyla,
intiharın seyrine selam duracaktır.
adını ansa turâb gâh bâ-gâh; bir tohum,
toprağı öyle eşeleyecektir; lemyezel...

h.
hâ-i nisâ'dır bu şehir; arsız, şekilsiz
ruhları devşirilmiş muamma bir yokuş.
şimdi; ey habâib-i aşk; yok-(sunuz):
mecnûnun bütün hâb-u nûşinliği bundan.
câlib-i dikkat bir ru'yet üzreyken; zerre(n),
rûz-u şeb'imde leyâl-i hasretimdir benim.
rüveydâ bir nakkâştır parmakların avucumda,
göğe büsbütün elimi açmışlığım yine sana...

I.
sâyebândır saçların esen rüzgarda; ol ki
bir dinlencedir kayıp giden avuçlarımda.
ıtr ile müsemma mugattî bir tendir;
âb-ı revânımdır, âb-ı dehânın benim.
âsımâ gibi kutsal bir şehri solurken ruhun,
âsiye bakışların nedendir ki kan revan.
hicr üzreyken, ruhum sana şâik;
bir ben ki âşık-ı didâr-ı pâkınım senin.

aLdiana 20 Ocak 2008 22:57

Cevap: HiçLiğim..
 
"Aşkın ilk soluğu mantığın son soluğudur" : (Antoine Bret)


yine sensizlik çöktü bu şehrin sokaklarına.. nereye gitsem sen'sizlik, nereye baksam sensizliğin kol geziyor köşabaşlarında bu şehrin.. başımı alıp gidesim geliyor.. âh'lar çekiyorum yüreğimden, duymuyorsun..

ömür böyle geçip gidiyor, ve sonuna yaklaşıyorum ömrün.. yirmi iki temmuz iki bin dört.. oysa dün gibiydi çocukluğum; çok şey hatırlamasam da, çocuktum işte.. ama şimdi; sen'siz bir hayatın dingin, yorgun ve sessiz telaşındayım, duymuyorsun..

sen belki de hiç olmadın.. belki de hiç olmak istedin.. belki en az bu şehir kadar bilinmez ve keşmekeş olmak istedin.. bir isim yetmedi, bütün isimlerle seslendim sana.. hangi isminle çağırsam, dönüp bakmadı yorgun yüzün.. bu şehirde, böylesine sensizliğin uçurumlarında haykırışlarım kol geziyor, duymuyorsun..

melankolik diyorlar bana, suçlamıyorum onları çünkü seni bilmiyorlar.. 'aşk' diyorum, 'ilahi' diyorum ve belki de varılacak son nokta diyorum, anlamıyorlar.. bir titrek kemanın esiri oldum şu an.. insan sesinin en ayne'l-yakîn hâli derler.. bir damla gözyaşı, bir ilâhî aşk, varılacak son nokta ve titrek bir keman sesi.. kısaca sen ve senin hatırlattıkların, anlamıyorsun..

artık mantığın öldüğü bir yerdeyim, son soluklarını çoktan verdi, bir 'gece' kollarımda can verdiği an.. habersizdin ve belki yine kimsesizdin veya kimsesiz olduğunu zannediyordun.. belki de bütün 'çekingenliğinle", bütün "tutukluğunla", bütün "saygınla" susuyor... susuyor... ve kaçıyordun... kaçak bir sevdadasın, belki bir daha dönmeyeceksin.. hiç bir liman vermeyecek seni, hiç bir rüzgar kokun dolmayacak..

ama olsun,

ben mantığın bittiği yerdeyim, sense kaçak.....

aLdiana 20 Ocak 2008 22:58

Cevap: HiçLiğim..
 
Yine gece..yine sen(sizlik).. yine yağmur..
Kim bilir yokluğunun kaçıncı dirilişi bu karanlık gri!
İflâhı kesilmiş bu ses;bu vurdumduymaz delilik benim mi ?
Aklı ziyanım!
Hangi yanısın dünlerime yas’lanan yarınlarımın ?

aLdiana 20 Ocak 2008 22:59

Cevap: HiçLiğim..
 
Küçük bir merhabayla devralınır yaşam... Aniden bir ses düşer güne, beklenmeyen anın güzelliği buradandır.. Kapıyı açarsınız ve ardındakinin kim olduğunu çok da fazla umursamadan, içeriye davet edersiniz... Gelenin rahatlığından mıdır; yoksa içeriye alanın vurdumduymazlığından mıdır bilinmez ama huzur dolu bir kaç "an", günün sayfaları arasından usulca koparılır...

"İki oda arası değişen yaşamlar tanıdım. Birinden diğerine geçerken adımlarını değiştiren insanlar. Gecenin pimini çekerler ihtirasları uğruna ve onlar en çok, mekânlar arasında yerleşemezler aşka."


“Cehngiz Cehngiz.
Böyle seslenmek istedim sana; çünkü başına ‘sevgili’ koyduklarımız hep gitti, gidiyor…”

Adına ne demeliyim diye düşünürken geldi aklıma bu cümle...
Sandığınız veya sanmadığınız ya da sanmak zorunluluğunu tıpkı ağır bir sorumluluk gibi üzerinizde taşıdığınız anlam sepetinizden uzakta durmaya çalışsanız da biliyorum çok da başarılı olamayacaksınız. Bir defa başına kondu mu aşk cümlenin, evirseniz de çevirseniz de başka yana alıp da koymak aklınızın ucundan bile geçmez. Biliyor musunuz ben sizin gibiler yüzünden yaraladım tırnak uçlarımı. Sizlere anlatmaya çalışırken düşlerimi hasar verdim en değerli varlığıma. Zararı yok şimdilerde neyin ne kadar, nerede, hangi zamanda kaybolup gittiğine. Çünkü anlıyor ki insan, asıl yaralanan kendisi değilmiş.
Şimdi gökyüzüne açılmış gözlerimin baktığı yerde bambaşka bir dünya duruyor. İkimizin arasında, ikimizden olma…

Kış mevsiminin en belirgin özelliği karın yağmasıyken, benim için daima bir şeylerin ilke imza atması olmuştur. Duygulara dökülen karların bıraktığı izler, müziğin üşürken tende bıraktığı, o kimi zaman anlatmakla yeri doldurulamayacak ısısı, yahut kimseyle kimsesizliğin karşılaştığı o muhteşem ince çizginin üzerinde, tanık olduklarıma kattığı anlam…
Kış başlar, yolculuklar bitti sanırken bir diğerine doğru yola çıkılmıştır aslında. Yolun hemen başında, öykülerinizin çerçevesini belirginleştiren o küçük ayrıntılar saklıdır. Ayrıntıların parantezlerini aralayıp içine bakabilme cesareti içinizdedir. Bütün toplumsal yargılamalar ve toplumun korkuyla salgıladığı değerler, sizin değişkeninizdir.
Matematiğin egemenliğinde bir yaşam sürmeyi siz seçmemiş olabilirsiniz; ancak bu onun varlığını yadsımanız yahut hiç yokmuş gibi davranmaya çalışmanız anlamına gelmeyecektir hiçbir zaman. O, oradadır. Bir defa, ince bir hareketle koordinatları belirlenmiştir yeryüzünde. Koordinatları görmezden gelseniz de çoğu zaman, yeri sabitlenmiştir. Belki de yaşamın içerisinde, kimi zaman türlü oyunlarla alt etmeye çalıştığımız, kısaca görmezden gelmeye yeğlediğimiz şeyler, o parantezin içine bambaşka şeyler koymamızı sağlıyor.

Yaşamını kendi eliyle bir başkasına veren insanlar tanıdım; çıkış yolunu ararken kendi çıkışının olduğunu unutan… Olmazların evini giydirirler bir gecede, kadına ve erkeğe. Şırıl şırıl akan bir pınarın kuraklığını avuçlarlar sonra ve onlar en çok, düşlerde karşılamaya çalışırlar kendi çıkış yollarını…”

Küçük, minicik bir merhabaydı senden devraldığım, devrilirken… Biliyordum, yine dayanamayıp doğrulacağımı, kendi el yazması düşlerime kaldığım yerden devam edeceğimi. Odanın gürültülü tekilliğini kendi başına bırakıp yerimden kalktığımda, kısa bir süre sonra belli belirsiz bir iniltiyle kapımı çalacağını bilmesem de; buhranlı günlerin kapağının er geç kapanacağını hissediyordum.
Böyle anlarda içimden kuvvetli bir çocuk var gücüyle bağırır benim. Onunla uğraşmak, kendimle uğraşmaktan inanın daha zordur. O biçimsiz güzelliğiyle durmadan bir şeyler anlatmaya çalışır. Sus demek isteseniz de susmayacaktır. Canı yanmıştır bir defa içine bıraktıklarınız yüzünden. Sızlamıştır. Uykusuzluktan, her daim yaşadığı gecesizlikten yorulmuştur. İlahi bir ses bırakır dudaklarınıza mırıldanmanız için. Tanrı’nın adı yazgınıza bağlanır o andan itibaren… Yazarken fark edersiniz onu en çok; yazarken ve gözlerini açıp bakarken etrafa… Karşınıza çıkan her bir dokuyu anlamaya çalışırken… Gelir ve ruhundan yükselen sesi içinize, o en sancılı yerlerinize bırakıverir ansızın.
Başkalaşımı her saniye hissetmeye başlarsınız; çünkü bu öyle bir şeydir ki aldığınız nefesin hızına bile etkide bulunacak kadar heyecan vericidir…
Önce belli belirsiz bir gülümseme yerleşiverir unuttuğunuz çizgilerin üzerine, sonra dolaşan diliniz açılıverir suskunlukları yırtarak…
İşveniz, sevdanız, çekilmeyen dününüz yer değiştirir o çocuğun dokunduğu yerden… Tutmak istedikleriniz yeniden canlanıverir başucunuzda, tutamadıklarınıza tatlı bir göz kırpışıyla. En başta aslolanlar çizilir yüzünüzün en tenha köşesine. Kaybolmuşluğunuz devralınır varoluşla. Oysa inkâra yeltenemeyecek kadar varsınızdır aslında…

Kendi geçmişini seslendirmekten vazgeçen bir erkek tanıdım. Onca yitirilmişliğin ardından, tüm o kayboluşlarını büyük bir güçle kendinden çekip çıkarmaya çalışan… Suskuyu tek kalemde yırtabilecek kadar cesurdu ve o en çok, çocukluğumu alıp saklıyordu göğsüne.”

Aylar oldu. Yine o sihirli değnek, bir şekilde kendine bağlamayı başardı yaşanılanları. Ufak hediyelerle tamamladı döngüsünü ve işleyiş her geçen gün kendisine çekmeyi başarıyor tanımlanamayan bir cevapsızlıkta. Belki de ilk defa bir insanın gözlerine baktığımda etrafımdaki her şey birbirine geçiyor olağanca hızıyla.
Başım dönmüyor…
Ruhum teslim olmuyor…
Bedenim yorulmuyor…
Bir depremle yaşamımı bir an devraldığını düşündüğüm ekim; yine bir ilk bahar yolcusunu yanına alarak yürümeye devam ediyor.

Sonbahar ve ilkbaharın anlamını düşünüyorum, doğum lekemdeki ize bakarak… Bir kez daha doğacağım eylülde. Bir kez daha o hiç görmediğim odanın resmini çizmeye çalışacağım ellerimle.
Ellerim, Tanrı'ya en yakın olduğum yer belki de...

Adını sevgili koyduklarımız gitti demişti ya lacivert gecelere yakıştığını düşündüğüm o adam, gitmeyesin diye seni sorgulamıyorum... İşte bu yüzden senin bir adın yok.

aLdiana 20 Ocak 2008 23:00

Cevap: HiçLiğim..
 
Bu gece masallarınla yaşlanıyorum..
Bakıştığın,seviştiğin yağmurlu pencerenin en dar eşiğine oturuyorum.
Kan çanağı gözlerim,göz kapaklarına yaslanıyor.
Kahretsin..Ağlamaktan ziyade geçmişi irdeliyorum ...
Ne yazık,kalmakla adam olamamışım...
İzmaritsiz sigarama dair gitmeni bekliyorum.
Ve mavi sarhoşluğunla ıslanıyorum,ıslanıyorum...
Toprağa emiliyorum,gömülüyorum ...
Sarhoş misali sorumsuz kalıyorum,sana bana hayata...
Denizimi seyir ediniyorum.
Of..Getirin...!
İçeceğim....
Kadehlerimin ardından bir bakmışsın gece olmuş.
Bir de bakmışsın gece hasımın olmuş.
Gece mâtemim,uyutmayan sebebim...
Uzanan ellerim,genzine takılı birer yağmur...
Lâkin unutmadım,
Bana sığamadığın en dar vakit gece..!
''00:00'',sesim sende...

aLdiana 20 Ocak 2008 23:01

Cevap: HiçLiğim..
 
Yine gece..yine sen(sizlik).. yine yağmur..
Kim bilir yokluğunun kaçıncı dirilişi bu karanlık gri!
İflâhı kesilmiş bu ses;bu vurdumduymaz delilik benim mi ?
Aklı ziyanım!
Hangi yanısın dünlerime yas’lanan yarınlarımın ?

Dört duvar..iki harf..bir yokluk..
Şimdi zaman mâtem..!
Mâdem ki silineceğim düşlerinden
Yıkılası gök,çöksün gayrı,
Yırtılsın örtüsü kız kulesinin,
Şerha şerha yarılsın toprak!
Yarılsın ki hortlasın yalnızlığım..
Anlat İstanbul!
Masalların maviye boyanmış sahte yolculuklarında
diner belki sancılarım…

Geceler öylesine ağlamaklı…
Şiirler ölesiye eylül…
Ve ben, son baharında yaralı sözcükler dilinde esir…
Özgürlüğü gök/yüzünden dökülen zülfünün ucunda
kumral bir ölüm bilmişken;
Şimdi duvarlara çizilen tutsaklığım okunuyor
gecenin karanlık ve ayaz suretinde..
Harflerimiz takılıp kalmışken alfabenin aşka geçirilmiş ilmeğinde;
İçimizden canımızı koparmak istiyor A’dan Z’ye AcılarımıZ…
Oysa yan yana duran iki sessiz harf olabilirdik seninle
Ama Yusuf’la Züleyha gibi bitmedi bizim masalımız:
Şimdi Kaf Dağı’nın kıyısında küllerimizden doğacak kadar bile YokuZ..!
Sanır mısın ki bin bir gecede yaşamaktır bizsizliğin lisanı (?)
Eğer öyleyse oku !
Âmâ kuyularda büyüttüğüm suskunluğumun çığlığını..

Ama dokunma!
Ellerinden dökülen kızılca acılar yaralarıma tuz bassın..
Sen ardına saklandığın bulutların sırrına yasla adını;
Kentinin esmer saç’ak’larından salınan
kardelen ayazı yağmurlar öksüz kalmasın…
Dokunma!
Suretime işlediğin sevdanın resmidir gözümdeki ıslaklık,
Bakışlarım yol boyu eylül sancısı…
Yollarıma devirdiği ayakları hatrına
iz sürüp geçtiği çukurlara ömrümü adadığım!!
Öyle bir çakmışım ki hasretini gözlerime
Seni ağladığımdan beri kayboluşun yokuşlarında dolanır âmâlığım…

Şimdi unutulmuş bir şehirdeyim metruk ve viran..
Islanan kaldırımlarda sonbahara emziriyorum
yokluğunun savunmasızlığını.
Bir kuru yaprak çıtırtısında tedirgin
Ve düş yamalı zamanlarca bitmek bilmeyen gecelerin
kimsesiz firarisi yorgun yüreğim.
Nefessizim..!
Sensizliğime irkilmiş korkak bir zaman tiryakiliği dilimdeki..
Bir karanlık ki avurtları çökük çocukların yüzlerinde
meçhule düşmüş yağmur ürkekliği…
Bir karanlık ki kervan geçmez kuyularda Yusuf biçareliği…
Ki merhametsiz bir iç çekişin duldasında ihanetle yıkanmış kavimlerce
Kâbil örfü kâbuslarda kanıma susamış toprak!
Ey dudaklarımda ateş artığı ağıtlar yaktıran yazgı!
Tuttuğum kalem bir taze ölü doğurmadan sabahlarına
Topla hasretimi uykusuz gecelerden;
Yoksa şakaklarımdan fışkıracak cehennem..!

Dilsizliğime sürgü rüzgâr..
Gözlerin, düşlerimin gök-kubbesinde düşmeye hazır bir intihardır.
Alfabesini gözlerinde bulduğum,
olmazlığımıza seni anlatan bir lisandır aşk;
Suskundur..!
Sonbaharın ellerinde büyümüş bir terk edilişin gölgesidir taşıdığım karanlık..
Saçaklarda karantinaya alınmış bu ıslak gri,
bulutların rahminde kutsal bir sancıyı yüklenmiştir.
Mevsim, yokluğunu kuşanmış tüketirken varlığımı;
Kirpiklerimden boşalan hüzünler yaprak dökümüdür sensizliğimin
Ve sen;
Rüzgârın göğsünde geçmiş zaman masallarından içime savrulan düş!
Sen, uykuları gözlerinde kolye yapmış takınırken;
Ben, alev sarısı kâhırlar damıtırım talana yüz tutmuş yaralarımdan,
Bilmez(mi)sin..(?)
Hadi korkma! Karanlığın parmak uçlarıyla dokun yaralarıma:
Yakup’un ağıtlarında anlattığı;
Körlüğe aşina kuyularda gömleğindeki sızıyı aşk sayan..!
Ayakları kızıl denizlerce kan-revan;
Ben o sürgünün yollarında bir akılsız başım.
İnadına zindanlara koşarken düşlerim,
Geceye küsmüş ay’sız sularımda Züleyha senin bakışların..!
Bilmezden gelme!
Geçmişimi saklayan bekleyişlerim tanığımdır:
Sebebi sensin karanlığıma kök salmış yalnızlığımın!...

Bir vakit sevdana sır olan gecelerim
Şimdi kâbuslarımı duvarlara asmış, korkularıma sırıtıyor
Ve her yeni gün yeni bir sancıyla doğuyor sol yanımda.
Uykularımın şafak bilmez demlerinde
yalancı baharlara aldanırken düşlerim;
Bakışlarıma tünemiş gözlerin damla damla bir son yazmakta ömrüme..
Avuçlarımda biriktirdiğim yağmurlar,
Eylül kadar asi zamanlarda boğacak beni biliyorum..
Biliyorum; hükmü yok o canıma aşina intiharların.
Öyleyse ateşle fitilini en sessiz ihtilâllerin:
İdamlık bir sevdanın dar ağacında
Çığırtkan bir sonla ölemeyecek kadar günahkârım
Tam sırası..! düş’ür gözlerini yüreğime...
celladı sen ol yok saydığın sevdamın…

Tufana tutulmuş insanlık/ bir zaman çarmıhlara çivilerken düşlerimi;
Çıplaklığıma mâhrem yazılan gözlerinden içtim çocukça sevişleri.
Sızarken kırmızılar ayak uçlarımdan,
Kurduğun oyundan gideceğini düşünmedim hiç.
Oysa şimdi uçurtması süngülenmiş çocuklar kadar acınası yüreğim
Ve ben gittiğin uzaklar kadar muhtacım Meryem(si) şefkatine.
İnkar etme! Oyunbozansın sevdiğim..Kuralsızca gittin..
Bilesin! Köpeklerin ağzından salyasını akıtan gece
Yokluğunu dişlemeden şakaklarımda;
Kalbimi çatlatan özlemin tükenmez bende.

Hasretim benim!
Bilir misin (?)
Hiç gitme” diye yollarına dolanan gök-kuşakları bırakmak isterdim
gözlerinin kahverengi sarhoşluğuna.
Hep içimde kal isterdim,
Ne dersem diyeyim çıkma…
Oysa şimdi yalnızca sessizliğe esirgediğim sesimle
Sensizliğime yama yaptığım kambur öyküler anlatabiliyorum yokluğuna.
Evet susuyorum..
Konuşacağım ne kadar “sen” varsa o kadar susuyorum
Bir mezar taşı ne kadar susuyorsa
Sararan hüzünler,denizler,martılar…
Ne kadar susuyorsa eşikteki gidiş,
Dilimdeki veda,penceremdeki bekleyiş…
Şu kız kulesi,bu çölleşmiş şehir
O kadar susuyorum..!
Çünkü daha konuşacak kadar vazgeçmedim senden..!

……………
…………………
………………………

Ve hâlâ gece..hâlâ sen(sizlik)..hâlâ yağmur..
Dört duvarda iki harf kadar ölünesi YokluğumuZ..!
Sen anlat gerisini; ben sustum İstanbul
Nasıl yanardı Kerem,kimin delisiydi Mecnûn
Mem kimin ateşinde içti hasreti (?)
Sen anlat, anlat hele dinlesin bilmezler!
Aşkın dilinde yalnızlığın kaçıncı haliydi Nûn..?

//ıslak bir eylül
yokluğumuza düş’tü İstanbul//

aLdiana 20 Ocak 2008 23:01

Cevap: HiçLiğim..
 
yalnızlık nedir diye sordular.//ağlarsın ya hani;karanlık bir gecedir ve omuzuna dokunacak,bir el ararsın.//karanlıkları devirdikten sonra,yeni gelen güne,kalabalıklara dalarsın.tıpkı bir mahkumun,kalabalıklara alışamaması gibi,zor gelir; ama 'yalnızlıktır bu'...

adını ben koymadım 'yalnızlığın' o bana hatırlamadığım,herhangi bir tarihin,saatin üç kırkbeş'inde geldi.//şimdi yine yalnızım.//fakat bununla beraber,inkâr etmek yanlış olur,yalnızlığın yalnız olmadığını.//bana sadece sana 'hoşgeldin' demek,sana ise,küçük bir 'merhaba' demek düşer.////hoşgeldin yalnızlığım!//'hoşgeldin...'

aLdiana 20 Ocak 2008 23:05

Cevap: HiçLiğim..
 
O çok sevdiğim kalbin,
dümenini hep kendime çevirdiğim kalbin
içimi ezdi...
- Oku, kaptan oku! Gelmeyenim yine gelmedi... -

Yüreğimi, ezdin ezdin de elime verdin...Bir elimde kalbim, bir elimde resmin...Resminden alabilseydim gözlerini, yazardım...Atilla'ya, İclal'a, Can'a seni anlatırdım.Anlatmadım.Anlatamıyorum, gelmeyenimi...
Resminden alabilseydim gözlerini, sevmediğine inanırdım.İnanmadım.İnanamıyorum, gelmeyenime...

- Oku, kaptan oku! Gelmeyenim yine gelmedi... -
Resminden alabilseydim gözlerini, ekimin ayrılık olduğunu anlardım.Anlamadım.Anlayamıyorum, gelmeyenimi...
Özlemin ne olduğunu bilmeseydim sana gelmeyenim demezdim..
- Oku, kaptan oku! Gelmeyenim yine gelmedi... -

''Gelmeyenime...

Gelmeyenim!
Dönmem bir daha...
gelme....
''

Duymuyorum hiçbir sesi.İnsanlar sürekli etrafımda dönüyor...Sabahları uyanıyor, öğlen dolanıyor, akşamları uykuya dalıyorlar.
Artık tanıdığım insanlar selam vermiyor, tanımadıklarım hâl hatır soruyorlar...

''Hoşça kalamadım.
Sen,
hoşçakal...
GİDENİM...''

aLdiana 20 Ocak 2008 23:06

Cevap: HiçLiğim..
 
Hıncına az gelmesin diye dünya, binlerce mevta ekledim adıma...
Kalbimin kavgasıydı aşk... Yağmurun kaygısı... Ben kaybettim kavgamı... Yağmur susuz, kalbim kavgasız kaldı...
Aşk, zaafiyetiydi bütün ruhların... Söz vermistik elest meclisinde... "Bela" demiştik sadakate... Sadıklığa yeminliyken ihanet bozdu ahdımızı... Önce ahde, sonra aşka ihanet ettik... Kalbimiz karalandı... Aşıkımız yaralandı... Acı en büyük iştirakimiz oldu sonlara... Solumuz aşksız, sonumuz, sonsuz kaldı...

Şimdi kaydımıza geçirilen bu kara habere,
siyahına gecenin, kızıllığına güneşin,
adının masumluğuna, kelimelerin hicranına, bir son bulmalıyız... Bir son bulmalıyız bu rüyaya...
"Gitti, hayat kaldı dünya!
Ölüme meyali olanlar koşsunlar duaya..."

||
Sığmak icin dünyaya, sığındım sana... Yokluğunla hitabıma çok geliyorsun... Bilmelisin... Ölümler gelmeden kapıma, ölmelisin "biz"in yokluğuna...
Şimdi hangi cümlelerin üstüne çarpmalıyım uzun sükunetlerimi? Hangi tümce tam kalmalı özgür satırlarda...

Girdaplarında kaybolduğumun izleridir gözlerimde ki yetim kalmış bakışlar... Susuz nehirlerin kan kusan ateşiyken varlığın, dilime ne anlatsın aynalar?
"Yoktu hiç... Sen kayıp yollarda yokunu kaybeden bir yorgunsun... Acı sıvazlıyor sırtını nicedir... Bilmelisin..." Yarama kabuk, boynuma kemend, aslıma suret düştün...
Şimdi karanlık çökmeden şehre, gitmelisin...
Bu hasret dağlamadan yaralarımızı, bu ızdırap talan etmeden yarınlarımızı, ÖLMELİSİN!

|||
Uzaktan bakınca dünyaya, ne çok benziyor sana...
Aklım almıyor... Aklım ermiyor... Nasıl kaybolur bir sır avuclarımda? Hala darp izleri dururken baş ucumda... Soluğuma bir inilti yayılıyor şairden; "yıkılırsa umutlarım aşksızlıktan/ uçurumlar inşa ederim kırıldığım yerden " bu aşk kasırgasında hangimiz savrulduk aşksızlığa?

Ölüme kefen biçen aşkların eşiğinden savrukluğumuzmuydu bizi acıyla müttefik kılan?
Her bahar duyumsamaktır solgun papatyaların kırılmışlığını... Her bahar umursamaktır aşkı... (Kitabı, kıbleyi ve mezarı)

Yazık ki duyumsamıyor ve umursamıyoruz!!
Ah kırılmışlık! Kaderdaşım gibi duruyorsun yanağımda... Sufiliğimi kanırtarak geçiyorsun harflerin cografyasından bir başına...

Ah kırılmışlık! Kaderdaşım gibi duruyorsun yanağımda... Umursuyorsun yaramı... Umursuyorum umursamayı...

Dedim ki;
"Aklim almıyor... Aklım ermiyor... Nasıl yıpranır bir kavga, yazılmamış bir kağıtta?"
Dedi ki;
"Aklım almadı, aklım ermedi, nakıs kaldım bir davanın yazılmamış bir kağıtta yıpranmasına... Ve bu yüzden zorum var aklımdan, sorum var aklıma!! Kim yorar kalbini, paçavra bir aşk uğruna?
Üzülme... Aklı olan acısın haline..."

Kelimelerim vardı hafızamı kusarcasına anlatacağım... Boğulurcasına sustum... Çok görmedi susuşumu...

"Üzmek için konuşurlar hep... Sen üzülmemek için sus" dedi...

SUSTUM.

atear 20 Ocak 2008 23:06

Cevap: HiçLiğim..
 
Uzun bir aradan sonra söz yazıyorum! Fazlaca bira içmişim yine ve dahası sigara..Bunları ne kadar azaltmak istesem ; seni çoğaltıyorum içimde...Bir kaç katre mavi de yok ol bende! Lütfen

aLdiana 20 Ocak 2008 23:07

Cevap: HiçLiğim..
 
Yine gece..yine sen(sizlik).. yine yağmur..
Kim bilir yokluğunun kaçıncı dirilişi bu karanlık gri!
İflâhı kesilmiş bu ses;bu vurdumduymaz delilik benim mi ?
Aklı ziyanım!
Hangi yanısın dünlerime yas’lanan yarınlarımın ?

Dört duvar..iki harf..bir yokluk..
Şimdi zaman mâtem..!
Mâdem ki silineceğim düşlerinden
Yıkılası gök,çöksün gayrı,
Yırtılsın örtüsü kız kulesinin,
Şerha şerha yarılsın toprak!
Yarılsın ki hortlasın yalnızlığım..
Anlat İstanbul!
Masalların maviye boyanmış sahte yolculuklarında
diner belki sancılarım…

Geceler öylesine ağlamaklı…
Şiirler ölesiye eylül…
Ve ben, son baharında yaralı sözcükler dilinde esir…
Özgürlüğü gök/yüzünden dökülen zülfünün ucunda
kumral bir ölüm bilmişken;
Şimdi duvarlara çizilen tutsaklığım okunuyor
gecenin karanlık ve ayaz suretinde..
Harflerimiz takılıp kalmışken alfabenin aşka geçirilmiş ilmeğinde;
İçimizden canımızı koparmak istiyor A’dan Z’ye AcılarımıZ…
Oysa yan yana duran iki sessiz harf olabilirdik seninle
Ama Yusuf’la Züleyha gibi bitmedi bizim masalımız:
Şimdi Kaf Dağı’nın kıyısında küllerimizden doğacak kadar bile YokuZ..!
Sanır mısın ki bin bir gecede yaşamaktır bizsizliğin lisanı (?)
Eğer öyleyse oku !
Âmâ kuyularda büyüttüğüm suskunluğumun çığlığını..

Ama dokunma!
Ellerinden dökülen kızılca acılar yaralarıma tuz bassın..
Sen ardına saklandığın bulutların sırrına yasla adını;
Kentinin esmer saç’ak’larından salınan
kardelen ayazı yağmurlar öksüz kalmasın…
Dokunma!
Suretime işlediğin sevdanın resmidir gözümdeki ıslaklık,
Bakışlarım yol boyu eylül sancısı…
Yollarıma devirdiği ayakları hatrına
iz sürüp geçtiği çukurlara ömrümü adadığım!!
Öyle bir çakmışım ki hasretini gözlerime
Seni ağladığımdan beri kayboluşun yokuşlarında dolanır âmâlığım…

Şimdi unutulmuş bir şehirdeyim metruk ve viran..
Islanan kaldırımlarda sonbahara emziriyorum
yokluğunun savunmasızlığını.
Bir kuru yaprak çıtırtısında tedirgin
Ve düş yamalı zamanlarca bitmek bilmeyen gecelerin
kimsesiz firarisi yorgun yüreğim.
Nefessizim..!
Sensizliğime irkilmiş korkak bir zaman tiryakiliği dilimdeki..
Bir karanlık ki avurtları çökük çocukların yüzlerinde
meçhule düşmüş yağmur ürkekliği…
Bir karanlık ki kervan geçmez kuyularda Yusuf biçareliği…
Ki merhametsiz bir iç çekişin duldasında ihanetle yıkanmış kavimlerce
Kâbil örfü kâbuslarda kanıma susamış toprak!
Ey dudaklarımda ateş artığı ağıtlar yaktıran yazgı!
Tuttuğum kalem bir taze ölü doğurmadan sabahlarına
Topla hasretimi uykusuz gecelerden;
Yoksa şakaklarımdan fışkıracak cehennem..!

Dilsizliğime sürgü rüzgâr..
Gözlerin, düşlerimin gök-kubbesinde düşmeye hazır bir intihardır.
Alfabesini gözlerinde bulduğum,
olmazlığımıza seni anlatan bir lisandır aşk;
Suskundur..!
Sonbaharın ellerinde büyümüş bir terk edilişin gölgesidir taşıdığım karanlık..
Saçaklarda karantinaya alınmış bu ıslak gri,
bulutların rahminde kutsal bir sancıyı yüklenmiştir.
Mevsim, yokluğunu kuşanmış tüketirken varlığımı;
Kirpiklerimden boşalan hüzünler yaprak dökümüdür sensizliğimin
Ve sen;
Rüzgârın göğsünde geçmiş zaman masallarından içime savrulan düş!
Sen, uykuları gözlerinde kolye yapmış takınırken;
Ben, alev sarısı kâhırlar damıtırım talana yüz tutmuş yaralarımdan,
Bilmez(mi)sin..(?)
Hadi korkma! Karanlığın parmak uçlarıyla dokun yaralarıma:
Yakup’un ağıtlarında anlattığı;
Körlüğe aşina kuyularda gömleğindeki sızıyı aşk sayan..!
Ayakları kızıl denizlerce kan-revan;
Ben o sürgünün yollarında bir akılsız başım.
İnadına zindanlara koşarken düşlerim,
Geceye küsmüş ay’sız sularımda Züleyha senin bakışların..!
Bilmezden gelme!
Geçmişimi saklayan bekleyişlerim tanığımdır:
Sebebi sensin karanlığıma kök salmış yalnızlığımın!...

Bir vakit sevdana sır olan gecelerim
Şimdi kâbuslarımı duvarlara asmış, korkularıma sırıtıyor
Ve her yeni gün yeni bir sancıyla doğuyor sol yanımda.
Uykularımın şafak bilmez demlerinde
yalancı baharlara aldanırken düşlerim;
Bakışlarıma tünemiş gözlerin damla damla bir son yazmakta ömrüme..
Avuçlarımda biriktirdiğim yağmurlar,
Eylül kadar asi zamanlarda boğacak beni biliyorum..
Biliyorum; hükmü yok o canıma aşina intiharların.
Öyleyse ateşle fitilini en sessiz ihtilâllerin:
İdamlık bir sevdanın dar ağacında
Çığırtkan bir sonla ölemeyecek kadar günahkârım
Tam sırası..! düş’ür gözlerini yüreğime...
celladı sen ol yok saydığın sevdamın…

Tufana tutulmuş insanlık/ bir zaman çarmıhlara çivilerken düşlerimi;
Çıplaklığıma mâhrem yazılan gözlerinden içtim çocukça sevişleri.
Sızarken kırmızılar ayak uçlarımdan,
Kurduğun oyundan gideceğini düşünmedim hiç.
Oysa şimdi uçurtması süngülenmiş çocuklar kadar acınası yüreğim
Ve ben gittiğin uzaklar kadar muhtacım Meryem(si) şefkatine.
İnkar etme! Oyunbozansın sevdiğim..Kuralsızca gittin..
Bilesin! Köpeklerin ağzından salyasını akıtan gece
Yokluğunu dişlemeden şakaklarımda;
Kalbimi çatlatan özlemin tükenmez bende.

Hasretim benim!
Bilir misin (?)
“Hiç gitme” diye yollarına dolanan gök-kuşakları bırakmak isterdim
gözlerinin kahverengi sarhoşluğuna.
Hep içimde kal isterdim,
Ne dersem diyeyim çıkma…
Oysa şimdi yalnızca sessizliğe esirgediğim sesimle
Sensizliğime yama yaptığım kambur öyküler anlatabiliyorum yokluğuna.
Evet susuyorum..
Konuşacağım ne kadar “sen” varsa o kadar susuyorum
Bir mezar taşı ne kadar susuyorsa
Sararan hüzünler,denizler,martılar…
Ne kadar susuyorsa eşikteki gidiş,
Dilimdeki veda,penceremdeki bekleyiş…
Şu kız kulesi,bu çölleşmiş şehir
O kadar susuyorum..!
Çünkü daha konuşacak kadar vazgeçmedim senden..!

……………
…………………
………………………

Ve hâlâ gece..hâlâ sen(sizlik)..hâlâ yağmur..
Dört duvarda iki harf kadar ölünesi YokluğumuZ..!
Sen anlat gerisini; ben sustum İstanbul
Nasıl yanardı Kerem,kimin delisiydi Mecnûn
Mem kimin ateşinde içti hasreti (?)
Sen anlat, anlat hele dinlesin bilmezler!
Aşkın dilinde yalnızlığın kaçıncı haliydi Nûn..?

//ıslak bir eylül
yokluğumuza düş’tü MUĞLA !!//

aLdiana 20 Ocak 2008 23:08

Cevap: HiçLiğim..
 
ayrılık gelmeden git/sen..

sevdamdan büyük olsun gidişin ki dünüme düşmesin sesin..
yanlızlık yürürken o koca cüssesiyle üstüme, kalma altında düşürüp te gölgeni!
bir kere daha dur/ma istemem,
gelecek/SEN gidecek var!



zaten uzak bir düştü benimkisi, na'mahrem uykuların günahına yumulduğum..
gurbet yokuşu ağlamalar pazarında
iki damla gözyaşıymış bedelim,
kimse al(ın)madı, kendimi öde(n)dim!



hadi.. ayrılık gelmeden git sen..

üstübaşı aşk,dilinde hüzün nakaratlı o şarkıyla,
pasaklı bir denizkızı kulluğundan firari gözlerinin a(r)dına seyrüssefer eylesin Salacak'da.................

devrilsin içininin boşluklarında asılan minareler..
verilsin salası ayrılığın , duruşuma farz kılınsın kıyamlar!


ayrılık gelmeden..git/sen!

bilirim hayatın adı yok sensiz..
veresiye bir ömre isim gereksiz!



<<<<<<<<<

her satırı ayrı bir düş yarı ağlamaklı..
uyanmak istemezdim, uyanmak istercesine!


heyyy!
ziyan ömürler kucağında
kendine has ölümler büyüten deli çocuklar!
hükmünüzü giydim.. son mertebeyim delilik de ..
çıldırdım,,,!

aLdiana 20 Ocak 2008 23:09

Cevap: HiçLiğim..
 
Yalancı bir geçmiş yürüdü
Tel örgülü baharların tedirgin gecelerinden
Acıya sürgülendiğim gündoğumsuz pencereme.
Ses geçirmez camların ardında
Ertelenmiş zamanlar sancısı,
İsyan gününden dem vurdu suskunluğum.
Işıksız bir meçhulün
Karanlığa tiryaki seher vakitlerinde
Dünler beni tüketti ben günleri…
Örselenmiş yanlarımla geçtim
Akrep örgüsü yelkovan aralıklarından;
Zamanın akmazlığına ağıtlar düşürdüm
Kalemi yonttukça her şiir
Kendimi, kendim kanadım
Aldandım,azaldım,bölündüm
İçimdeki çocuk somurttu
Sırılsıklam bir aşk yabanlığında
Gözyaşı değil bir avuç “sen” döktüm
Her asılıştan sonra cesedimin şafak yangınına…

Acıtılmış yaralarımdan vurdular neşteri,
Bir ölünün donuk gözlerinde silindi sevincim..
Otobüs duraklarının telaşlı bekleyişlerinde
Hasretinle büyüttüm öteleri
Berisi yağmur,gerisi yokluğun
Dört yanımı yokluğuna soyundum
Hücrem karanlık
Baş harfinden son hecene kadar
İsimsizliğine kelepçelendi dilim

Yorgunum
Biraz temmuz biraz da ayrılık kokuyorum
Keşke biraz anason olsaydı,biraz gül dikeni
Birkaç mevsim bahar
Bir iki dost…
Yoldan bir şiir geçseydi geceleyin,
Bakışlarımız kadar sahipsiz..
Biri küfretseydi notaların geçmişine
Şarkıların gözü kör olsaydı..
Ellere bırakmasaydık,
El birliğiyle biz öldürseydik düşlerimizi
Yani az biraz mavi olsaydı
Zar atsaydık “aşk” gelseydi
Her şey başka olurdu belki,
Kanamazdık…!

Oysa şimdi adına çıkan tüm kapılar kapalı
Artık faydası yok direncimin
Zifti uykular çoktan kıyama durmuş kirpiğimde
Hangi kilidi açsam
İlengili bir kâbusta tutsak kalıyor hayâllerim
Bir kent geceyi doğuruyor yatağında
Uzakta bir kadın hasretim oluyor
Uzakta bir kadın hiçbir şeyim!
Bir gölge düşüyor suya;sevgilim diyorum;
Sevemiyorum!
Daha çok acıyorum yaralarıma dökülürken ay ışığı
Daha çok uçurum oluyorum gözlerinde
Düşüyorum,kalkamıyorum…!

Kendimi burada gömdüm ben,
Kaçaklığı burada bildim
Yetim bir memleket sabahı,bir öksüz türkü
Karanlığa karşı nasıl iç çekilerek söylenirmiş,
Yolda düşlerini yitirmek neymiş burada öğrendim.
Şimdi çakal sesleri arasında trenler salar beni geceye
Demir yolların alıp götürdüğü yüreğim yaralı
Ve hâlâ penceremde acılı temmuz rüzgarları
Ölmek için gün saymakta ağustosun gölgesinde
Ve kutsal bir intihar kadar inançsızım kendime

Duvarlardan süzüyorum gök/yüzünü
Özgürlüğü martılardan dinliyorum
Yaklaştıkça gurbet oluyor gözlerin
Bakışlarımı sürdüğüm uzaklar,
Sana dokunamamak
Ve yitirmek kendini saçlarının kokusunda,
Bir camın buğusunda yüzünü ezberlemek;
Sebepsiz bir gidişin izleri gibi
Ve unutulmak:
Zencefil kokusunda bir demet hüzün çaresizliği…

Oysa unutulmaktan öte
Kendime sürgünlüğüm bitirir beni
Geçmiş zamanlara düşülen “biz” kaydında
Üşümesin diye gölgeme büründüğüm
Yalancı varlığından yoksunluğum…

Ve ardıl acılarla kıvrıldığım gülüşün
Aldırmazlığına saplasa da düşlerimi
Anıların dokunulmazlığı hatırına
Yalan da olsa sevmek güzeldi seni…!

aLdiana 20 Ocak 2008 23:10

Cevap: HiçLiğim..
 
Çığlık çığlığa bir sessizlikten geliyorum
Boğazımda susa mahkûm edilmiş kelimeler
Usulca aralıyorum göz kapaklarımı
Kirpiklerimin öte yanı uçurum
Eğer gözlerimden bir söz kaçırırsam; biliyorum ki öleceğim
Fırtınalı bir günde patlak verecek cinayetim
Hayata sırtımı döndüm bekliyorum
Karlı istasyonda içimde kaybolmuş gibiyim
Avaz avaz suskunlukta kendimi arıyorum
Gölgeme bassam düşeceğim
Kaçarak uzaklaşıyorum
Ardımda bırakıyorum tüm iz düşümlerimi
Geceyi iki parçaya bölüyor yağan kar
İçimde sarhoş bir kadının ayak izleri
Bir oğlan çocuğu misketlerini fırlatıyor halice
Parça tesirli acılarımı cebimde taşımışım senelerce
Yanlışlarımı zaten yaşadım
Artık kendi doğrularımı yaşamalıyım
Hayat pis bir elma şekeri tadındaydı hep,
Kırmızısına aldandım
Çürüyen dişlerim değil düşlerimdi çoğu zaman
Ya hayat bize ağır geldi ya da biz hayatı ağırladık
Şimdi hangi kente sığınsam;
Kanım topuklarımda, cıva ağırlığında
Ne zaman elimi yüzüme götürsem;
Bir kadının gözyaşlarında boğuluyorum
Kadın iki eliyle tampon yapıyor ağzına
Bir aşkı daha kusmamak için,
Bildiği tüm küfürler can veriyor boğazında
Karlı istasyonda soluk alıp veriyor sayıklamalarım
Boş bir banktan seyrediyorum gece yayınını
Gece benim için seslendiriyor ‘’sorma ne haldeyim’’
Kirpiklerimin öte yanı uçurum
Eğer gözlerimden bir söz kaçırırsam; biliyorum ki öleceğim

aLdiana 20 Ocak 2008 23:11

Cevap: HiçLiğim..
 
Üç duvar,bir kapı ve bir pencere dışında hiçbirşeyim yok artık…
Gece çatışmalarından kalma sorular taşıyorum sabaha…
Hiç bir şeyle her şeyin o ince şizofrenik çizgisinde kaybediyorum kendimi…
Ne vakit güne açılsa sorulara yenilmiş gözlerim;
Yaralarım kaldığı yerden karşılıyor beni…

Günlerdir bir adam peydahlanmış baktığım aynalarda…
Kaç gündür aynı giysileri giyiniyor…
Yüzünde kirlenmiş sakalları ve sigaradan sararmış parmaklarıyla,
el değmemiş yalnızlıklara iteliyor beni…Kim bu adam ?!.
Yüzüne öyle bir keder yerleşmiş ki,acısıyla korkutuyor beni…
Bırakıyorum aynalara bakmayı…

Beni anla(ya)madığım cümlelerle vurdular…
deli gömleği giydirdiler düşlerime…
Ne söylesem sıradışı ve aykırı sayıldı yazılarımda…
Oysa gittikçe üşüyen bu dünyada paylaşılan ateşler yakmaktı amacım…
Ama deli gömleği giydirdiler düşlerime…
Buza kesmiş tepelerden (d)üşüyorum;
İki kere birden,düşüyorum…Bir kalıyorum…
Bak/ın neye benziyorum şimdi ?
Tek kişilik bir Aşk’ın temposuz tınısını taşıyorum kanımda…
Gecelerine süngüler dayatılıyor şiirlerimin…
Sonra ne istediğini bilmez cahil sevdalar yoruyor beni…


Ağlamaya yer arıyor gözlerim…
İçimdeki çığlıklarım lav olup çarpıyor zulmün duvarlarına…
Kocaman yer daracık geliyor bana,yeminlerimi bozuyorum yine…
Susuyorum en çöl yanımla…
(g)izliyorum sessizce bu hüzünlü matemi
ve o rezil acı gelip çörekleniyor gözlerime…



Oysa hayat ne fısıldadıysa kulağıma;Uyup ritmine öyle çık(mış)tım yola…
Düşe-kalka..Bata-çıka…yana-döne..

Yinede her şeyin acısını bir gülümsemeyle siliyorum…
Sevgim infaz ediyor dilimdeki öfkeyi…
Biriken cümleleri yutuyorum her defasında…
Cenderelerden süzüyorum direncimi…
Hangi acı denenmedi ki bende !…

Bütün sözcükleri yüzleştirmişim ateşle,yok verilecek hesabım…
Bıkmışım çığırından çıkmış kabuslara uyuyanlardan…
Korkunun ecele saygısını taşımıyorum koynumda…
Hadi çıksın saklandığı yerden hortlasın ölüm…
Nasılsa yüreğe yazılmayan kolay silinir…

Dumanı olmayan ateşler icat ettim,kimse bilmesin diye yangınlarımı…
Temize çektim tüm yenilgilerimi..Şimdi susuyorum en çöl yanımla…

Şairim konuşuyor://susma oldu mu usta.

Aşk’a,Rüzgara,Ayrılığa,Zaman’a …EYVALLAH…”


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:03.

Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk