IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Etiketlenen Kullanıcılar

7Beğeni(ler)

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Konuyu Değerlendir Stil
Alt 10 Mayıs 2020, 17:54   #11
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Ben Annemi İstiyorum!..




Zeynep hamile olduğunu öğrendiğinde ne yapacağını şaşırmıştı; sevinmeli mi yoksa üzülmeli mi bilemiyordu. Ama anne olacaktı; birçok kadın bunu isterdi, elbet oda anne olmak istiyordu ya eşi Kerim; Kerim bu işe karşı çıkabilirdi, elbette baba olmayı isterdi ama benim yaşayacaklarım onu korkutabilirdi. Olsun bu konuda kesin kararlıydı her şeye rağmen bu çocuğu istiyordu. Hayatın insana ne getireceği belli değildi. Bazen çok kesin gözle baktığımız şeylerde bile yanılabiliyorduk.
*
(((Güzel annem beni istediğini biliyordum bana da şans vereceğini hissetmiştim. Çok mutluyum, biliyorum sen endişelisin; Epey uzun bir yolumuz var ama birlikte bu zorlukları atlatacağız. Canım annem benim endişelerini at, ben geliyorum beni kokladığında ikimizde dünyanın en mutlu insanları olacağız…)))
*
Zeynep çok heyecanlıydı hemen eşini aradı ve erken gelmesini istedi. Bu sürprizi nasıl anlatacağını bilmiyordu. Eve gidip hemen güzel bir sofra kurdu, eşinin en çok sevdiği yemekleri yaptı. Kerim meraklanmış ve erken çıkmıştı. Gelirken eşine çiçek almayı ihmal etmemişti. Sabırsızca zile bastı, Zeynep her zaman ki, gülen yüzüyle kapıyı açtı:
*
- Hoş geldin canım!
- Vallahi nasıl geldim bende bilmiyorum, ne söyleyeceğini merakla bekliyorum.
- Çok merak iyi değil, gel önce güzel bir yemek yiyelim; yemek yerken sürprizimi söylerim.
- İyice meraklandırma,hadi bekletme!
*
Zeynep eşini sofraya zorla oturtmuştu. Önce havadan sudan bir muhabbet açtı ve durmadan konuşuyordu. Kerim merakla lafın nereye bağlanacağını bekliyordu.
*
(((Demek bu telaşlı adam benim babam benim geleceğimi duyunca nasıl sevinecek belki de sevinmez. Annemin kalp atışları çok hızlı sanki söylemeye korkuyor. İyi ama anne yeter, konuşmayı bırak ,beni anlat babama ;bende onun gibi merak ediyorum.Huzursuz olduğunu hissediyorum.Ama neden? Benden bahsetmek bu kadar zor mu?)))
*
- Zeynep yeter artık oradan buradan konuştuğun, lütfen* sadede* gelir misin?
- Bir şey söylemek istiyorum ama… nasıl tepki vereceğini bilmiyorum.Şunu bilki ben istiyorum, her şeye rağmen .
- Ne istiyorsun?
- Kerim, ben hamileyim!
*
(((Ortalık neden bu kadar sessiz , neden babam bir şey söylemiyor; tabii dili tutuldu, çok sevinmiş olmalı .Of ben yedi ay nasıl bekleyeceğim* onları görmek için sabırsızlanıyorum)))
*
- Zeynep sen ne dediğinin farkında mısın? Hani evlenirken çocuk yapmamaya karar vermiştik. Biliyorsun bunun sonuçları…
Zeynep Selimin sözünü kesti artık başka bir şey duymak istemiyordu.
- Sen ne dersen de şu an iki aylık hamileyim kullandığım ilaçlardan dolayı biraz gecikmelerimin olduğunu düşünmüştüm. Bugün mide şikayetlerim artınca doktora gittim ve hamile olduğumu öğrendim. Ne kadar iyi korunsak ta böyle bir risk vardı.
- Peki doktorun?
- Doktorum hamileliğim boyunca sık sık kontrol edecek* ve artık bu konudan bahsetmek istemiyorum.
- Zeynep iyi düşün, kendini düşünmüyorsan beni düşün!
- Hayatım ben bu bebeği ikimiz için istiyorum ve sende rahat ol inan iyi olacak.
*
(((Anlamıyorum neler oluyor.Babam benim gelişime mutlu olmadı ,sanki* istenmeyen bir zamanda olmuşum gibi davranıyor.Olsun annem beni çok seviyor çünkü onun hissettiği her şeyi bende hissediyorum.Ondada söylemediği ve benim anlamadığım bir endişe var ama çok mutlu biliyorum)))
*
Günler hızla ilerliyor ve hamilelik Zeynep’i iyice yormaya başlamıştı.Bugün kontrol günü ve bebeğini ultrasonda görebilecekti. Hastahaneye gittiklerinde Kerim’in endişesi her halinden belli oluyordu. Baba olmak güzeldi ama çok acı sonlada karşılaşabilirlerdi. Doktorun odasına girdiler ve hemen ultrasona alındı. Doktor bir yandan doğum ve iyi bir hamilelik için gerekenleri anlatıyor bir yandan ultrasondaki bebek hakkında bilgi veriyordu.
*
(((Evet konuşmalarınızı duyuyorum beni görüyorsunuz ama anneciğim ne olur o kadar heyecanlanma sen heyecanlanınca bende rahatsız oluyorum ve tekmelemeye başlıyorum. İnan ki isteyerek olmuyor sen sakin olsan, bende sakin olurum.Biliyorum ben tekmeledikçe sen mutlu oluyorsun hiç kızmıyorsun çünkü sen benim annemsin.Oysa babam beni karnında okşarken bile endişeli; aylar geçiyor, onun endişesi azalacağına artıyor.Ben doğduğumda biliyorum gülücüklerimi gördüğünde bu endişesi azalacak)))
*
- Bebeğin cinsiyetini öğrenmek istemediğinizden emin misiniz?
- Evet , sürpriz olsun ;çünkü önemli olan sağlıkla doğması , değil mi* hayatım?
*
Zeynep eşinin yüzüne bakınca ; mutsuz bir şekilde başını salladığını gördü. Hala endişeli ve bebek doğmadan endişelerinden kurtulamayacağını biliyordu. Sırf bu yüzden ne kadar rahatsızlık hissetsede her şey yolundaymış gibi rol yapıyordu.Hatahanede işleri bitmişti.
- Yemek yemek ister misin? dedi eşi,
*
(((Oh be sonunda yemek yemek aklınıza geldi.Ruhum sıkılmıştı konuşmadan durmanızdan .Hiç değilse karnımızı doyuralım.Annem, babam yokken bir şey yemiyor.Biliyorum anneciğim, benim verdiğim rahatsızlıktan yediklerini zor sindiriyorsun ama inan doğduğumda kendimi affettiricem.O güzel yüzüne hep neşeyle gülümseyip seni nasıl mutlu ediceğim.)))
*
Bebek yedi aylık olmuş* ama Zeynep pek kilo almamıştı. İlaçlarını da kullanmadığı için sürekli diyet yapmak zorundaydı. Bebeğiyle sürekli konuşuyor; bazen türkü, bazen ninni söylüyordu.***
*
- Kız mısın erkek misin bilmiyorum ama seni çok seviyorum. Umarım yüzünü görme şansım olur. Bugün ikimizde yorulduk, ninni söylememi ister misin? Evet tekmelediğine göre istiyorsun. Sen uyuki bende dinleneyim tamam mı?* ve ninni* başlıyor:
*
Yavrum gitti teyzesine*
Teyzesi çok sever onu
Altın koymuş çevresine
Annesi de över onu
Uyusunda büyüsün, tıpış tıpış yürüsün.
Ninnilerin benim olsun
Uykum, ömrüm senin olsun
Sen mutlu olunca
Benim ruhum serin olsun.
Gözlerim ah yanar gözlerim
Açmıyor baharda çiçeklerim
Günlerim solar günlerim
Aydınlık güne hasretim
*
Zeynep bir taraftan ninni söylüyor bir taraftan ağlıyor. Sanki bu ninnileri bir daha söyliyemeyeceğini düşünüyor.
*
(((Annem annem güzel annem; neyin var yine ağlıyorsun, yapma bak ben telaşlanıyorum. Yerimde duramıyorum, o zaman hızlı hareket edip canını acıtıyorum. Her şeyini hissediyorum ama neden ağladığını bilmiyorum. Sanki bir oyun oynuyorsun. Kalabalık varken mutlu gibi davranıyor, yalnız kalınca ağlıyorsun. Canım annem ağlama ben dayanamıyorum. Sus!* ne olursun sus!…)))
*
Zeynep’in doğumu yavaş yavaş yaklaşmıştı; artık iyice sararıp solmuş, nefes alışları bile iyice güçleşmişti. Artık devamlı hastahane de kalması gerekiyordu. Eşi sürekli yanındaydı. Mutlu muydular bilemiyorlardı. Hüzünlü bir mutluluk yaşıyorlardı. Sancılar yavaş yavaş artmıştı. Doktor muayene ettiğinde* doğum odasına aldı ve artık orada olmalıydı. Kerim eşini sonsuzluğa uğurlar gibi bakıyor ,gözyaşlarını saklıyamıyordu. Sürekli dualar ediyordu. Yapacak başka bir şey olmadığını oda biliyordu. Zeynep doğum odasına giderken gözlerini kapattı, kötü bir şey olursa son gördüklerinin eşinin gözyaşları olmasını istemiyordu. Doktor endişeli ve ne diyeceğini bilmez bir şekilde Kerim’e baktı, ne söylemeliydi; kendilerini neyin beklediğini oda bilmiyordu.


(((Of ya artık bu dar ve karanlık yerden çıkıyorum. Annemin güzel kokusuyla, koynunda uyumayı istiyorum.Hadi artık yardımcı olun, annemin ağrıları arttı. Annemin hissettiklerini yavaş yavaş kaybediyorum; bu nasıl bir şey ben doğarken, annemin derin nefes alması gerekiyor ama o zor nefes alıyor… Hadi doktor amca anneme yardım et, beni de buradan çıkar, çabuk ol bende sıkılmaya başladım. Heyecandan kalbim çok hızlı atıyor, sanki annem gibi … bende de bir terslik var. Anlamıyorum neler oluyor; bu sesler ne? Herkes bir şeyler söylüyor. Neden herkes heyecanlı, evet gözlerimi açamıyorum ama ışığı hissediyorum.Ah popoma kim vurdu? acıyor ve ağlıyorum. Anne, anneciğim nerdesin beni al buradan )))


Doğum odasında yaşanan büyük telaşın ardından herkesi bir sessizlik sarmıştı. Kimse odadan dışarı çıkmak istemiyor. Beklenen, ama… Belki bir umut diyerek girdikleri bu odada artık soğuk bir rüzgar vardı. Bebek sürekli ağlıyor; çok güzel bir kız çocuğu doğmuştu ama tüm çabalarına rağmen anneyi kurtaramamışlardı. Odadaki üç doktorda böyle sonuçlanacağını biliyor ama ne yaptılarsa Zeynep’i kurtaramamışlardı. Zeynep evladı için ölümü göze almıştı. Ne kalp doktoru nede epilepsisini takip eden doktoru ikna edememiş “Bir kez olsun yavrumun yüzünü görsem yeter demişti” ama görmek nasip olmamıştı. Doğum gerçekleşemeden komaya girmişti. Şimdi Kerim’e haberi vermek için birbirlerine bakıyorlar. Hemşire Nazan yılların tecrübesiyle bu görevi üzerine aldı. Zaten dışarı çıktığı an bir şey söylemesine gerek kalmamıştı.Kerim sonucu anlamıştı, hemşire Nazan bebeği gösterdi ve ciyak ciyak bağırdığı için karnını doyurmaya bebek odasına götürdü.Bebek susmak bilmiyordu, ne yaptılarsa bir türlü susturamamışlardı.


(((Nerdesin anneciğim ben senin kokunu istiyorum. Ben senden başka kimseyi bilmiyorum. Bu seslerin hepsi yabancı. Hani beni görmek istiyordun; hani beni çok seviyordun, ben şimdi bu yabancı yerlerde ne yaparım. Senin içindeyken sevgin bana güç veriyordu. Hemşireler annesi öldü dediler.O nedir? Seninle olacaksam bende ölmek istiyorum. Anne bir şeyler yap… Gel beni buradan al sevgili annem , ne olur gel artık.Gel…)))


Kerim için çok zor bir gündü. Zeynep kalp hastalığını bilerek, hatta* çok az yaşama** şansı olduğunu bile bile bebeği dünyaya getirmişti. Şimdi kızı ile ne yapacaktı , onu nasıl büyütecekti?Zeynepsiz bir hayata katlanabilecekmiydi?


Hemşirenin sesi ile kendine geldi: Kerim* bey bebeğin bir adı var mı? Evraklara ne yazalım?


- Zeynep, hayata yeni başlayan küçük* Zeynep…

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 10 Mayıs 2020, 17:57   #12
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Terk Edilmişliğin Acısı




Meltem herkes tarafından çalışkan ama ketum biri olarak tanınıyordu. Altı yıldır çalıştığı reklam şirketinde adından başka hiçbir şeyini bilen yoktu.Yüzü hiç gülmezdi.Ne kadar komik fikirlerle gelen olsa da* bir tebessüm bile göstermez sadece olumlu yada olumsuz bir fikir yürütürdü.Sadece bazen telefonla konuştuğunda yüzünde hafif bir gülümseme ve tatlı bir ses tonu oluşurdu .Görenler hemen birbirlerine önemli bir durum olmuş gibi işaretleşerek gösterirlerdi.Herkesin merak ettiği çok ciddi ve ters bir kadın olan Meltem kiminle konuştuğunda yumuşuyordu…


İşler çok yoğunlaşmış nefes alamıyorlardı ama Meltem saat altı olduğunda bütün işini bırakır ya da yanına alır evde tamamlardı. Evli olmadığını ve hiç evlenmediğini işe girerken öğrenmişlerdi, peki neydi bu sır… Kimdi bu meçhul kişi…


Meltem apartmana girdiğinde kapıda genç bir kadınla karşılaştı, yanında altı yaşlarında küçük bir kız çocuğu vardı. Çocuğa gülümsüyerek baktı, çocukta ona gülümsemişti. Sevimli ve sıcak kanlı bir çocuktu.Meltem merdivenleri çıkarken dışarıdan gelen bir fren sesi ile irkildi.Hemen dışarı koştu, az önce karşılaştığı çocuk ve annesi kaza geçirmişlerdi.Önemli bir şeyleri yoktu ama bir kontrol almalarında fayda vardı.


- Ben sizi hemen bir hastaneye götüreyim, önemli bir şey görünmüyor ama belli olmaz.


Kadın hiç itiraz etmeden kabul etti. Birlikte acil servise gittiler. Meltem bir ara telefonla konuşup geç geleceğini haber vermişti. Bu Gül’ün gözünden kaçmamış ama bir şey sormamıştı.Bir iki film çekilmişti* ve bir şeylerinin olmadığı anlaşılınca rahatlamışlardı.Bütün geceyi birlikte geçirmişlerdi ama hala birbirlerinin adlarını bilmiyorlardı.Kadın:


- Kusura bakmayın ; telaştan tanışma fırsatımız olmadı, benim adım gül.


- Telaştan benimde aklıma gelmedi ; bende Meltem ,memnun oldum.


- Sanırım bir problem yok eve dönebiliriz; sizi de bütün gece meşgul ettik ,kusura bakmayın!


- Önemli değil , önemli olan iyi olmanız.


- Teşekkür ederim.


Birlikte eve döndüler. Gül misafir kaldığı amcasını aramış olanları anlatmıştı. Amca telaşla kapıda karşıladı:


- Çok teşekkürler hanımefendi, lütfen bir kahvemizi içer misiniz?


- Teşekkür ederim, geç oldu başka zaman.


- Lütfen buyurun; biraz oturur, bir kahve içer gidersiniz.


Meltem yaşlı adamı kırmak istememişti. İçeri girip salona oturdular. Amca “kahveleriniz benden siz dinlenin” diyerek mutfağa gitti. Meltem biraz çekingen birazda merakla etrafa baktı, birden donup kalmıştı. Gördüğü resim gerçek mi yoksa hayal mi anlayamadı.


Gül, Meltem’in baktığı resme bakarak :


- Benim hayat arkadaşım; dostum, sırdaşım her şeyimdi dedi.


Meltemin boğazına bir düğüm oturmuş konuşamıyordu.


- Şimdi nerede,* burada yok herhalde?


- Hayır… Hayatta değil ama hep bizimle beraber.


- Üzgünüm! Demişti ama içi içine sığmıyordu. Bu Murat’tı ve merak ediyordu, her şeyi tüm hayatlarını…


- Ne zaman evlendiniz?


- Aslında bizim evliliğimiz tam bir evlilik sayılmazdı, biz biraz mecburiyetten evlendik.


- Nasıl yani?


- Altı yıl önce erkek arkadaşımla bir trafik kazası yaptık. Elinde çiçeklerle telaşla koşturan bir adama çarptık. Adama çarpmamak için fren yapmıştık; ama yinede çarpmıştık, aracımız takla attı. Ben sevdiğim adamı o kazada kaybettim. Sonra Murat’la tanıştık. İkimizde uzun süre hastahane de yattık.Hamile olduğum ortaya çıkınca ailem beni sıkıştırmaya, babasını sormaya başladı.Bizde bu tür durumlar iyi karşılanmaz, bende Murat olduğunu söyledim. Nasıl olsa hastaneden çıkana kadar bir çare bulurduk. Düşük olma tehlikesi de vardı. İşin kötüsü Murat kız arkadaşına evlenme teklif etmeye gidiyormuş. Hastahanede onun durumu düzelene ve ben durumu öğrenene kadar on beş gün geçmişti. Benim pek bir şeyim yoktu. Murat konuşabilseydi her şey farklı olabilirdi…


- Murat kız arkadaşını aramadı* mı ?


- Hastahanede yatarkan yalandan sözlendik. Taburcu olunca, ikimizde çıkar yol aradık. Önce arkadaşını bulmaya gittik ama sadece evi değil şehri terk ettiğini öğrendik.Uzun süre aradık, bulamadık.Birçok yere haberler gönderdik;* sanki yerin altına girmişti.Onu bulamayınca Murat benim aileme karşı zor durumda kalmamam için benimle evlendi.Aslında karı koca değil çok iyi arkadaştık.Bu durumu sadece amcama söyledik, başka bilende olmadı.Onu kaybedince …


- Ne oldu!


- Biz evlendikten altı ay sonra işyerine giren bir hırsız tarafından öldürüldü ve o güne kadarda sevgilisini aramaya devam etti. O kötü olay olmasaydı belki bugün birlikte olabilirdi.


Meltem gözyaşlarını saklamaya çalışıyor ve eski günleri anımsıyordu. Muratla nişanlanıp yeni bir hayata başlayacakları gün Murat ortalıktan kaybolmuş ve günlerce ulaşamamıştı. Murat evlenmek için acele etmemeleri gerektiğini söylüyordu. Demek ki evlenmekten vazgeçmişti diye düşünüp; O kızgınlıkla annesini alıp şehri terk edip, İstanbul’a gelmiş kendine yeni bir düzen kurmuştu. Hayatına giren tek erkek; onu terk ettiği için hayata küsmüş ve dünya ile ilişiğini kesmişti.Oysa şimdi tüm gerçeği öğrenmişti ,onlar terk edilmemişti sadece acı olay onları ayırmıştı.Yıllarca terk edilmişliğin ezikliği ve ızdırabıyla yaşamıştı.


- Eşinizi nereye gömdünüz, burada mı?


- Hayır doğduğu yere Muğla’ya gömdük babasının yanına !


- Çok üzücü bir durum, ben kalkmalıyım geç oldu, iyi akşamlar.


- Yine beklerim ve tekrar teşekkür ederim.


Meltem hem üzgün hem de mutluydu eve merdivenleri koşarak çıktı


Gül onu aile ve toplum şiddetinden kurtaran adama karşı son görevini yerine getirmenin mutluluğu içindeydi. Amcası içeri geldi, yandaki odadan tüm konuşulanları dinlemişti. Meltemin olanları öğrenmesi, Murat’ın rahat uyumasını sağlayacak; Meltem’de terk edilmişliğin acısını unutup, yaşadığı saklı hayatından dışarı çıkabilecekti. Amca yeğen gönül borçlarını ödemenin mutluluğunu yaşıyorlardı.


- Biliyor musun amca, sayende ölü bir kadın dirildi. İyi ki varsın ve emniyetteki arkadaşların sayesinde Meltem’i bulduk. Ne kadar mutlu olduğunu gördün mü? Murat’ın ölümünü bile anlayamadı, tek düşündüğü terk edilmemiş olmaktı. Günlerdir nasıl karşılaşıp sohbet edebiliriz diye düşünüyordum. Kaza bahane oldu.
*
Meltem eve gelince telaşla kapıyı açtı. Küçük Murat yatmamış annesini beklemişti. Meltem yıların özlemini giderircesine oğluna sarıldı.


- Sana bir müjdem var. Yarın bir yere* gidiyoruz !


- Nereye anneciğim?


- Babanın kabrini ziyarete.


- Heyyy.. sonunda izin alabildin demek ki !


Evet izin alabildim diyerek oğlunu tekrar öptü. Yıllardır öldü dediği babası gerçekten ölmüştü; ne zaman mezarlık ziyaretine gitmek istese, izin alamıyorum diye kandırıyordu. Şimdi oğlu, mezarda da olsa babasının varlığını görebilecek ve hissedecekti. Acı bir olay onların* bir aile olmasını engellemişti ve yine acı bir olay onları bir araya getirmişti. En güzeli de onlar terk edilmemişlerdi.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Mayıs 2020, 17:58   #13
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Hayatı Sorgulamak




Hayat, gökyüzünün mavi bulutlarında özgürce uçan bir kuş gibi korkmadan yaşamak. Yağmurdan sonraki gökkuşağı gibi renkli, baharda açan çiçeklerin kokuları gibi ferah olmalı.


Anadır, babadır, aşktır hayat. Aşktan korkmadan aşkını yaşayabilmek… Düşüp düşüp tekrar ayağa kalkabilmek. Kaybettim demeden, gerektiğinde vazgeçmeyi bilmek ve tekrar başlamaktır.
*
Bazen şiir,* bazen öykü bazen türküdür hayat. Bazen sevgiliye yazılan bir mektup üzerine damlayan gözyaşı, özleyen ama özlenmeyen bir sevgilinin sesidir.


İnsanların çoğu aşka aşıktır. Aşkların kısa olmasının nedeni de bu olmalı. Fedakarlık varsa aşk oradadır. Gerçek aşkın ne olduğunu içinde kaybolan bilir, oda kaybolduğundan ne olduğunu anlatamaz. Şimdi herkes vermeden almak istiyor, ticaret gibi bir koy üç al.


Her zaman kahraman olamayız. Ama insan olabiliriz. Soğuk bir kış gününde içimizi ısıtan güneş gibidir sevgi… Biz nasıl olduğunu anlamadan içimizi ısıtıverir. Uzun zamandır hayatlarımızda sevgiye yer bulamıyoruz. Bize,sevgiyi anlatan bir olayı haber yapamıyoruz.Gerçek sevgiyi anlatan yazılar yazamıyoruz yada yazılanları okumuyoruz.


Savaşlar , nefretler, sahtekarlıklar, yalanlar var dersin, isyan edersin.Oysa hepsi içindedir hayatın ve işte oradasın sen. Bazı insanlar vardır yüzüne baktığında” işte o “ dediğin bakışları yakalarsın. İçindeki güzellikleri görürsün. Düşünün; yakında hiç yakaladınız mı o bakışları, yakalamaya çalıştınız mı?
*
İnsan ruhu doğanın bir parçasıdır. İçimizdeki sevgiye yer vermezsek içimiz nefretle dolar. İşte o zaman insanlıktan uzaklaşırız. İnsanları zengin mi, fakir mi demeden kardeş sayabilmek; din, dil ,ırk ayrımı yapmadan, kalpteki güzelliği görmek. Hani insanı insan yapan değerler vardır ya! Gurur, onur, vicdan ,merhamet, dostluk, güven, saygı ,sevgi … Hangisine ya da hangilerine sahipsiniz ve gösterebiliyor musunuz? Sevgisi yüce olan insanın sevgisizliğini düşündünüz mü? Buz gibi soğuk ya da kılıç gibi keskin mi?


Hayat insanın cesareti kadardır. Çünkü yaşıyorum demen için kontrolün sende olması gerekir. Daha çok dost kazanıp, daha çok kıymet bilmek ve daha az kalp kırıp , daha az kırılmaktır hayat.
*
Dinlemeliyiz, ümitleri, umutları, hayalleri… Basit ama içten söylenen bir söz karşımızdaki insanın içindeki güzellikleri gösterebilir. Selam vermek, teşekkür etmek ya da içten gelen bir seni seviyorum demek çok mu zor? Bazen sadece dilimizin ucuna gelip söyleyemediklerimizle neleri kaçırdığımızı biliyor muyuz?


Karanlığın ardından gelen aydınlık için mutlu oldunuz mu? Gecenin sakladıklarını aydınlıkta bulabildiniz mi? Yağmuru severiz ama yağdığında şemsiye açarız, güneşi de severiz çok olduğunda gölge ararız .Peki biz, ne ile mutlu olur ve ne isteriz?...
*
Yaşamaya zaman ayırmalıyız. Bunun için yaratılmadık mı? Hiç bir şeyi sonraya bırakma; yaşadığın her günün son olduğunu ve özel bir gün olduğunu düşün, hatta her dakikanı bir daha yaşayamayacağını… Yılların diğerinden farkının olmadığını anlamak, ona rağmen gelen her yeni yılı mutlu ve gülerek karşılamak. Geçmişe bakmadan, bulunduğun yerin ne olduğuna aldırmadan ve son bulacağını düşünmeden, umutla yolculuğuna devam etmek.
*
Dudağındaki tebessümü kaybetmediysen; bir çocuğun gözlerindeki ışıltıyı , sıkıntılarla dolu bir insana nasıl duygular vereceğini; gülen gözlerin ,kalplerdeki buzları nasıl erittiğini görebilirsin.Sevgiyi bulmak ,zor değil aslında ; onu tutabilmek içimizde büyütüp hayatımızda* yeşillendirmek zor olan.*
*
Düşünün ne zaman yüz kaslarınız ağrıyana kadar güldünüz? Yatağınıza uzanıp yağmurun sesini dinlediniz mi? Sinemaya, konsere, tiyatroya gittiniz mi? Sevdikleriniz için değil sadece kendiniz için bir pasta yaptınız mı? Yosun* ve çimen kokusunu doya doya , tadına vararak kokladınız mı? Yakamozları izlediniz mi? Karın altından çıkan kardelenin güzelliğine ve azmine hayran kaldınız mı? Yatağınıza yatıp, gözlerinizi kapatıp sessizliği dinlediniz mi? Ne dedi? KENDİMİZ İÇİN DE YAŞAMAYI BİLMELİYİZ dedi mi?

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Mayıs 2020, 18:00   #14
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Güzel Bir Günün Bitişi




Güzel bir bahar havası ve güzel bir pazar günü ;* her pazar olduğu gibi ne yapsak,nereye gitsek diye düşünüyoruz. Eşim :


- Gel plansız programsız çıkalım aklımıza esen yere gidelim yürüyüş yapmış oluruz , deyince hoşuma gitti.Uzun zamandır yürüyüş yapmamıştık.


Havanın güzel olması , yollarda da tanıdık yüzlere rastladıkça* bizim plansız gezimiz keyifli bir hal almıştı.Saatlerce dolaşmış hiç yorulmamıştık.Gördüğümüz her satıcan ne bulursak alıp ,atıştırıp duruyoruz.Vakit ilerledikçe arabasında oturan* beş yaşındaki özürlü kızımız Ayşen huysuzluk yapmaya başlamıştı.Sıkıldığını* tahmin edip; yanından geçtiğimiz pazardaki* seslerin hoşuna gideceğini düşünüp, pazara girdik.Bu arada gözümüze takılan canımızın çektiği meyvaları alarak ilerliyoruz.Ayşen susmuştu, eşim o arada çocukken dedesiyle yaptığı pazar alışverişlerini ve dedesinin peynirciye verdiği bisiklet siparişini anlatıyor.”Çocuk aklı peynircide bisiklet ne gezer” dediği anda ;arkasında duran biri ,kolundan* hışımla çekip durdurdu:


- Beyim ,kasıla kasıla gidiyorsun çocuğun tezgahtan muz çaldı haberin yok, önce çocuğuna bak ne biçim insansınız siz ! diye hakaretlerin biri bin para.


Biz neye uğradığımızı şaşırmıştık. Kendisi uzanıp muzu alamayacak yada onu almayı akıl edemiyecek bir çocuğumuz olduğunu biliyoruz.O an herkes gibi bizde çocuğumuza baktık.Ayşe’nin elinde birleşik üç adet yerli muz var ve çocuğumuz* muzu değil muzun sapındaki odun kısmını kemirmeye çalışıyor.Bizimle birlikte pazarcıda çocuğa bakmakta; birden çocuğun özürlü olduğunu fark etmiş olmalı ki az önce hakaret eden adam şimdi özür dileyerek dövünüyor.


- Affet abi ,vallahi bilemedim inan bilemedim…Eliyle sürekli kafasına vurup:


- Ah aptal kafam neden sormazsın, bakmazsın… diye söyleniyor. Etrafımıza toplananlarda ne olup bittiğini anlamamışlardı. Biraz önce bağırıp çağıran adam şimdi özür dileyip dövünüyordu.


Ben ne diyeceğimi bilmez bir şekilde, ağlamamak için dişlerimle dudaklarımı ısırıyorum. Vücudumun kaskatı olduğunu hissediyorum. Nefes alışlarım değişmiş; kızgın, kırgın bir şekilde pazarcıyı seyrediyorum.Eşim derin bir nefes alıp* önce cebinden para çıkardı, sonra çocuğun arabasına asılı duran* muz paketini diğer* eline aldı ve:


- Çocuğun elindekini alırsam ağlar, üç muza karşılık üç kilo muz parası mı yoksa bu muzumu istersin? deyince pazarcı ne yapacağını bilmez düşünmeden attığı adımdan pişman* bir şekilde:


- Deme be abi, ben* ne deyim bilmiyorum ! diyerek özür dilemeye devam ediyor.Eşim:


- Kusura bakma arkadaş, bu* çocuğun böyle bir şey yapacağı yok ;galiba tezgaha sürtündük,muzda eline çarpıp düşmüştür; sen paranı al, sende* bizde rahat olalım. Oysa pazarcının çok üzgün olduğu halinden belli oluyor, gözü ne muzu nede parayı görmüştü. Bizim dikkatsizliğimiz onun düşünmeden yaptığı hareket hepimizi üzmüştü. Neyse helalleşip pazardan çıkıyoruz.
*
O kısacık zaman , o kadar uzun gelmişti ki hele bir sürü insana amirlik eden, gözüme* güçlü* bir kartal gibi görünen eşim kanadı yaralanmış bir kuş gibi omuzlarını düşürmüş ; yüzündeki çizgiler içindeki acıyı ben buradayım dercesine göstermişti. Ben dalgın dalgın olanları düşünüyorum. Eşim* taksi bakınırken kadının biri elimdeki poşete saldırmaz mı? “Bu çanta benim, çalmışsın !” diyerek yaygarayı basıyor. İkimiz* çantayı çekiştirirken eşim bana :


- Bırak çantayı ! Bırak o hasta… deyince bıraktım. Kadın meyve dolu olan çantayı aldı, söylenerek gidiyor.


Ben az önce kendimi sıkarak, dudaklarımı ısırıp tuttuğum* gözyaşlarımı salmıştım. Arkasından hıçkırarak ağlıyorum… Aslında çantanın gidişine değil biraz önceki duruma ağlıyordum. İçimde birikmiş olan her şey dışarı taşmıştı. Eşimin güçlü görünmeye çaba sarf etmesi* beni iyice yıkmıştı. Ne kadar göstermese de ben onun gözlerinde duran yaşları görmüş; dudaklarını yalayıp kendini sıkarak yutkunmasından sıkıntısını anlamıştım. Gerçek ağlama sebebimi eşim anlamış, bir eliyle benim elimi diğeriyle kızımızın arabasını tutmuş taksi durağına doğru gidiyoruz. O farkında değildi ama elimi öyle bir tutmuştu ki parmaklarımı hissedemez olmuştum.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Mayıs 2020, 18:01   #15
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
İçimdeki Çocukluğu Kilitledim




1992 eylül sonu psikiatri servisinde çalışmaya başlayalı bir yıl oldu.Yoğun bakımdan sonra burda çalışmak çok farklı geldi...Yoğun bakım dediğinizde insanların içi ürperir, ölümün yakınınızda olduğunu hissedersiniz. Kimse, yoğun bakımda hasta olmak istemez, oysa bana sorsalar psikiatride hasta olmak istemem. Dışarıda* adam yerine koyulmamak, ailede evin delisi diye anılmak… Ne anlamı var ki yaşıyor olmanın, duyguların dondurulduğunda…. Ağlanacak yerde gülmek yada gülünecek yerde ağlamak, hayattan zevk almamak sadece yaşamak…Yaşamakta sadece hayatta kalmak….Bazen kötü bir söz olduğunu düşünsemde artık her geçen gün daha çok inandığım* bir söz var ”Ölüsü olan bir gün delisi olan hergün ağlar.”
*
Kızımla fazla vakit geçirebilmek ve egzersizlerini düzenli yaptırabilmek için genelde akşam nöbetlerini alıyorum ve bu hafta gün aşırı nöbet tuttum.Yorgunluktan ve uykusuzluktan gözlerimin etrafı iyice morardı, makyaj yaparak kapatmaya çalışıyorum. Şu makyaj malzemeleri olmasa yüzümü gören hortlak sanır…
*
Yorgunluğuma rağmen hastahaneye geldiğim ve insanların nefret ettiği o ilaç kokusunu aldığım zaman bütün vücudumu enerji kaplıyor, hele hastalarımın* beni gördüklerinde mutlu ve huzurlu bakışları tüm yorgunluğumu unutturuyor. Beklenilmek ve aranılmak kadar güzel bir şey var mı?.. Sanmıyorum… Bu öyle bir duygu ki* nasıl tarif edilir bilmiyorum, aşk gibi…
*
Bu gün* son nöbetim, acele bitirmem gereken bir işmiş gibi koşturuyorum…. Kilitli olan servis kapısını açtığımda Hasan karşıma dikiliverdi, yerinde duramıyor anlatacak çok şeyi var herhalde… Hasan,* onsekiz yaşında ve şizofren. Hasan’ ın babasıda aynı rahatsızlıktan uzun süre hastahanede yattığı için herkes tanıyor.. Gündüz mecbur kalmadıkça kimseyle konuşmaz, ben geldiğim zaman annesinin peşinden ayrılmayan küçük çocuklar gibi hep yanımda…... Üstelik iyi olduğu zamanlarda diğer hastaların organizasyonunda ve meşgul edilmesinde bana yardımcı bile oluyor. Mutlu bir sesle;


- Hoş geldin hemşire abla…
- Merhaba yakışıklı yardımcım, nasılsın … Servis nasıl, dünden beri herkes iyi mi?
- Elif dışında herkes iyi….
- Elif’e ne oldu? Kızdırdınız mı?
- Yok, kendini kilitlemiş…
- Kilitlemiş mi? Nereye?
- Kalbine….


Bu ne demek şimdi… Hiçbir şey anlamadım. Benimki de akıl, Hasan’dan mantıklı bir cevap bekliyorum. Bazen nerde çalıştığımı unutuyorum.


- Tamam Hasan, sen geç ben*dosyaları teslim alıp, geliyorum.
Hasan’ı yollamıştım ama Elif’le ilgili söyledikleri kafama takıldı. Elif yirmi yaşında* ve oda şizofren, genelde iyidir, ilaçlarını itirazsız alır zorluk çıkarmaz, bakışları donuk olsa bile gülümser… Kış gibi…
*
Tedavi odasına* girdiğimde doktor beyin çağırdığını söylediler. Tabii o zamanlar şimdiki gibi ortalık doktor kaynamıyordu. Babacan, herkesle arası iyi olan şen şakrak tek bir doktorumuz vardı.*
Doktor odasının kapısı açıktı, Murat bey beni görünce kalktı;
- İnci seninle önemli bir konu konuşmak istiyorum…
Birden meraklanmıştım. Sık nöbet tuttuğum için eksik birşeyler mi yapmıştım?.Telaşla;
- Buyrun* Murat bey!..
Telaşlandığımı anlamıştı.
- Telaşlanma* gel, otur. Aslında ben senden* yardım istiyorum…
Birden ferahladım, oturduğum koltuğa yaslandım.
- Biliyorsun hastalarla her gün bire bir görüşme yapıyorum. Sizin nöbetlerde aldığınız notlara göre bende görüşmelerimi yönlendiriyorum. Uzun süredir dikkatimi çeken bir şey var… Hastalar sana anlattıklarını, seninle paylaştıklarını başkalarıyla paylaşmıyorlar. Bu gün Hasan’la görüşürken hiç konuşmadı. Yaklaşık bir saat karşılıklı oturduk. Sana nöbette anlattığı evden kaçmalarını sordum hiç cevap vermedi ” İnci hemşireye anlatıyorsun bana da anlatabilirsin” dediğimde ”o bizden biri” dedi.
*
Kafama balyoz yemiş gibi oldum. O an ne düşüneceğimi şaşırdım, ”o bizden biri” derken güven mi ifade etmek istemişti. Ne olursa olsun, hoşuma da gitti. Şaşkınlığımı gören Murat bey;


- Biliyorum şaşırdın bende böyle bir cevap beklemiyordum. Ama diğer hastalarda da aynı şeyleri görüyorum... Onun için senin gündüz çalışmanı ve benimle birlikte görüşmelere katılmanı istiyorum. Tek olunca dosyaları dolduramıyorum, birçok görüşme notlarım eksik kalıyor, ne dersin?...
*
Ne demem gerektiğini bende bilmiyorum, angaryası fazla ve zevksiz bir iş…. Üstelik nöbet tutmak benim işime geliyor…Çocuğumla ilgilenebiliyorum…


- Murat bey, ben sürekli içlerinde olduğum için Hasan’ında dediği gibi onlardan biri gibi görüyorlar. Oysa sizinle görüşmelere katılırsam farklı olur, sizden biri gibi…..


- Olsun, ben bir hafta denemek istiyorum, olmaz mı?
Ne diyebilirim ki ”olur” dedim çıktım. Saat dört olunca herkes gitti, servis personelle bana kaldı. Üstelik sevdiğim bir personel var, hastalarla da arası iyi… Güzel sorunsuz bir nöbet olacak… Yemeğe kadar eylenir şarkılar söyleriz, yemekten sonra da nasıl olsa ne yapmak istediklerini söylerler…
*
Bu sırada aklıma Elif geldi. Etrafa bakındım, duvar dibinde ayakta durmuş parmaklarıyla oynuyor… Her zaman eylenceye başlamadan önce ”- İçimizdeki çocuğu çıkaralım mııııı?” derim ve herkes onaylayınca başlarız eylenmeye...Önce Elif’in yanına gittim, yüzüme bakması için eğildim,elini tuttum, benim varlığımdan haberdar mı* yoksa kendi dünyasında mı* anlamadım,* sonra gülümsedi…. donuk bir gülümseme… ben burdayım ama aslında yokum der gibi…
*
Sesimin en yumuşak tonunu kullanmaya dikkat ederek;
- Elif… İçimizdeki çocuğu çıkaralım mı?
- İçimdeki çocuğu kilitledim…
Hasan’ın* bahsettiği* kilitleme* demek* buymuş.
- Olsun tatlım açarız … anahtarı yok mu ?
- Anahtarı sakladığım yeri unuttum…
Sesi buz gibi .
- Beraber arar buluruz … ne dersin Elif?..
- İçersi* karanlık … Bulamayız…
İçim ezilerek sessizce;
- Bulamaz mıyız Elif?.. dedim.
- Bulamayız.*
*
Elif’in gözlerine baktığımda, içindeki karanlığı gördüm, kendimi uçurumdan aşağıya bakıyormuş gibi hissettim. Aldığı ilaçlardan dolayı o kadar boş bakıyor ki… Hani içiniz sızım sızım sızlar, canınız çok acır gözünüzden yaşın akacağını hissedersiniz akmaması için* dişinizi sıkar, yaşları* gözünüzde dondurursunuz…bende öyle yaptım, çünkü yapmak zorundayım…


Eşim her zaman ”her lafa karşı cevaplar cebinde hazır”der. Oysa ben şimdi ne cebimdeki hazır cevaplardan* ne de aldığım eğitimlerden söyliyecek bir söz bulamıyorum…İçi kan ağlarken sahneye çıkan sanatçılar gibi diğer hastalara dönüp;
*
- İçimizdeki çocuğu çıkaralım mıııııııı?.. diye bağırdım. Hep bir ağızdan;


- Eveeeettttt…
*
Her zamanki orkestramızı kuruyoruz, çay tepsisi, yemek kaşıkları* ve okey masası bizim çalgı aletlerimiz. Hep beraber, yanındakinin umutsuzluğundan habersiz aynı şarkıyı ama farklı makamlarda* söylüyoruz…

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Mayıs 2020, 18:02   #16
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Kokuların Oyunu




Sıcacık bir yatakta yattığımı hissediyorum. Oda çok huzurlu , uyuyor muyum yoksa uyanık mıyım bilemiyorum. Odanın içinde mis gibi kızarmış ekmek kokusu; közlenmiş patates ve kestane kokusu var, araya mantar kokusu karışıyor. İyi ama annem hiç mantar pişirmez ki! Nerden karıştı bu koku bilmiyorum. Sobanın odaya verdiği güzel sıcaklıkla gevşiyorum, meşe odununun çıtırtısını duyuyorum. Aslında kömür yakar annem, demek ki soba sönüyor alevlendirmek için odun atmış. Fakat güğüm koymamış ,* kaynayan suyun sesini duyamıyorum. Galiba çay yerine ıhlamur yapmış; mis gibi kokusunu alıyorum, tabii annem ıhlamuru sevdiğimi biliyor. Onun için bugün ıhlamur yapmış. Tıkırtılar arttı galiba annem kalkmam için gürültü yapıyor, yoksa çok sessiz hareket eder. Omuzuma bir el yavaşça dokunuyor. Galiba okul saati deyip yavaşça gerinerek ;
*
- Tamam anne kalkıyorum!
*
Gözümü açtığımda geri kapatıyorum, evimde değilim; şaşkınlıktan*gözlerim kocaman açılıyor ” ben neredeyim*“* der gibi etrafa bakınıyorum. Sanki zamanda yolculuk yapmıştım. Eşim ve kızım karşımda dikilmiş bana bakıyorlar. İkisinin de yüzünde sessiz bir gülümseme var. Eşim:
*
- Kusura bakma hayatım sevdiğin her şeyi hazırladık ama anneni akıl edemedim. Zaten çok uzakta ama istersen gider alırım. Şunun şurası beş saatlik yol…
*
Aslında uyuduğum yer evimizin çatı katına yaptığımız sobalı odamızdı. Uyurken eşimin ve kızımın hazırladığı yiyeceklerin kokularıyla* ben çocukluğuma* gitmişim. Hissettiklerim, kokuların bana oyunuymuş

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Mayıs 2020, 18:04   #17
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Ben Pembeyi İstiyorum




Çocukluğuma dair hatırladığım ilk anılarım doğduğum ve iki yaşımda ayrıldığım köyüm Tepeköy’e ait. Dört yaşlarındayım, Türkan teyzem onyedi yaşında kanı kaynayan genç bir kız. Öyle cıvıl cıvıl ki* ben ona yetişemiyorum. Köyde; delikanlılar akşam olduğunda bağdan gelirler, temiz pak giyinip köy sokaklarında tur atarlar. Genelde hoşlandıkları kızların sokaklarında dolaşırlar. Ama bizim sokakta o kadar çok dolaşan olurdu ki ben tülün kenarından bakar, geçenleri teyzeme söylerdim. O da beğendiklerine gözükür, beğenmediklerine gözükmezdi. Bu akşam üstleri benim için oyun gibiydi. Anneannem; teyzemin işleri yapmayıp, oynaştığını görünce bir güzel azarlardı. Ben oyunum bozuldu diye anneanneme kızardım.
*
Bazen radyoda hareketli Trakya havaları çaldığında teyzem başındaki şamiyi (yazma) çıkarıp beline takar, bulduğu bir bez parçasını da benim belime dolardı. Müzik eşliğinde, ellerini birleştirip şakşak sesler çıkarır; bir taraftan da göbek atardı. Ben de onu taklit eder, elimle ses çıkaramıyorum diye de kızardım. Beni,“okula gitmeyen çocukların parmaklarından ses çıkmaz” diyerek kandırırdı. Bu eğlencelerim teyzem kocaya kaçana kadar devam etti. Teyzem kaçıp gitti diye küsmüştüm. Anneannem akıllı kadın ; teyzemin kaçtığını fark edince hemen oğlan evine gitmiş ,bir hafta içinde düğün, dernek ve resmi nikah işini hallettirmişti.Önceleri anlamamıştım ama büyüdükçe teyzemin arkasında olduğunu hissettirmeye çalıştığını anlamıştım.
*
Teyzem biraz şımarık ve tembel olduğu için kayın validesiyle kavga eder soluğu bizde alırdı. Üstelik ”artık dönmem “diye de ağlardı. Anneannem eline bir şey tutuşturur “ git kaçtığını anlamasınlar” deyip geri gönderirdi. Teyzemin, sık sık* gelip şikayet etmesi artık anneannemi bezdirmiş olacak ki ” Bana bak ! Buraya haftada bir geleceksin, böyle her gün gelirsen senin bacaklarını kırarım ” diyerek gönderdi. Bu da teyzemin evinden son kaçışı olmuştu.
*
Osman dedemi ve Ayşe Ninemi hatırlıyorum. Anneannemlerden iki ev ileride oturuyorlardı. Büyükbabam, “Osman dedemlere gidiyorum” dediğimde Bulgarca küfür eder sonrada “defol git” derdi. Neden gitmemi istemediğini büyüdüğümde öğrenmiştim. On iki yaşımda öz ninem ve dedem olmadıklarını öğrendim. Büyükbabam* kan bağım olmayan insanları , öz dedem ve ninem gibi görüp sevmemi kıskanırmış .
*
Osman dedemin ve Ayşe ninemin çocukları olmamış. Annemler evlendiklerinde, komşu olmuşlar. Ben ellerine doğmuşum. Anne ve babamı kendi çocukları gibi görüp, sevip kollamışlardı. Bende sevildiğimi görüp, canım bir şey istediğinde ya da köydeki çocuklarda bir şey görüp kıskandığımda soluğu Osman dedemin yanında alırdım. Osman dedem ne yapıp eder, istediğimi temin ederdi. Bazı geceler onların ortasında yatar, masallar dinler; bazen de onların sohbetlerini gizliden dinlemek için uyur numarası yapardım. Ayşe ninem kimse yokken dedeme “Osman’ım” derdi. Bir gün fark ettim ki bende eşime Murat’ım diyorum. Önceleri hiç aklıma gelmemişti. Bu hitap şekli ,o zamanlar bana o kadar sıcak gelmiş ki farkında olmadan* hayatımın içine koymuştum.
*
Yine onlarda kaldığım bir gün mis gibi tarhana kokusuna uyandım. Ninem ekmekleri kavurmuş; üstüne mis gibi tarhana dökmüş ve yağlı sos yapıyor. Beni görünce “hadi kızanım dedenin tıraşı bittiyse gelsin sıcak sıcak yiyelim ”diyerek dedemi çağırmaya gönderdi. Osman dedem, büyükbabamın tersine her gün tıraş olurdu. Onun traşlı yüzünü öpmeye bayılırdım. Mis gibide kokardı. Büyükbabam üç dört günde bir tıraş olur, öptüğünde sakalları battığı için kızardım.Dedemin tıraşlı yüzünü öpmeyi düşünerek yanına gittim.Dedem; sandalyesine oturmuş ,tıraşını bitirmiş; karşısındaki aynaya bakarak oturuyor. Önce seslendim; cevap vermeyince , kollarından çekiştirdim. Bir hareket olmayınca nineme gidip ”Nine dedem gözleri açık uyuyor. Çektim, çektim kalkmadı ”dediğimde; ninem “sen otur ben bakayım” diyerek içeri girdi. Çıktığında, ben yer sofrasına oturmuş onları bekliyordum. Birden beni kucaklayıp anneannemlere doğru koşmaya başladı. Ne olduğunu anlamamıştım. Beni daha sonra teyzeme götürdüler. Bir kaç gün teyzemde kaldım.Döndüğümde Osman dedem yoktu.Nerede olduğunu sorduğumda” iş için İstanbul’a gitti “dediler.Bir süre sonra , öldüğünü öğrendim.Günlerce ağlamış ,uzun süre onlarda kalmamıştım.
*
Günler öyle hızlı geçiyor ki… Bir gün, teyzemin bebeğinin olduğu söylendi. İlk gördüğümde kıskanmamıştım. Zamanla, teyzemin bebeğe olan ilgisi beni teyzemden uzaklaştırmıştı. Ben gitmedikçe teyzem bebeği alıp bize gelirdi. Sonra zamanla alıştım. Anneannem benim yanımda bebeği hiç sevmezdi.
*
Köyde en sevdiğim arkadaşım Çingene kızı Pembe’ydi. Çingeneliğin ne olduğunu, kim olduklarını bilmezdim. Onlar; benim için beni seven ve benimde sevdiğim insanlardı. Köyde kimse evlerine gitmezdi. Sadece anneannem ve ben giderdik. Anneannem onlara çok güveniyor ve seviyor olmalıydı ki hemen hemen her gün , elime bir poşet verir ”bunu neneye ver, geç olmadan gel” derdi.Ben koşarak, yaklaşık yüzelli metre uzaklıkta evleri olan, arkadaşıma giderdim.Evleri* iki katlı, tahta ve yoldan yüksekteydi. Yoldan evin bahçesi görünmezdi. Yan yana iki koca tahta kapı vardı. Küçücük boyumla, o kapıları sonuna kadar açar sonra geri kapardım. Neden sonuna kadar açtığımı bende bilmiyorum. Küçücük bir şeydim ;kapı arasından kolayca geçebilirdim ama ben hep sonuna kadar açıp öyle girerdim.Ben kapılarla boğuşurken; kapının karşısında ,herkesin Pomak Hatice dediği ;Hatice teyze sürekli camda oturur, gelen geçenle muhabbet ederdi.Beni görünce de ”kız bücür genemi geldin Çingene arkadaşına?” dediğinde ;arkadaşımı küçümsediğini düşünür ”Evet Pomak Hatice gene geldim” diye cevap verirdim.”Koca bilmiş seni Hatice teyze demezde Pomak Hatice der,bi tutarsam senin dilini koparacam. “” Heee… çok koparırsın, anneanneme söylersem görürsün!” Bu muhabbet aşağı yukarı her gün aynı şekilde tekrarlanırdı. Ne köydeki çocuklar nede komşular anneannemin beni neden oraya sık gönderdiğini anlamazlardı.*
*
Pembe, nene ve dede dediği* kişiler ; annesinin, anne ve babası; ergenlik çağında olan üç ağabeyi ile birlikte yaşıyordu. Babası yoktu. Diğer kardeşleri ve annesi Almanya’da yaşadıkları için ben onları* hiç görmedim. Nene ve dedesi benimde nenem ve dedemdi. Ayşe nineme “nine” derken Pembeden duyduğum için bende nene diyordum. Pembeyi sevdikleri gibi beni de seviyorlardı. Evin çocuğu gibiydim.
*
Koca kapının sesini ve Pomak Hatice ile muhabbetimi duyan Pembe hemen dışarı çıkardı. Pembe benim aksime esmer, zayıf ;uzun ve* siyah dalgalı saçlı ,az hareket eden; kahkaha atmayıp sadece gülümseyen bir çocuktu. Gülümsediği zaman yanaklarının* iki tarafında gamzeleri çıkardı. Çok sevimli göründüğünden yanaklarını sıkıştırıp severdim. Onunda hoşuna giderdi. Daha çok gülümserdi ama hiç kahkaha atmazdı. Ben sürekli kahkaha atar ve sesli sesli* ve hızlı konuşurdum. İlk işim, o güzel saçlarındaki örgüyü açmak olurdu. Dayımın tabiriyle çepiş ( keçi) gibi saçlarım olduğundan onun saçlarını ellemeyi severdim. Anneannemin makaslarıyla; sık sık oynayıp, saçlarımı; sağından solundan keserdim. Anneannem şekil verirdi. Bu yüzden hiç uzun saçım olmadı. Çok kıskanç bir çocuk olmama rağmen Pembe’yi kıskanmazdım.
*
Nenem; duvar dibine dokuma kilim yayar, kırık dökük oyuncakları oynamamız için verirdi. Bizde evcilik oynardık. Acıkınca, nenemden yemek isterdik. İştahla da yerdik. Sonradan öğrendim ki o yediklerimiz; anneannemin beni gönderirken, koltuk altıma sıkıştırdığı poşete koyduğu yiyeceklermiş.
*
Bütün gün oynar, canımız sıkılınca nenemizden romanca şarkılar isterdik. O da eline bir tepsi alır def gibi çalar , bize şarkılar söylerdi.Biz Pembe ile teyzemden öğrendiğim gibi ,belimize bir şeyler bağlar oynardık.Nenemden öğrendiğim ” oooohhh göbecikler atalım”* sözünü tekrarlayarak, gülerek oynardım.Pembe belindeki bezi sallar ellerini alkışlardı.”Oyna” dediğimde; olduğu yerde dönerdi. Bizi gören onu değil, beni çingene kızı zannederdi. Yine böyle oynadığımız bir gün eve döndüğümde anneannemle sohbet ediyoruz. Anneannem* ”eeee göbecikleri attınız mı?”* diye sordu. ” Attıkta pembe oynayamıyor ki ! ” “ sen öğretsene !” “ ben nasıl öğretilir bilmiyorum , teyzem öğretse olmaz mı? ” dedim. Anneannem bir kahkaha attı. ”Teyzen* o tembellikle çocuktan başını kaşıyamıyor. Siz birkaç gün bizde oynayın, ben öğretmeye çalışayım, olur mu?” “ olur” demiştim ama anneannemi oynarken görmediğim için pek sevinememiştim. Pembe’nin neden oynayamadığınıda aklım* almıyordu. Oysa küçücük kız; iki yaşlı insan ve ağabeyleriyle kalıyordu. Benim teyzem gibi oynak teyzesi yoktu ki oynamayı öğrensin.
*
Bir süre Pembe ile bizim bahçede oynadık. Anneannem; nenem kadar güzel şarkı söylemese de* bizi eğlendiriyordu. Üstelik Pembe’ye öyle güzel oynamayı öğretmişti ki artık benden güzel oynuyordu. O oynadıkça; teyzemin yaptığı gibi, ben onun saçlarını sağa sola çevirip “böyle yap tamam mı? “ diyordum.
*
Haminnem* (anneannemin annesi) hastalanınca uzun süreliğine İstanbul’a gittik.Ben annemlerde değil , anneannemde kalmaya devam ettim.Okula başladığımda, babam yanlarında okula gitmemi istedi.O zaman kışın annemlerde, yazın yine anneannemlerle; bazen İstanbul’da, bazen köyde kalmaya devam ediyordum.Haminnem vefat edince köye dönmemiştik. İstanbul’daki düzen devam etmişti. Birinci sınıfı bitirip ikinci sınıfa geçtiğim yaz; karnemi aldığımın ertesi günü, köyün yolunu tutmuştuk. Dayım kasabada bizi karşıladı. Araba olmadığı için atını ve eşeğini getirmişti. Genelde dayımla ya da anneannemle ata binerdim. Büyükbabam eşeğe binerdi. Attan korktuğunu söylemez, boyunun kısa olduğunu söylerdi. Bu kez anneannem ve dayım yürüyor; ben ata tek bindim,* büyükbabam da eşeğe bindi. Dayım ve anneannem yürürken sesiz sessiz konuşuyorlar. Ben Pembe’yi göreceğim diye heyecanlıyım; “anneanne Pembe’ye getirdiğimiz boyaları unutmadık değil mi?“diye soruyorum. Anneannem hiç yüzüme bakmadan “yok unutmadık ”diyor. Eve giderken, atın üstünden pembelerin bahçesini görüyorum. Kapı kapalı olunca “herhalde bağdalar” diye düşünüyorum. Eve varıp* , yemek yedikten sonra Pembe’ye gitmek istiyorum. Dayım “sen önce git çepişlere bak; yavruları var, sonra gidersin “* diyerek ,beni* hayvanların oraya gönderiyor. Ben; onlara çaktırmadan Pembe’ye aldığım boyaları , kazağımın içine saklayıp evden çıkıyorum.Önce yavru keçilere bakıyorum ,etrafta kimsenin olmadığını görünce koşarak pembelere gidiyorum.Her zaman ki gibi Pomak Hatice camda ” Kızzz… sen ne zaman geldin? ” ben yine tahta kapıyı açmaya çalışırken ona cevap veriyorum. ”Biraz oldu.” ” Ne o , neneyi ziyarete mi geldin?” “hem nenemi hem de Pembe’yi “ diyorum. Birden “ aaaaa… bu bilmez vallaaaa… “ diye bir çığlık atıyor.O sırada gürültüyü duyan nenem kapıda göründü.Koşarak üstüne atladım. Bir yandan da eşikte yığılmış olan nenemin arkasından içeri bağırıyorum ” Pembeeee ”* gelen giden yok.”Nene Pembe nerede?” diyorum. Hıçkırarak ağlamaya başlayan yaşlı kadının ağzından dökülen ” Pembe gitti " sözüne önce bir anlam veremiyorum. Sonra “annesinin yanına Almanya’ya gitmiştir”* diye düşünüyorum. O sırada nenem “ sana söylemediler mi be kızanım? Pembe zatürreden öldü!....” . O an ne olduğunu algılayamadım. Ölümün soğukluğunu ve acısını ilk kez bu kadar derinden hissettim. Osman dedem gibi artık Pembe’yi de göremeyecektim. Arkama döndüğümde; dayım ve anneannem tahta kapıda durmuş yaşlı gözlerle bize bakıyorlar. Her istediğimi yapan; ne olursa olsun sahip olmamı sağlayan, anneanneme koşup; dizlerine sarılıp ”Anneanne ben Pembe’yi istiyorum” diyorum. Anneannemin yapamayacağı bir şeyi istediğimi düşünemiyorum.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Mayıs 2020, 18:05   #18
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Kokuların Oyunu




çok güzel bir paylaşım.. emeğine sağlık

__________________
Bir Umuttur YAŞAMAK...!
 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Mayıs 2020, 18:05   #19
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Neyi Niye Öğrenmeliyim ?




*Küçüklüğümden beri, matematik öğretmenim bana sayıları kullanarak nasıl para kazanacağımı öğretti. Kimya öğretmenimse çamaşır suyu ile tuz ruhunu karıştırırsam zehirlenebileceğimi söyledi. Fizik öğretmenim de, yerçekimi kanununun olduğunu, buna göre dengede kalabilmem için ayaklarımın daima yere basması gerektiğini söyledi.
****
Rehber öğretmenim mi? Onu zaten, sadece sınavlara hazırlanırken tanıdım. O da, sınavlara çok iyi hazırlanmam gerektiğini söyledi ve sınavlarda başarılı olmam için nasıl ders çalışmam gerektiğini öğretti. Bir de, mutlaka üniversiteyi kazanmak zorunda olduğumu, yoksa hayatımın zehir olabileceğini söyledi.
***
Ben hâlâ hayatı öğrenemedim. Ama ben hayatı öğrenmek istiyorum. Hayatın içinde, hayatta var olanlarla beraber olmak istiyorum.
**
Gitar kursundan tenis kortuna, oradan da, o tiyatro senin, bu sinema benim gezmek mi sizin sosyalliğiniz, hayatta var olma sevinciniz?
**
Peki, bana yardımlaşmayı kim öğretecek? Yolda gezerken, çocuklarına ekmek parası için dilenen bir annenin kucağına harçlığımdan bırakacağım küçük şeylerin büyük bir mutluluğun sebebi olabileceğini, bunun için de cebimde küçük paraların olması gerektiğini kim öğretecek?
****
Birilerine gerektiğinde yardım edebilmenin ve yine gerektiğinde birilerinden istemeden yardım görebilmenin gerçek sosyallik olduğunu kim söyleyecek?
***
Bana kuşların dilini kim öğretecek? Onlara ekmek vermeyi ve onlarla arkadaş olabilmeyi... Bir fidanın da bir çocuk gibi ilgiye ve sevgiye ihtiyacı olduğunu kim öğretecek?
***
Bana yaşlılara neden saygı duymam gerektiğini, neden annemin ve babamın benim hayatıma bu kadar karıştığını kim öğretecek?
***
Ben hayata hazırlanmak istiyorum. Ben belki de ayakkabı boyacılığı yaparak da karnımı doyurabilirim. Ama bana şefkati, sevgiyi ve bunların değerini kim öğretecek? Birilerinin yardıma ihtiyacı olduğunu, olduğunda da yardım edemesem de -insan olduğum için- en azından “vicdan” denilen şeyin azabını nasıl çekebileceğimi kim öğretecekti?
**
Öğretmenim ben sıkıldım trigonometriden, logaritmadan…*** Periyodik cetvelin nasıl sıralandığından bana ne!*
****
Hayatın anlamını hâlâ bilmiyorsam…* Ve en önemlisi, hâlâ gökkuşağının altından geçirecek hayallerim yoksa...
****
Son bir soru sorabilir miyim? Bana bir şeyler öğretiyorken, siz de bir şeyler öğrenebiliyor musunuz?
Öğrendiğinizi uygulayabiliyor musunuz?

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Mayıs 2020, 18:06   #20
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Servetim Olan Dostuma




** Ömrümün beni yok saymasını istediğim bir anımdaydım.


** Gökyüzü bile bana ağlıyordu sanki…


** Gözyaşlarım yalnız kalmasın diye mi yoksa ağladığım anlaşılmasın diye mi bilmiyordum.


** Tek bildiğim yağmurdan sonraki gökkuşağını anımsatan ve bana ışıl ışıl bakan gözlerinin sıcaklığıydı. Senin sıcacık bakışların benim içimi ısıtırken benim şaşkın bakışlarım da seni şaşırtıyordu.


** Kimdin sen?


** Neden bakmıştın bana? Herkes farketmezken farketse bile umursamadan geçerken sen neden durmuştun yanı başımda,neden eğilip iyi olmadığımı göre göre iyimisin diye sormuştun bana….


** Sonrası… Sonra bir yerde oturup uzun uzun konuşmalar ben konuştum sen dinledin…,ayrılırken bir sonra ki görüşme için ümit etmeler.
*
** Anlamıştın geçirdiğim zor zamanları ,dertlerimi ,sıkıntılarımı ve bırakmak istemiyordun benim ellerimi ….


** Ben bile vazgeçmişken kendimden sen vazgeçmiyordun benden.şimdi ardıma dönüp baktığımda anlıyorum ki meğer bitti denilen yerde başlıyormuş bir çok sey...


** Bütün yollarımın sonuna geldiğimi zannettiğimde bana yeni yollar gösterdiğinde anladım.Artık hayata dair bir umudum kalmadığı bir anda bana umudun ne olduğunu ve aslında hiç bitmeyeceğini anlattığında anladım.


** Ve bazı insanların bazı arkadaşlarından dostum diye bahsederken gözlerinin neden ışıl ışıl açılıp hasretle kapandığını anladım. Şimdi bu bir teşekkür mektubu mudur anlatamadığım duygularım mıdır bilmiyorum.


** Ama şunu biliyorum sen de benim dostum diyeceğim ve hayatıma bu cümleyle devam edeceğim birisin.
*
** Hiç yaşamanı istemesemde , Eğer bir gün bir yerde, bir yağmurda senle ağlarsa senin de yağmurdan sonra bir gökkuşağın ve sana ışıl ışıl sıcacık bakanının olması dileğiyle…..

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
ask hikayeleri, aşk hikayeleri, güzel hikâyeler, hayat hikâye, hayat hikâyeleri


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Var
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Var
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Kokuların Büyüleyen Dünyası; Parfüm AftieL Parfüm 0 01 Haziran 2014 12:18
Kokuların Gücünü Kullanın! AftieL Parfüm 0 01 Haziran 2014 11:29
Kokuların Etkileri AftieL Parfüm 0 29 Mayıs 2014 19:33
Altın Toplama Oyunu. Günün Flahs Oyunu alper198 Online Oyunlar 0 13 Mart 2014 13:20
Bugünün oyunu, Süper Bilardo Flash Oyunu alper198 Online Oyunlar 0 08 Mart 2014 12:41