IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  odeaweb

>
+
Etiketlenen Kullanıcılar

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 01 Kasım 2025, 16:09   #1
Çevrimdışı
~ TeFeCi’nin KıZı ~
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Karanlıkları Aydınlatan Hüddâm Süleyman – 86. Bölüm: Savaşın Ardındaki Sükunet ve Ölüm Büyüsü




[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]



Savaş artık sona ermişti, ancak yankıları hâlâ köyün üzerinde hissediliyordu. Gökyüzü, önceki günlerin kırmızı ve gri tonlarından uzak, soluk bir sabah ışığına bürünmüştü. Toprak hâlâ çatışmanın izlerini taşıyor; kırılmış dallar, yamulmuş kapılar ve gölgelerde kaybolmuş ayak izleri her yerdeydi. Ama insanlar, bir süreliğine de olsa güven içinde nefes alabiliyordu.

Süleyman, Sabur ve Asaf, ev ve köy güvenlik kontrollerini tamamlamış, yaralıların çoğunu tedavi ettirmişti. Hamza, son enerji halkalarını güçlendiriyor, görünmez bariyerlerin hâlâ sağlam olduğundan emin oluyordu.

Tam o sırada, Berzah âleminden dönüş için hazırlanan Melike ve Berrak’ın koruma altındaki geçişi başladı. Müslüman cinler, etraflarını saran altın ışık halkalarıyla hem görünmez koruma sağlıyor hem de yol boyunca olası bir tehdide karşı tetikte duruyordu.

Melike, gözlerindeki yorgunluk ve savaşın gölgesini saklamaya çalışarak Berrak’a baktı:
“Artık güvendeyiz… Ama hâlâ kalbim biraz sıkışıyor,” dedi, sesi hafif titrek.

Berrak, yavaşça başını salladı:
“Evet… Ama evimize dönüyoruz. Berzah’ın sessizliği bize yeterince huzur vermişti; şimdi insanlar arasında olmak daha iyi hissettiriyor.”

Süleyman, onların yanına geldi; gözlerinde hem gurur hem de dikkat vardı.
“Artık köy güvenli. Ama yol boyunca tetikte olun. Her ihtimale karşı korumalar yanınızda.”

Melike ve Berrrak, koruma halkaları arasında adımlarını dikkatli atarken, köy halkı onları uzaktan gözledi; savaşın ardından ilk kez güven ve huzur havası hissediliyordu.

Köyde kısa süreli de olsa huzur hüküm sürerken, Süleyman’ın aklı hâlâ diğer olası tehditlerdeydi. Her ne kadar bu savaş sona ermiş olsa da, dünya ve Berzah âlemi arasındaki dengeyi korumak için uyanık kalmak gerekiyordu. Görev bitmiş gibi görünse de, uzakta bir yerlerde başka karanlık planlar çoktan devreye girmişti.

Tam o sırada, Süleyman’a uzaktan bir haber ulaştı. Antalya’dan gelen bir çağrıydı; genç bir kız ölümcül bir büyüye maruz kalmış, ailesi çaresizce yardım bekliyordu. Antalya’da yaşayan ve Süleyman’ın eski dostlarından olan bir imam, meseleyi kendi başına çözemeyince ondan yardım istemişti. Bu, Süleyman ve ekibinin vakit kaybetmeden müdahale etmesi gereken yeni bir vakaydı.

Süleyman, notu katladı ve talebesine teşekkür ederek yola devam etti. Az ileride, kıpkırmızı gözleriyle Sabur onu bekliyordu. Süleyman, Sabur’a bakarak sessizce başını salladı.

“Hazırlıklarımızı başlat, Sabur. Asaf ve Hamza’ya da hemen haber ver. Antalya’ya gitmemiz gerekiyor; durum sandığımızdan ciddi. Hemen oraya gidip müdahale etmemiz şart.”

Sabur başını salladı, gözlerinde hem kararlılık hem de savaşın ardından hâlâ diri bir dikkat vardı.
“Emredersiniz, efendim. Hemen hazırlıklar tamamlanacak,” dedi.

Yolculuk sırasında Süleyman, etraflarını saran altın ışık halkalarının huzurlu ama dikkatli parıltısı altında Asaf’a döndü.
“Unutma evlat,” dedi ciddi bir sesle, “bu iş kolay değil. Ölüm büyüsü öylesine güçlü ki, yanlış bir adım Ayla’nın hayatını tehlikeye atabilir. Sadece güçle değil, akıl ve dua ile hareket edeceğiz.”

Asaf, babasının sözlerini dinlerken gözlerini ona dikti. Sessizce başını salladı ve hafifçe gülümsedi.
“Anladım,… Tamam hocam, ben hazırım. Ne gerekiyorsa yapacağım.”


Sabur ve Hamza etrafları tarayarak tetikte duruyor, büyü ve enerji hatlarını sürekli denetliyordu. Yol uzun ve bilinmezliklerle doluydu, ama ekip her adımda birbirine güveniyor ve Süleyman’ın liderliğiyle ilerliyordu.

Akşamın alacakaranlığında, Süleyman ve ekibi Antalya’ya ulaştı. Yolculuk boyunca sessizlik hâkimdi; herkes olası tehditlere karşı tetikteydi. Şehrin ışıkları uzaktan parıldarken, ekip altın ışık halkalarıyla güvenli bir şekilde ilerledi.

Antalya’ya vardıklarında, onları karşılayan kişi hemen fark edildi: Uzun, dingin bakışlı ve yüzünde derin bir tecrübenin izleri olan bir adam, kapıda bekliyordu. Süleyman onu hemen tanıdı; Antalya’daki daveti gönderen imam Arif’ti.

Süleyman, hafifçe başını sallayarak Arif’e döndü.
“Durumu bana anlat, Arif. Ne kadar zor olduğunu anlıyorum; şimdi çözmek için birlikte hareket edeceğiz. Beni hemen kızın evine götür. Yolda giderken de neler yaşandığını, durumu bana detaylıca anlat.”

Arif başını salladı ve ekledi:
“Hocam, ev kızın evine yaklaşık yarım saat uzaklıkta. Yol boyunca size yaşanan her şeyi anlatacağım; detaylar çok önemli.”

Süleyman ve ekibi araç veya enerji hatlarıyla yola koyuldu. Yolculuk boyunca Arif, durumu ayrıntılı şekilde anlatmaya başladı:
“Hocam, Ayla, 20 yaşında genç bir kız. Son birkaç haftadır tuhaf davranışlar sergiliyor. Ev, özellikle gece saatlerinde korkutucu hâle geliyor. Kız uykusuz kalıyor, geceleri ansızın uyanıp evdekilere saldırıyor, eline bıçak alıyor… Ailesi artık korkudan uyuyamıyor. Evdekilere ‘Sizi öldüreceğim, öleceksiniz’ gibi tehditler savuruyor. Hocam, siz doğrusunu bilirsiniz ama kız zaten bunları bilinçli yapmıyor; muhtemel musallatın etkisi ile böyle davranıyor.”

“Daha da korkutucu olan, evin duvarlarında şeytanın Çemberi’ni çiziyor olması. Sanki bilinçsiz bir şekilde karanlık güçlere çağrı yapıyor. Evdekiler bunu fark ettiğinde hem dehşet içinde hem de çaresiz kalıyorlar. Önce küçük bir işaret sanmıştık ama büyü gittikçe güçlendi.

Ayrıca hocam, Ayla bazen kendi kendine tuhaf tuhaf konuşuyor; sanki başka bir varlık onun içindeymiş gibi, anlamsız ve ürkütücü sözler söylüyor. Durum kendi başımıza çözülecek gibi değil; büyünün etkisi çok güçlü. Bu yüzden sizi hemen çağırdık.”

Süleyman, Arif’in söylediklerini dikkatle dinledi, gözleri kararlı bir şekilde parlıyordu.
“Anladım, Arif. Yol boyunca bana her detayı anlat. Kim ne yaptı, ne gördü… Her şeyi bilmem lazım ki müdahalemizi doğru şekilde yapabilelim.”

Arif başını salladı.
“Elbette hocam. Yol boyunca tüm yaşananları aktaracağım. Her detay önemli; çünkü büyü oldukça karmaşık ve tehlikeli.”

Asaf, babasının yanında sessizce dururken Arif’e baktı. Gözlerinde hem merak hem de kararlılık vardı. Sabur ve Hamza, çevreyi kontrol ederek sessizce ilerliyordu. Yaklaşan yarım saatlik yolculuk, hem planlama hem de tehlikeye hazırlık için sessiz bir zaman dilimi olmuştu. Bu süreçte Arif, olayın ayrıntılarını anlatmaya devam etti: büyünün başladığı tarih, Ayla’nın davranışlarındaki değişimler, ailesinin çaresizliği ve evdeki paranormal belirtiler…

Arif anlatırken yarım saatlik yol çabucak geçmişti. Ayla’nın evinin önüne gelmişlerdi.


Süleyman, ekibiyle birlikte Ayla’nın evinin önünde durdu. Evin etrafında hafif bir karanlık hâkimdi; duvarlarda çizilmiş semboller ve büyünün etkisi hâlâ hissediliyordu. Altın ışık halkalarıyla çevrili grup, sessizce kapıya yöneldi.

Süleyman, derin bir nefes aldı ve Arif’e baktı:
“Tamam, Arif. Hazırsak girelim.”

Kapıyı çaldılar; kısa bir süre sonra Ayla’nın ailesi, korku ve çaresizlik içinde kapıyı açtı. Anne ve baba, gözlerinde endişe ve yorgunlukla Süleyman ve ekibini karşıladı.

Süleyman hafifçe başını eğerek konuştu:
“Arif hoca bana durumu anlattı, ama ben de sizden dinlemek isterim. Kısaca neler olup bittiğini anlatabilir misiniz?”

Baba titreyen bir sesle konuştu:
“Hocam, Ayla son birkaç haftadır… değişti. Geceleri ansızın uyanıyor, kendisine zarar vermek istiyor ve bize saldırıyor. Evde garip olaylar oluyor; duvarlarda işaretler çıkıyor, sesler duyuyoruz. Korkudan ne yapacağımızı bilemiyoruz.”

Anne ekledi:
“Başka bir şey denedik ama çözemedik. Biz çaresiziz, hocam. Sizi görmek tek umudumuz.”

Süleyman, sessizce onları dinledikten sonra kararlı bir sesle konuştu:
“Anladım. Teşekkür ederim. Şimdi Ayla’yı görmek istiyorum. Ne yapılması gerekiyorsa tez zamanda yapıp bu büyüyü çözeceğiz. Allah’ın izniyle, kimseyi mağdur etmeyeceğiz.”

Arif, başını sallayarak yol gösterdi ve içeri girdiler. Ayla, odasında tuhaf bir şekilde duruyordu; duvarlarda şeytanın Çemberi hâlâ görünüyordu. Odanın havası rahatsız ediciydi .keskin, pis bir koku tüm alanı kaplamıştı. Ayla bu kokuyu fark etmiyor gibiydi; ama Süleyman ve Asaf burnunu hafifçe kapatmak zorunda kaldı. Kokunun varlığı, hem psikolojik hem de ruhsal bir bozulmayı haber veriyordu.

Kızın gözleri normalden farklı bir parlaklık taşıyor, sanki kendi bedeninde değilmiş gibi davranıyordu. Süleyman derin bir nefes aldı, yüzünde hem tiksinti hem de kararlılık belirdi.

Elini kaldırarak Ayla’ya seslendi:
“Ayla, korkma. Biz buradayız. Seni bu karanlıktan çıkaracağız.”

Tam o sırada, odada karanlık bir varlık belirdi; musallat cin, ince ama güçlü bir sesle Süleyman’ı tehdit etti:
“Allah yolunda yürüyen Çamur… Buradan çekil. Adamlarını al ve git.. Bu iş senin gücünü aşar. Bırak git… Yoksa sadece Aylayı değil kendi kızını da kaybedersin.” dedi ve tiz bir kahkaha attı. Ve ekledi; “bu kızı bana halası hediye etti asla ondan vazgeçmem. Onu öldürene kadar hiçbir yere gitmeyeceğim..”

Sözler odada yankılanırken atmosfer daha da ağırlaştı; musallatın varlığı sıvı bir karanlık gibi odanın köşelerine sürünüyordu. Süleyman’ın yüzü bir an için sertleşti, sonra sükûnetini koruyarak derin bir nefes aldı. Gözleri karanlık varlığın üstüne çöktü ve soğuk, kesin bir sesle konuştu:
“Allah’ın kulu olarak buradayım. Kimin ne niyet ettiğinin hesabı Allah’ındır; senin karanlığın hesap günü gelene dek hüküm sürmez. Bu kızı bırak, defol buradan.”

Musallat, Süleyman’ın sözlerini kısık ve tirad halinde taklit ederek iğneledi:
“Allah’ın kulu… Allah’ın kulu… Bırak git, bırak git…” diye, ince bir alayla sesini uzatıp ekledi: “Bak, Çamur da söyleyiveriyor evet, evet, git!”


Süleyman bu duruma öfkelendi ama dışa vurmadı; sakindi, öfkesini belli etmeden bir kez daha uyardı. Ama musallat oralı olmadı, sesindeki tını daha da keskinleşti. Süleyman da geri adım atmadı. Hemen ekibine komuta verdi:
“Sabur, Hamza koruma

hatlarını güçlendirin. Asaf, yanıma gel; mühürleri yerleştireceğim, dua ile destek ver. Arif, ailenin bir kısmını dışarı çıkar, kapıları ve pencereleri mühürle. Kimse içeri girmemeli, kimse dışarı çıkmamalı.”

Komutlar keskin ve düzenli bir ritimle odanın içinde yankılandı. Sabur ve Hamza anında hareket etti; altın-sedefi koruma hatları daha sıkı örüldü, odanın sınırları dualarla çizildi. Arif, titiz adımlarla ailenin bir kısmını güvenli bir köşeye yönlendirdi, kapılar usul usul kapatıldı ve pencereler iki kat mühürlendi.


Süleyman, musallata son bir bakış attı; gözlerinde sükûnetin arkasındaki öfke belirgindi. Cebinden yavaşça eline çektiği küçük, siyah bir çakmağı çıkardı ve musallata gösterdi. Çakmak, basit bir alevden ibaret değildi; Süleyman’ın duası ve niyetiyle ruhani bir güç kazanmıştı. Yüzünde soğuk bir kararlılıkla, düşük bir sesle söyledi:
“Bu senin için son şans. Ya çekilirsiniz, ya da seni yakarım.”

Musallat bir an için dondu; sonra alaycı bir kahkaha kesti ve tükürdü. “Ne yapacaksın, ateşinle mi beni yakacaksın? Küllerimden doğarım!” diye hırladı. Ancak çakmağın alevi Süleyman’ın duasıyla birleşince, yalın alev gibi görünmeyen bir şey oldu — kutsal kelimelerle harmanlanmış, maddi ve manevîyi birleştiren bir kıvılcım. Alev, doğrudan musallatın karanlığına değince etraftaki çizgiler bir an için sanki yanıyormuş gibi kıvıl kıvıl parladı; musallatın gölgesi bir çığlık sesiyle ince bir şekilde titredi.

Sabur kılıcını ileriye koydu, Hamza güç halkalarını sıkılaştırdı, Asaf ise Süleyman’ın yanında diz çökmüş duaları yüksek sesle tekrar etmeye başladı. Musallat, alevin ve duaların birleşiminden hoşnutsuzdu; öfkeyle homurdanıp saldırıya geçti, ama koruma hatları ve Süleyman’ın mührü ona ilk darbeleri indirdi. Bir anda odada camların titremesi, çizgilerin kıvılcımlar saçması ve pis kokunun daha da yoğunlaşmasıyla birlikte çatışma kızıştı.

Ayla’nın bedeni sarsıldı; içindeki karanlık yalpaladı. Süleyman, mührü güçlendirip çakmağın alevini dualaştırarak musallatın zayıf noktalarını hedef aldı — halayla okunmuş duaların ritmi ve alevin keskinliği birleşiyordu. Musallat kısa süreliğine geri çekildi, ince bir insan kırığı gibi Ayla’nın içine bir boşluk bıraktı; ama bu zafer tam değildi — musallatın kökleri halanın niyetiyle bağlanmıştı ve o bağ kırılmadan çözüm eksik kalacaktı.

Ortalık bir an için suspus olmuştu, sanki her şey durdu; herkes nefesini tuttu. Süleyman, ekibine baktı; gözlerinde hem yorgunluk hem de keskin bir kararlılık vardı.
“İlk tur bitti,” dedi alçak ama kesin bir sesle. “Ama bu bitmedi. Halaya ulaşmalı, niyetin kaynağını çözmeliyiz. gece uzun, işimiz derin olacak.”

Gece ilerledikçe musallat daha agresif bir şekilde saldırmaya başladı. Evin havası iyice ağırlaşmış, pis koku daha da keskinleşmişti. Ayla’nın gözleri ara sıra normale dönüyor, kısa bir an için içindeki karanlık geri çekiliyordu. Ancak bu anlar çok kısa sürüyor, musallatın ürkütücü gücü tekrar üzerlerine çöküyordu.

Süleyman, mühürleri yerleştirirken dualarını yüksek sesle tekrarlıyor, her kelimesi kararlılıkla musallatın karanlığına çarpıyordu. Sabur ve Hamza, koruma hatlarını sürekli kontrol ediyor, musallatın saldırılarını savuşturuyordu. Asaf babasının yanında diz çökmüş, dualarla destek veriyordu. Arif ise ailenin güvenliğini sağlıyor, dışarı çıkmaya çalışan Ayla’nın yakınlarını geri çekiyordu.

Musallat köpürüyordu; sesi ince ama tehditkâr bir hırıltıyla odayı doldurdu, aralıklı bir alaycılıkla kahkaha atıyordu. “Ne yapabilirsiniz ki? Allah yolunda yürüyenler… Bu kızı asla bırakmayacağım.”
Süleyman, gözlerini kırpmadan karşılık verdi; sesi bastırılmış bir kararlılıkla, soğuk ve kesin: “Kimseye boyun eğmem. Allah’ın izniyle, masum bir canı senin gibi İblislerden korumaktan vazgeçmeyeceğiz.”

Bir süre sonra Süleyman, musallatın bağlı olduğu kaynağın bir işaretini fark etti. Halasının niyetinden yayılan karanlık enerjinin odanın belirli bir köşesinde yoğunlaştığını gördü. Musallatın gücü oradan besleniyordu. Ekipye dönerek kısa bir emir verdi: “Sabur, Hamza, bu köşeyi mühürle; Asaf, yanımda kal ve duaları güçlendir. Arif, aileyi güvenli bir odada tut.”

Ekip hızla harekete geçti. Süleyman, mühürleri yerleştirip dualarını yüksek sesle okurken, musallat öfkeyle homurdandı ama gerilemek zorunda kaldı. Ayla kısa bir süreliğine kendine geldi, gözlerinde şaşkınlık ve korku karışımı bir ifade belirdi. Bu an, Süleyman için kritik bir fırsattı; halanın niyetini çözmeden önce, musallatın etkisini zayıflatmak gerekiyordu.

Süleyman derin bir nefes aldı ve kararlı bir şekilde konuştu: “Gece uzun, işimiz zorlu. Ama Allah’ın izniyle bu karanlık kaynağı yok edeceğiz ve Ayla’yı kurtaracağız. Hazır olun, hiçbir güç masumu esir edemez.”


Musallatın sesi bir an için kesildi; odadaki gerilim ince bir çatlama gibi duyuluyordu. Süleyman, mührün ışığını bastırıp gözlerini kapadı, hissediyordu: saldırganlığın kaynağı odanın bir köşesinden, hemen zeminin dibinden yükseliyordu ,orada görünmez bir bağ, sıcak ve çürümüş bir iplik gibi gerilmişti. “Kaynağı buldum,” diye fısıldadı, sesi kulağa ulaştığında ekibin tüyleri ürperdi.

Sabur, Hamza ve Arif emri beklemeden hareket etti; Süleyman işaret etti: “O köşeyi sıkı tutun. Asaf, benimle oku.” Asaf hemen yanına diz çöktü; ikisi birlikte duaları daha derin, daha köklü bir tonda tekrarladı. Süleyman, parmak uçlarıyla zeminin üzerindeki görünmez bağın hattını takip etti mucizevî bir ışıltı, tıpkı mührün çizdiği yol gibi zeminde belirdi.


Sabur, titreyen bir el ile ondaki taş plakayı kaldırdı; altından eski bir mendil, üzerinde kurumuş kahverengi lekeler ve üzerinde ince bir tığ işi çıktı halanın niyetiyle bağlanmış bir eşya. Süleyman mendile bakıp alnını çattı: “İşte bağ. Bu, niyeti senkronize eden kök. Bunu ortadan kaldırmazsak musallat deforme olur, tekrar güçlenir.”

Süleyman mendili aldı, çakmağını çıkardı; bu sefer alev yalnızca yakıcı değil, dua ile meczolmuş bir ışıktı. Asaf ve o yüksek sesle ayetleri okuyup mührü yoğunlaştırırken Süleyman mendili dikkatle ateşe tutu. Mendil alev aldı; alevin içinde sanki bir gölge inledi ve musallatın kahkahası çatlayarak boğuldu. O an odadaki pis koku keskin bir çığlık gibi azaldı.

Musallatın direnişi dalga dalga çökmeye başladı; gölgesi parçalanıyor, içindeki öfke hırıltıya dönüşüyordu. Birkaç saniye için Ayla’nın gözleri tamamen açıldı; gerçek bir insan kırığı, dudaklarında beliren sıcak bir nefesle nefes aldı. “N’oluyor?” diye mırıldandı, sesi zayıf ama insanîydi. Süleyman hemen yanına yönelip elini koydu: “Dayan kızım, şimdi güvendesin. Dua et, kalbini huzura ver.”

Tam bu sırada kapı aralandı; dışarıda titrek ayak sesleri duyuldu. Halasıydı yüzü pişmanlıkla, ama gözlerinde hâlâ dik bir inat vardı. Arif onu hemen içeri çekti; halanın elleri titriyordu. Süleyman ona bakıp soğukkanlı ama yumuşak bir sesle sordu: “Senin niyetin neydi? Neden böyle bir karanlığa başvurdun?”

Hala, başını öne eğdi; gözlerinden yaşlar süzüldü. “Çocuk istedim… Yıllarca bekledim. Kıskançlık beni çiğnedi, kalbim taşlaştı. Bir kere yardım istedim, sonra iş büyüdü. Bırakamadım.” Sesi kırık, tıpkı usulca kendi yarattığı tuzağa düşmüş bir kadının sesi gibiydi. “Ben onu öldürmek istemedim… yalnızca… çekilmesini istedim.”

Süleyman gözlerini kapattı, kısa bir dua mırıldandı; sonra sert ama adil bir sesle: “Niyetin niyettir; sonuçlar ise hesaptadır. Şimdi bu kötülüğü bitirmeli, geriye kalan zararları onarmalısın. Tövben samimi olmalı; sihir eşyanın olmadığı, kalbin saf olursa bu iş tamamlanır.” Halaya dönüş yolu açıktı ama bedeli vardı: topluma karşı sorumluluk, Arif’in gözetiminde manevi ıslah ve aileden özür.

Hala titreyerek mendilin küllerine baktı, sonra diz çöktü; gözyaşlarıyla dua etti, ağızdan dökülen sözler pişmanlık ve teslimiyet karışımıydı. Aile yanına yaklaştı; baba ellerini sanki yıllardır beklediği bir yükten kurtuluyormuş gibi halanın omzuna koydu. Musallatın enerjisi, halanın samimi tövbesi ve mendilin yakılışıyla birlikte ince ince dağıldı; gölgesi çekildi, odadan bir koku pusı gibi yükselip hiç oldu.

Ayla derin bir nefes çekti, gözleri kapanıp açıldı; gerçek gözlerdi, artık başka bir varlığın fısıltısı değildi. Asaf ona sarıldı, baba dua edip şükretti. Arif Süleyman’a minnetle baktı: “Hocam, Allah size sağlıkla uzun ömür ihsan eylesin. Eğer siz olmasaydınız. ” Süleyman başını salladı, yüzünde yorgun ama yumuşak bir gülümseme belirdi. “Her can değerli. Bu iş topluluk işi; bundan sonra daha dikkatli olacaksınız.”

Gece sabaha yaklaşırken, evdeki gerginlik yavaşça çözüldü. Musallat tamamen dağılmıştı; duvarlardaki Çemberler soluyor, evin havası tazeleniyordu. Hala, Arif’in gözetiminde tövbe ve telafi yollarına yönlendirildi. Ayla, ailesinin arasında ilk gerçek uykuya daldı; derin ve huzurlu.

Süleyman, ekibine bakıp alçak sesle dedi: “Kayıplar ve yara izleri var; onaracağız. Ama bu gece bize bir kez daha hatırlattı: kötülüğün kaynağını yok etmeden, sadece semptomu bastırmak yetmez. Biz işimizi yaptık, ama halkımız da uyanık olmalı.”


“Arif teşekkür etti, aile sarıldı ve Antalya’da gece artık daha dingin bir nefes almış gibiydi. Ekip yorgun ama huzurlu bir biçimde ayrılırken, Süleyman Ayla’nın elini son bir kez sıkarak sessizce dua etti. Görev tamamlanmış, dönüşleri yani Adıyaman’a geri dönmeleri zamanı gelmişti; ama gece daha uzun ve derindi. Yaşadıkları ağırdı, ama umutluydu.”

__________________
''Zamanın Eli Değdi Bize
Artık Aynı Değiliz
İkimiz de''


Kullanıcı imzalarındaki bağlantı ve resimleri görebilmek için en az 20 mesaja sahip olmanız gerekir ya da üye girişi yapmanız gerekir.
 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları sohbet bizimmekan reklamver
Cevapla


Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman: 75. Bölüm – Savaşın Ateşi ve Hüddam’ın Büyük Mirası Tanem Tanem 0 26 Ekim 2025 21:05
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 59. Bölüm: Masumiyetin Ardındaki Musallat ve Gelen Babil Cinleri Tanem Tanem 0 20 Ekim 2025 17:17
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 53. Bölüm: Aynaların Ardındaki Karanlık: Ece’nin Esareti ve Duanın Gücü Tanem Tanem 0 15 Ekim 2025 13:50
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 51. Bölüm: Ölüm Büyüsü: Duygu’nun İçindeki Cin Derjah Tanem Tanem 0 14 Ekim 2025 14:22
Karanlıkları Aydınlatan Hüddam Süleyman – 36. Bölüm: Savaşın Yankısı, Emanetin Sınavı Tanem Tanem 0 08 Ekim 2025 03:16