IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
Etiketlenen Kullanıcılar

7Beğeni(ler)

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Konuyu Değerlendir Stil
Alt 10 Mayıs 2020, 18:07   #21
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Bir Köftenin Yolculuğu




* Ben leziz bir köfteyim. Aslında ‘ben’ değil, ‘biz’ demem lâzım; çünkü yağ, karbonhidrat, protein ve vitamin ihtiva eden bir besin maddesiyim. İnsanlar -bilhassa çocuklar- beni çok sever.


** Yeni pişirildim ve tabakta bekliyorum. O da ne! Dört sivri ucu olan bir metal, tam göğsüme batırıldı ve beni kapısı açılıp kapanan, hareketli bir odaya attı. Bu odada üst üste iki sıra hâlinde U şeklinde dizilmiş, kimi keskin kimi de değirmen taşı gibi yassı 32 adet kaya var. Öndeki kayalar beni sıkıştırıp keserek büyük parçalara ayırdılar. Altta bulunan yumuşak bir kürekle parçalarım biraz arkaya itildi. Arkadaki kayalar ise, parçalarımı iyice ezerek beni âdeta hamur hâline getirdi. Bu arada odanın sağında, solunda ve altında bulunan birçok musluktan üzerime sular fışkırmaya başladı. Bünyemde bulunan karbonhidratlar, bu sudaki pityalin enzimi (alfa amilaz) tarafından parçalanmaya başladı. Fışkıran sular, bünyemde bulunabilecek muhtemel mikropları öldürmekle vazifeli lizozim ve antikor gibi maddeler ihtiva ediyordu.


** İyice yumuşamış ve kayganlaşmış, âdeta bulamaç hâline gelmiştim. Yukarıda bahsettiğim yumuşak küreğin hareketleriyle çok dar bir boruya doğru sevk edildim. Borunun içinde, beni dâima aşağı iten hareketler vardı. Borudan aşağıya indirilirken, bir kapı açıldı. “Daha geniş bir odaya girecek ve sıkıştırma hareketlerinden kurtulacağım.” derken, dibinde hafif renkli bir sıvı olan kuyuya düşüverdim. Burada biraz olsun ferahlayacağımı düşünürken, içine düştüğüm sıvının, mermeri delebilecek (pH=0,8) kuvvette bir asit olduğunu öğrendim. “Eyvah!” diye feryat ettim; ama iş işten geçmişti. Bu asit, muhtevamdaki proteinleri parçalamaya başladı. Aynı zamanda bu büyük kuyunun duvarlarındaki bazı hücrelerden salgılanan, asitsiz ortamda tesir göstermeyen pepsinojen, bu asitle hemen aktifleşiyor ve beni iyice parçalıyordu. Proteinlerimin büyük bir kısmı parçalanmıştı.


** “İçine*düştüğüm sıvı, mermeri parçalıyor da, neden bu kuyuyu parçalamıyor?” diye düşünürken, kuyunun duvarlarının ince bir tabaka hâlinde asitlerin parçalayamadığı sümüksü bir madde ile kaplanmış olduğunu öğrendim.


***“Kurban olduğum Rabb’im, Sen izin vermeyince mermeri delen asitler, yumuşak bir dokuya zarar veremiyor.”*dedim. Kuyuya benzer bu odada yaklaşık bir saat kadar, diğer besin maddeleriyle beraber hem karıştırıldık, hem de parçalandık. Daha sonra bu odanın dış duvarları bizi sıkıştırdı ve geldiğimiz borunun tam tersi istikamette âniden gevşeyen bir kapağın açılmasıyla yeni bir boruya fışkırtıldık. Bu boru, 12 parmak (duodenum: Lâtince on iki) yan yana dizilmiş intibaını veren bir görüntüye ve 15–18 cm civarında bir uzunluğa sahipti. Burada hâlimiz yine perişandı. Bu sefer de, bir çeşmeden boşalan bazik (sodyum bikarbonat) bir salgı ile karşılaştık. Bu sıvı, bize karışan asitleri tesirsiz hâle getirmekle, yani asitlerin bulunduğumuz borunun korumasız olan duvarlarına zarar vermesini önlemekle vazifeliydi.


** Burada da muhteviyatımdaki karbonhidratları parçalayan amilaz, yağları parçalayan lipaz, proteinleri parçalayan tripsin, kimotripsin, karboksipolipeptidaz ve daha birçok enzim üzerime saldırdı ve beni en küçük yapıtaşlarıma kadar parçaladı. Bu arada, beni paramparça eden enzimlerin, gelmiş oldukları protein, yağ ve karbonhidratlardan müteşekkil çeşmeyi (pankreas) niçin parçalamadığını düşünmeye başladım. Sonra, bu enzimlerin, pankreas dokusunda aktifleştirici faktörler olmadığından aktif hâle geçemediklerini, ancak bizim bulunduğumuz boruya geldikten sonra bağırsak duvarından salınan faktörler vasıtasıyla parçalayıcı özellik kazandıklarını öğrendim.


** Bu ince boruda iyice parçalandıktan sonra, borunun sonuna doğru üzerimize yeşil bir sıvı (safra) döküldü. Deterjan gibi iş gören bu sıvı, bilhassa muhteviyatımdaki yağları parçalamakla vazifeliydi. Bütün bu hâdiselerden sonra, çok mükemmel bir fabrikanın içinden geçtiğimi anladım. Uzunluğu üç metreye yakın bu ince boruda ilerledikçe parçalanacak hâlimiz kalmadı. Sadece içimize katılan soğan ve maydanoz gibi bitkilerin parçalanmayan selüloz lifleri, çok kalın ve kısa bir boruya kadar yolculuklarına devam ettiler. Onların o kalın boru içinde sularının emildiğini, kalanların da bir müddet biriktikten sonra tuvalet denen bir çukura atıldığını öğrendim.


** Bu arada borunun duvarlarının kıvrımlı ve pütürlü olması oldukça dikkatimizi çekti. Meğer buralar, parçalarımızın iki ayrı yoldan başka bir âleme geçme noktalarıymış. Bu kabarcıkların içinde bulunan oldukça ince kılcal yollardan, kırmızı ve beyaz iki farklı (kan ve lenf yolu) sıvı ihtiva eden daha ince borulara geçirildiğimizi anladık. Artık ‘ben’ yoktum, benim çok küçük parçalarımdan oluşan ‘bizler’ vardık. Karbonhidratların parçalanmasından ortaya çıkan en basit birimler olan glikoz ile proteinlerin parçalanmasından açığa çıkan aminoasitler kırmızı sıvıya geçirilirken; yağ asitleri olan kardeşlerimiz, lenf olarak isimlendirilen beyaz sıvıya alındılar. Glikoz ve aminoasit kardeşlerimiz kırmızı sıvıyla taşınarak karaciğer isimli bir fabrikaya götürüldüler; burada bazı hususi işlemlerden geçirilip, faydalı hâle getirildikten sonra, tekrar kırmızı sıvıya*veriliyorlardı.


** Ancak ne hikmetse beyaz sıvıdaki yağlar (lenf) bu fabrikaya uğramadan ayrı bir yoldan daha sonra kırmızı sıvıya geçiriliyordu. Bunun sebebini daha sonra öğrendim: Eğer yağ asitleri; glikoz ve aminoasitle birlikte karaciğere gelseydi, bu fabrikayı bozacak ve onun çalışanlarını öldürecekti.


** En sonunda kırmızı sıvı bizi, sayısı 100 trilyonu bulan hücre isimli küçük odacıklara taşıdı. Hepimiz ayrı ayrı hücrelere gönderilmiştik. Burada öncelikle glikoz kardeşimizle oksijen birleştirilerek su, karbondioksit ve enerji üretiliyordu. Bu odacıkların çalışabilmeleri için, enerjinin gerekli olduğunu öğrendim. Enerji için glikoz yeterli olmazsa, yağ kardeşlerimiz de enerji üretiminde kullanılıyordu. Aminoasit kardeşlerimizden ise, odacıkların yapısında kullanılmak üzere sağlam proteinler; glikoz ve yağ depoları tükendiği durumlarda da enerji üretiliyordu. Bu odacıklarda, ihtiyaç fazlası yağ ve glikoz depo edilebiliyordu. Anlayacağınız, yolculuğun başında köfte olan ben, sonunda su, karbondioksit ve enerjiye dönüştüm. Bir kısmım yapıtaşı olarak, bir kısmım da hücrelerin hayatî faaliyetlerinde vazife aldığından insanlık mertebesine yükselmiş ve büyük bir şeref*kazanmıştım.


** Bütün bu parçalanma ve emilme hâdiselerinin sonunda bir kısmımız yapıya katılmış, içinde benim de bulunduğum enerji elde edilen diğer bir kısmımız da vazifelerimizi bitirdikten sonra karbondioksit isimli boğucu ve kirli bir gaz hâline girmiştik. Yoğunluğumuz çok arttığı takdirde bulunduğumuz odacıkları boğabileceğimiz söz konusu olduğu için, tekrar kırmızı sıvıya atıldık. Büyük bir pompanın ittiği bu kırmızı sıvı içinde bulunan hemoglobin isimli moleküle bindirilerek, milyonlarca keseden oluşan ve süngere benzeyen akciğer isimli harika bir fabrikaya getirildik. Akciğer keselerine gelmiş taze hava içindeki oksijenle yer değiştirdik. Artık bir insanın vücuduna veda etme zamanı gelmişti. Bir karbondioksit olarak karanlık ve daracık yerlerden çıkıp özgürlüğüme kavuştuğuma şükrettim.


** Ancak havada bir müddet dolaştıktan sonra, yeşil bir bitkinin yaprağına konduruldum. Yaprağın üzerindeki küçük pencerelerden (stoma) geçerek, hücrelerde harika bir şekilde çalışan klorofil fabrikasında misafir edildim. Burada topraktan borucuklarla getirilen su ile birleşmem için beni zorladılar. Buna gücümün yetmeyeceğini söyleyince, hemen güneş ışığı ile mahiyetimi değiştirip, beni kimyevî bir enerji deposuna çevirdiler. Artık basit bir karbon atomu değildim, enerji kaynağı olan bir glikoz molekülünde kendime yer bulmuştum. Bundan sonra içinde bulunduğum bitkinin mahiyetine ve genetik programına göre nişastaya, proteine veya yağlara dönüştürülebilirdim. Ben bir yeşil yonca yaprağının üzerinde sağa sola salınırken hiç beklemediğim bir şey oldu. İçinde bulunduğum yeşil yapraklar bir inek tarafından afiyetle yeniliverdi.


** İneğin vücudunda yeni bir fasıl başlamıştı. Çeşitli kimyevî işlemlerden geçirildikten sonra bana bu yeni ev sahibimin kaslarındaki proteinlerde vazife verildi. Keyfim de iyiydi. Artık kendimi ot değil, bir hayvan proteini olarak hissediyordum. Ottan çıkıp bir ineğin vücuduna geçmekle Esma-i İlâhî’nin tecellilerini göstermede bir mertebe daha yükselmiştim.


** Bir kurban bayramında içinde vazifeli olduğum mübarek hayvan kurban edildi. Etleri kıyma makinesinden geçirildi, ben de tekrar köfte olarak önünüze getirildim.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 10 Mayıs 2020, 18:27   #22
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Anlamsız




Geri gelmeyen zaman ve değiştirilemeyen geçmiş. Korkular ve kaygılarla örülü bir ağ gibi zihnim. Her seferinde gördüğüm seraba doğru koşuyor ve çölün acımasızlığıyla yüzleşiyorum. Firtinalar kopuyor kendime her döndüğümde ve sadece ben duyuyorum yine. Yanlış yöne koşan bir yarış atı gibiyim bitiş için koşan koştukça uzaklaşan...

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Mayıs 2020, 18:39   #23
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Nerede Görüşelim ?




Çocukluğumdan beri ailece annemin çalıştığı bankanın Antalya’daki Eğitim ve Dinlenme Tesislerine aralıksız gidiyoruz. Bu tesis bizim adeta köyümüz gibiydi. Her yıl üç-beş ailenin dışında hep aynı aileler aynı ayda geliyorlardı. Herkes birbirini tanır, eğlenceli on beş gün geçirirdik. Yeni katılan ailelerin kaynaşması kolay olmazdı. Çünkü herkesin bir arkadaş gurubu oluştuğundan yenilerin guruba katılmaları bir hayli zaman alıyor, kaynaşmaları neredeyse tatilin son günlerini buluyordu. Arkadaşlıklar genellikle sahip oldukları makamlara göre şekilleniyordu. Ancak gençler arasında makam mevki söz konusu olmadan arkadaşlıklar kurulabiliyordu.

Bu yılda tatile geldiğimizde, aşağı yukarı hep aynı arkadaşlar vardı ama çoğunun şekli değişmiş. Erkeklerin çoğu sakallı, genç kızların bir kısmı makyajlı olmuştu. Bazıları da üniversiteli olmuştu. Bende değişime uğrayanlar arasındaydım. Artık üniversiteli olmuştum. Dünyaya bakışım, eğlence anlayışım da farklılaşma olmaya başlamıştı. Adeta yalnızlaşmaya başlamıştım. Eğlenceden çok kitap okuyarak vakit geçiriyordum. Sadece geçen yıllardan gelen, her gün saat dörtte patates kızartması yeme alışkanlığım devam ediyordu. Yanılmıyorsam tatilimin dördüncü günüydü patatesimi aldım, denize bakan boş banka oturdum. Önce ketçapla kaplı, kızarmış patatesten meydana gelen o mis kokuyu içime çeker öyle başlardım. Tam gözlerimi kapatmış adeta benim kendimden geçmeme sebep olan patatesinin yaydığı kokuyu içime çekiyordum ki bir ses;

- “Oturabilir miyim?”

- “Elbette”

- “Afiyet olsun”

- “Teşekkür ederim. Size de afiyet olsun.”

- “Sizi ilk defa görüyorum. Misafir misiniz?”

- “Hayır, annem Genel Müdürlük de Hemşire olarak çalışıyor.”

- “Çocukluğumdan beri her hasta olduğumda önce bankanın sağlık ocağına gider gelirim. Bu nedenle de orada görev yapan doktor ve hemşireleri tanırım. Annenin ismi ne? Belki tanırım.”

- “Fatma, tanıyacağınızı zannetmem çünkü annem bu yıl tayin oldu.”

- “Nereden geldiniz?”

- “Aydın’dan”

- “Hayırdır, küçük ilin rahatlığı varken koca İstanbul’un çilesini çekmeye mi geldiniz?”

- “İstanbul Teknik Üniversitesinin Matematik Mühendisliği Bölümünü kazandım. Yurtta kalmamın sıkıntılı olacağını düşünerek ailece İstanbul’a geldik. Hepimiz hayatımızdan memnunuz. Şu anda da ilk yılın yorgunluğunu ve İstanbul’un üzerimize yüklediği stresi atmak niyetiyle geldik. Adım da Aylin.”

- “Memnun oldum. Benim adım da Hakan. Bende aynı üniversitenin İnşaat Mühendisliği bölümünde okuyorum ve şu an ikinci sınıf öğrencisi oldum. Senden farkım ben yorulsam da yorulmasam da her yıl gelirim. Annem bankanın Genel Müdür Yardımcısı, babam da Yönetim Kurulu Üyesi.”

İkisinin de aynı üniversitede okuması ve ailelerinin aynı yerde çalışması arkadaşlıklarının ilerlemesinde katkı sağladı. Aylin ve Hakan çok iyi iki arkadaş olmuşlardı. Kah yüzerken, kah kampta yapılan aktivitelerin çoğundan beraber oluyorlardı. Ancak aileleri aralarında ki dostluğu “Günaydın” demekten ileriye taşıyamamışlardı. Aylin ve Hakan’ın beraberlikleri üçüncü sınıfa kadar normal arkadaş olarak devam etti. Ancak üçüncü yılın sonuna doğru arkadaşlıkları şekil değiştirmeye başladı aralarındaki dostluk aşka dönüştü. Okul bitene kadar da her ikisi de aralarındaki ilişkiyi ailelerine söylemedi. Ta ki mezuniyet törenine kadar. Törenden sonra her ikisi de aralarındaki ilişkiyi ailelerine söyleyecek ve aralarındaki aşkı nişanla taçlandıracaklardı. Önce Hakan, Aylin ile olan ilişkisini ailesine açtı.

- “Anneciğim; ben Aylin ile ciddi ilişki içindeyim. İkimiz de bir birimizi seviyoruz, siz de uygun bulursanız ilişkimizi resmiyete dökeceğiz.”

- “Oğlum, acelen ne okulu daha yeni bitirdiniz henüz diplomalarınızı bile almadınız. Biraz zaman geçsin kendinize bir iş kurun ondan sonra.”

- “Anneciğim, biz de hemen evlenelim demiyoruz önce aramızda söz yapalım. Bir birimize ait olduğumuzu herkes bilsin.”

- “Sadece senin sevmen, kızın seni sevmesi yeterli mi? Ailelerinizin kültür düzeyleri, gelir düzeyleri, yaşam biçimleri eşit olup olmadığını, uyum sağlayıp sağlayamayacağımızı hiç düşündün mü?”

- “Biz birbirimizi seviyoruz, ikimizin de mesleği var, bizde kazandığımız kadar harcarız, kazancımıza uygun olan yerde yaşarız. Aylin’in ailesi de mazbut sevgi dolu kendi hallerinde olan insanlar.”

- “O maşallah, hemencecik kabullenip, baş tacı yapmışsın bile, biz sadece formaliteleri yerine getirmek için varız.”

- “O nasıl söz anneciğim sizin yerinizi kimse dolduramaz, ben sadece düşüncelerimi söyledim.”

Aylin’de, Hakan ile olan ilişkisini anne ve babasına söyleyince;

- “Aceleniz ne kızım, biraz zaman geçsin okulun yorgunluğunu üzerinizden atın, iş-güç sahibi olun ondan sonra evliliği düşünürsünüz.” Aylin;

“Anneciğim hemen evlenelim demiyoruz ki, sadece söz kesilsin birbirimize ait olduğumuzu herkes bilsin. Yoksa iş güç kurmadan biz de evlenmek istemiyoruz.”

Her ikisi de düşüncelerini ailelerine açmaktan memnundular. Ancak Hakan’ın anne ve babası duyduklarından pek memnun olmamışlardı. İlk etapta Aylin ve ailesinin kendilerine eşdeğer de bir aile olmadığını ima yoluyla belirtmeye çalıştılarsa da ikna edemeyeceklerine kesin kararlı olduklarını gördüklerinden istemeye istemeye evet dediler. Aylin de Hakan’ın ailesi tarafından istenmediğini fark ediyordu. Aylin;

- “Hakancığım annen ve baban evliliğimize pek sıcak bakmıyorlar galiba, istersen yolun başında iken ilişkimizi sonlandıralım.” Hakan;

“Hiç öyle şey olur mu? Ben seni seviyorum yetmez mi? Aylin;

“Yetmez annen ve baban istemezse mutlu olamayız. Çünkü hayat bugün ki gibi olmayacak. Yarın onların iyi ve kötü günlerinde yanlarında olmalıyız. Şayet beni istemezlerse, sevmezlerse nasıl yanların da olurum. İyi düşün.”

Aradan altı ay geçmişti, Aylin ve Hakan kendilerine uygun iş bulup çalışmaya başladılar. Atık evlenebilirlerdi. Kendilerine güvenleri gelmiş, kendi ayakları üzerinde durabiliyorlardı. Hakan ailesinin gönlünü yapabilirse hemen evleneceklerdi. Hakan ailesinin gönlünü yapabilmek için çok çaba sarf etse de istediği noktaya getirememişti. Ancak çok kararlı olduğunu her sözüyle hareketiyle belli ediyordu. Hakan’ın kararlı olduğunu anlayan anne ve babası kerhen evlilik karalarını onayladılar.

Hakan’ın ailesi düğünden sonra da Aylin’e karşı soğuk davranıyordu. Evlilikleri üçüncü ayını doldurmak üzere idi ailece bir akşam yemeği yendikten sonra sıra kahve içmeye gelmişti, Aylin mutfakta kahveleri pişirirken annesi Hakan’a;

- “Oğlum Aylin’e bir bahane uydur ziyaretimize sadece sen gel, onu burada görüp huzurumu kaçırmak istemiyorum” derken Aylin kahve tepsisi elinde içeri girdi. Hakan konuyu değiştirse de Aylin annesinin söylediğini duymuştu. Ancak Aylin duymazlıktan geldi. Ağzından istenmediğini bizzat duyan Aylin çeşitli bahaneler uydurarak kayınvalidesinin evine gitmiyor sadece Hakan gidiyordu. Bu durum Aylin ve Hakan’ın İngiltere’ye dil kursuna gidecekleri güne kadar devam etti. Gidecekleri günün akşamı yolcu etmek üzere Hakan’ın evine gidip onları görüp uğurlamak istiyordu. Hemen telefona sarıldı.

Anne; “İyi akşamlar, Hakan ile görüşmek istiyorum.”

Aylin; İyi akşamlar. Hakan bey evde yok.”

Anne; “Geldiği zaman beni arasın, gitmeden gelip görmek istiyorum.”

Aylin; “Gelince söylerim ancak, ancak evimde görüşemezsiniz”

Anne; “Haklısınız Aylin hanım. Bu güne kadar ben seni evimde görmek istememiştim. Şimdi de sen evinde görmek istemiyorsun. Peki nerede görebilirim oğlumu?”

Aylin; “Havaalanında.”

Bu konuşmadan sonra Aylin telefonu kapattı. Aylin, Hakan eve gelene kadar kayınvalidesine karşı söylediklerinin muhasebesini yaptı. Hakan eve gelince sadece annesinin aradığını ve yarın yolcu etmek üzere havaalanına geleceğini söyledi.

Hakan, annesi ile Aylin’in arasının iyi olmadığını bildiği için neden havaalanında diye sormadan yattılar. Ancak; Aylin yatağında kayınvalidesine telefonda söylediklerinden dolayı uyuyamadı, bir sağa, bir sola dönerek sabah etti. Söylediklerinden pişmanlık duyuyor kendi kendine;

- “Allah’ım beni affet. Ben nasıl oldu da şeytana uyup kayınvalideme evime gelemezsin, evimde görüşemezsin diyebildim. Beni affet.“ diyordu.

Sabah havaalanına vardıklarında kayınvalidesini ve kayınpederini*

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Mayıs 2020, 18:40   #24
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Rafadan Yumurta




Yıllardır olduğu gibi, sabah erkenden kalkmış, namazını kılmıştı. Arka bahçesine çıkıp eşinin en sevdiği şey olan taze yumurtaları kümesten almış eski bir çaydanlıkta kaynatıyordu. Eşinin her sabah mutlaka rafadan yumurta yemesini ve bundan bir gün bile vazgeçmemiş olmasını hiç sorgulamamıştı. O sadece onu mutlu etmeyi seviyor ve bunu her sabah hiç bıkmadan yapıyordu.

Kaynayan çaydanlığın altını kıstıktan sonra ince ince doğradığı patatesleri kızgın yağın içine bıraktı ve masayı kurmaya başladı. Masayı kurarken her zamanki gibi eksiksiz olmasına dikkat ediyor, çiçeği bile masanın ortasında hazır ediyordu. Ona göre gün nasıl başlarsa öyle devam ederdi. Bu alışkanlığı sayesinde yıllardır eşinin günü hep güzel başlamıştı. Eşi Nergis hanımın masaya ilk oturduğunda ki gülümsemesiyle onun da günü ferah geçerdi. Masayı da bitirdikten sonra eşini artık uyandırmaya karar verdi.

Mutfak kapısına doğru bir adım attığında kalbinde bir sızı hissetti. Elini kalbinin üzerine götürüp sıvazladı. Çok ihmal ettik bu aralar. Doktora gitmek gerek. Dedi kendi kendine. Yavaşca yatak odasına yöneldi. Usulca kapıyı araladı. Günün en çok sevdiği anı melekler gibi uyuyan hayat arkadaşını seyrettiği bu andı. Yavaşca eşinin üzerine doğru eğilip alnına sıcak bir buse kondurdu.

- Hadi hayatım. Kahvaltı hazır.

- Biraz daha uyumak istiyorum ama. Olmaz aşkım. Bak sana rafadan yumurta hazırladım.

Yumurtayı duyunca gözleri birden açılmış ve en ufak bir uyku emaresi kalmamıştı. Usulca yataktan doğrulup eşinin boynuna sarıldı.

- Hiç vaz geçmeyeceksin değil mi? Usanmadan her sabah bunu yapmak zorunda değilsin.

- Bak kırılırım ama şimdi. Seni mutlu etmek için varım ben. Senin yüzün her güldüğünde ben yeniden doğuyorum.

- Tamam ama artık genç değilsin. Bu kadar yorma kendini.

- Tamam canım. Yorulduğum filan yok benim. Hadi gel bunları kahvaltı da konuşuruz. Eşinin koluna girip mutfağa kadar eşlik etti.

Her zaman ki gibi sandalyesini çekip oturmasına yardımcı oldu. Yumurtasını önüne koyup üzerini kırdı. Çayını büyük bir dikkatle doldurup içine iki tane şeker attı. Onun yerine karıştırdı.

- Bu kadar şeker kullanmamalısın hayatım. Sağlığın açısından.

- Bana bir şey olmaz. Sen kendine dikkat et yeter. Kalbini fazla zorlama.

- Merak etme sen. Bak en sevdiğin kıvamı tutturdum gene. Hadi soğutmadan ye yumurtanı.

Eşi Nergis hanım birden ağlamaklı bir sesle, onun yüzüne bakmadan konuşmaya başladı.

- Ahmet yeter artık! Bu oyunu daha ne kadar oynayacaksın. Bırak beni gideyim. Bu şekilde en çok kendine zarar veriyorsun. Beklemediği bu tepki karşısında Ahmet bey ne yapacağını şaşırdı. Gözleri doldu, burnundan gözlerine doğru bir sızı hissetti.

- Bırak ne demek Nergis? Sensiz ben ne yaparım hiç düşündün mü? Kime kahvaltı hazırlar, kiminle konuşurum? Dertlendiğimde kimin kucağında ağlarım? Sevindiğimde kimin boynuna sarılırım?

Tam 45 yıl oldu Nergis. İlk günden beri ben sadece seninle yaşıyorum. Bak etrafımıza. Senden başka kimsem kaldı mı? Şimdi sen bana beni bırak diyorsun. Hem de hiç sayılabilecek, anlamsız bir sebeple. Ne varmış yani senin durumunda?*
Ahmet beyin ses tonu birden değişmiş, sesi kısılmış ve çatallı çıkmaya başlamıştı. Birden kalbinde sabah hissettiği ağrının aynısını hissetti. Bu sefer farklıydı ama. Daha derinden ve daha sert bir ağrı saplanmıştı yüreğine. Konuşması birden kesildi. Kötü şeyler olduğunu fark ediyordu. Eşi ile göz göze geldi.

Nergis hanım hareketsizce ve hiçbir şey olmamış gibi ona bakıyordu. Gözleri karardı ve vücudunu hissetmiyordu. Derin bir nefes aldı ve eşinin gözlerine bakarak derin bir nefes aldı. Zorla ağzından şu kelimeleri çıkardı “Seni seviyorum aşkım.”

Puslu gözlerle gülümseyen Nergis hanım yanağından süzülen yaşları silerken cevap verdi. Biliyorum sevgilim. Bende seni çok seviyorum. İki gün sonra öğrendi tüm mahalleli olayı. Yan komşu kapıyı defalarca çalmasına rağmen cevap alamayınca polise haber vermişti. Kapıyı kırarak içeriye giren polis mutfak masasının üzerine başını koymuş olan Ahmet beyin cesedi ile karşılaştı.

Anlam veremedikleri ise masanın diğer ucunda duran ve 10 yıl önce ölen eşinin fotoğrafının önünde ki yenilmemiş rafadan yumurtaydı.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Mayıs 2020, 18:42   #25
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Rüya




Gözgözeydiler...


Zaman durmuştu adeta, hiçbir şey hareket etmiyordu. Başka bir boyutta başka bir hayatta , nefes alış verişleri bile yavaşlamıştı.


Gözlerini kaçırdı genç kız. Olmamalıydı, olmamalıydı, aşık olmamalıydı.


Duran zamanda uyanan ilk şey beyninin içindeki düşünceleriydi. Tek bir söz olmamalı..!


Uzaklaşmaya çalıştı beynindeki düşünceler kalbindeki sesler olduğu yerde sendeledi. Karanlıktaki genç adama tekrar baktı, tekrar kaçırdı gözlerini olamazdı.


O değilmiydi aşktan anlamayan onun verdiği derin ızdırabı kaldıramayan istemiyorum diye söylendi zihninde, fakat artık dudaklarıda isyan ediyordu ve arasından fısıldayan seste*
zihnine eşlik ediyordu istemiyorum.


Uykusuz geceleri, zihnimde oluşacak seni istemiyorum. Benliğimi kaplayacak bu zehri kanıma karışacak beni felç edecek*
hayatımı etkileyecek yüreğimi uyandıracak şeyi istemiyorum.
Sessizce otururken yanan mum alevinde suretini görmek ne kadarda özledim demek istemiyorum.


Terasımda akşamın serinliğini hissederken bedenım,yüzüme vuran esintiyle gözlerimi açıp özledim demek istemiyorum. Başımı kaldırdığımda gökyüzü bütün haşmetiyle karşımdayken seçebildiğim yıldızlara bakıp onun kadar uzak değil ya en azından deyip kendimi avutmak istemiyorum.


Nasıl olsa bitmeyecekmiydi ömür, gün gelip misafirhaneden gitmeyecekmiydik öyle acı bir veda istemiyorum,


Ya terk edilişler, onlar değilmiydi yüreği kanatan sevmeden sevilmeden nefret ettiren, onlar değilmiydi yaşları akıtan gözlerden boğazını yakan dilini bağlayan hayatını sarsan, istemiyorum hicbirini yaşamak istemiyorum.


Sesle irkildi düşüncelerinden,,


Genç adam karanlıkta ona doğru adım atıyordu, gözleri iyice açıldı kızın oda uzaklaşmaya başladı adam yaklaştıkça kız uzaklaştı. Karanliktaki silüet durmuştu şaşkındı. Neler oluyordu...


Adamın durduğunu gören kız uzaklaşmak için adım atmayı bıraktı. Ama burda kalamazdı gitmeliydi. Zihninde yine düşüncelere daldı
kalbi dayanamadı isyan etti içinde,,

Neden,,


Bende sevmek sevilmek istiyorum içimde bıraktığın boş yeri doldurmak istiyorum, bende delice özlemek özlenmek istiyorum. Hakkım değilmi bunları yaşamak.


Beyin itiraz etti,,


Neden sadece kendini düşünüyorsun, seni sonra paramparça bir halde toplayan benim, sen aşkı yaşarken ihtimalleri düşünen benim. Sen kıpırtılarla kıvılcımlarla coşarken terkedilişlerle bu bedene verilen zararı düzelten benim.


Kalp susup kalmıştı. Oysa o kadar hasretti ki sevgiye ama beyin haklıydı kalbin sızlanmaları durdu tekrar içine kapandı daha önce yaptığı gibi...


Kızın düşündüğü tek bir söz beyninde yankılanıyordu:


Aşık olmamalıyım...!


Gözlerini boşluğa genç adama çevirdi adam yavaş yavaş uzaklaşıyordu kızdan iyice. Gözden kaybolup yok oldu.


İki damla gözyaşı süzüldü yanaklarından o kadar yalnızdı ki. İrkildi olmamalıydım rüyamda da aşık olmamalıydım dedi ve gördüğü rüyadan uyandı...


Rüyadan geriye kalan sadece yanaklarındaki ıslaklıktı...

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Mayıs 2020, 18:42   #26
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Keşkeler




Bizim sevdadır. Bizimle sonsuza dek giden. Biz ölümüne sevdik. Ayrılsakta. Ayırsalarda.

Hani hep birlikte olacaktık. Hani söz vermişdik birbirimize. Hep mutlu olacaktık. Ayrılmayacaktık.

Anladım bu imkansız. Biliyorum. Dünyada birlikte olmasakta. Ahirette birlikte olacağız.

Gezdiğimiz yerleri gezemiyor. Güldüğümüz yerlerden şimdi ağlayarak gidiyorum.

Akşamları, ... senin resmine bakıp ağlıyorum. Biliyorum. Dünyada birlikte olmasakta. Ahirette birlikte olacağız.

Bu bizim sevdamız. Anlatması zor. Anlatırsa bir, gözyaşımız var. Çünkü sen yoksun.

Dünyada birlikte olmasakta. Ahirette birlikte oluruz.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 10 Mayıs 2020, 18:57   #27
Çevrimiçi
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Keşkeler




Keşkeler Keş Eder .

__________________
Sen Yoksan Müslüm Baba VAR
 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
ask hikayeleri, aşk hikayeleri, güzel hikâyeler, hayat hikâye, hayat hikâyeleri


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Var
Mesaj Yazma Yetkiniz Var
Eklenti Yükleme Yetkiniz Var
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Kokuların Büyüleyen Dünyası; Parfüm AftieL Parfüm 0 01 Haziran 2014 12:18
Kokuların Gücünü Kullanın! AftieL Parfüm 0 01 Haziran 2014 11:29
Kokuların Etkileri AftieL Parfüm 0 29 Mayıs 2014 19:33
Altın Toplama Oyunu. Günün Flahs Oyunu alper198 Online Oyunlar 0 13 Mart 2014 13:20
Bugünün oyunu, Süper Bilardo Flash Oyunu alper198 Online Oyunlar 0 08 Mart 2014 12:41