IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası
  sohbet

 Kayıt ol  Topluluk
22Beğeni(ler)

Yeni Konu aç Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 07 Kasım 2011, 10:47   #51
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Isparta il arşivi




Halk Oyunları ve Giysileri

Yöre, halk oyunları yönünden çok zengin ve değişik özelliklere sahiptir. Yörenin coğrafyası Anadolu'nun iç kesimlerini Akdeniz'e bağlaması, halk oyunlarına da yansıyarak bir geçiş yöresi özelliği taşımaktadır.
Yöre, halk oyunları yönünden iki belirgin özellik göstermektedir. Birinci tür oyunlar ağır ve hızlı olmak üzere zeybek oyunları, ikinci tür oyunlar da Teke oyunlarıdır.
İlde oynanan oyunlar genelde tek kadın ve erkek oyunları dizisinde oynanır. Ancak zaman zaman halkalı dizili oyunlara da sık rastlanır. Örneğin serenler zeybeği, bu tür oyunlardandır. Bunun yanı sıra Teke oyunlarının karşılamalı ve alacalı dizide oynandığı da görülmüştür.
1. Zeybek Oyunları:
Zeybek türü oyunlar, daha çok dokuz olarak tartımlıdır.
Oyunlar kol, bacak ve gövde hareketlerine göre düzenlenmiştir. Oyunlarda haykırışlar, birdenbire sıçramalar, yere el atma ve diz vurmalar görülür. Yörede ağır zeybek olduğu gibi hızlı zeybeklerde görülür. Genellikle erkek oyunu olarak bilinen zeybekler, yörede kadınlar tarafından da oynanır. Şarkîkaraağaç ve Yalvaç yörelerinde parmak şaklatarak, damak çatlatarak oynanan ağır ve hızlı zeybekler vardır. Zeybek oyunları genelde yürümeyle başlar. Burada tartım bedene alınır. İkinci yürümeden sonra diğer hareketlere geçilir. Saldırma, atak hareketleri, diz üzerine düşme, diz üzerinde yürüme takip eder, oyun sona erer. Yörede oynanan ağır ve hafif zeybek türü oyunlar şunlardır.
Ağır Zeybek, Al Yazma, Ardıçtandır Kuyuların Kovası, Asi Zeybek, Ay Doğar Ayan Meyan, Badılcanı Doğradım, Çayıra Serdim Postu, Evlerinin Önü Mersin, Gelin Kaynana Kavgası, Haymanalı, Jandarma, Kabir Arası (Kazım Ya Da Kara Kara Zeybek), Merdiven Altında, Osman Zeybeği, Pembe Girebimin Oyası, Sarı Zeybek, Serenler, Tavuk Gıdaklaması...
Yörede oynanan en tanınmış oyunlar şunlardır: Serenler Zeybeği, Al Yazma, Hatcem, Osman Zeybeği.
2. Teke Oyunları
Teke, Türkmenlerin oynadığı oyunlardır. Yörede Teke oyunları Sütçüler tarafında yaygın bir durumdadır. Bu oyunlardaki figürler ile "Teke" adı verilen erkek keçiler arasında bir bağlantı görülür. Keçinin hareketlerini yansıtan oyun figürleri; sekme arkaya dönerek kaçma, ani sıçrayışlar, tekenin kızdığı zamanlar kıç atışı şeklindedir.
Teke Oyunları, önce gurbet havası denilen uzun hava ile başlamakta, daha sonra yüksek bir hızla oyuna girilmektedir. Eskiden oynanan teke oyunlarının başlangıcında Yörüklerin parmaklarını gırtlaklarının üzerine bastırarak, bastırma güç ve yerlerini değiştirerek çıkarttıkları sesin oluşturduğu boğaz havalarına da rastlanılırdı.
Yörede oynanan halk oyunlarının tespit edilenlerinin isimleri şöyledir.
A Yarim Oynasın Da Oynasın, Ağır Zeybek, Ali Kavak Kesiyor, Al Yazma Zeybeği, Ardıçtandır Kuyuların Kovası, Avşar Zeybeği, Aykırı Oyun, Bahçelerde Mor Beni, Boğaz (Hada), Cezayir, Çamdan Aldım Sakızı, Doğru Oyun, Düz Zeybek, Eğri Oyun, Emmiler, Et Aldım Elim Yağlı, Ferayi Zeybeği, Gabardıç, Gakgili, Gıcır Gıcır, Hatçem, Haymanalı, Jandarma, Kabak, Karamanlı, Kesinti Zeybeği, Kezban Yenge, Koca Ceviz, Korunun Düzü, Köroğlu, Limonun Sulandı, Osman Zeybeği, Sallama, Sarı Zeybek, Sepetçioğlu, Serenler, Siyah Makarada İpliğim, Tavuk Gıdaklaması, Yayla Oyunları, Yürüme, Zambak Oyunu.
ISPARTA HALK OYUNLARI GİYİMLERİ
A) Kadın Giysileri: Genellikle köylerde basmadan ya da ipekten yapılmış bir şalvar, üç etek, mintan ve kutmiden oluşan bir kıyafet giyilir. Başta fes tepelikli olarak kullanılır. Fes üzerine yörelere göre değişiklik gösteren beyaz, oyalı, kulak kenarından tutturulmuş sarı iri pullu yazmalar bağlanır. Fesin uç kısmında bazı yörelerde "alınlık" denilen bir sıra altın bazı yörelerde de "vurgun" denilen gümüş gerdanlık biçimindeki takılar takılır. Alınlık ya da vurgunun olmadığı hallerde, fes üzerine altın veya gümüş paralar takılır. Üste ipek çitariden yapılmış, üzeri sim sırma işlemeli, yandan yırtmaçlı üç etek giyilir. Üç eteğin içinde genellikle al kumaştan yapılmış, boyuna kadar kapalı mintan şeklinde "sıkma" denilen bir gömlek giyilir. Üç etek üzerine kollu, bol ve üzeri kumaşla sıkılan, kutmi denilen kumaştan yapılmış, üzeri sırmalı bele kadar inmeyen kebe (kısa yelek) giyilir. Üç etek altında bol, ayak bileklerini açık bırakan genellikle al rengin hakim olduğu uçkurlu şalvar giyilir. Bele bazen tek taraflı üçgen sallama yapılarak şal kuşak bağlanır. Bazen de gümüş kemer takılır. Ayakta, işlemeli yün çorap ve dolamalı çarık bulunur. Zaman zaman da çarığın yerini mes alır. Boyunlarda altın, kollarda bilezikler görülür. Üç eteğin önünde bir içlik bulunur.
B) Erkek Giysileri: Başta kırmızı, bazı yörelerde ise beyaz renkli bir fes ya da takke bulunur. Fesin üzerinde siyah rengin hakim olduğu "buldun" denilen bir poşu bağlanır. Üstlerine kollu, kol ağızları, sırtı ve ön yüzü bol işlemeli cepken giyilir. Cepkenler genellikle siyah ve koyu mavi renktedir. "Menevrek" denilen kara koyun yününden yapılmış uçkurlu bir şalvar giyilir. İçte "alaca"dan yapılmış önden ya da yandan düğmeli, yakasız mintan vardır. Bu mintan şalvarın ve kuşağın içine alınır. Yün ya da pamuk kumaştan dokunmuş üzerinde koyu renkli yollar bulunan beyaz benekli kırmızı rengin hakim olduğu bir kuşak sıkıca bele sarılır. İçte uzun paçalı don, yün içlik vardır. Ayağa yün çorap giyilir. Zaman zaman çorabın rengi mor da olabilir. Ayağa deriden dolamalı bir çarık giyilir.

 
Alıntı ile Cevapla

IRCForumlari.NET Reklamlar
sohbet odaları reklam ver Benimmekan Mobil Sohbet
Alt 07 Kasım 2011, 10:48   #52
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Isparta il arşivi




Köy Seyirlik Oyunları

Yörede, daha çok 15-20 yıl öncesinde oynanan oyunlardır. Oyunların oynanma zamanı çiftçilik ve hayvancılık hayatı ile ilgili olarak sonbahar ve kış aylarına rastlar. Umumi olarak "Maşalama" terimiyle oynanan bu eğlenceler türlü şekiller içinde kendilerini gösterirler. Oyunlar ekseriyetle düğün gibi merasimlerde gece ve gündüz oynanmaktadır.
Düğüne gelenler ve katılanlar, oyunların hazırlanıp oynanacağı fikrindedirler. Oyunları güzel oynayanlar ve becerikli olanların bu oyunları yaptıkları görülür. Oyunları oynayanlar ekseriyetle gençlerle, orta yaşlı insanlardır.
Oyunlar açık ve kapalı olmak üzere iki yerde oynanır. Açık ve güneşli havalarda, uygun gecelerde köyün düz veya taşlık olmayan bir meydanıyla harman yerleri, avlular ve bahçeler oyun yerleri olarak seçilir. Kapalı yerler ise, geniş köy odaları veya evlerdir. Köylerde oyun yerlerini oyuncular veya düğün sahipleri hazırlarlar. Geceleyin oynanan oyunlar için meydanlarda ateş yakarak etraf aydınlatılır.
Yörede herkes, bu eğlendirici oyunları ilgi ile karşılamaktadır. Açık yerlerde, meydanlarda oynanan bu oyunlara, davetli olsun olmasın, herkes gelebilmektedir. Oyunları kadınlar ayrı bir tarafta, erkekler ayrı bir tarafta seyrederler. Seyirciler, ayakta veya kilim, taş, ağaç, hasır, dam gibi eşya ve maddeler üzerinde oturarak seyrederler. Kapalı yerlerde ise seyircinin durumu odanın büyüklüğüne ve küçüklüğüne göre değişir.
1. Arap Oyunu: Oyun Ş.Karaağaç’ın Yeniköy Köyü'nde, Senirkent'in Akkeçili Köyü'nde, Sütçüler'in Kesme Kasabası'nda ve Yalvaç’ın Eyuplar Köyü'nde oynandığı görülmüştür. Oyun güz mevsiminde, ateş etrafında 7 kişi ile oynanır. Oyunda davul ve zurna kullanılır.
Oyuncular:
Arap: Erkeklerden birisi Arap olur. Bu kişi yüzünü tencere altı isi veya kurum ile karalayarak boyar. Sırtına eski bir paltoyu ters giyer. Paltonun altına bir yastık sokularak kamburlaştırılır. Başına eski bir foter şapka giyer. Arap, pantolonunun bir paçasını topuğuna bir paçasını dizine kadar kıvırır. Eline bir asa alır, bir ayağına da ipe bağlı bir taş bağlar.
Efeler: Efeler iki veya üç tane gençlerden seçilir. Efe olacak gençler, kendilerine yünden uzun bıyık yaparlar. Başlarına bir sargı sararlar. Gömleklerinin üzerlerine bellerinden kuşak dolarlar. Kuşağın altına kama koyup pantolon paçalarını dizlerine kadar çekip kıvırırlar. Ayaklarına lastik, çarık gibi ayakkabılar giyerler.
Kızlar: Genç erkeklerden iki tanesi kız rolüne girerler. Bunlara fistan giydirilir ve bezden göğüs yapılır. Keçi kılından saç yapılır ve başlarına başörtüsü örterler.
Şeytan: Erkeklerden birisi şeytan rolüne girer. Şeytan, yüzünü Arap gibi karalar. Uzun bir değnek ceketin iki kolundan geçirilip şeytana giydirilir. Şeytan, üstüne son olarak beyaz bir elbise, kafasına kağıttan yapılmış bir külah giyer. Arkasında kağıttan veya çaputtan yapılmış bir kuyruk vardır. Bu kuyruk gazyağı ile yağlanmıştır. Şeytanin görevi ortalığı karıştırmaktır.
Muhtar: Modern kıyafetli kırk yaşlarında bir adamdır.
Oyun: Oyun orta alanda geçer. Arap orta alanda kambur kambur yürüyerek, "Bu köyün ileri gelenlerinden kemkem eden kemik kemireni kim?" der. Arap bu sözü söyledikten sonra bir şahsin yanına gelir ve "Selâmünaleyküm" diyerek ayağına bağladığı taşı sallarken o kişiye vurur. Köyün ileri gelen bu kişisi muhtardır. Arap "Nasılsınız?" der ve bir daha vurur. Bundan sonra Arap, muhtara şunları sorar. "Benim iki tane kızım var. İşte ben köyün sığırını gütmeye geldim. Bunlara birer goca lâzım." Muhtar da "Kızlarını bir görelim." der. Kızlar bundan sonra ortaya çıkar ve çalgı eşliğinde oynamaya başlarlar. Kızlar oynarken efelerden birisi gelir ve oynayan kızlardan birisini alıp götürür. Diğer efe de gelerek kızı o efenin elinden almaya çalışır. Bu esnada vuruşmayı, dayağı anlatan hareketler yapılır. Şeytan da kızların öbürünü kaçırmak ister. Ama ordan birisi ateşten bir parça alıp da şeytanın kuyruğuna değdirirse şeytan yanmaya başlar. Bu durumda şeytan sanki besmele duymuş gibi kaçmaya başlar. Şeytan, halkın içinde bu vaziyette çalgı eşliğinde oynamaya başlar. Arap, kaybolan kızlarını ararken iyice kızar. Kızan Arap, omuzuna bir torba alıp içine kül doldurur. Sağa sola koşarak, avuç avuç külleri etrafına saçar. Bunu yaparken kızlarım kayboldu, çalındı diye feryat eder; fakat, çevredeki seyirciler Arap’ı iyice kızdırmak için kızları çıkartıp getirmezler. Arap, bu sefer kesilmiş bir davarın kellesini torbaya katarak getirir. Arap, "Kızlar bulunduysa bulunur, bulunmadıysa valla kelle torbada." der. Pat diye kelleyi ortaya atar ve millet Arap’ın bu hareketine gülüşürler. Sonra kızlar bulunup getirilir ve oynattırılır. Oyun bundan sonra biter.
2. At Oyunu: Keçiborlu ve Yalvaç ilçelerinde oynanan bu oyunda, bir hayvan kafasının iskeleti bulunur. Bu kafa bir ağaç sopaya bağlanır. Kafa ve sopanın üstüne genişçe bir çarşaf geçirilir. Kafaya gelen bezin üstüne göz işaretleri yapılır. Çarşafın ön ve arka tarafına iki kişi girerek at görünümünü alırlar. At, çalgı eşliğinde sağa ve sola koşarak oynar.
Oyunda at yerine bacakların arasına sopa koymak veya at şekline bürünmek eski Türklerin Şaman dininde de görülen bir unsurdur. Bu geleneğin halen devam ettiği görülmektedir.
3. Davar Kesme Oyunu: Oyunda bir oyuncu, kasap, bir oyuncu kasap yardımcısı ve bir oyuncu da kurban rollerini alırlar. Kurbanı/Davarı kesmek için yere yatırılır ve bağlanır. Bıçağın ters tarafıyla keser gibi yapılır. Davarı yüzmek için pantolonun bir paçasından oklava sokulur. Tam üfleneceği sırada bir teneke su buradan boşaltılır. Oyun gülüşmelerle sona erer.
4. Deve Oyunu: Düğünlerde, meydan yerinde oynanan bir güldürü oyunudur. Hemen hemen bütün yörede bilinen bu oyun özellikle Ş.Karaağaç İlçesi'nde, Senirkent Akkeçili Köyü'nde, Yalvaç ve Keçiborlu İlçeleri'nde oynanır. Ancak oyunu oynayanların çok yaşlı olması ve yerine gençlerin yeni oyuncular olarak yetişmemesi oyunun canlılığını yitirmesine sebep olmaktadır.
Oyun için 2,5 metre uzunluğunda bir ev merdiveni kullanılır. Merdivenin üstüne iki tane "sele" veya "keletir" denilen naylon alet konularak hörgüç yapılır. Üstlerine oyuncuların ayaklarına kadar haba, kilim örtülür. Ölmüş bir eşek kafası dirgenin çatal ucuna monte edilip bağlanır. Ağzına sicimli gem, yular vurulur. Yuların ucu arkadakinin eline verilir. İpi çekince ağız açılır, bırakınca kapanır. Devenin başı kumaşlarla örtülüp süslenir. Deve boncuğu, çan, mavi boncuk, el işlemeleri gibi eşyalarla deve süslenir. Bu merdivenin içine iki kişi girer ve deveyi canlandırırlar.
Oyunda bir deve sahibi vardır. Devenin sahibine "Savram başı" denilir. Devenin sahibi normal günlük kıyafetli olur. Ş.Karaağaç İlçesi Karayaka Köyü'nde devenin bir de yavrusu yapılır.
Oyun: Devenin sahibi köye tuz satmak için gelir. "Tuzcu geldi" diyerek devesiyle ortaya gelir. Sonra "Ben uzak yerden geldim. Devem acıkmıştır. Onu salıyorum herkes bağını, bahçesini, evinin kapısını örtsün" der ve deveyi serbest bırakır. Deve davul ve zurna, saz eşliğinde oynar ve seyircilere saldırarak onları korkutur, ısırmaya çalışır. Deve sahibi bir müddet sonra devesini ıhtırır ve dinlenir. Sonra Savram başı gitmek ister. Devesini kaldıramaz. Bunun üzerine devenin üstüne su dökülür. Islanan deve çabuk kalkar ve oyun burada biter.
5. Kalaycı Oyunu: Oyun Yalvaç İlçesi Eyüpler Köyü ile Keçiborlu İlçesi'nde ve Merkez İlçe Kayı Köyü'nde tespit edilmiştir.
Oyunda kalaycı, çırak, körük ve haberci gibi erkek oyuncular rol alır. Körük, oyunu bilmeyen veya şakaya tahammülü olan bir kimsedir. Oyunda ayrıca bir eşek bulundurulur. Oyuncuların hiçbirisi makyaj yapmamaktadır. Yalnız körük olacak kişiyi eşeğin üzerine bindirerek hazırlarlar. Çıplak bir eşeğe körük rolünü alan kişiyi bindirirler. Adamın ayakları Hayvanın karnının altından sıkıca bağlanır. Sonra ceketin iki kolundan geçmek suretiyle bir değnek sokulur ve adam kıpırdayamaz hale getirilir.
Oyun: Haberci "Köye kalaycı geldi" diye ilan eder. Kalaycıya kaplarını kalaylatmak isteyenler, getirirler. Kimi küflü tencere, kimisi dibi delik leğenler, kazan, çanak, çömlek, kırık testi gibi kapları kalaycıya getirirler. Kalaycı bunları kalaylamak için körüğü ayarlar. Bir kabın içine kül ile kurumu karıştırır. Mala ile kapları külle kalaylıyormuş gibi yapar. Bu esnada, babasının öldüğü haberi gelir fakat kalaycı aldırmaz. Çalışmalarına devam eder. Sonra annesinin ölüm haberi gelince kapları, kalayı bırakır ve çırağına "Sıva körüğü gidiyoruz" der çırak ise tastaki kurumlu külü alarak bir, eşeğin kuyruğu altına ve bir de körüğün yüzüne sürer. Bu durum karşısında körük "Kurtarın beni" diye bağırarak feryat eder. Oyunu izleyenler gülerler.
6. Keloğlan'ın Evlenme Oyunu: Oyun Yalvaç İlçesi'nin Eyüpler Köyü'nde tespit edilmiştir. Oyun için erkek pantolonu ile gömleğin içine ot ve saman doldurulur. Pantolon oyunu oynayanın arka bel kısmına bağlanır. Gömleğin iki kolundan bir değnek geçirilir ve üzerine ceket giydirilir. Bu da, oyunu oynayan kişiye göbek kısmından bağlanır. Kafa için ise bir sopanın ucuna bezler, kafa büyüklüğünde sarılır. Üzerine beyaz bir çuval geçirilerek ağız, göz, burun, kaş işaretleri yapılır. Bu da gömleğin içindeki otun içine saplanarak "Baş" hazırlanır. Başa ayrıca bir şapka giydirilir.
Oyun: Oyun çalgı eşliğinde oynanır. Oyuncu söze:
"Keloğlan burada oynayacak
Elleri de güzel güzel kaynayacak"
diyerek başlar ve çalgı eşliğinde dans eder. Sonra Keloğlan ile babası arasında konuşma başlar. Oyuncu hem Baba rolünü hem de Keloğlan rolünü gerçekleştirir. Bu konuşmalardan bir bölüm şöyledir:
"Yok gardaşım yok olamaz. Olamaz lan, olamaz. Birden bire ne lan evlenmek. Lan askere bir get gel o zaman tamam mı? Ben bile askere gettim, geldim de öyle evlendim. Anladın mı? Koca öküzün gaval dinlediği gibi dinleme yumruğu vurdukça da sinirlenme. Anladın mı? Hıı.. Ben eski bildiğin Daş kafayım, boş kafa değilim..."
Oyun çeşitli günlük konuşmalar içerisinde devam eder. Seyredenler konuşmaları duydukça gülerler. Oyun Keloğlan’ın evlenememesiyle biter.
Yörede eskiden daha çok oynanan halk tiyatrosu oyunları günümüzde artık kaybolmaya yüz tutmuştur. Bugün düğünlerde eğlenmek amacıyla yapılan uygulamalar daha çok güreş, köpek dövüşleri ve halk dansları şeklinde cereyan etmektedir. Bu seyirlik oyunların kaybolmasında sebep olarak oyunları oynayacak yeni kişilerin arkadan yetişmemesi, zevk ve eğlence anlayışları ile hayat şartlarının değişmesi en başta gelen sebeplerdir

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 07 Kasım 2011, 10:48   #53
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Isparta il arşivi




Isparta Türküleri

Isparta halk müziğine ait ilk bilgi ve türkü metinlerine, Ispartalı Hakkı tarafından Türk Yurdu Dergisinde 1916, yılında yayımlanan “Köyümden Geliyorum” adlı makalesinde rastlanılmaktadır. Daha sonra 1930 yılından itibaren Tevfik Turan, Sait Demirdal, H.Turhan Dağlıoğlu, Naci Kum, Etem Ertem, Nuri Katırcıoğlu, Numan Yılmaz gibi bazı araştırmacılar tarafından türkü metinleri derlenmiş, bu türkülerin yer aldığı gelenek ve göreneklerle ilgili bilgiler toplanarak Halk Bilgisi Haberleri ve Ün Dergilerinde yayımlanmıştır. Bu makalelerde düğünlerde, sohbet ve gezeklerde, bağbozumu ve gündönümü şenliklerinde, yağmur duâsı gibi törenlerde yer alan türküler bulunmaktadır. Ayrıca Isparta Valiliğince 1932 yılında hazırlanıp, 1999 yılında bastırılan Isparta Vilâyeti İdare Coğrafyası adlı kitapta, 1939 yılında Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu’nun yörede yapmış olduğu ağız araştırmalarında bir çok türkü metnine rastlanılmaktadır.
Isparta’da, planlı olarak türkü derlemeleri ve notaya alınma çalışmaları ilk kez 1942 yılında, Ankara Devlet Konservatuarı tarafından Halil Bedi Yönetken başkanlığında, Muzaffer Sarısözen ve Rıza Yetişen’den oluşan derleme ekibince gerçekleştirilmiştir. Ankara Devlet Konservatuarının 1942 yılında yaptığı bu derlemeleri Halil Bedi Yönetken değerlendirerek Ulus Gazetesinde samahlar üzerine bir makale şeklinde aynı yılda yayınlamıştır.
Isparta’da 1968-1970 yılları arasında Yeni Ün adı ile yayınlanan dergide bazı araştırmacılar tarafından yapılan folklor çalışmaları sonucunda elde edilen türkü metinleri yayınlanarak halk müziği derlemelerine katkıda bulunulmuştur.
Isparta’da, 1990 ve 1999 yıllarında Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğünce (HAGEM) yapılan planlı halk kültürü derlemeleri çerçevesinde halk ezgileri derlenmiş ve Folklor Arşivine kazandırılmıştır. Bu derlemlerin bantları HAGEM Arşivinde B.90.0150-161 ve BVB.99.0010-12 numaralarda bulunmaktadır. 1990 yılında yapılan halk kültürü derlemelerinde yöreden 54 ezgi derlenmiştir. 1999 yılı derlemelerinde ise Gönen Gümüşgün Köyü’nde 21 Mart Nevruz Cemi törenleri tespit edilmiş ve cem törenlerinde icra edilen halk müziğinin nasıl yer aldığı açıklanmıştır. Ayrıca İl Kültür Müdürlüğü bünyesinde görev yapan Folklor Araştırmacısı tarafından, 1990 yılından itibaren yörede her yıl yapılan planlı halk kültürü araştırma ve derleme çalışmaları sonucunda bazı türkü metinleri ezgili olarak derlenmiştir.
Göller Bölgesinin zengin halk müziği değerlerini araştırmak, belgelemek ve bu doğrultuda bir arşiv oluşturmak amacıyla Süleyman Demirel Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı olarak 1996 yılında Müzik Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi kurulmuştur. Sözkonusu Merkez, folklorumuzun hızla değişime uğrayarak yozlaştığı gerçeği ile, alan çalışmasına dayalı müzik incelemesi yöntem ve tekniklerini kullanarak, doğal ortamdan toplanan verileri dijital ortamda belgelemektedir. Bu düşüncelerle, 1998-2000 yılları arasında "Teke Yöresi Halk Müziği Çalgılarının ve Çalgı Yapımcılarının Saptanması, Teke Yöresi Çalgılarından Oluşan Müze Oluşturulması" başlıklı projeyi, 2000-2001 yılında "Teke Yöresi Halk Müziği Çalgılarından Kabak Kemanenin Etnomüzikolojik Açıdan İrdelenmesi, Verilerin Audio - ----- CD 'de Arşivlenmesi ve Mevcut Çalgı Belgeliğinin Geliştirilmesi" başlıklı projeleri tamamlamıştır. Müzik Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezinde kayıtlı bulunan derleme ezgilerinin isimleri şunlardır:
Gülüm gonca gül iken soldurdu felek (Gurbet), Karacaoğlan (Gurbet), Kaval ile gurbet açış, Güle çıktım gülmedim, Sıra sıra karpuzlar, Boğaz havası (Hada), Taş başında yatan oğlan (Sözlü Hada), Çıktım çamın doğrusuna (Sözlü Hada), Atlar oynar eşiğinde (Ninni), Adı güzel yavrum nenni (Ninni), Kız anası kara yasta (Kına Havası), Isparta'nın kestanesi (Gelin Okşama), Al gelin kınan kutlu olsun (Gelin Okşama), Merdiven altında tavuk gıdaklar, Karşıdan geliyor (Gelin Okşama), Erik dalı gevrek olur (Gelin Okşama), Annem ağlasın (Gelin Okşama), Karlı dağlar ninni (Ninni), Yük üstünde halıyım (Kına Havası), Basma da fistan giyemem aman, Fotin bağım çözüldü, Gatıranlar gatıranlar (Teke Zortlatması), Çitten çite atladım, Daş dibinden çıkar suyun koyusu, Bize gidelim (Hüseyin Karatürk Bestesi), Böyle diyar bulunur mu? (H. Karatürk Bestesi), Kırklar samahı, Korunun düzünde koyun yayılır, Ali kavak kesiyor (Oyun Havası), Muhabbet gölünün olsam şarabı, Ben bir Yörük gızıydım, Ağla garip anam, Söyle tabip söyle (A.Göçer Bestesi), Yüksek hava (Kaval), Karabüklü (Kaval), Doa (Kaval), Karabüklü (Doa), Yüksek hava (Bağlama), Doa, Kınalı keklik daştan daşa yürüdü (Doa), Karlı dağın ardındayım (Doa), Döndü Şen Doası, Abacılar yokuşu, Erik dalı, İnce Memet, Şahin idim de çıktım beyler, Ardıçtandır guyuların govası, Kazımım zeybeği, pencereden kar geliyor (Gurbet), Kaval açış, Ne kötü kaderim var imiş benim (Gurbet), Bu meclis erkanıdır (Nefes), Hz. Ali (Nefes), Muhammed Ali'yi candan sevenler (Duaz), İmam Hüseyin (Mersiye), İmam Hüseyin ağıtı, Pir Sultan Abdal duaz, Şu karşıki yayla (Nefes), Bakmaz mısın şu dağların karına (Koşma), Dertli İsmail nefesi, Muhammed Ali Dergahına gel, Yolumuz Oniki İmama çıkar duaz, Gel gönül gel hazır burada dost (Nefes/Koşma-Hatayi), Kal evimiz kal (Gelin Okşama), Evlerinin önü mersin, Viraneler gibi çökerttin (Samah), Nedendir kömür gözlüm (Samah), Jandarma zeybeği (Kıvrak Zeybek), Bici bici leblebici (Kadın Oyun Havası), Ettin nasihatleri (Yakış), Şerif götürdü de kurdu çadırı (Ağıt).
TRT repertuarına kayıtlı Isparta türküleri ise şunlardır:
Ardıçtandır guyuların govası, Ay doğar ayan beyan, Ayletmen gelini yazık, Badılcanı doğradım, Bahçalarda üzerlik, Bak şu da kaşın karesine, Birini yavrum birini, Çayır çimen geze geze, Çayır serdim postu, Evlerinin önü bulgur dibeği, Evlerinin önü mersin, Evlerinin önü nane, Gıcır gıcır gelir yarin kağnısı, Kiraz dalda dört olur, Koyun sürdüm yamaca, Şu gelen atlı mıdır, Yeşil ipek bükeyim, Alıverin dabancamı doldurem, Daşlı tarla ayrıklı, Garlı dağın öte yüzü, Şu Aydın'ın uşağı gevşek bağlar kuşağı, Ayva dibi serin olur, Ayva dibi serin olur yatmaya, Karakaş boyanır mı?, Leylek gider yuvasına, Yeni Camii önünde bir uzun selvi, Şu dağlar olmasaydı, Güle düştüm gülmedim, N'olmuş benim ağam n'olmuş?, Ali kavak kesiyor, Daşa vurdum bir depme, Durnam ne diyardan geldin yalınız, Evlerine vardım ağşam, İki bülbül konmuş dağlar başına, Gatıranlar gatıranlar, İncecik bulgur musun?, Ben havada uçarıdım, Erik dalı gevrek olur, Harmana kuyu kazdım, Kuyunun Sereni, Merdivenin altında tavuk gıdaklar, Neşelidir deli gönlüm neşeli, Tabakam tütün dolu, Ayva dibi serin olur yatmaya, Dersanenin önünden doğruca geçtim, Şu derede değirmen, Ayletmen gelini yazık, Şu derenin uzunu, Kesinti zeybeği, Daşlı tarla ayrıklı (Gakgili havası).
Isparta Halk Müziğinin Özellikleri: Akdeniz bölgesinin (Isparta, Burdur) halk müziği, bir bütünlük arz etmektedir. Bölge, Akdeniz kıyıları ile İç Anadolu, Ege, Marmara bölgeleri arasında bir köprü görevini görmektedir. Bu sebeple, ilde zengin bir halk müziği varlığı oluşmuştur. İlin Akdeniz, İç Anadolu, Ege bölgeleriyle ortak ezgileri bulunmaktadır. Alevî-Tahtacı inancına bağlı köylerde yaşayanlar, yörenin halk müziğine ayrı bir renk vermişlerdir. Ayrıca Kafkasya, Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan’dan yöreye yerleştirilen Türk göçmenler, bölgenin halk müziğine, halk oyunlarına yeni katkılarda bulunmuşlardır.
Halk kültürünün konuları olan doğum, sünnet, evlenme, ölüm, asker-hacı uğurlama ve karşılama ile ilgili gelenekler, gezek-sohbetler, mesire yerlerindeki eğlenceler, seyirlik ve çocuk oyunları, dinî ve geleneksel bayramlar, nevruz-hıdrellez gibi kutlamalar, bağbozumları, gül toplama, halı dokuma gibi işler, halk şairleri (âşık) Isparta halk müziğini besleyen, yeni ezgi ve türkülerin oluşmasını sağlayan kültürel unsurlardır.
Isparta halk ezgilerini kırık havalar, uzun havalar, karma havalar sınıflandırması açısından bakıldığında kırık havaların çoğunlukta olduğu görülür. Yörede uzun havalara “Gurbet Havası” veya sadece “Gurbet” denildiği gibi “Guval” da denilmektedir. Bağlama veya kemane ile bu havaların özelliğine uygun 5 veya 7 zamanlı ezgiler çalınır. Avşar Beyleri en tanınmış gurbet havalarıdır. Gelin ve güvey okşamaları da uzun hava niteliğindedir. Ağıtlar, ninniler, Garip ve Kerem ayağındaki ezgiler yörede “Guval-Gurbet Havası” olarak okunur. Ağıtlara yörede “yakım” denilmektedir. Gurbet havalarının hemen ardından Teke Zortlaması gibi hareketli, kırık havalara geçilir.
Yöredeki ezgiler dinsel (dinî) ve din dışı diye iki şekilde ele alınarak bakıldığında, Cem törenlerinde Pir Sultan, Kul Himmet, Hatâyî gibi Alevî inancına bağlı şairlerden deyişler, duvazların okunduğu ve samah dönüldüğü görülmektedir. Sünnî inancına bağlı topluluklarda ise düğünlerde, kutsal gecelerde, mevlitlerde ilâhiler söylenmektedir.
Isparta halk müziğinde Yahyalı Kerem dizisinin çeşitli derecelerinden başlayıp karara giden ezgiler çoğunluktadır. Garip, Kerem, Yanık Kerem, Misket ayarlarında söylenen türküler bunlara örnektir. Bir takım türkülerde bir ayaktan öbürüne geçişteki ustalık dikkat çekicidir. Evlerinin Önü Mersin, Gıcır Gıcır Gelir Yarin Kağnısı bu ezgi yapısındadır. Bunun yanı sıra yaygın olarak kullanılan 2+2+2+3=9 ve 2+3+2+2=9 zamanlı türküler de bulunmaktadır. Bundan başka 2, 3 ve 4 zamanlılar ile 5 ve 7 zamanlı türkülere de (gurbet havalarının saz bölümleri) rastlanılmaktadır. Zeybek, Teke Zortlaması, Gakgili, Dattiri ve Dımıdan havaları 9 zamanlıdırlar.
Yöre ezgileri, halk arasında Zeybek, Gurbet Havası (Guval), Yakımlar, Teke Zortlaması, dımıdan, dattiri, Gakgili, Okşama, Boğaz Havası, Oyun Havası, Samah, Deyiş şeklinde sınıflandırılmaktadır.
Zeybek: Hem türkü olarak söylenen hem de oynanabilen ezgilerdir. İl merkezi ile Gönen ve Keçiborlu gibi İç Ege’ye açılan ilçelerde ağır zeybekler ön plandadır. Ağır zeybeklerin 9/4’lük, bazen de 9/2’lik ölçüler taşıdığı görülür. Serenler, Evlerinin Önü Mersin, Ardıçtandır Kuyuların Kovası, Kâzım’ım ağır zeybeklerdendir. İlin diğer yerlerinde ve kadın eğlencelerinde ise hafif zeybekler söylenip, oynanır. Şu Gelen Atlı mıdır?, Şu Aydın’ın Uşağı, Ay Doğar Ayan Beyan, Sarı Zeybek, Haymanalı, Hatçem, Çayıra Serdim Postu, Merdiven Altında Tavuk Gıdaklar 9/8’lik ölçünün hakim olduğu zeybeklerdir.
Gurbet Havası: Uzun hava türündeki bu ezgilere “Guval (Kaval)” veya sadece “Gurbet” de denilir. Guvaldan sonra çok hızlı bir tempoda oynanan zortlatmalara geçilir. Toroslardaki Yörükler ağıt, ninni ile Garip, Avşar, Kerem ayağındaki ezgileri “Guval” olarak okurlar. Guval’dan sonra çok hızlı ritimdeki zortlamalara geçilir. Teke Zortlatmaları için çok hızlı olmaları nedeniyle özel bir tezene tavrı geliştirilmiştir. Bu tavır, 9/16’lık bir tartımdadır ve 9/16’lığın tüm varyasyonları görülür.
Yakım: Yörede ağıtlara “Yakım” denilmektedir. Boğulan Gelin, Yaralandım, Al Başlı Gelin, Yaran Sürmeli Mehmet, Camız Süsen Gelin, Gerdekte Ölen Güveyi, Deryalar Yüzünde Bir Yeşil Direk, Beni Vuran Amcaoğlu, Süpürün Damları Osman Geliyor, Demir Parmaklıktan Bakar Bakar Ağlarım, Fadimem Fadimem Tombul Fadimem, Bu Gençlikte Ölüm Bazan Zor gibi türküler gurbet havaları içinde yer alan türkülerdir.
Teke Zortlaması: Genellikle Anadolu’nun güney bölgelerinden başlayarak, Toros dağları boyunca uzanan ve İçel, Antalya, Burdur, Isparta, Denizli, Afyon, Muğla illerini içine alan yöreye “Teke Yöresi” denilmektedir. Bu bölge, Hamitoğulları Beyliğinin bir kısmı olan Teke Beyliği’nin yönettiği topraklar olması nedeniyle Teke yöresi adı verilmiştir. Bu bölgenin havalarına “Teke Havası”, oyunlarına da “Teke Oyunları” denilmektedir. Bunun yanı sıra yörenin oyun ve ezgilerinde Tekenin hareketleri yansıtıldığı için de “Teke Yöresi” denildiği ileri sürülmektedir. Ezgilerin ritimleri çok hızlıdır. Teke Zortlatmaları, iki bölümlüdür. Yellemede, oyun, yürük olarak başlar ve hoplatmadan aynı ezgi ile hızlanarak devam eder. Teke Zortlatmalarında ağırlama bölümü yoktur. Oyunlar bu nedenle tek bölümlü havayı anımsatırlar. Zortlatmalar çoğu kez sözlüdür. Teke Havaları, bağlama ile ne kadar hızlı çalınırsa çalınsın oynanacak hıza ulaşılamamaktadır. Aynı durum büyük kaval için de geçerlidir. Bu nedenle Sipsi ve Çift Kaval (çifte) kullanılır. Teke Zortlamaları Türk Müziğindeki Ağır Aksak (2+2+3+2), Aksak (2+2+2+3), Raks aksağı (2+3+2+2) ve Oynak (3+2+2+2) olarak bilinen dokuz vuruşlu bileşik ölçülerin 9/16’lık türüne girmektedir. Teke Zortlamalarının “Dımıdan”, “Gakgili” ve “Dattiri” adları verilen çeşitleri bulunmaktadır.
Dımıdan: Teke yöresi Türkmenlerinde kadınların leğen dibi döverek oynadıkları Teke Zortlamalarıdır. (2+2+2+3) ölçüsü hakimdir.
Dattiri: Yörede zortlamaların daha yürük (hızlı) olanlarına bu ad verilmiştir. Çalgı ile çalınamayacak derecede ritimleri hızlı olduğundan Boğaz Havasıyla eşlik edilirler. Kadın oyunları olup, (2+3+2+2) ölçüsü hakimdir.
Gakgili: Teke yöresinde Dattirilerin çalgı ile çalınmasına verilen addır. Çalgı ile çalındığı için daha ağırdır.
Okşama: Yörede kadın oyunlarına verilen addır. Zil Okşaması, Gelin-Güvey Okşaması, Davul Okşaması, Kına Okşaması, Sağdıç Okşaması gibi türleri vardır. Gelin-Güveyi okşamalarında övme, övünme duygusu hakimdir. Okşamalar, ağır ve yürük olmak üzere iki biçimde oynanır. Garilom, Gabardıç, Sağdıç Dolanması gibi oyunlar yürük, diğer okşamalar ise ağırdır. Kadın meclislerinde okşamaları defçi kadınlar çalıp söylerler. Teke oyunu olarak tanınan okşamalar, bazı bölgelerde zeybek olarak sayılmaktadır. Isparta, Yenice, Eğirdir gibi yörelerde bu ad verilir.
Yörede, ayrıca zeybek oyunlarının yanı sıra samahlar da oynanmaktadır. Isparta’nın çeşitli yerlerinde yerleşen Tahtacı ve Abdalların da, açık olmayan ve kendilerine has ayinlerinde (cemlerinde) oynadıkları oyunlar “Samah” ya da “Semah” olarak adlandırılır. Semahlar bağlama ve bazen de kemanenin eşliğinde, çoğu kez deyiş veya nefeslerin söylendiği, o esnada daha ziyade gençler olmak üzere kadınlı erkekli çiftlerde oluşan gurupların belli bir düzen içinde oynadıkları dini rakslardır. Isparta’da, özellikle düğünlerde kadın kına gecelerinde veya erkeklerin kendi aralarında bir araya geldiği güvey okşamalarında oyunlar oynanarak yaratılan eğlenceye yine “Samah” denilir. Ancak ayin veya dini raks samahları ile bir ilgisi yoktur. Bazı gelin okşamalarında, mısra sonlarında "hı, hı, hıı" ve "ay babam /anam / ağabeyciğim/ kızım/ hı, hı, hıı" gibi ifadelere rastlanmaktadır. Bu ifadeler ile türküde anlatılmak istenen konu daha acıklı ve üzüntülü bir duruma getirilmektedir. Gelin okşamaları; düğün esnasında, gelin hamamında ve kına gecelerinde bir kadın tarafından söylenmektedir. Bu kadın, gelin ve yakınlarına türküler söylemekle birlikte onların ağızlarından da bu tür türküler söylemektedir. Yörede, güvey okşamaları ise kına gecesinde, bir erkek tarafından kına yakılırken söylenir. Bu türküler ile güvey övülür ve düğününün kutlu olması temenni edilir.

Boğaz Havası: Teke yöresi Yörüklerinin parmaklarını gırtlakları üzerine bastırarak, bastırma gücü ve parmakların yer değiştirmesi ile elde ettikleri ezgilerin tümüne verilen addır. “Boğaz vurmak”, “Boğaz çalmak” gibi tanımlamalar da boğaz havasını bir ezgi ile söylemek anlamında kullanılmıştır. Boğaz havaları bazı Yörüklerin dilinde “Hada” ve “Doa” gibi isimler almıştır. Boğaz havalarının yörede özel bir önemi vardır. Erkek çobanların kaval, düdük çalmalarına karşılık kız-kadın çobanlar “Boğaz” çalarlar. Nadiren erkeklerin “Boğaz” çaldıkları da görülür. Yörük çoban kızları dağlarda hayvanlarını otlatırken, birbirleri ile haberleşmek, müzik gereksinimlerini karşılamak, atışmak amaçlarıyla kullandıkları bilinmektedir. Teke yöresinde kaval, boğaz havası biçiminde üflenirse, buna “Nefesleme” denir. Bu tür havalara “Boğaz Oyun Havası” da denir. Boğaz havalarını Yörük boğazları diye anılanlar; Sarı Keçili Kızımın Boğazı, Hayta Kızımın Boğazı, Saçı Kınalı Boğazı, Kocakarı Boğazı, Eski Yörük Boğazı, Guguk Boğazı vb. Yörede, boğazlar çalınırken oyun havalarının arasına ayrıca birtakım üflemeler eklenir (gelmiş, şimdi gelmiş, hoyda, hayda vb.) gibi. Boğaz havaları cura ile çalındığında tezene kullanılmaz, curanın tellerine parmakla vurularak ve teli sap ile parmak arasına sıkıştırarak parmakla teli çekerek ses çıkartılır.
Kesinti: Sözlü oyunların bitiminde gelen bölüme denir. Bu bölümde yapılan oyunlar şu biçimlerde görülür; Kesinti-sözlü müzik-kesinti, Sözlü müzik-kesinti-sözlü müzik- kesinti, sözlü müzik kesinti sözlü müzik, sözlü müzik-kesinti, kesinti-sözlü müzik-kesinti-sözlü müzik. Kesinti sözcüğü belli bir fasıldaki türkü ve oyunların sonunda, ortasında veya başında çalınan müzik olmak üzere iki anlamda kullanılır. Oyun adı başa eklenerek söylenir, Serenler Kesintisi gibi. Serbest biçimdeki oyun havalarına da aynı ad verilir. Bu durumda kesinti sözcüğü başa gelir. Kesinti Havası, Kesinti Zeybeği gibi.
Kaydalama: Teke oyunlarında keklik gibi sekerek yürümek, kanat çırpar gibi el çırpma, eğilerek dönme ve yer değiştirme ile yapılan oyunlara “Kaydalama” adı verilir. Kadınlar arasında, iki kişi ile ve def vurularak oynanır.
Deyiş: Alevî-Bektaşî geleneğinde, uluların, dedelerin, babaların ve Pîr Sultan, Kul Himmet, Hatayî gibi şairlerin müzik eşliğinde söylenen şiirleridir. Cem törenlerinde mutlaka deyişler okunur.
Isparta sözlü ezgilerinin konuları aşk, doğa, hayvan ve çocuk sevgisi, meslek aşkı, yiğitlik, gurbet, ölüm, erken ve ani ölümlerde duyulan acı, övgü, yergi, kutsal değerlere bağlılık, Allah-Muhammed-Ali sevgisi gibi konulardır.

Isparta Halk Müziğinde Kullanılan Çalgılar: Yörede halk müziği ve oyunlarında tezeneli sazlardan divan, cura bağlama, tanbura çalınır. Cura, parmakla “şelpe” tekniğiyle de çalınır. Bağlamalarda “Bozuk” veya “Bağlama” düzeni yaygın olarak kullanılır. Zeybekler çalınırken “Zeybek Tezenesi, Teke havaları çalınırken de “Teke Tezenesi” denilen tezene vurma tekniği kullanıldığı görülür. Tahtacılar arasında düzenlenen cemlerde genellikle iki bağlama, bir cura, bir de kemane bulunur. Yaylılar içinde kabak kemane ve kemane (Kıbrıs Kemanesi) kullanılır. İnce saz takımında Avrupa Kemane yer almaktadır. Üflemeli çalgılardan sipsi, dilli ve dilsiz kaval, zurna yaygındır. Vurmalı çalgılardan erkeklerin çaldığı davul, darbuka yanında kadınların çaldığı def (zilli, zilsiz) dümbelek leğen, şişe, bardak, kaşık başlıca çalgılardır. İnce saz takımında klarnet de yer alır. Bu çalgılara kemik düdük ve çifteyi (çifte kaval) de ekleyebiliriz. Düğünlerde imkanı olanlar ud, cümbüş, klarnet, tef, darbuka zilden oluşan çalgıcı takımını tutarlar. Düğünlerde tefçi kadınlar ön planda yer alır. Ancak son yıllarda düğünlerde keman, cümbüş, dümbelek, darbuka çalan kadınlara rastlanılmaktadır

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 07 Kasım 2011, 10:48   #54
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Isparta il arşivi




Isparta Türküleri

“TRT, Sesli Yazılı ve Görsel Müzik Arşivinin Tespiti ve Satışa Sunulması” projesi kapsamında, Isparta Valiliği- İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile TRT İşbirliğince Türk Halk Müziğinin doğru icralarını kayıt altına almak, yozlaşmasını önlemek, gelecek nesillere mevcut kültür mirasını bırakmak, yaşatmak, sevdirmek ve müzik severlere ulaştırmak amacıyla, TRT’nin radyo sanatçıları tarafından seslendirilen “İl İl Türkülerimiz” müzik -----ü doğrultusunda 3 CD ve 50 Türküden oluşan “Isparta Türküleri CD” si hazırlanmıştır.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 07 Kasım 2011, 10:48   #55
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Isparta il arşivi




Nasıl Gidilir?

ULAŞIM
Otobüsle
Isparta Şehirlerarası Otobüs Terminali: İstanbul Caddesi Isparta
(0246) 227 20 70
Isparta Petrol Turizm
Rezervasyon: 444 34 34
Isparta: (0246) 227 21 21
İstanbul: (0212) 658 09 99
Ankara: (0312) 224 04 32
İzmir: (0232) 472 03 33
Antalya: (0242) 331 12 04
İstanbul, Ankara, Antalya, Bursa ve Gaziantep, İzmir ve Edirne’ye seferleri vardır.
Gürman Turizm
Rezervasyon: 444 00 32
Isparta: (0246) 227 35 35
İstanbul: (0212) 658 38 38
Ankara: (0312) 224 06 32
İzmir: (0232) 472 01 96
Antalya: (0242) 331 10 62
İstanbul, Ankara, Antalya, Bursa ve İzmir’e seferleri vardır.
Öz Isparta Turizm
Isparta: (0246) 227 23 00
İstanbul: (0212) 658 27 40
Ka Kamil Koç
Rezervasyon: 444 0 562
Isparta: (0246) 227 71 71
İstanbul: (0212) 658 20 00
Ankara: (0312) 224 17 00
İzmir: (0232) 472 00 88
Antalya: 0 242 331 11 70
Tren İstasyonu : (0246) 218 13 01
Uçakla…
Türk Hava Yolları

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
face="comic sans ms">Rezervasyon: 444 0 849

Onur Hava Yolları

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.
face="comic sans ms">Çağrı Merkezi: (0212) 662 97 97

İstanbul: 0212 663 23 00
Rent a Car:

Star Rent a Car
Tel :246-232 8180

Class Rent a Car
Tel :246- 232 5895

Mırıkoğlu Rent a Car
Tel& Faks :246-212 1190

Isparta İlinin Diğer İllere Olan Uzaklığı :

Ankara : 422 km
Antalya : 128 km
Burdur : 51 km
Denizli : 167 km
İstanbul : 601 km
İzmir : 382 km
Konya : 264 km
Nevşehir : 487 km
Isparta Merkezinin İlçelere Uzaklığı :
Aksu : 63 km
Atabey : 24 km
Gelendost : 82 km
Gönen : 24 km
Eğirdir : 34 km
Keçiborlu : 40 km
Senirkent : 76 km
Sütçüler : 103 km
Şarkikaraaç : 121 km
Yalvaç : 108 km
Y.bademli : 172 km

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 07 Kasım 2011, 10:48   #56
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Isparta il arşivi




Ne Yenir?


Isparta'da kaldığınız günler boyunca Isparta'nın nefis fırın kebabından mutlaka yemelisiniz.
Fırın kebabını en iyi yapan yerler Kebapçı Kadir, Ferah Kebap, Hacıbenli Kebap'dır.
Ayrıca muhteşem manzarası ile Gökçay'daki Kervansaray Lokantası iştahınızı daha da kabartacaktır.
Nefis Isparta yemeklerini için Gülsofrası, Büyük Isparta Oteli ve Basmacıoğlu Oteli de gidebileceğiniz yerler arasındadır.
Eğer canınız balık yemek isterse, Eğirdir Gölünün doyumsuz manzarası karşısında, levrek, sazan veya alabalığınızı yiyebilirsiniz.
Yeşilada'da bulunan restaurantların hepsini, güleryüzlü hizmeti ve muhteşem manzarası ile, tereddüt etmeden tercih edebilirsiniz.
Eğirdir'e gittiğinizde en az dört kişi veya daha kalabalıksanız mutlaka sazan dolması yemelisiniz.
Isparta yemeğinin üstüne Yalvaç Güllacını, Isparta Kabak Tatlısını veya İlimiz helvasını yemeden ayrılmayın.
Sütçüler Yazılı Kanyon'a giderseniz, kanyonun iştahınızı arttıran o temiz havasını aldıktan sonra
Canlar veya Baysallar Alabalık Lokantasında fırında pişen nefis alabalığı yemeden dönmeyin.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 07 Kasım 2011, 10:48   #57
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Isparta il arşivi




Ne Alınır?

Isparta modern alışveriş merkezlerinin yanında geleneksel ürünlerin bulunabileceği satış merkezlerine de sahiptir.
Özellikle gül ürünleri ve el dokuma halıları her mevsim satın alınabilir.
Mimar Sinan Caddesi'nde gül ve gül ürünleri imalatçısı firmaların satış mağzalarında,
Gül tesbihinden Gül kokan seccadeye, Gül kreminden Gül lokumuna kadar gülle yapılmış ürünleri bulabilirsiniz.
Yine Mimar Sinan Caddesi üzerinde bulunun Halı Sarayı'ndan istediğiniz ölçüde Isparta El halılarını yada minyatür halıları bulabilirsiniz.
Isparta merkezde Firdevs Bey Bedestenine ve Üzüm Pazarına, Halısarayına,
Mimar Sinan Caddesinde gül ürünleri satan mağazalara,
Eğirdir'de Dündar Bey Pazarına,
Yalvaç'ta Geleneksel El Sanatları'nın bulunduğu Rampalı Çarşıya uğramadan ayrılmayın.
Eşinize, arkadaşınıza ve bir dostunuza mutlaka hediye edeceğiniz bir ürün bulacaksınız.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 07 Kasım 2011, 10:49   #58
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Isparta il arşivi




Yapmadan Dönme


♣ Isparta’dan gülyağı, gülsuyu, gül kremi, gül yapraklı gül lokumu, elma cipsi (çıtır elma) ve halı almadan,
♣ Isparta’nın gül bahçelerinde gül toplamadan,
♣ Isparta’nın Kelebek Vadisinde fotoğraf çekmeden,
♣ Isparta’nın nefis fırın kebabından, kabune pilavından ve Yalvaç güllacından yemeden,
♣ Gülbeyaz Davraz Kayak Merkezinde kayak yaparken, Eğirdir Gölünü seyretmeden,
♣ Haziran ayında yapılan Isparta Uluslararası Gül-Halı, Kültür ve Turizm Festivali'ni görmeden,
♣ Isparta ve Yalvaç Müzesini gezmeden,
♣ Aksu Zindan Mağarasında asırların birikimini fotoğraflamadan,
♣ Atabey Ertokuş Medresesinden gökyüzünü seyretmeden,
♣ İslamköy Süleyman Demirel Demokrasi ve Kalkınma Müzesini gezmeden,
♣ Eğirdir’in Canada ve Yeşiladasını görmeden, Yeşilada’da balık yemeden,
♣ Eğirdir Hızırbey Camisini görmeden,
♣ Eğirdir Akpınar Köyüne çıkıp, gölün manzarasını fotoğraflamadan,
♣ Kovada Gölü Milli Parkında ve göllerin kıyısında yürüyüş yapmadan, piknik yapıp fotoğraf çekmeden,
♣ Eğirdir ve Gelendost’un elmasını tatmadan,
♣ Gelendost Ertokuş Kervansarayını gezmeden,
♣ Sütçüler Yazılı Kanyonda Kral Yolunda nehirle birlikte yürümeden,
♣ Sütçüler’in dutunu yemeden,
♣ Şarkikaraağaç Kızıldağ Milli Parkı ve Mavi Sedir Ormanında yürümeden, bol oksijen depolamadan,
♣ Uluborlu’nun kirazını tatmadan,
♣ Yalvaç Pisidia Antiokheia Antik Kentini gezmeden,
♣ Yalvaç Men Kutsal Alanını görmeden,
♣ Yalvaç Çınaraltı’nda oturup sohbet etmeden,
♣ Yalvaç’ın kök boyalı kilimini, el işlemeli deri ürünlerini almadan,
♣ Yenişarbademli Dedegül Dağı’na tırmanmadan, Melikler Yaylası’nda kamp yapmadan,
♣ Yenişarbademli Pınargözü Mağarasından çıkan suda serinlenmeden,
Dönmeyin…

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 07 Kasım 2011, 10:49   #59
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Isparta il arşivi




Türkiye'nin Gül Bahçesi

ISPARTA GÜLÜ TARİHÇESİ
İnsanın günlük yaşamında çok özel bir yeri olan gül; aşkın, güzelliğin, sevginin ve saygının ifadesini en güzel bir şekilde bünyesinde toplayan bir çiçektir. Kuzey yarım küre bitkisi olan gülün orijini Doğu Asya'dır. Kesin olmamakla birlikte gül yağı ve gül suyunun ilk olarak İran veya Hindistan'da üretildiği, buradan Anadolu, Avrupa, Kuzey Afrika ve Doğu Asya'ya yayıldığı bildirilmiştir.
Fosil kaynaklı kayıtlara göre, gülün yeryüzündeki varlığı en az 35 milyon yıllık bir geçmişe sahiptir. Gül çiçeğinin insanlık tarihindeki yeri ve önemi ise en az 5000 yıllık çok renkli bir geçmişe dayanır.
Anavatanı olan Orta Asya’dan ticaret yolu ile dünyanın diğer bölgelerine ulaşmış olan gül, güzel kokusu, tıbbi değeri ve beslenmedeki yeri dolayısıyla antik çağlardan beri efsanelere konu olmuş ve güzel kokunun peşinde olanlar için vazgeçilmeyen bir çiçek olmuştur. Hatta öyle ki, antik dönemde Fenikeliler, Yunanlılar, Romalılar için gül bahçeleri, en az buğday tarlaları ve meyve bahçeleri kadar önem taşımıştır.
Gül kokusunu kalıcı yapmak için tarihte ilk yöntem antik çağlarda Mısır, Mezopotamya, Hint ve Çin gibi medeniyetler tarafından kullanılan yağlarla maserasyon (gül çiçeklerinin uygun yağlarda belli bir süre bekletilme yöntemi) olmuştur.
Daha sonra ise M.Ö. 3500’de keşfedilen su ile ekstraksiyon (belli metodlarla gül çiçeklerinin suda bekletilmesi ve sonra süzülerek bu suların kullanılması) yöntemi uygulanmıştır. Daha sonra, M.Ö. 50’de insanlığın keşfettiği “ruhunu yakalamak” usulü yani damıtma ile elde edilen ürünler ortaya çıkmış, gülsuyu haline gelmiştir. Son aşamada da bu gülsuyunun içindeki güzel kokulu yağ taneciklerini toplamak için çaba harcayarak gül yağı dediğimiz gül esansını elde etmek olmuştur.
ISPARTA DA GÜL ÜRETİMİ NASIL BAŞLADI?
Isparta da gülcülüğün binlerce yıl gerilere giden, eski, köklü bir tarihi yoktur. Isparta gülcülüğü, en çok 150 yılı bile geçmeyen bir tarihe sahiptir. Daha gülcülük Isparta'da bilinmez iken Burdur, Denizli, Çal yörelerinde Gül tarımının yapılmakta olduğu bilinmektedir.
Gülcülüğü Isparta'ya, Yalvaç ilçesinden gelip Isparta'ya yerleşen Meydanbeyoğlu, Mehmet İzzet'in oğlu İsmail Efendi getirmiştir. Bu getirişin de çileli, çok ilginç bir öyküsü vardır.
İsmail Efendi, iyi bir medrese eğitimi almış ve kendini sürekli geliştirerek görüş açısı oldukça geniş bir kişi olarak yetişmiştir. Gülcüzade İsmail Efendi’nin ilk ticari teşebbüsü dokumacılık olmuş, çeşitli ustalardan aldığı bilgilerle kurduğu dokuma tezgahları sayesinde bu mesleğin Isparta ve Burdur çevresinde hızla yayılmasını ve bir çok kişinin bu mesleği öğrenmesini sağlamıştır. 1889 yılında Bulgaristan’a bağlı Kızanlık bölgesinden Denizli’nin Çal ilçesine gelen bir tapu memurunun gül çiçeğinden yağ elde edebildiğini öğrenmesi ile bu kişi ile mektuplaşmış ve Gülcülük üzerine geniş bilgilere sahip olmuştur. İ
İsmail Efendi her Isparta'lı gibi bilinçli, uyanık, yeni bir şeyler öğrenmeye, yapmaya susamış, kendine güvenli, çalışkan, sabırlı, hırslı, direnme gücü olan, inatçı kişiliğe sahip bir kişi idi. O vakte dek, Isparta ovasına ne ekilip dikilir ise pek gelir getirmiyor, çalışıp çabalamalar boşa gidiyordu.
İsmail Efendi şöyle komşu illere Burdur, Denizli, Çal yörelerine doğru bir geziye çıktı. Oralarda ne ekip dikiyorlar, topraktan nasıl daha çok gelir sağlıyorlar baktı, çekti. Gülcülük büyük oranda yapılır ise iyi para getirir, Isparta topraklarında da gül yetişir, kanısına vardı. Hiç vakit geçirmeden otuz dekar toprak sağladı. Çukurları açtırdı. Çevrede bulunan süs güllerinin içinden yağ gülü olabileceklerden, fidanlar aldı. Otuz dönüm yerin otuz dönümüne de gül dikti.
Yeni dikilen gülün üç ile beş yıl sonra en iyi ürün vereceğini biliyordu. sabırla gül bahçesini aksatmadan suladı, yabani otları yoldu, çapaladı, o günlerin koşullarına göre zararlı böcekleri öldürücü ilaçlar attı.
Daha üçüncü verim yılı gelmeden gülyağı çıkarma işinde kendine gerekli olacak araçların bazılarını yerli ustalara Isparta'da yaptırdı. Ustaların yapma güçlerinin dışında kalanları da Bulgaristan'a dek gitti; oradan aldı, geldi. Güzelce, noksansız bahçesine kurdu. Gülyağı çıkarırken gerekecek suyu da "Bambullu Ceviz" denen yerden getirdi, bahçesine akıttıktan sonra, sabırla üçüncü ürün yılını beklemeye başladı
Parasal yönden de sıkıntı, bunaltı içindeydi. Müthiş paraya gereksinmesi vardı. Büyük bir girişimde bulunmuş, atılım yapmıştı. Otuz dönüm toprak sağlamış, çukur kazdırmış, gül fidanlarını diktirmiş, gülyağı çıkarılmasında gerekli olacak araçlara da pek çok para vermiş, yatırım yapmıştı. İyi ürün alır, gülyağı çıkarır, eline toptan para geçerse, harcını borcunu ödemeyi düşlüyordu. Dört gözle beklemekte olduğu üçüncü ürün yılı geldi. Don, kar, kış, rüzgar, yağmur, dolu... anlayamadığı bir tabiat olayı nedeniyle gül fidanları hiç çiçek vermediler. Emekleri, harcadığı bunca para boşa gitti. Umudunu bir yıl sonrasına, dördüncü ürün yılına bağladı. O yıl da bahçesi iyi çiçek verdi; bu kez gülyağı çıkarma yöntemini bilmeyişi yüzünden başarılı olamadı...
DELİRDİ KEÇİLERİ KAÇIRDI BU ADAM. ALLAH AKIL FİKİR VERSİN!
Gözler İsmail Efendi'nin üstündeydi. Halk, ilgiyle onu izliyor; yolda, sokakta, kahvede, handa evde yerde... hep onun bu girişimi konuşuluyor, çektiği emeğin, harcadığı paranın hesabı, kitabı yapılıyor, alaya alınıyor, eğleniliyor;
"Delirdi, keçileri kaçırdı bu adam, Allah akıl fikir versin" deniyordu.
Gülcü İsmail Efendi, direnme gücünü yitirmedi. Kulaklarını çevrede söylenenlere tıkadı. Başarısızlığının nedenleri üzerinde durdu. Sordu, soruşturdu, inceledi, araştırdı. Çalıştı, çabaladı gülyağı çıkarma yöntemini en küçük ayrıntısına varana dek öğrendi. Kendini, bir sonraki ürün yılına iyiden iyiye hazırladı.
ÇUVAL ÇUVAL GÜL ÇİÇEĞİ; DESTE DESTE PARA
Kış mevsiminin soğuklu, karlı günleri geçip, gittiler. İlkbahar mevsimi gelir gelmez, Gülcü İsmail Efendi'nin bahçesinde bir diriliş, bir canlanma görüldü.. Bakımlı, tertemiz bahçedeki insan boyunu aşan gül ağaçları, önce yeşil yeşil yaprak, sonra da pembe gül tomurcukları vermeye başladılar. Mayıs ayının ilk haftasında havalar ısınınca bahçe, top top koca koca yapraklı, pembe renkli güllerle, doldu kaldı.. Öyle de bir güzelleşmiş, iç açıcı olmuştu ki.. Güllerin içinden yanık yanık bülbüllerin sesleri geliyor, çevreye insanın iliklerine işleyen hoş bir gül kokusu yayılıyordu...
Ne idi bu gül çiçeğinin bolluğu böyle? Görülmüş şey değil. Kadınlı erkekli yüzlerce kişi sabahın alaca karanlığında bahçeye geliyor, akşama dek çuval çuval toplanan gülleri taşıya taşıya bitiremiyorlardı. Gül sezonu bir ay kadar sürdü. Gülcü İsmail Efendi de eline geçen bu fırsatı çok iyi değerlendirdi. Binbir güçlük, zorluk, çile ve çaba.. ile üretmeyi başardığı katkısız arı "Gülyağı" ve "Gül Suları" nı değerince sattı; eline parasını aldı. İlk iş olarak her doğru, dürüst, namuslu... insanın yaptığı gibi borçlarını ödedi. Yeni bir ev yaptırdı. Evini de o günün gelenek, görenek, töresine göre dayadı, döşedi. Daha elinde pek çok parası kalmıştı. Bunu da çarçur etmedi; otuz dönüm gül bahçesini 50, 75, 100... dönüme çıkarmak, yaptığı gülcülüğü daha da büyütmek, genişletmek işinde kullandı.
TOPRAKLARIMIZA BİZDE GÜL DİKELİM. GÜLCÜLÜKTE İYİ PARA VAR!
Isparta halkı, İsmail Efendinin deneyinden, Isparta topraklarının gül yetiştirmeye çok elverişli olduğunu öğrenmiş oldu. Gülün iyi para getirdiğini de gözleri ile gördükten sonra "Tarlalarımıza bizde gül dikelim, gülcülükte iyi para var!" demeye başladı.
Gülcü İsmail Efendi, kıskançlık, çekememezlik etmedi. Gül dikecek olanlara yardımcı oldu. Karık nasıl açılır gösterdi. Fidan dikiminde başlarında bulundu... Bir kaç yıl içinde de her yere gül dikilmiş, Isparta Kenti de Gül Bahçelerinin içinde kalmış oldu. Isparta bundan sonra gül üretmesiyle tanındı, gülcü oluşuyla da anıldı.Gül Yetiştiriciliği: Yağ gülü (rose damascena) Anadolu’ya 1870’li yılların başında Bulgaristan’dan gelen göçmenler tarafından getirilmiştir. Isparta’da ise yağ gülü üretimi 1888 yılında, gülyağı üretimi de 1892 yılında “Müftüzade İsmail Efendi” isimli şahıs tarafından gerçekleştirilmiştir. Müftüzade İsmail Efendi tarafından imbik adı verilen basit ve ilkel kazanlarda üretilmeye başlanan gülyağı uzun yıllar yaygınlaşarak, bu metotla üretilmeye devam edilmiştir. Köy tipi gülyağı üretimi; Atatürk’ün Isparta’ya gelişinde verdiği talimat uyarınca, “İktisat Vekaleti” tarafından modern gülyağı fabrikasının 1935 yılında kurulması sonucu yerini büyük ölçüde sanayi tipi gülyağı üretimine bırakmaya başlamıştır
Gülbirlik’in 1958 yılında kurduğu İslamköy Gülyağı Fabrikası, 1976 yılında kurduğu diğer gülyağı tesisleri ile Türk gülcülüğü ve gülyağı üretimi şekil değiştirmiştir. Günümüzde köy tipi gülyağı üretimi, yerini tamamen sanayi tipi gülyağı üretimine bırakmıştır. Isparta ili, Türkiye’de özellikle gül yağı ve gül ürünleri üzerine önemli bir merkez haline gelmiştir. Yörede bir çok yerli ve yabancı gül işleme fabrikaları bulunmaktadır. İlde Gülbirlik’e ve özel kuruluşlara ait, 5 adedi büyük olmak üzere toplam 15 adet gül yağı fabrikası bulunmaktadır.
ISPARTA GÜLÜ’NÜN ÖZELLİKLERİ
Yağ gülü (Rosa damascena Mill.), bitkiler aleminin Spermatophyta (tohunlu bitkiler) bölümünün Angiospermae (kapalı tohumlular) alt bölümünden Rosales takımı, Rosaceae familyası, Rosa cinsi içerisinde yer almaktadır. Dünyada yaklaşık 1350 Rosa (gül) türü tanımlanmıştır. Türkiye florasında 24 gül türü kayıtlı olmasına rağmen gül yağı elde etmek amacıyla kullanılan tür Rosa damascena Mill'dir.
Rosa damascena türünün bir çok çeşidi olmakla birlikte özellikle "Trigintipetale" çeşidi başta Bulgaristan ve Türkiye olmak üzere Fas, Mısır, İran, Suriye, Hindistan ve Kafkaslar'da gülyağı elde etmek amacıyla yetiştirilmektedir. Rosa damascena; Isparta Gülü, Pembe Yağ Gülü, Yağ Gülü, Sakız Gülü ve Şam Gülü adlarıyla da bilinen pembe renkli, yarım katmerli ve kuvvetli kokulu, çok yıllık, dikenli ve kışa dayanımı yüksek bir bitkidir. Rosa damascena bitkileri, 1,5-3 m arasında boylanmaktadır. Gövde silindir biçimli, içi dolu, esmer renkli, çok dallı ve dallar çok sayıdaki irili ufaklı sert dikenlerle çevrilidir. Yapraklar yumuşak yapılı ve ince tüylerle kaplı, alternans dizlişli, saplı ve stipulalı (kulakçık), 5-7 foliolludur.
Folioller (yaprakçık) 3-4 cm uzunluğunda oval şekilli, basit dişli kenarlı ve alt yüzleri tüylüdür. Çiçekler hafifçe sarkık, az ya da çok koyu pembe renklidir. Tek renkli olan çiçeklerde içteki taç yapraklar dıştakilerden daha küçük yapılı olup, çiçeklenme çalı formundaki bir bitkide görülen biçimdedir. Kaliks (çanak yapraklar), korollodan (taç yapraklar) daha uzun, çok parçalı 5 sepalden (çanak yaprak) ibarettir. Korolla çok petalli, petaller (taç yaprak) oval şekilli, soluk pembe renkli, kaideleri beyaz lekelidir.
GÜLÜN FAYDALARI
Gül yağı başta tabipler, sonra kadınlar için vazgeçemedikleri bir madde olarak bugüne dek gelmiştir. Tedavide gül, geleneksel tıp dünyasında ilaç olarak kullanılmıştır. Gülsuyu, Gül Macunu ve Gül yağı olarak işlenen gül, bu üç ayrı şekliyle baş ağrısı, ateşlenme, bayılma, mide ağrısı, göz kanlanması gibi rahatsızlıkları tedavi etmekte faydalı olduğu geleneksel tıp kitaplarında yazmaktadır.
Gülbirlik: Yağ gülü (Rose Damescana) ve gülyağı üretimi 100 yılı aşkın bir süredir Isparta yöresinde gerçekleştirilmektedir. Bu özelliğiyle de Isparta’ya “Güller Diyarı” denilmektedir. Isparta’nın gül ürününü devletin destek ve yardımlarıyla en iyi biçimde değerlendiren Gülbirlik, 1954 yılında 9 kurucu birim kooperatifinin oluşturduğu Kooperatifler Birliği olarak kurulmuştur. Gülbirlik’in halen 6 birim kooperatifi, 8000 üretici ortağı, 5 ayrı yerde kurulu 7 ünite gülyağı tesisi ile 1 ünite gül konkreti tesisi mevcuttur. Gülbirlik mevcut tesislerinde günlük 360 ton gül çiçeği işleyerek, Türk ve Dünya standartlarına uygun gülyağı ve gül konkreti üretimini gerçekleştiren, Türkiye’nin ve dünyanın bu alanda en büyük üretici ve ihracatçı kuruluşudur. Gülbirlik, 45 yılı aşkın bir süredir istikrarlı bir biçimde sağladığı döviz girdisi ile ülkemize, üreticinin ürününü değerlendirmesi ile de yöre halkına ekonomik ve sosyal refah getirmektedir. Halen dünya parfüm ve kozmetik sanayiinin önde gelen kuruluşlarının gülyağı ve gül konkreti ihtiyaçlarını karşılayan Gülbirlik, bu alanda konumunu muhafaza etmekte ve geliştirmektedir. Ayrıca Gülbirlik, 1998 yılı başında kozmetik üretimine de başlamıştır.

Gülyağı: Parfüm ve kozmetik sanayiinin en önemli ve pahalı hammaddelerinden olan gülyağı pembe yağ güllerinin buharlı distilasyon yöntemiyle kaynatılmasıyla üretilir. Dünya standartlarına uygun kalitede gülyağı, deniz seviyesinden 1050 m ve daha fazla yükseklikte yer alan, Isparta ve yöresinde yetiştirilen güllerden elde edilir. Her yıl Mayıs ve Haziran aylarında toplanan güller, hava şartlarının da katkısı sonucu üstün kalitede gülyağı üretiminin gerçekleştirilmesini sağlar.
Gül Konkreti: Fermantasyona uğramamış, rengini ve kendine has yapısını bozmamış son derece taze pembe güllerin extraction metodu ile işlenmesinden elde edilen krem kıvamında, koyu vişne çürüğü rengi görünümünde katı gülyağıdır. Parfüm ve kozmetik sanayiinin hammaddelerinden biri olan absolüt üretiminde kullanılır.
Gülsuyu: Gülyağı üretimi esnasında elde edilen yağlı suyun (mayanın) bire bir oranında damıtılmış, saf temiz ve sıcak su ile karıştırılması sonucunda elde edilen gül kokulu naturel sudur. Naturel olarak üretilen gülsuları defalarca filtreden geçirilerek, şişelere dolumu yapılır ve ambalajlanıp satışa sunulmaktadır. Gülsularının naturel olması, zararlı madde içermemesi nedeniyle bazı yiyecek maddeleri ve tatlılarda aroma olarak, cildi besleyici ve dokuları gerginleştirici özelliği nedeniyle vücut ve makyaj temizliğinde kullanılmaktadır.
Kozmetikler: Ülkedeki en iyi kaliteli ürünlere eş değer formülasyonlarla el ve cilt kremi, el ve vücut losyonu, değişik saç tiplerine yönelik şampuanlar üretilmektedir. Ürünler modern kalite kontrol laboratuarlarında kalite ve sağlık kontrollerinden geçirildikten sonra piyasaya sunulmaktadır. Fabrikalarda üretilen ürün yelpazesi yakın bir gelecekte daha da genişletilmesi amaçlanmaktadır.

 
Alıntı ile Cevapla

Alt 07 Kasım 2011, 10:49   #60
Çevrimdışı
Kullanıcıların profil bilgileri misafirlere kapatılmıştır.
IF Ticaret Sayısı: (0)
IF Ticaret Yüzdesi:(%)
Cevap: Isparta il arşivi




St. Paul (Aziz Paulus)

“Ben Kilikya’dan Tarsuslu bir Yahudi, ehemmiyetsiz olmayan bir şehrin ahalisindenim”
St. Paul, Resullerin İşleri, ACTS 21: 39

Türkiye, Hıristiyanlığın en önemli ve kutsal sayılan yerleşimlerinden, kilise ve anıtlarından birçoğuna ev sahipliği yaptığı gibi, Hıristiyanlık tarihi açısından büyük önemi olan olaylara da sahne olmuştur. Bu olayların ilk sırada yer alanlarından birisi de kuşkusuz Aziz Paul’un yaptığı seyahatlerdir. Hem baskı merkezleri olan Kudüs ve Roma’dan uzak hem de dinlerin birbirlerine hoşgörüyle yaklaştıkları bir yer olan Türkiye, Aziz Paulus’un yaptığı bu seyahatler sayesinde Kudüs’te yapılan baskılarla yok olma tehlikesi geçiren Hıristiyanlığın ilk kilise toplulukları halinde ortaya çıktığı ve tüm dünyaya yayıldığı bir köprü haline gelmiştir.

DİNLERİN BULUŞMA NOKTASI TÜRKİYE’DE BİR AZİZ: AZİZ PAUL
Aziz Pierre ile birlikte erken Hıristiyan misyonerlerinin en ünlüsü ve hatta en etkilisi olarak kabul edilen Aziz Paul’un doğum yeri olan ve aynı zamanda yaptığı tüm yolculuklarda uğradığı, ilk Hıristiyanlık topluluklarını oluşturduğu yerleşimlerin büyük bölümü Türkiye sınırları içerisindedir. Hıristiyanlığın Kudüs’ten Anadolu’ya buradan da Avrupa’nın içlerine yayılmasında en büyük pay kuşkusuz Aziz Paul’undur. Günümüzün en modern ulaşım araçlarıyla bile aylar sürecek olan yolları, karşılaştığı birçok zorluğa rağmen takip etmekten vazgeçmemiş, Hz. İsa’nın öğretilerini gece gündüz demeden korkusuzca yaymış, Roma’nın aşırı tepkisine ve sonunda ölüme gidecek kaderini bilmesine rağmen yolunu terk etmemiştir. Suriye, Kıbrıs ve Yunanistan’da da yolculuklar yapmışsa de kuşkusuz en çok vakit geçirdiği ve öğretilerini yaydığı, en güney ucundan en batısına kadar neredeyse tamamını dolaştığı yer Türkiye’dir. 2008’de iki bininci yaş gününü kutlayacak bu azizin anısını yaşatan kentler, yollar ve kiliseler Türkiye’nin birçok bölgesine yayılmış durumdadır. Türkiye’ye yapacağınız bir yolculukla bu azizin doğum yerini, dünyanın ilk kilisesinin de arasında olduğu vaaz verdiği çok sayıda kiliseyi, yolculuklarında uğradığı kentleri görebilir, ayak bastığı antik yolları siz de adımlayabilirsiniz.
Aziz Paul, önceleri Hıristiyan yanlısı olmayan hatta İncil’de ilk başlarda Hıristiyanlara korku salan, onları tehdit eden ve cezalandıran biri olarak tasvir edilir. Ancak Hz. İsa’nın kendisine görünmesinin ardından bir mucize gerçekleşerek gözleri kör olur. Hz. İsa’nın adını diğer uluslara duyurmak için seçildiği kendisine bildirildikten sonra gözleri açılmış, vaftiz olarak Hıristiyan olmuştur. Bu mucizeden sonra Hıristiyanlığın en büyük savunucularından olan ve zorluklarla dolu uzun yolculuklarla Hz. İsa’nın öğretilerini yaymayı başaran Aziz Paul başta Anadolu olmak üzere tüm Akdeniz çevresinde ilk Hıristiyan topluluklarını oluşturmayı başarmıştır. Hz. İsa’nın 12 havarisinden olmamasına rağmen Küçük Asya (Anadolu) havarisi olarak adlandırılmasının nedeni de Hıristiyanlık yolunda verdiği bu hizmetlerdir.
Aziz Paul’un hayatı ve Anadolu’da yaptığı yolculuklara ilişkin bilgilere Yeni Ahit’in Elçilerin İşleri bölümünde yer verilmiştir. Kendisine Hz. İsa’nın göründüğü 9. bölümden sonrası Aziz Paul’un Hz. İsa adını yaymak için giriştiği yolculuklar ve çektiği sıkıntılarla ilişkilidir ve bu yolculukların büyük bölümünde Türkiye’deki kentlerin adı geçmektedir.

AZİZ PAULUS’UN 1. YOLU (M.S.46-48):
Aziz Paulus’un hayatında, Kudüs’ten ayrılana kadar yolculuklar görülmez. Paulus’un ve Barnabas’ın görevlendirilmesi İncil’de “Elçiler’in İşleri” kısmında 13. bölümde anlatılmaktadır. İncil’de 13.-21. bölümler Aziz Paulus’un Anadolu’da yaptığı yolculukları, ardından, Roma’da geçirdiği ve yargılandığı günleri anlatmaktadır. Elçileri’in İşleri’ne genel olarak bakıldığında Paulus’un ve çevresinde insanların sürekli haraket halinde, bir kentten diğerine, hatta bir ülkeden başka bir ülkeye gidiş gelişlerine tanık oluruz. Yolculuklarının ön hazırlıkları konusunda bilgi verilmemesinden, bu aşamanın kısıtlı bir süre içerisinde gerçekleştiği, amacın yalnızca Hristiyanlık inancını benimseyen insanların çoğalmasını sağlamak ya da inanmış olan insanların inançlarının başka öğretilerle sarsılmasını önlemek ya da denetim altında tutmak olduğu anlaşılmaktadır.
Elçilerin İşleri, o dönemki kara ve deniz yolculukları hakkında, ayrıntılı olmasa da, bilgi edinilmesini sağlamaktadır. Metinde Antik Çağ’da denizden yapılan yolculukların, karadan yapılan yolculuklara oranla tercih edildiğine ilişkin bilgiler yeralmaktadır. Kara yolculukları yavaş, rahatsız, pahalı, zahmetli ve tehlikeli olması bunda rol oynar. Deniz yolculukları hava, rüzgâr, iklim koşullarına göre farklı tehlikeler barındırmasına karşın, daha rahat ve karlıdır. Paulus’un deniz yolculuğunun yoğunluğuna bakılacak olursa, kendisinin zorunlu durumlar dışında, kara yolculuğunu tercih etmediği, Perge’den Anadolu’nun iç bölgelerine giderken, doğal olarak karayolunu kullandığı anlaşılmaktadır.
Aziz Paulus, M.S. 46-48 yılları arasında Antiokheia’dan(Antakya) yolculuğuna başlamış ve bir liman kenti olan Seleukeia Pieria’ya (Samandağ) gelerek, buradan bir gemiyle, Kıbrıs (Salamis ve Paphus) üzerinden Attalia (Antalya) Limanı’na, ulaşmıştır. Kara yolu ile Perge’ye (Aksu) ve Kestros (Aksu) Vadisi’nden, Psidia Antiokheia’ya (Yalvaç) ulaşmıştır. Yolculuğuna devam ederek, İconium (Konya), Lystra (Hatunsaray Kasabası) ve Derbe (Aşıran Köyü) kentlerini ziyaret eder. Aynı güzergâhtan geri dönerek Psidia Antiokheia (Yalvaç) ve Kestros (Aksu) Vadisi üzerinden, Perge’ye (Aksu) oradan Attalia’ya (Antalya) ulaşır. Daha sonra deniz yolu ile Kıbrıs’a uğramadan Seleukeia Pieria (Samandağ) ve Antiokheia’ya (Antakya) ulaşarak yolculuğunu tamamlar.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


AZİZ PAULUS’UN 2.YOLU(M.S. 49–52):
San Paulus’un İkinci yolculuğun başlangıç noktası Jerusalem’dir. (Kudüs) Jerusalem’de (Kudüs) yapılan bir toplantıda alınan karar gereği, karayolu ile Antiokheia’ya (Antakya) gider. Bu yolculuğu birlikte kararlaştırmışsa da Aziz Barnabas’la aralarındaki bir anlaşmazlık yüzünden onunla değil de Aziz Silas ile birlikte yolculuğa çıkarlar. Antiokheia’dan (Antakya), Tarsus, Derbe (Aşıran Köyü), Lystra (Hatunsaray Kasabası), İconium (Konya), Psidia Antiokheia’dan (Yalvaç), Troas’a (Çanakkale) geçiş yaparak, oradan da deniz yolu ile Macedonia Neapolis’ine ulaşır. Karayoluyla (2 numaralı haritada gösterilen güzergâhtaki) Macedonia kentleri olan Philippi, Amphipolis, Apollonia, Thesallonica ve Borea’yı ziyaret eder. Buradan deniz yoluyla Kıta Yunanistan’daki Athens, Korinth’e ve Cencrea kentlerine gider. Deniz yoluyla yolculuğuna devam ederek tekrar Anadolu’ya geçer ve Efes’e (Selçuk) ulaşır. Yine deniz yoluyla Rhodes(Rodos) Adası üzerinden Caesarea’ya (Suriye) ulaşır. Jerusalem (Kudüs) yolculuktaki son duraktır. Bir süre sonra yine karayolu ile Galatya ve Frigya Bölgeleri’ni bir kez daha dolaşarak daha önceki yolculuklarında Hristiyan olan kişilerin ne durumda olduğunu olduklarını görerek, ruhen pekişmelerini sağlamak ve durumlarını görmek üzere 3. yolculuğa çıkmak için Antakya(Antiokheia) geçer.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


AZİZ PAULUS’UN 3. YOLU(M.S. 53-57):
Antiokheia’dan (Antakya) karayolu ile önce Tarsus’a sonra Kilikia Bölgesi sınırları içerisinden devam ederek, Derbe (Aşıran Köyü), Lystra (Hatunsaray Kasabası), İconium (Konya), Psidia Antiocheia (Yalvaç) kentlerini ziyaret ettikten sonra, Efes’e (Selçuk) ulaşır. Efes’ten de Troas’a (Çanakkale) geçer. Deniz yoluyla Makedonia’ya devam eder ve Macedonia Kentleri olan Neapolis, Philippi, Amphipolis, Apollonia, Thessaionica ve Borea kentlerine uğrar. Daha sonra karayoluyla Kıta Yunanistan’da bulunan Athens ve Korinth’e ulaşır. Korinth’den geriye dönerek yine aynı güzergahı takip eder ve yine Troas’a (Çanakkale) ulaşır. Assos’a (Behramkale), Ege Denizi’ndeki adaları ve Miletus’a (Balat) ziyaretinin devamında Cos (Kos) Adası ve Rhodes (Rodos) Adası, bir sonraki durağı olacaktır. Rhodes’den(Rodos) Anadolu’ya geçer ve Patara’ya (Kalkan) ulaşır. Tekrar Deniz yoluyla yolculuğuna devam ederek Phonecia’daki Tyre, Ptolemais kentleri üzerinden Caeserias ve Jerusalem’e (Kudüs) gelerek yolculuğunu tamamlar.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.



AZİZ PAULUS’UN 4. YOLU(M.S. 59-69):
Jerusalem’de (Küdüs), Roma askerleri tarafından tutuklanır ve yargılanır. Yargılama sonrası deniz yoluyla Caesarea’dan, önce Sidon’a oradan Antiokheia’ya (Antakya) ve Tarsus’a geçtikten sonra, Myra (Demre), Cnidus (Datça) Kentlerine, Crete (Girit) ve Malta adalarına uğrar. Devam ederek Sicilia (Syracusa), İtalya’nın Rhegium ve Puteoli kentlerini ziyareti ardından karayoluyla Taverns üzerinden Rome’ye (Roma) getirilir ve Rome’de hapse atılır. Daha sonra da M.S. 64 veya 67 yılında idam edilir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.


AZİZ PAUL’UN YOLCULUKLARINDA UĞRADIĞI KENTLER

AZİZ PAUL MERSİN’DE

Türkiye’nin güney kıyılarındaki önemli yerleşimlerden olan Mersin’de ikinci seyahati sırasında izlediği yolları takip ederek sırasıyla Tarsus, Silifke ve Mut ilçelerinde Aziz Paul’un doğduğu ve yaşadığı yerleri, kendisinin ve diğer Hıristiyan azizlerin anısına yapılmış erken dönem kiliselerini görebilirsiniz.

TARSUS:
Aziz Paul’un doğum yeri olması ve İncil’de de Tarsuslu Paul olarak geçmesi nedeniyle Hıristiyanlık tarihi açısından oldukça önemli bir yerleşim olan Tarsus, UNESCO Dünya Kültür Mirası geçici listesinde de yer alan Aziz Paul Kilisesi, Aziz Paul Kuyusu ve çevresi ile Aziz Paul yılında ziyaret edilmesi gereken yerler arasında ilk sırada geliyor.
Tarsus, Aziz Paul’un Hıristiyanlığı kabul edip onun uğrunda çalışmaya başlamasından sonra da zaman zaman sığınağı olmuş, Kudüs’te Hıristiyanlığı yaymaya çalışmasından rahatsız olanlar tarafından öldürülmek istendiği zaman Kudüs’ten kaçırılarak doğum yeri olan Tarsus’a getirilmiştir. Antakya ile birlikte Tarsus’un Hıristiyanlık için bir diğer önemi de Aziz Paul’un Hıristiyanlık uğruna mücadele ve bu uğurda kilometrelerce yol kat etme kararını verdiği yerler olmasından kaynaklanmaktadır.
Aziz Paul Kilisesi: Ulu Cami Semti’nde yer alır. M.S.11.–12.yüzyıllarda Aziz Paul’e adanarak inşa edilen kilise 1862 yılında büyük ölçüde tamir edilmiştir. Tavanındaki Hz. İsa ve dört İncil yazarı ile melek freskolarının yer aldığı, Hıristiyanlığın önemli hac merkezlerinden olan kilise, 1992–1993 yılında Vatikan tarafından düzenlenen “Aziz Paul Sempozyumu ve Ayini”ne de ev sahipliği yapmıştır.
Aziz Paul Kuyusu: Hıristiyanlığın önemli hac merkezlerinden birisidir. Kızılmurat Mahallesi’nde, Cumhuriyet Meydanı’nın yakınlarında Aziz Paul’un evinin avlusu olduğu düşünülen yerde bulunmaktadır. Kuyunun şifalı ve kutsal olduğuna inanılan suyu hiçbir zaman eksilmez.
Antik Yol: Kuyunun bulunduğu avlunun 300 metre güneyindeki Cumhuriyet Alanı’nda yer alan bazalt taşlarla kaplı antik yol, Aziz Paul’un seyahatlerinde ve Tarsus’ta yaşadığı yıllarda kullandığı biçimiyle günümüze gelmiştir. Siz de bu yolu adımlayarak Aziz Paul’un yaşadığı yıllara bir zaman yolculuğu yapabilirsiniz.
Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar) Mağarası: Tarsus’un 12 km kuzeyinde Ulaş Köyü yakınlarındaki Eshab-ı Kehf mağarası Hıristiyanlığın ilk inananlarından olan yedi gencin eziyetlerden kaçmak için köpekleriyle birlikte sığındıkları ve mucizevî biçimde 300 yıl boyunca uykuya daldıkları yerdir. Hıristiyanlar tarafından olduğu kadar Müslümanlarca da kutsal sayıldığından mağaranın üzerine bir cami de inşa edilmiştir.
SİLİFKE
Ayatekla Kilisesi:
Mersin İli’nin bir diğer ilçesi olan Silifke, Hıristiyanlığın en eski ve kutsal alanlarından bir diğeri olan Ayatekla Kilisesi’ne ev sahipliği yapar. Aslen Konyalı olan Hıristiyanlığın ilk kadın şehidi Azize Tekla, Aziz Paul’un Konya’daki vaazını üç gün boyunca yemeden, içmeden, uyumadan dinlemiş; çok etkilendiği bu konuşmaların ardından Aziz Paul’un öğrencisi olmuştur. Aziz Paul hapse atıldığında dahi, gizlice hapse girerek anlattıklarını dinlemeye devam etmiştir.
Azize Tekla’nın baskılardan kaçarak ibadet ettiği doğal mağara Hıristiyanlık dini serbest bırakılana kadar gizlice ibadet yapan Hıristiyanlarca da kullanılmış ve kutsal sayılmıştır. Aziz Paul gibi Hıristiyanlığı yaymak için uğraş veren, bu arada birçok mucize gösteren Azize Tekla’nın da öldüğü ve mezarının olduğu bu yer dördüncü yüzyılda bir kiliseye dönüştürülmüştür. Her yıl 13–14 Eylül tarihlerinde Azize Tekla anısına düzenlenen anma töreninde Azize Tekla’nın da yürüdüğü ikibin yıllık Roma yolundan yürünerek mağarada ayin yapılmaktadır.
Silifke’nin 20 km uzağındaki Narlıkuyu, erken Hıristiyanlık yıllarına ait kilise kalıntılarının ve doğa harikası cennet, cehennem obruklarının yer aldığı bir yerleşim. IV.-V.yüzyıllarda, daha önceki yıllara ait bir Zeus tapınağının kalıntıları kullanılarak yapılmış olan kilise Cennet Obruğunun güney ucunda yer alıyor. Cennet obruğunun içerisindeki mağaranın önüne inşa edilmiş bir diğer kilisenin girişi üzerindeki yazıttan V.yüzyılda Paulus adındaki bir dindar tarafından Meryem Ana’ya ithaf edildiği anlaşılıyor. Bu iki kilise de pagan inanış karşısında Hıristiyanlığın kazandığı zaferin anıtları olarak duruyorlar. Bu zaferin kazanılmasında kuşkusuz en önemli pay Aziz Paul’e ait.
MUT:
Alahan Manastırı:
Aziz Paul’un seyahati sırasında konakladığı ya da yolu üzerindeki yerlerde anısına birçok kilise inşa edilmiştir. Kiliseler ve keşiş odalarının arasında UNESCO Dünya Kültür Mirası geçici listesinde de yer alan Alahan Manastırı da yer almaktadır. VII. yüzyıla tarihlenen manastırdaki kiliselerde büyük bir ustalık eseri olan zengin taş süsleme örneklerinden bir kaçı Aziz Paul ile birlikte Aziz Pierre, İncil yazarlarının tasvirleri, Cebrail ve Mikhail figürleri.
Manastırın bulunduğu tepeye çıkmak biraz zahmetli olsa da 1200 metre yükseklikten izlediğiniz Göksu Vadisi’nin etkileyici manzarasının her şeye değdiğini anlıyorsunuz. Göksu vadisini yukarıdan izlemekle yetinmez birkaç kilometre daha yol almayı göze alırsanız vadi içinde kayalara oyulmuş kiliseleri ve kiliselerde farklı renkteki boyalarla yapılmış geometrik ve bitkisel bezemeleri görebilirsiniz. Mut ilçesine bağlı Maya Köyü’nde bulunan vadi içindeki yeraltı kilisesi, kırmızı ve yeşil renklerle boyandığı için Renkli Kilise olarak adlandırılan kiliseyi de bu seyahatiniz sırasında ziyaret etmenizi öneriyoruz.
AZİZ PAUL ANTAKYA’DA

Antakya adını Büyük İskender’in ardıllarından I. Seleukos’un babası Antiocheia’dan alır. Anadolu ve Ortadoğu arasındaki yolların kesişme noktasında olması ve stratejik konumu nedeniyle birçok Uygarlık tarafından yerleşim görmüştür. Roma İmparatorluğu’nun Roma, İskenderiye ve Efes’ten sonra gelen 4.büyük şehri Antakya kurulduğu yerin stratejik öneminin de etkisiyle hızla gelişmiş, bu arada dinsel merkez olarak da ön plana çıkmıştır. Ancak Antakya’nın en dikkat çekici yönü farklı dinlere ev sahipliği yapmasına rağmen, bu dinler arasında hiçbir zaman çatışmaların yaşanmamasıdır. Günümüzde de üç farklı din mensubunun bir arada yaşadığı evlerin, ibadet ettikleri sinagoglar, kiliseler ve camilerin ve hatta ölüm sonrası son mekânları olan mezarlarının yan yana görülebildiği Antakya binlerce yıllık geçmişindeki dinlerin kardeşliği ilkesini halen yaşatıyor. Aziz Paul ve inananlarının da Antakya’yı seçmelerinin nedeni belki de bu hoşgörü ve kardeşlik ilkesi.
Antakya Aziz Paul ve Hıristiyanlık dini açısından önemli bir kenttir. Henüz M.S. 1.yüzyılda inananlar tarafından yerleşim gören, içlerinden öğreticilerin de olduğu inananlar topluluklarınca tapınmaların gerçekleştirilip, oruçların tutulduğu ve öğrencilerin bulunduğu bir yerleşimdir. Hıristiyanlık öğretilerinin de yayıldığı ilk yerlerden olan Antakya, Aziz Paul’un yolculuklarında da başlangıç noktası olmuştur. Hıristiyanlığı seçmesinin üzerinden kısa bir süre geçen Aziz Paul ve Aziz Barnaba’nın da aralarında bulunduğu inananlar topluluğu Antakya’da ibadetlerini yapıp oruçlarını tutarken kendilerine görünen kutsal ruh Aziz Paul ve Aziz Barnaba’nın İsa’nın adını duyurmak için görevlendirildiğini bildirmiştir. Böylece Aziz Paul’ün yıllar sürecek yolculuklarından ilki başlamıştır. Buradan yolcu edilen Aziz Paul ve Aziz Barnaba M.S.49’da Antakya’nın limanı olan Samandağ (Seleucia Pieria)den gemiye binerek Kıbrıs’a geçmişlerdir. İlk yolculuğunun bitişi de Tanrı tarafından bu yolculuk için görevlendirildikleri Antakya olacaktır. Antakya’da başlayan bu ilk yolculukta Kıbrıs ve Türkiye’nin güney kıyılarını dolaşıp gittiği kentlerde öğretilerini yayan, bu arada mucizeler gösterdiği gibi bazı güçlüklerle de karşılaştıktan sonra yine Antakya’ya dönen Aziz Paul karşılaştığı güçlüklerin kendisini yıldırmadığını aksine cesaretlendirdiğini buradaki öğrencilere “Tanrı'nın Egemenliğine, birçok sıkıntıdan geçerek girmemiz gerek” diyerek açıklamıştır. Aziz Paul’un ikinci yolculuğu da sonradan öğrencilerini ziyaret edeceği Galatya ve Frigya’ya geçmeden önce yine Antakya’da sona erecektir.
Farklı dinlerin ve kentte yerleşmiş farklı kültürlerin izlerini görebileceğiniz Antakya’da dünyanın ilk kilisesi olan Aziz Pierre Kilisesi ile birlikte, Aziz Simeon Manastırı da bulunur. Hıristiyanlık açısından oldukça önemli yeri olan Antakya, birinci derecede hac merkezi olarak ilan edilmiştir ve Kudüs’ten sonra Hıristiyanlığın en kutsal kentidir. VII. yüzyılda, Hıristiyanlığın beş patriklik merkezinden birisi olarak ilan edilmesi de bu kutsallığı ile ilişkilidir.
Aziz Pierre Kilisesi:
Antakya’nın kuzeydoğusunda bulunan Aziz Pierre Kilisesi dünyadaki en eski kilise olmasının yanında ilk Hıristiyanlık cemaatlerinin toplandığı, , Aziz Paul’un yanında Aziz Pierre ve Barnabas’ın da vaazlar vermiştir. Hz. İsa’nın ölümünden sonra ilk rahip sayılan havarisi Aziz Pierre de Antakya’ya gelmiş ve ilk dini toplantısını bu mağarada yapmış, tarihte ilk Hıristiyan adı da bu kilisenin cemaatine verilmiştir. Bu nedenle Hıristiyanlık tarihi açısından oldukça önemlidir.
Kilise, yüksekliği 7m., derinliği 13,5m. eni de 9,5 me olan oldukça küçük bir mağaranın önünde inşa edilmiştir. Mağara’nın yer aldığı dağın adı da Stauris (Hac) Dağı’dır. Döşemesinde V.yüzyıla tarihlendirilen mozaiklerin kalıntıları yer alır. Sunağın solunda yer alan tünelin ise ani bir baskın sırasında Hıristiyanların kaçmasına yardımcı olduğu düşünülmektedir.
XI. yüzyılda, Haçlı Seferleri sırasında burayı ziyaret eden Haçlı birlikleri kiliseyi birkaç metre uzatmışlardır. 1863 yılında Papa IX. Pius’ta bu kiliseye özel bir önem vermiş, III. Napolyon’un da yardımlarıyla kilisenin tamiri yapılmış, 1963 yılında da Papa IV. Paul tarafından Hıristiyanlar için Hac yeri olarak ilan edilmiştir. Kilisede her yıl 29 Haziran günü, farklı yerlerden gelen birçok din adamı ve Hıristiyan cemaatin katıldığı bir ayinin düzenlenmektedir.
Samandağ: Samandağ’ın en yüksek tepesinde yer alan Aziz Simon (Simeon) Manastırı sabrı, inancı ve dayanıklılığı ile 13 metre yüksekliğindeki bir sütunun üzerinde yıllarca yaşayan Aziz Simon’un anısını yaşatmak için inşa edilen bir kilisedir. Samandağ adı da Simon’un Arapça söylenişi olan Sam’an da kaynaklanmaktadır. Aziz Simon henüz hayatta iken ona bağlanan Silifkeliler tarafından inşa edilen manastırdaki kiliseler ve diğer yapılar yer yer kayalara oyulmuş, yer yer de kesme taşlardan inşa edilmiştir. Avlusunun ortasında Aziz Simon’un 45 yıl yaşadığı sütunu da görebilmeniz mümkündür.
Antakya sınırları içinde yer alan Amanos dağlarının güneyi de Hıristiyanlığın erken dönemlerinden itibaren yoğun bir dini merkez olarak dikkati çeker. Bölgede günümüze gelemeyen çok sayıda kilisenin kalıntıları ile birlikte, ulaşılmazı oldukça zor kayalıklara açılmış münzevilerin yaşadığı mağaraları görebilmeniz mümkündür.
Antakya dinler tarihi açısından önemi Hıristiyanlık ile de sınırlı değildir. İnanışa göre Yunus Peygamber’in yunusun karnından çıktığı yer İskenderun’dur. Bu olayın gerçekleştiği yer de bulunan Yunus sütunu aynı zamanda kentin giriş kapısının kalıntısıdır.
AZİZ PAUL PERGE’DE

Perge, Aziz Paul’ün ilk yolculuğunda iki kez ziyaret ettiği kentler arasında yer alır. Birinci yolculuğunun başlangıcında deniz yoluyla Perge’ye gelmiştir. İlk yolculuğunun geri dönüşü sırasında da Perge’ye uğramış ve Tanrının sözlerini Perge halkına aktarmıştır.
Perge, Kate Clow tarafından ortaya çıkartılan St. Paul yolunun da başlangıç noktası. Aziz Paul’ün de adımlarını attığı yüzlerce yıl bozulmadan günümüze gelmeyi başarmış antik yollarda siz de yürümek isterseniz bu tura katılabilir, en azından bir bölümünü takip edebilirsiniz.
Perge’de günümüze gelebilen genelde bazilikal planlı kiliseler yanında bir manastır kompleksinin parçası olarak düşünülen kiliselerin büyük bir bölümü V.-VI. yüzyıllara ait. Perge’nin simgesi olan paralel kuleler bir zamanlar kentin en önemli kapısının iki yanında yer alıyordu. Muhtemelen Aziz Paul de kente girerken bu kapıyı ve ardından uzanan sütunlu caddeyi kullanmış olmalıdır.
AZİZ PAUL YALVAÇ’TA

Aziz Paulus’un ilk yolculuğunda üç kez uğradığı bir kent olan Yalvaç’ın bitişiğindeki Pisidia Antiokheia’dır. Aziz Paulus, Psidia Antiokheia’ya, Aksu (Kestros) Vadisi’nden o günkü yerleşim yerlerine uğrayarak gelmiştir. Burada Sebt günü sinagoga girip yaptığı konuşmada Kutsal Yasa’dan ve peygamberin yazılarından metinler okur. Bu konuşma Aziz Paulus’un misyonerlik görevinde yaptığı ilk konuşması olarak bilinmektedir. Paulus’un İsa’nın gelişiyle birlikte, ona inananların da kurtuluşunun gerçekleşeceğini bildiren konuşması, “şunu bilin ki, kardeşler, bu kişi aracılığıyla günahlarınızın bağışlanacağı size duyurulmuş bulunuyor; Musa Yasasıyla aklanamadığınız her şeyden, iman eden herkes O’nun aracılığıyla aklanacaktır” biçiminde canlı ve merak uyandırıcı bir tonlamayla sürdürünce konuşmasıyla birçok kişiyi o kadar etkilemiştir ki, başka bir Sebt gününde bir kez daha konuşma yapması, kendisinden istenmiştir. Konuşma 7 gün sonra Sebt günü tekrarlanır. Hemen hemen tüm Psidia Antiokheia halkı Aziz Paulus’u dinlemek için toplanmış ve yapılan konuşmalar ardından, Hıristiyanlığa toplu geçişler yaşanmıştır. Ancak kentteki bu yeni dine karşıt kişilerden bazıları, kentin ileri gelenlerini kışkırtarak Aziz Paulus ve Barnabas’a karşı bir baskı hareketi başlatmışlardır. Onları öldüresiye dövdükten sonra, her ikisini de kent sınırları dışına atmışlardır. Ancak bu kovuluş bile Aziz Paulus’un amacına hizmet etmiştir. Buradan ayrılarak Konya’ya (İconia) giden Aziz Paulus burada da pek çok insanı etkileyerek iman etmesini sağlamıştır.
Psidia Antiocheia’da bugün hala kalıntıları görülebilen Aziz Paulus Kilisesi vaaz verdiği ilk sinagog’un üzerine 325 yıllarında inşa edilmiştir. Aziz Paulus’un adına yapılmış en eski kilise olarak bilinir ve mozaik kaplamalı tabanı ile de dikkat çeker. 381 yılında kenti; İstanbul’da yapılan ekümenik toplantı da temsil eden Piskopos Optimiusu’un adı burada saptanan mozaikler üzerinde yer almaktadır. Kilise kalıntılarında yapılan detaylı inceleme ve kazılar bize, yapının ilk yapım evresinden sonra eklemelerle genişletildiğini göstermektedir. Günümüzde görülebilen 70 x 27 m. Boyutlarındaki kilisenin, narteksi bir sütun sırasıyla ikiye bölünmüş ve üç nefli bazilikal planlıdır. Ortadaki nefin üzerinin yüksek bir çatıyla kapatılmış olduğu düşünülmektedir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Psidia Antiocheia, Aziz Paulus’un ziyaret ettiği M.S. 46–57 yılları arasında 70.000 kişiye varan nüfusu ile Roma İmparatorluğu’nun büyük kentlerinden bir tanesiydi. Mevcut durumdaki pek çok kalıntı, kent yayılım alanın çok geniş olduğunu bize açıkça göstermektedir. Kentin en yüksek alanına inşa edilmiş Augustus Tapınağı yer almaktadır. Yapı elemanları üzerinde kanatlı Genius ve Nike kabartmalarının yer aldığı propylon, tapınak alanına girişi sağlamaktadır. Tiyatro, anıtsal çeşme, Roma hamamı, ölümüne dövüşlerin yapıldığı stadyum ( bugün yeri hala belirsizdir), hamam gibi yapı kalıntılar, kentte görebileceğiniz göze çarpan önemli sosyal yapılardır. Psidia Antiocheia, Aziz Paulus’un izinden giden Azize Tekla’nın da ziyaret ettiği önemli bir merkezdir. Antik kentte Azize Tekla’nın tiyatroyu ziyaret ettiği ve çeşitli eziyetlere uğramasına rağmen inancından vazgeçmediği bilinmektedir. Aziz Paulus’un çabalarıyla Hıristiyanlığın şekillenmeye başladığı ilk kentlerden olan Psidia Antiokheia’ya bağlı bir tapınım alanı olan Men Tapınak Alanı, yüzyıllar boyunca tüm antik coğrafyalardan gelen insanlara ev sahipliği yapmıştır. Ay Tanrı’sı Men adına bırakılan adak stellerini günümüzde yapı kalıntılarında görmek mümkündür. Hristyanlığın Roma’nın resmi dini olarak kabul edildiği M.S. 4. da tapınak tahrip edilerek Hristiyanlığın, pagan (çok tanrılı) inançlar karşısındaki zaferini temsil edercesine günümüze kadar ulaşmıştır.
Aziz Paul’un ardından, birçok azizin vaazlar verdiği Psidia Antiokheia’da bulunan yedi kilise kentin uzun zamanlar boyunca dini merkez olduğunu göstermektedir. Şu anki adı olan ve Resul anlamına gelen Yalvaç, Selçuklular döneminden günümüze kadar da kentin Aziz Paul’un anısının hala yaşatıldığı akla getirir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

Bu forumdaki linkleri ve resimleri görebilmek için en az 25 mesajınız olması gerekir.

AZİZ PAUL KONYA’DA
Aziz Paul ve Barnaba’nın Yalvaç’tan ayrıldıktan sonra Sultan dağlarını geçmeden Ilgın, Ladik yolu üzerinde yer alan doğu ticaret rotası ve kral yolunu takip ederek Konya’ya ulaşmışlardır. Konya birçok etkili konuşma yaptıkları ve çok sayıda kişiyi Hıristiyan yapmayı başardıkları bir yer olmuştur. Bu kişiler arasında da en önemlisi Aziz Paul’un vaazlarından çok etkilenen, Hıristiyanlığın öncü misyonerlerinden ve ilk kadın şehidi olacak olan Azize Tekla (Hagia Thecla)’dır.
Yapılan etkili konuşmalara rağmen halk birtakım kışkırtmalar neticesinde ikiye bölünür. Bir kısmı Aziz Paul’un tarafını tutarken bir grup da Aziz Paul’e karşı bir tutum takınmıştır. Kendisine karşı olan kişilerin varlığından haberdar olmasına rağmen Aziz Paul inanç ve cesaretini yitirmemiş ve Konya’da uzun bir süre kalarak insanların Hz. İsa’nın yolunu seçmesi için çalışmıştır. Ancak, kendilerine karşı olan bir grubun saldırmayı düşündüğünü öğrenen Aziz Paul ve Barnaba buradan kaçıp Lystra ve Derbe kentlerine giderek inancını burada yaymaya başlamıştır.
Konya il merkezinin 8 km kadar kuzeybatısında yer alan Sille Erken Hıristiyanlık döneminin önemli merkezlerinden olup kayaya oyulmuş kilise, şapeller ve hücrelerden oluşan Ak Manastır (Aziz Chariton) dünyanın ilk manastırları arasında gösterilmektedir.
Aya Elana Kilisesi: Bizans İmparatoru Constantin’in annesi Helena’da Hac yolculuğu sırasında Konya’daki erken Hıristiyanlık dönemine ait oyma kiliseleri görmüş ve Sille’de bu mabedi yaptırmaya karar vermiştir. Kesme taştan yapılmış kilisenin duvarlarında Hz. İsa, Hz. Meryem ve havarilere ait resimleri görmek mümkündür.
AZİZ PAUL HATUNSARAY (LYSTRA) VE DERBE’DE
Konya’da kendilerine düzenlenmesi planlanan saldırıdan kaçarak Hatunsaray (Lystra)’ya gelen Aziz Paul doğuştan kötürüm olan ve hayatında hiç yürüyememiş bir adamı bir mucize göstererek yürütmeyi başarmıştır. Bu mucizevî olay karşısında çok etkilenen Lystra halkı Aziz Paul ve Barnabas’a pagan tanrılarının isimlerini vermiş ve onların tanrı olduğunu düşünmüşler, kent kapılarında kendilerini törenler ve kurbanlarla karşılamak istemişlerdir. Bunu duyan Aziz Paul ve Barnabas giysilerini yırtarak halkın arasına karışmış ve “biz de sizin gibi insanız ve size müjde getirdik bu gibi boş şeyleri bırakın ve her şeyi yaratan Tanrıya dönün diyerek” kendilerine kurban sunulmasını engellemişlerdir. Ancak, kente dışarıdan gelen Hıristiyanlık düşmanları Lystra halkını kendi taraflarına çekerek Aziz Paul e taşlı saldırı düzenlemişlerdir. Aldığı ağır yaralara rağmen dinlenmeye çekilmeden Aziz Barnaba ile birlikte Derbe’ye giderek sözleriyle birçok kişinin Hıristiyan olmasını sağlamıştır. Bu kent ilk yolculuğunda uğranan son kent olmuştur. Buradan tekrar geldikleri yola geri dönmüşler, dönüş yolunda da daha önce iman etmiş olanlarla bir kez daha konuşmuşlar ve onları imanlarını korumaları yönünde cesaretlendirmişlerdir. Daha sonra Perge ve Antalya üzerinden Antakya’ya geri dönmüşlerdir. Derbe ve Lystra Aziz Paul’ün ikinci yolcuğunda da uğradığı yerlerdendir. Buraya gelerek daha önce iman edenlerin ne durumda olduklarını görmek istemiştir. Lystra’da Timotheus adında Aziz Paul’un en büyük destekçilerinden birisini de yanlarına almışlar ve yollarına birlikte devam etmişlerdir.
Lystra’da günümüze gelebilen bir höyük dışında Aziz Paul’un ziyaret ettiği yıllardaki durumunu canlandırmamıza yardımcı olabilecek anıtlar çok azdır. Hıristiyanlık ile ilgili en önemli anıtları barındıran yer ise Lystra’nın 12 km batısında yer alan Gökyurt Köyü (Kilistra) antik kentidir. Kayalara oyulmuş sarnıçlar, kuleler ile Kapadokya’da olduğunuzu düşündürecek olan kentteki kiliseler, inziva odaları ve manastırların Lystra’daki baskılar neticesinde ayrılarak buraya gelen ilk Hıristiyanlar tarafından oluşturulduğu yönünde düşünceler de mevcutsa da araştırmacılar tarafından biraz daha geç bir döneme, genel olarak M.S VIII.-X.yüzyıllara tarihlendiriliyorlar. Lystra’dan Kilistra’ya ulaşan ve kent içinde de devam eden taş döşemeli Kral Yolu’nun Aziz Paul tarafından da kullanılmış olabileceğini söylemek yanlış olmaz. Hatta bugün kentte Sümbül Kilisesinin bulunduğu yerin adı “Paulönü Mevkii”. Antik kentte sadece iç kısmının değil, dış kısmının da çatı biçiminde kayaya oyulmasıyla ender rastlanan bir örnek olan Sandıkkaya, Sümbül Kilise başta olmak üzere kayaya oyulmuş şapeller ve yamaç evler mutlaka görmeniz gereken yerler arasında.
Derbe ve çevresinde Aziz Paul’ün çabaları neticesinde Hz. İsa’nın öğretilerinin ne kadar hızlı yayıldığının göstergesi olan genel itibariyle IV.-IX. yüzyıllar arasına tarihlendirilen yüzlerce kilise inşa edilmiştir. Bu nedenle bölge günümüzde “Binbirkilise” adıyla anılır.
AZİZ PAUL EFES’TE
Aziz Paul Efes’e ilk olarak ikinci seyahatinde uğramıştır. Burada havralara giderek çeşitli konularda konuşmalara yapan Aziz Paul Efeslilerin daha uzun süre kalması yönündeki isteklerine “Tanrı dilerse yanınıza yine döneceğim” şeklinde cevap vermiş ve bir süre sonra üçüncü yolculuğunda bir kez daha geldiği Efes’te çok uzun bir süre kalacaktır. Efes’e geldiğinde ilk iş olarak buradaki Hıristiyanların vaftiz olmasını sağlamıştır. Daha sonra Hz. İsa’nın öğretilerini havralarda yaymaya çalışmış, çeşitli tartışmalar yaşamış, kendisine karşı alınan tavır ve düşmanlıklar, kötülemeler karşısında usanmamış ve yıllar boyunca yaptığı konuşmalarla hangi din ve hangi milletten olursa olsun herkesin Hz. İsa’nın sözlerini işitmesini sağlamıştır. Vaazlarını açık alanlarda, havralarda verdiği gibi evden eve dolaşarak dahi konuşmalar yapmaktan çekinmemiştir. Bu arada birçok da mucize göstermiştir. Aziz Paul’un bedenine değen mendiller, bezler hasta olanlara içlerine kötü ruh girenlere götürüldüğüne hızla iyileştikleri görülmüştür. Bu mucizeler Hz. İsa’nın ve Aziz Paul’un isminin daha büyük saygıyla anılmasını sağlamıştır. Tüm bu mucizeler karşısında Hıristiyanlığın hızla yayılmasından ve Efes’in tanrısı Artemis tapınağının hiçe sayılmasından endişe duyanlar tarafından kışkırtılan halk Aziz Paul’un yandaşlarından bazılarını sürükleyerek kentin tiyatrosuna götürmüşler ve burada kargaşalık çıkarmışlardır. Bu kargaşa ortamından sonra Aziz Paul Hıristiyanlığa yeni müritler kazandırmak için Makedonya’ya gider. Makedonya’dan Milet’e geldikten sonra Efeslilere haber yollamış, topluluğun ihtiyarlarını yanına çağırarak onlara çektiği sıkıntılar, dışlanmalara rağmen tam bir alçak gönüllükle, gözyaşları içinde Rab’be nasıl kulluk ettiğini ve sözlerini yaymak için nelere katlandığını ancak artık Kudüs’e gitmesi gerektiğini anlatmıştır.
Aziz Paul M.S.51–54 yılları arasını Efes’te geçirmiştir ve İncil’de Efeslilere, Galatya gibi farklı uluslara Tanrı’nın buyruklarını ileten mektuplarını burada yazmıştır.
Efes’in Hıristiyanlık açısından en önemli kentlerden birisidir. İncil’de geçen yedi kiliseden en önemlisi olarak gösterilen kilise de Efes’te yer almakta olup, M.S. 431’de üçüncü evrensel konsül toplantısının yapıldığı yer Efes olmuştur. Dört kutsal İncil’den birisinin yazarı olan ve Türkiye’deki ilk yedi kiliseyi kuran Aziz Jean kilisesine de adını veren İncilci Yahya’nın da yaşadığı yer Efes’tir. Anadolu’da yaygın bir inanış olan Yedi Uyurlar Efsanesi’nin geçtiğine inanılan mağaralardan bir diğeri buradadır.
Meryem Ana Evi: Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem son yıllarını Efes’te Bülbül Dağı’nda küçük bir evde geçirmiş ve burada vefat etmiştir. Hıristiyanlığın hac merkezi olduğu gibi Müslümanlarca da kutsal sayılan bu ev, Vatikan tarafından da kutsanmış olup her yıl 15 Ağustosta dini törenler düzenlenmektedir.
Saint Jean Kilisesi: Hz. Meryem ile birlikte Efes’e gelen İncilci Yahya, İmparator Domitianus tarafından burada öldürülmek istenmiş, ancak her seferinde bir mucize göstererek öldürme teşebbüslerinden kurtulmuştur. Bir süre sürgüne gönderildikten sonra yaşlılığında tekrar Efes’e gelmiş ve burada ölmüştür. Yaşadığı ve öldüğü yerin Ayasuluk Tepesi’nin etekleri olduğuna inanılmaktadır. Bu nedenle burada adına ilk olarak 2.-3.yüzyılda bir bir mezar anıtı yapılmış, 4. yüzyılda bunun yerini bir kilise almış ardından İstanbul’daki Ayasofya Kilisesi’ni de inşa ettirmiş olan İmparator Justinianus ve karısı Theodora tarafından birtakım değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Ayasofya’dan sonra Anadolu’da inşa ettirilmiş en anıtsal yapı olması dolayısıyla da oldukça önemlidir. İncilci Yahya’nın mezarının da bu kilisenin içinde yer aldığına inanılır.
AZİZ PAUL ÇANAKKALE’DE
İlk olarak ikinci yolculuğunda Makedonya’ya geçmek için Çanakkale’ye uğrayan Aziz Paul, üçüncü yolculuğunda burada daha uzun süre kalmıştır. Deniz yoluyla Çanakkale’ye (Troas) giderek burada kendisini bekleyenlerle buluşmuş ve yedi gün boyunca burada kalarak vaazlar vermiştir. Kendisini dinlerken pencereden düşerek ölen bir çocuğu diriltme mucizesini de Çanakkale’de göstermiştir. Çanakkale’den ayrıldıktan sonra yanındakiler deniz yoluyla Aziz Paul ise yürümeyi tercih ettiği için karadan Behramkale (Assos) kentine doğru yol almıştır. Behramkale’de (Assos) buluşan Aziz Paul ve yandaşları daha sonra denizden Milet’e geçmişlerdir.
Aziz Paul tarafından takip edilen taş kaplı antik yolların bir bölümü antik Çağ’ın en büyük ve zengin limanlarından birisi olan Alexandria Troas’da yer alıyor. Yüzlerce yıl değişmeden ve bozulmadan günümüze gelmeyi başarmış bu yolları adımlayarak Azizin anısını canlandırabilirsiniz.
AZİZ PAUL DEMRE’DE
Aziz Paul’un tutuklanarak Roma’ya götürülmesi azizin yaptığı dördüncü yolculuk olarak da gösterilmektedir. Her ne kadar tutuklu olarak yargılanmak üzere Roma’ya götürülmüş olsa da gemide kendisine oldukça iyi davranılmıştır. Aziz Paul’ün bindirildiği gemi Akdeniz güney kıyılarından geçirilerek Kilikya ve Pamfilya açıklarından geçmiş, Demre kentinde konaklamıştır. Buradan İtalya’ya giden bir gemiye bindirilmiş yine güney kıyılarında yer alan Datça (Knidos)’a uğramıştır.
Demre’nin asıl önemi doğum yeri Patara olmasına karşın çocukların ve denizcilerin koruyucusu Noel Baba ile özdeşleşmesinden ileri gelmektedir. Bütün dünyada Noel Baba olarak bilinen Aziz Nicholas, Patara’da doğmuş, Demre Piskoposu olarak da hizmet vermiştir Günümüzde genel olarak bilindiği üzere sadece çocuklara değil, tüm insanlara elinden gelen yardımları esirgemeyen bu azizin adına yapılmış kilisede balık pulu desenleriyle bezeli Noel Baba’nın lahdini de görebilirsiniz. Tüm Hıristiyan âleminde her yıl kutlanan Noel bu azizin ilk kez 270 yılında fakir ailelerin kapılarına bıraktığı hediye torbalarının bir yansıması olarak devam ettiriliyor. Lahitindeki balık pulları fakirlerin olduğu kadar denizcilerin de koruyucusu olduğunu gösteriyor. Aziz Nicholas’ın 6 Aralık tarihinde Demre’de öldüğüne inanılmakta olup, bu tarihte mezarının bulunduğu kilisede her yıl düzenli olarak dünya çocuklarının katılımı ile düzenlenen törenlerle anılmaktadır.
KAPADOKYA
Günümüzde kayalara oyulmuş yüzlerce kilisenin varlığıyla Bizans döneminde yoğun bir Hıristiyan yerleşimine sahne olmuş, dinsel merkezlerden birisi olan Kapadokya’da da ilk Hıristiyan topluluklarının oluşmasını sağlayan olayın Aziz Paul’un yaptığı ikinci yolculuk olabileceği düşünülmektedir. Her ne kadar adı geçmiyor olsa da Galatya bölgesine giderken muhtemelen Kapadokya’ya da uğramış olmalıdır. Havari Petrus da birinci mektubunda burada yaşayan Hıristiyanlardan söz eder.
Doğa harikası peribacalarıyla birlikte oldukça geniş bir alana yayılmış kiliselerin, şapellerin, manastır topluluklarının yer aldığı Kapadokya, Hıristiyanlığın baskı altında olduğu yıllarda Hıristiyanlara, mistik atmosferiyle kendi ile baş başa kalmak isteyen münzevilere kucak açmıştır.
AZİZ PAUL’UN MEKTUPLARI
Aziz Paul İncilde’de yer alan mektuplarından birini günümüzde Türkiye’nin orta kesimlerinde yer alan Galatya halkına, bir diğerini ise uzun yıllarını geçirdiği Efes halkına hitaben yazmıştır. Mektupları günümüzde dahi geçerliliği olan ve insanlık sevgisi, yardımseverlik, kardeşlik gibi konularda herkesin ders alabileceği nitelikler taşımaktadırlar.
Galatya günümüzde Türkiye’nin başkenti Ankara ve çevresindeki bölge için M.Ö. III. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmış bir isimdir. Aziz Paul Galatya halkına yazdığı mektupta onlar için taşıdığı kaygılardan söz etmektedir. Galatyalıların tekrar eski inançlarına ve sözde Tanrılarına dönmelerinden çekinmekte asıl Tanrı’yı kendilerine tanıtmak için verdiği mücadelelerin boşuna olmasından korkmaktadır. Yazdığı mektupla Galatyalılar’ın kendisini horlamadan kabul ettiğinden ve çok iyi karşıladığından söz ettiği gibi kendilerini kandırmak ve doğru yoldan döndürmek için yapılan çabalara kulak asmamalarını tembihlemiş, bu durumun kendisini çok üzdüğünü ve dayanılmaz acılar verdiğini söylemiştir. Artık özgür olduklarını inançlarından dönerlerse tekrar köle olacakları konusunda Galatyalılar’ı uyarmıştır. “Mesih bizleri özgür kıldı. Bunun için mücadele edin. Bir daha kölelik boyunduruğu takmayın”.
Kendisini oldukça iyi karşılayan ve Hıristiyanlığı koşulsuz kabul edip gereklerini eksiksiz yere getirirken birdenbire gerçeklere uymaktan alınmaları Aziz Paul’u üzmekte ve şaşırtmaktadır. Ancak güveni hala zedelenmemiştir.
Aziz Paul’u üzen bir diğer şey ise birbirlerini sevmeleri, yardımcı olmaları gerekirken birbirleriyle kavga etmeleridir. Benliklerinin değil ruhlarının yönetiminde olmalarının kendilerinin yararına olacağı da değindiği diğer bir husustur. İyilik yapmaktan asla vazgeçmemeler, bir insan kötülük yapsa bile onu cezalandırmak için yol getirmeye çalışmalarını, birbirlerine her konuda yardımcı olmalarını, herkesin başkalarının işiyle uğraşmaları yerine kendi işleriyle ilgilenmelerini gerektiğini söylemiştir.
AZİZ PAUL’UN ROTASI’NDA TÜRKİYE KIYILARI
Aziz Paul yolculuklarının önemli bir kısmını da deniz yolu ile yapmış ve Türkiye’nin batı ve güney kıyılarının büyük bir bölümünü dolaşmıştır. İlk yolculuğuna deniz yoluyla başladığı gibi Roma’ya giden son yolculuğunda da deniz yolunu kullanmış her yolculuğunda Anadolu’nun limanlarına birden çok kez uğramıştır. Günümüzde de yüzlerce yıllık tarihi ile günümüze gelmeyi başaran antik kentlere ev sahipliği yapan Türkiye’nin kıyı bölgelerinde Aziz Paul’un izlerini deniz yolu ile aramayı tercih ederseniz alternatif rotalardan size en cazip gelenlerinden birini tercih etmeniz mümkün.
AZİZ PAUL’UN DENİZ YOLU İLE YAPTIĞI SEYAHATLERDE UĞRADIĞI KENTLER
-
Selefkiye - Samandağ (Antakya),
- Perge (Antalya),
- Antalya
- Tarsus (Mersin),
- Troas (Çanakkale),
- Efes (İzmir)
- Behramkale (Assos)
- Milet
- Patara (Antalya-Kaş)
- Demre
- Knidos (Muğla-Datça)

 
Alıntı ile Cevapla

Cevapla

Etiketler
arşivi, il, isparta


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Kapalı
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Benzer Konular
Konu Konuyu Başlatan Forum Cevaplar Son Mesaj
Isparta Sır İl ve İlçelerimizin Tarihçesi 0 29 Ocak 2011 18:29
Isparta Yöresi Sır Yöresel Yemekler 0 19 Ekim 2010 18:32
Isparta Akarsular Juventus Akdeniz Bölgesi 0 02 Temmuz 2009 14:49
Isparta'da Askerler Zehirlendi BeyazBuLuT Haber Arşivi 1 14 Ocak 2008 11:34