![]() |
BU GÜNÜN DUASI 04-02-2022 |
AYET-HADİS-DUA 04-02-2022 [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
KAVİMLERİN YOK OLUŞ SEBEPLERİ NELERDİ Kavimler Niçin Helak Oldu? HZ. İBRAHIM (AS)’IN KAVMİ – Puta taptılar – Sapık liderleri takip ettiler – Mücrimlere uydular HZ. MUSA (AS)’IN KAVMİ – Zulmettiler ve zalim oldular – Küfür ettiler – Yalancı ve nankör oldular. HZ. NUH (AS)’IN KAVMİ – İnkarcı idiler – Aşağılık duygusuna kapıldılar – Taşlayarak adam öldürdüler. HZ. HUD (AS)’IN KAVMİ – Aşırı eğlenceye daldılar – Dünya ya sonsuzmuş gibi bağlandılar – İnananları sürgün ettiler. HZ. SUAYB (AS)’IN KAVMİ – Ölçü ve tartıda hile yaptılar – Haram lokmaya çok düşkündüler – Yağmacı idiler. HZ SALİH (AS)’IN KAVMİ – Lüks ve konfora düşkündüler – Kafirlere itaat ederlerdi – Aşırı zevke dalmışlardı…. |
ŞAİR NABİ NİN PEYGAMBER AŞKI (HİKAYE) Nabi’deki Peygamber Aşkı Bizler Hz. Muhammed (S.A.V.)`in Ümmetiyiz. Müslümanız elhamdülillah. Müslümanlığımız Peygamberimiz Efendimize karşı edebli olmamızı gerektirir. Edeb ve sevgide bizler için ders olur düşüncesiyle tarihi bir olayı nakledeceğim. Peygamber sevgisi ve aşkı insanı insan yapan önemli bir unsurdur. Buna yaşanmış bir olay olan şu hadiseyi örnek verebiliriz. Müslümanların yetiştirdiği meşhur şairlerden biri de Nabi`dir. Nabi, zamanın paşalarından biri ile hacc`a gitmek üzere yola çıkmışlar. Hz. Muhammed (S.A.V.)`in aşkı ile yana yana Medine şehrine doğru revan olmuşlar. Şehre yaklaştıklarında Hz. Peygamber`in Ravzasının yemyeşil kubbesi görünmeye başlamış. Rasulüllah`ın kubbesinin görünmesine rağmen deve üzerinde bulunan paşanın ayaklarının, mübarek şehire doğru uzatılmış olduğunu gören Şair Nabi Efendimizce yaklaşmanın mutluluğu ve O`na olan aşkıyla yanarak kalbindeki alevi yanındaki paşaya dönerek şöyle dışa vurmuş: * Sakın terk-i edebden, Gûy-i Mahbubi Hüdadır bu Nazargâh-i ilâhidir makam-ı Mustafa`dır bu. * Felekte mâh-ı nev Babu`s-Selâm`ın sîne-çâkidir, Bunun kandili cevzâ, matla-ı nûr-u ziyâdır bu. * Habib-i Kibriyâ`nın hâb-gahidir fazilette, Tefevvuk-kerde-i arş-i cenâb-ı Kibriyâ`dır bu. * Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i âdem zâil, İmadın açtı mevcûdât-ı çeşmin tûtiyadır bu. * Murâât-i edeb şartıyla gir Nâbi bu dergâha, Metef-i kudsiyândır cilvegâh-ı enbiyâdır bu. * Şair Nâbi bu sözleri söylerken paşa edeble toplanarak söylenilenleri son derece dikkatle dinlemiş. Sonra da Nâbi`den söylediklerini bir defa daha tekrar etmesini istemiş. Nâbi, paşanın arzusunu yerine getirince bu defa paşa büyük bir heyecanla Nâbi`ye – Nâbi hayvandan inelim, demiş, Deveden inmişler. Rasulüllah`ın mezarına yaklaştıklarında, Efendimiz`in mescidinin müezzinlerden birisi minareden şair Nâbi`nin biraz önce yolda paşaya karşı söylediği Nât-ı (Peygamberimizi övmek için söylenilen şiiri) söylemeye başlamış. Müezzinin sesini duyan Nâbi şaşırmış. Paşaya dönerek. – Paşam, müezzinin okuduklarını duyuyor musun? Benim biraz önce sana söylediklerimi söylüyor. Bu sözlerden sonra Nâbi koşarak Harem-i Şerif`in minaresinin dibine, varmış, Müezzin Efendi minareden inince heyecanla müezzine bu okuduklarını kimden öğrendiğini sormuş. Cevap alamayınca, okuduklarını kendisinin biraz önce söylediğini, söylediklerini de arkadaşından başka duyanın olmadığını söyleyince müezzin olayı heyecanla şöyle anlatmış: Ben sabah namazını kılınca uyuyakalmışım. Rüyamda Rasulüllah (S.A.V.)`i gördüm. Bana “Ümmetimden Nâbi çok aşklı geliyor. Minareye çık da kendisinin söylediği nât ile karşıla” buyurdular. Uyandığımda başucumda bırakılmış kağıttan sizin Rasulüllah`a olan övgünüzle sizi karşıladım. Bu sözleri duyan Nâbi sevinç baygınlığı geçirdi. Bu ne büyük lütuftur. Rasulüllah`a olan aşk, muhabbet ve bağlılık her müslümanda bu derece olmalıdır ki, mahşer gününde şefaat isteyecek açık alnı olsun… Biz bu alın`a sahip miyiz? |
CİNSİ ŞEHVET – Cinsi Münasebetin Fayda ve Zararları CİNSİ ŞEHVET – Cinsi Münasebetin Fayda ve Zararları Cinsi münasebet şehveti iki faydayı sağlaması için sana verilmiştir: 1. FAYDA: Cinsi münasebetin zevkine varmakla, ahiretteki daha büyük zevki hatırlamak ve ona hazırlanmak. Cinsi münasebetin zevki kısa bir süre değil de devamlı olsaydı, bütün zevklerin en kuvvetlisi olurdu. Ahirette ise bu zevk devamlıdır. Herhangi bir şeye teşvik veya herhangi bir şeyden korku insanı saadete ulaştırır. Bu da daha önce zevkine ermek veya acısını tatmakla olur. zevki bilinmeyen şeye fazla rağbet edilmez. 2. FAYDA: Soyun kesilmemesidir. Cinsi münasebet şehvetinin bu iki faydası vardır. Ancak bu faydaların yanında insanı felakete sürükleyen zararları da vardır. İnsan bu şehvetine hakim olup onu normal durumda tutmazsa hem dünyada hemde ahirette perişan olur. “Ey Rabbim, güç getiremeyeceğimiz şeyleri bize yükleme” ayeti celilesinin yorumunda, güç getiremeyeceğimiz şeyin aşırı şehvet olduğunu söylemiş lerdir. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Allah’ım, gözümün , kulağımın, edep yerimin ve menimin şerrinden sana sığınırım.“ Peygamberimiz buyuruyor ki: “Kadınlar şeytan aleti ve vasıtalarıdır.” Musa (A.S.) bir yerde oturuyordu. Yanına başörtülü birisi geldi. Sonra başörtüsünü çıkarıp yere koydu ve Musa (A.S.)’a selam verdi. Musa (A.S.) sordu: “Sen kimsin?” karşısındaki: “Ben İblisim” dedi. Musa: “Sana selam yok. Buraya niçin geldin?” İblis : “Senin Allah katındaki mevkini bildiğim için sana selam vermeye geldim.” Musa (A.S.): “Başındaki şey nedir?” İblis : “Burnuştur (Bir nevi baş örtüsü). Bununla insanları kendime çeker sonra da kalblerine girerim.” Musa (A.S.): “Ne zaman insanlara galip gelirsin.” İblis : ” İnsan kendini beğendiği Allah için yaptıklarını çok gördüğü ve günahlarını unuttuğu zaman ona galip gelirim. Ey Musa! Üç şeyten sakın: a) Mahremin olmayan kadınla bir arada bulunma. Zira ikisinden baş ka üçüncü kişi ben olur ve onları aldatırım. b) Yapamayacağın şeyi söz verme, verdiğin sözde de dur. c) Ayırdığın sadakayı bekletmeden ver. Şayet hemen vermezsen ben araya girer, verilmesine engel olurum.” dedi. Sonra da “Eyvah Musa (A.S.) insanları nelerden koruyacağını öğrendi.” diye feryat etti. Bir büyüğümüze göre şeytan kadına şöyle der: “Benim kuvvetimin yarısı senden meydana gelmiştir. Sen tam hedefe varan ok gibisin. Benim mahrem yerim ve ihtiyaç anında elçim sensin.” Şeytanın ordusunun yarısı öfke ve kin, diğer yarısı da şehvettir. Şehvetlerin en büyüğü ise kadın şehvetidir. Bu şehvetin de diğer şehvetler gibi aşırı tarafı ve orta derecesi vardır. Aşırı tarafı aklı yener, insanın düşünce ve yakınlığını kadınlara sarfettirir. Bu derecede şehvetinin esiri olanlar ahiret yolunu kaybeder, dinlerini unuturlar. Artık fahişeler peşinde koşmaktan başka bir şey düşünmezler. Bu aşırı şehvet bazılarını çok kötü iki yola sevk eder: 1- Fazla münasebette bulunabilmek için şehveti artıcı şeyler kullanmak. Çok yemek yemek için iştah ve sindirme ilaçları kullanmak gibi. Fazla yemek ve münasebet şehveti hastalıktır. Zevki, bu hastalığı arttırmakta değil, bundan kurtulmakla olur. Bir hadis te rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz buyuruyor ki: “Cebrail’e münasebet zafiyetimden şikayet ettim. O da bana Herise (keş kek) yememi tavsiye etti.” Bana göre şehevi arzusu için değil, dokuz eşinin hakkını ödemek için bu kuvvet talebinde bulunmuştur. Peygamber efendimizin dokuz eşi vardı. Bunların hakkını ödemek kendisine borç idi. Onları boşasaydı baş kalariyle evlenmeleri yasak ve haramdı. Zira onlar mü’minlerin anneleri idiler. 2- Bir zarar da bu şehvetin insanı aşk sapıklıklarına sürüklemesidir. Bu ise en büyük akılsızlıktır. Hatta hayvandan bile daha aşağı olmaktır. Zira aşık, şehvetinin tatmini ile yetinmez. Aşk, şehvetlerin en çirkini ve en çok utanılacak olanıdır. Ona göre şehvetini teskin etmenin tek yeri maşukudur. Oysa hayvan böyle değildir. Bir yerde şehveti teskin olunca artık dinlenir. Ama aşık maşukundan başka bir şey düşünmez. Ona adeta tapar ve onun için her zillete katlanır. Aklını da şehvetinin hizmetine verir. Oysa akıl şehvete hizmet etmek için değil, şehvetin kendisine hizmet etmesi için yaratılmıştır. Aşk, şehvetin en aşırı durumudur. Buna düşmemek için kadınlara bakmaktan veya onları düşünmekten kendini alıkoymak gerekir. Başlangıçta bunlardan kaçınılmazsa, tutulduktan sonra vazgeçmek, yerleşmiş olan aşkı söküp atmak zor olur. Kadına karşı duyulan aşkta durum böyle olduğu gibi, mal ve mevkiye karşı duyulan aşk için de durum aynıdır. Tamamiyle tutulduktan sonra ayrılmak zordur. Bazı kimseler bu durumlara düşmüş dünya ve ahirette perişan olmuşlardır. İlk başlangıçta aşkın hücumuna karşı koyan kimse, ilk dönemeçte şahlanmak üzere olan atın dizginini çeken biniciye benzer. Eğer ilk etapta dizgini çekmezse atı şahlanıp onu parçalayabilir. Onun için ilk başta, iş işten geçmeden ihtiyatlı davranmak gerekir. İş işten geçtikten sonra ise çok çetin mücadele etmek gerekir. İnsanı ölüme kadar götürebilir. Şehvetin bir de iktidarsız olmak veya hiç evlenmemek gibi geri derecesi vardır ki o da kötüdür. Makbul olan orta derecede olmak akıl ve şeriata uygun hareket etmektir. Şehvette aşırıya kaçan hemen evlensin veya oruç tutsun. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Ey gençler, evleniniz. Evlenmeğe gücü yetmeyenler ise oruç tutsunlar. Zira oruç şehveti kırar.“ |
İNSANÎN; “ALLAHIM… DİLERSEN BENİ MAĞFİRET ET” DEMESİN, BİLÂKİS DUASINDA KESİN İFADE KULLANMASI GEREKİR İNSANÎN; “ALLAHIM… DİLERSEN BENİ MAĞFİRET ET” DEMESİN, BİLÂKİS DUASINDA KESİN İFADE KULLANMASI GEREKİR Ebu Hüreyre’den (r.a) rivayete göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz “Allah’ım, dilersen beni af eyle, dilersen bana acı“, demesin, isteğini kesin yapsın. Çünkü Allah’ı zorlayan bir kuvvet yoktur.” (Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir) Dua yaparken isteği kesin yapmak, müstehab; duayı Allah’ın dilemesi*ne bırakmak mekruhtur. Çünkü böyle bir istekte, talep edilen şeyden gizli bir istiğna ‘nazlanma) hali vardır, sanki böyle bir isteğin meydana gelmesi ile gelmemesi o kimsenin yanında farksizmış gibi bir durum ortaya çıkar. Ayrıca böyle bir duada Allah’ı (c.c) hafife alma endişesi vardır. “isteğini kesin yapsın ” sözü için alimler; “İsteği kesin yapmak, istekte kesin davranmak, zaaf göstermeden, muhayyer bırakmadan, azmetmektir” demiştir. Müslim’in bir rivayetinde: “Şüphesiz Allah (c.c) dilediğini yapar. Al*lah’ı zorlayan bir güç yoktur” buyurulmuştur. “Yâ Rabbi beni tekrar dirilecekleri güne kadar ertele…” (A’râf, 14) di*ye dua etmiş ve kendisine bu vakte kadar süre tanınmıştır. îbn Adi’l-Berr şöyle diyor: “Hiçbir kimseye “Allah’ım bana dilersen ver” ve buna benzer dinî ve dünyevî sözler söylemesi caiz değildir. Çünkü böyle bir söz fuzûlidir. Zaten Allah (c.c) sadece dilediğini yapar.” Duada gayret etmek, dünyevî ve uhrevî hayırlar., Allah’tan (c.c ) ister*ken, duamı kabulünü ümit etmekle birlikte ısrar etmek gerekir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmemek gerekir. Çünkü Allah Teâlâ isteyen kimseyi boş çevirmez. Allah’a karşı bir kusur işlediğini bilen kimsenin kusuru, Allah’a dua et*mesine mani olmamahdir. Çünkü Allah Teâlâ af ve kerem sahibidir. Böyle kimseler kusurlarını telafi etmeye çalışmalıdırlar. Çünkü Allah (c.c) mahlukatın en şerlisi iblisin duasını dahi kabul etmiştir. |
HAZIR CEVAP LAR - GÜZEL SÖZLER GÜZEL SÖZLER Türk ve İslam Büyüklerinden Hazır Cevaplar Sigorta İngiliz Büyükelçisi, eski Türk evlerinin dış duvarlarına asılan “Ya Hafiz”(Muhafaza Eden Rabbimiz) levhalarını görünce dayanamamış ve Keçecizade Fuad Paşaya bunların ne olduğunu sormuş. Fuad Paşa İngiliz’in tam anlayacağı dille cevap vermiş. – O gördükleriniz, Osmanlı Sigorta Şirketinin levhalarıdır. La Havle Vela Kuvvete Meşhur Cimri Paşa atlarının arpa yemesi gerektiğini söyleyen seyislerine kızar ve her seferinde “La Havle” çekermiş. Bir gün arabasının atları dermansızlıktan yığılıp kalınca, hiddetle sormuş. – Atlarıma ne oldu? Seyis, cevabı yapıştırmış: – Ne olacak efendim “La Havle” yiye yiye “Vela kuvvete” oldular. Mesele Getirme de Rusya sefiri meşhur İgnatiyef memleketine giderken veda için geldiği Yusuf Kamil Paşa’ya: -‘Efendimize Rusya’dan ne getireyim?’ demesiyle Paşa: –‘Bir mesele getirme de, ben hiçbir şey istemem’ dedi. Kendimize Benzettik Bir sohbet sırasında Arif Nihat’a; – Eğilir, bükülür, katlanır, istenilen şekle kolayca sokulur bir cam keşfedilmiş, derler. Arif Nihat buna şöyle cevap verir: – Desenize eninde sonunda camı da kendimize benzettik. Namaz Vehbi Karakaş hocaya gençlerden biri: – Hocam gündüz işteyim. O gün kılamadığım namazlarımı akşam eve dönünce kaza etsem olmaz mı? Diye sorunca: – Sen askersin farzedelim. Komutan sana günde beş defa haber gönderse, sen gitmeyip de akşam komutanının huzuruna çıksan, üst üste üç selam veya beş selam çaksan olur mu? Der. At Nalı Kadıköy Camiinde vaaz vermekte olan O. Demirci Hocaya: – Hocam, diye sormuşlar. At nalını evimizin kapısına asarsak uğur getirir mi? Demirci hoca: – Zannetmiyorum, diye cevap vermiş. Onlardan her atta dört tane var ama, bütün gün kamçı yiyip duruyorlar. Ne Diye Bindin Necip Fazıl Kısakürek vapurla Karaköy’e geçerken yanına biri yaklaşıp: – Üstad, diye sormuş. Peygamberlere ne diye gerek duyuldu, biz kendimiz yolumuzu bulabilirdik. Necip Fazıl, okuduğu kitaptan başını kaldırmadan: – Ne diye vapura bindin ki, cevabını vermiş. Yüzerek geçsene karşıya. İstanbula Dönüşünü Yahya Kemal’a “Ankara’nın en çok hangi tarafını seviyorsunuz” diye sorduklarında şu cevabı vermiş: -İstanbul’a dönüşünü. Yahudiler Necip Fazıl Kısakürek, “Yahudiler hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna şu cevabı vermişti. – Yahudiler mi dediniz? Onlar yumurtalarını pişirmek için dünyayı ateşe veren lanetlilerdir. Uçan Tabak Gökyüzünde birtakım uçan cisimlerin görüldüğü iddia edildiğinde, bunlara ilk önce “uçan tabak” adı veriliyormuş. Nizamettin Nazif, bu esrarengiz olay hakkında Prof. Salih Murad’ın fikrini sorarak: – Ne dersiniz, hocam? demiş. Bu uçan tabaklar sizce gerçek midir? Ve daha önce görülmüş müdür? Profesör: – Elbette gerçektir, diye gülümsemiş. Karı koca arasında sık sık görülür. |
Cevap: AYET-HADİS-DUA 04-02-2022 Hayirli bereketli cumalarimiz olsun |
GERÇEKTEN GÜZEL BİR SÖZ --PAYLAŞMAK İSTEDİM.. '' BİLGİSİZLİK GİBİSİ YOK'' :):):)):):) YANİ, İSTEDİĞİN GİBİ SALLA SAVUR LAFI .... NASILSA NE DEDİĞİNDEN KENDİNİN BİLE HABERİ YOK :) |
Cevap: GERÇEKTEN GÜZEL BİR SÖZ --PAYLAŞMAK İSTEDİM.. Cahillik Güzeldir Her Şeyi Bilirsin. |
BU GÜNÜN DUASI 05-02-2022 Kaybolan şeyi bulmak için dua Kaybolan, çalınan bir şeyi bulmak için, [her gün 25 kere] (Yâ câmi’annâsi li-yevmin lâ raybe fihi innallahe lâ yuhlif-ül mi’âd icma’ beyni ve beyne ……) duasını okumalı. Buluncaya kadar okumaya devam etmeli. Noktaların yerinde, kaybolan şeyin ismini söylemelidir. (İbni Âbidin) “Ey kaybolanların Rabbi ve kaybolanları ve yolunu kaybedenleri doğru yola kılavuzlayan Allah’ım! Kudretin ve saltanatın hakkı için kaybettiğim şeyi bana iade eyle. Çünkü bu senin fazl ve keremindendir.” (Bostanu’l-Arifin; Bilal Eren, Açıklamalı Dua Hazinesi s. 304) Bir başka dua: Bir şeyi kaybolan, çalınan kimse, her gün iki rekat namaz kılıp, selamdan sonra, (Allahümme yâ Hâdi ve yâ Râddeddâlleti, erdid aleyye dâlleti bi-izzetike ve sultânike fe-innehâ min fadlike ve atâike) okumalıdır. (Bostân-ül-ârifin) |
CENNET TE İNSANIN DURUMU CENNETTE ÖLÜM, UYKU VE YORULMAK YOKTUR Bir sahabî Peygamber Efendimize (s.a.v.): “Yâ Resûlallâh, uyku Allâhü Teâlâ’nın dünyada gözlerimize verdiği bir şeydir. Cennette uyku olacak mı?” diye sordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Hayır. Zira uyku ölümün kardeşidir. Cennette ise asla ölüm yoktur.” buyurdular. “Yâ Resûlallâh! Öyleyse cennet ehli nasıl istirahat edecekler?” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Orada yorulmak, zayıf düşmek yoktur. Onların her yaptıkları rahatlıktır.” buyurdular. Bunun üzerine Fâtır sûresinin “Burada bize yorgunluk gelmeyecek, burada bize usanç dokunmayacak.” meâlindeki 35. âyeti nâzil oldu. (Sıfatu Ehli’l-Cennet) Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Her nimet yok olur ancak cennet ehlinin nimeti yok olmaz. Her üzüntü kesilir; biter. Ancak cehennem ehlinin üzüntüsü kesilmez. Bir günah işlediğin zaman hemen arkasından güzel bir amel işle.” |
BİR DEVLAT NASIL ÇÖKER ( SULTAN SÜLEYMAN DAN HİKAYE ) Bir Devlet Ne Zaman Çöker…? “Neme lazım be Sultanım…” Kanuni Sultan Süleyman, muhteşem bir konuma getirmiş olduğu devletin akıbetini biran hayal eder… Günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı…? diye derin bir düşünceye dalar… Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi, meşhur alim ve veli Yahya Efendi Hazretlerine sorardı… Bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahya Efendi Hazretlerine gönderir… – “Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi tenvir buyur. Bir devlet hangi halde çöker…? Osmanoğullarının akibeti nice olur…? Bir gün olurda izmihlale uğrar mı…?” Şeklindeki mektubunu gönderir… Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahya Efendi Hazretleri’nin cevabı ; Bir bakıma çok kısa, Bir bakıma içinden çıkılmaz bir mana taşımaktadır… – “Neme lazım be Sultanım…” Topkapı sarayında bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bir mana veremez… Yahya Efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla bu işi geçiştireceğini de pek düşünemez. Söylenmeye başlar : – “Aceb, bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta…?” Nihayet kalkar, Yahya Efendi Hazretleri’nin Beşiktaşdaki dergahına gelir… Sitem dolu sorusunu tekrar eder ; – “Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al…” Yahya Efendi Hazretleri duraklar. – “Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi…? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim…” – “İyi ama bu cevaptan ben birşey anlamadım… Sadece “neme lazım be sultanım…” demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir anlam çıkarıyorum…” Yahya Efendi Hazretleri bu cevaptan sonra şu ibret verici açıklamasını yapar : ..“Sultânım… Bir devlette zulüm yayılsa, Haksızlık şâyi olsa, İşitenler de : – “Neme lâzım..” deyip uzaklaşsalar, Sonra koyunları kurtlar değil de, Çobanlar yese, Bilenler bunu söylemeyip sussa… Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryâdı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, İşte o zaman devletin sonu görünür… Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, Halkın itimâd ve hürmeti sarsılır… Asayişe itaat hissi gider, Halkta hürmet duygusu yok olur… Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir…” Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca Sultan söyleneni başını sallayarak tasdik eder… Sonra da kendisini böyle ikaz eden bir alime devletinin sahip olduğu için Allah(c.c)’a şükreder… Bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembihte bulunarak dergahtan ayrılır… Derler ki ; Dünya dört şeyle ayakta durur : 1- Alimlerin ilmi… 2- Salihlerin ibadeti… 3- Cömertlerin sahaveti (cömertliği)… 4- Devlet adamının adaleti… Mevla “Neme Lazım” Demekten Muhafaza Eylesin… (Mektup bugün Topkapı’da sergilenmektedir…) |
Gülerek Günah İşleyen Ağlayarak Cehenneme Girer(HİKAYE) Gülerek Günah İşleyen Ağlayarak Cehenneme Girer. Hz. Mûsâ ve Hızır Aleyhimesselâm birbirlerinden ayrılacakları zaman Mûsâ Aleyhisselâm: “Bana nasihatte bulun.” dedi. Hızır Aleyhisselam: “Yâ Mûsâ, inatçı olma. İşin olmayan yere gitme. Sebepsiz yere gülme. Birisi hata işlerse hatasından dolayı onu kınama. Kendi hataların için daima ağla.” buyurmuştur. Avf bin Abdullâh’ın (r.a.) rivayet ettiği hadîs-i şerîfte şöyle buyurulmuştur: “Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gülmezdi, ancak tebessüm ederdi. Bir tarafa döneceği zaman mübarek yüzünün tamamını çevirirdi.” Akıllı müslümanın kahkaha ile gülmesi uygun olmaz. Dünyada az da olsa kahkaha ile gülen âhirette çok ağlar. Böyle olunca dünyada çok gülenin âhirette hâli nice olur? Nitekim Allâhü Teâlâ, Tevbe sûresinin, 82. âyetinde -meâ-len- “Az gülsünler, çok ağlasınlar….” buyurmuştur. Rebî’ bin Haysem (r.a.) bu ayeti şöyle tefsir etmiştir: “Kâfir ve münâfıklar yaptıklarından dolayı dünyada az gülsünler âhirette cehennem ateşinde çok ağlasınlar.” Hasan-ı Basrî Hazretleri “Arkasında cehennem ateşi olduğu halde gülene, önünde de ölüm olduğu halde sevinene şaşarım.” demiştir. Hasan-ı Basrî Hazretleri kahkaha ile gülen bir gence rastladı. “Evladım, sırat köprüsünden mi geçtin?” “Hayır.” “Cennete gideceğin yahut cehennemden kurtulduğun mu sana bildirildi?” “Hayır.” O halde niye gülüyorsun? Hasan-ı Basrî Hazretlerinin sözleri o gence öyle bir tesir etti ki o günden sonra bir daha kahkaha ile güldüğü görülmedi. Tâbiîn devri âlimleri bir nasihatta bulundukları zaman insanların kalbine tesir ediyordu. Zira onlar ilimleriyle amel ettiklerinden sözleri başkasına fayda veriyordu. Fakat günümüz âlimleri ilimleriyle amel etmedikleri için insanlara da faydası olmuyor. İbn-i Abbas (ranhümâ) “Gülerek günah işleyen ağlayarak cehenneme girer.” buyurmuştur. Dünyada çok gülenler âhirette en çok ağlayacak olanlardır. Dünyada (günahlarına) çok ağlayanlar da cennette çok güleceklerdir. |
İNSAN, GÜZEL AHLAKI NASIL ELDE EDEBİLİR İNSAN, GÜZEL AHLAKI NASIL ELDE EDEBİLİR. Bazıları, insanın dış görünüşü değişmediği gibi örneğin kısa olanın uzayamayacağı, uzun olanın da kısalamayacağı, güzel olanın çirkin, çirkin olanın da güzelleşemeyeceği gibi, kalbin sureti olan ahlakın da değişmeyeceğini söylerler. Yanılıyorlar. Zira eğer böyle olsaydı terbiye etmek, öğüt vermek ve tavsiyelerde bulunmak boş ve gereksiz şeyler olurdu. O zaman Peygamberimiz “Ahlakınızı güzelleştirin” buyurmazdı. Ahlakı değiştirmek niçin imkansız olsun; serkeş ve hırçın hayvanları eğiterek uslandırmak, vahşi hayvanları terbiye etmek mümkündür. Kalb hallerini değiştirmek de mümkündür. Fakat dış görünüşün değişmemezliği insan isteğinin dışındadır. Mesela hurma çekirdeğinden elma ağacı elde edilemez, ama ekip bakılan hurma ağacı elde edilebilir. Bunun gibi gazap ve şehvetin aslını, insandaki arzuları yok etmek mümkün değildir. Ama terbiye etmek suretiyle mutedil (zararsız) hale getirmek mümkündür. Bu tecrübe ile sabittir. Gerçi bazı insanlar için zordur. Zor olmasının da iki sebebi vardır: Biri: Yaradılışta o huy kuvvetli yaratılmıştır. Diğeri de uzun süre o huy ve arzulara uyduğu için kuvvetlenmiştir. Terbiye edilme hususunda insanlar dört derecedir. 1- Saf kalbli olup hiçbir şeklide kötü ahlak edinmemiş olanlar. Böyle kimseler çabuk düzelirler. Yalnız kendilerini terbiye edecek, onlara kötü ahlakın fenalıklarını anlatacak ve doğru yolu gösterecek önderlere ihtiyaçları vardır. Küçük yaştaki çocuklar böyledir. Onların doğruluk anlayışları, anne ve babalarının öğütlerine ve terbiye şekillerine bağlıdır. O halde anne ve babaları onlara dünya ihtirası aşılamamalı ve arzu ettikleri gibi yaşamalarına müsaade etmemelidirler. Yoksa dini bakımdan kanlarına girmiş olurlar. Bunun için, Yüce Allah buyuruyor ki: “Ey mü’minler, kendinizi ve çoluk – çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyunuz.” TAHRİM SURESİ, Ayet: 6 2- Bozuk inanca saplanmamış, fakat doğru olmadığını bile bile daima şehvet ve gazabına uymayı adet edinmiş olanlar. Böylelerin düzelmesi, birincisinden daha zordur. Zira iki şeye ihtiyaçları vardır: Biri, tabiatına yerleşen kötü adeti çıkarmak, diğeri de, onun yerine iyi tohumu ekmek. Fakat onda istek ve çaba olursa çabuk düzelip, kötü ahlaktan temizlenir. 3- Ahlakı kötüleşip, yaptığı işin kötü olduğunu bilmeyen hatta iyi olduğunu sananlar. Böylelerinin düzelmesi çok nadirdir. 4- Kötü ahlakıyle övünüp, yaptıklarının iyi olduğunu düşünenler. “Ben bu kadar adam öldürdüm, şu kadar bozgunculuk, zina veya livata yaptım” diyenler gibi. Böyleleri, Yüce Allah tarafından bir saadet gelmeyince, ilaç kabul etmezler. |
Sinsi Kur’ân-ı Kerim Düşmanlığı.(SADECE KURAN YETER DİYENLER) Sinsi Kur’ân-ı Kerim Düşmanlığı. Dinde reform yapmak, dîni bozmak isteyenler, “Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını bilmeden okumanın faydası olmaz, ma’nâsını bilmeyen meâl okumalı” diyorlar. Ayrıca Kur’ân-ı kerîm okumak için bir şartın olmadığını, abdestli abdestsiz, hattâ cünüp iken bile okunabileceğini söylüyorlar. Böyle söyleyen kimselerin, ünvânı ne olursa olsun, ister profesör, ister dekan, isterse rektör olsun, bunların art niyetli oldukları açıktır. Kur’ân-ı kerîmi sıradan bir kitap hâline getirmek istiyorlar. Bu sinsi bir Kur’ân-ı kerim düşmanlığıdır. Kur’ân-ı kerîm orijinal hâli ile Kur’ân-ı kerîmdir. Meâline, Kur’ân-ı kerîm denilemez. Buna Allah kelâmı denilemez. Meâl yazılmasının 70-80 yıllık bir geçmişi vardır. Eğer meâl okumak önemli olsaydı, İslâm âlimleri asırlar öncesinden bunu yazarlardı. İslâm âlimleri, meâl okumanın zararlarını bildikleri için, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını, ya’nî hükümlerini, emirlerini, yasaklarını fıkıh kitaplarında herkesin anlayabileceği şekilde yazmışlar; bereketlenmek, sevâb kazanmak için de Kur’ân-ı kerîmi aslından okumayı tavsiye etmişlerdir. Müslümanlar, dinlerini bu kitaplardan öğrenmişlerdir. Kur’ân-ı kerîmin nasıl okunacağını, ne maksatla okunacağını, Eshâb-ı kirâm, İslâm âlimleri, mezhep imâmlarımız asırlar önce bildirmişler ve 14 asırdır bu şekilde yapılmıştır. Asırlardır, çeşitli dildeki, ırktaki Müslümanlar Arapça bilmedikleri, ma’nâsını anlamadıkları hâlde Kur’ân-ı kerîmi okumuşlar, hadîs-i şerîflerde bildirilen faydalara, sevâblara kavuşmuşlardır. Ma’nâsını bilmeden okunmaz diyenlerin maksadı Müslümanları, bu faydalardan, sevâblardan mahrûm bırakmaktır. Bütün bunları bir tarafa atıp, yeni usûller, yeni hükümler çıkarmaya kalkanların kötü niyetleri ortadadır. Bunları iyi niyetli zannetmek saflık olur. Bilerek veya bilmiyerek böyle bozuk fikirlere inanmak, öncülük etmek, dînin yıkılmasına yardım etmek olur. Kur’ân-ı kerim ve fıkıh kitapları Bazıları ısrarla, “Alimleri, fıkıh kitaplarını bir tarafa bırakın, dininizi doğrudan Kur’an-ı kerimden öğrenin!” diyorlar. Esas maksatları, dinde kargaşa meydana getirmek. Dinin temeli olan fıkıh’tan uzak tutmak. Asırlardır, dinimizin emir ve yasakları fıkıh kitaplarından, ilmihâl kitaplarından öğrenilmiştir. Bu yol sağlam yoldur. Fakat Meşrutiyetten beri, belli odaklar, Müslümanları sinsice fıkıh kitaplarından uzaklaştırıp, meallere, tefsirlere, tercümelere yönlendirme gayretine girmiş bulunmaktadır. Bu maksatla, “Dinimizi esas kaynağından öğrenin, aracıları ortadan kaldırın” gibi sloganlar ortaya attılar. İşin aslını bilmeyen çok kimse de, bu sinsice hazırlanmış tuzağa yakalandılar. Birçok şey alıştıra alıştıra kabullendirilir. Bazı yanlış inanç, fikir, görüş, metot ve kanaatler vardır ki, insanlar onları önce iter, reddeder. Fakat devamlı propaganda, beyin yıkama ve telkin neticesinde, bu itiş ve reddetme, zamanla zayıflar ve toplumun direnişinde gevşeme başlar. Gün gelir, bakarsınız ki, o bozuk ve bâtıl fikir ve metotlar, aynı topluluk tarafından benimsenir ve kabul görür. İşte, büyük-küçük her Müslümanın, bir adet Kur’an tercümesi edinerek, İslâmiyeti doğrudan doğruya kutsal kitabından veya kaynağından öğrenmesi fikri de böyle olmuştur. Bu, yıllardır yaptıkları beyin yıkama propagandalarının bir neticesidir. Maalesef zamanımızda Müslümanların çoğu, bu propagandanın tesiri ile, evlerinde bir meal bulundurma, dini buradan öğrenme yanlışlığına düştüler. Hâlbuki, bizim, dinin temel bilgilerini Kur’an tercümelerinden elde etmemiz, öğrenmemiz mümkün değildir. İslâmiyeti içeriden yıkmak, dinimizin temellerini dinamitlemek isteyen reformcuların ve inkârcıların, yıllar boyu devam eden teraneleri şu olmuştur: “Herkes dinini doğrudan doğruya Kur’an-ı kerimden öğrensin. Bunun için de herkese bir tercüme, yahut meal veya tefsir temin edilsin. Onu okusunlar; eski kafalı hocalar, fıkıh kitapları aradan çıksınlar!..” Nihayet onların dediği olmuş, bu sinsi oyun, yani dini bilgileri meallerden ve tercüme kaynaklardan almak fikri, doğru olarak kabul edilmiş ve tercümeler, mealler peynir ekmek gibi satılmaya başlamıştır. Neticede ne olmuştur? İslâmî otorite ve hiyerarşi kavramları yıkılmış… Söz ayağa düşmüş… Reform hareketleri başlamış… Mezhepsizlik yayılmış… Hemen arkasından da dinsizlik yayılmaya başlamış. Bu hareketler, ne zaman ve kimler tarafından başlatılmış o da çok önemli. Bunu da, 1924 tarihli Sebilürreşad Mecmuasından öğrenelim: “Kur’an-ı kerim’i tercüme etmek, basıp yaymak bir müddetten beri moda oldu. Ne gariptir ki, ilk defa bu işe teşebbüs eden, Zeki Megamiz isminde, Arap asıllı bir Hıristiyandır. Daha sonra Cihan Kütüphanesi sahibi Ermeni Mihran Efendi acele olarak, diğer bir tercümenin basımına başladı ve az zamanda sona erdirerek, “Türkçe Kur’an” ismiyle yayınladı.” Asırlardır, bütün ömürlerini dini yaymakla geçiren, bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan İslâm âlimlerinin, Kur’an-ı kerimin tercümesini, meallerini hazırlamayıp da, yabancıların böyle bir çalışma yapması, bizlere çok şey hatırlatmalıdır… Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, tercüme ve meal, gerçekten dine faydalı olsaydı, İslâm büyükleri bu faaliyeti gayri müslimlere bırakırlar mıydı? En güzelini kendileri yapmaz mıydı? Kur’ân-ı kerimle amel etmek mümkün mü? Her devletin bir anayasası vardır. Bu anayasalar kısa ve özdür. Bu anayasaya dayalı olarak kanunlar, kanunlara dayalı olarak, tüzükler, yönetmelikler… hazırlanır. Bir kimsenin çıkıp, anayasadan başka kanun, nizam tanımam demesi ne kadar yanlış ise bir Müslümanın: “Ben fıkıh kitaplarına uymam, Kur’an’la amel ederim” demesi de o kadar yanlıştır. Nasıl ki, Anayasada bütün hükümler, bütün cezalar bildirilmeyip Anayasa, kanunlara havale edilmişse dini hükümler de böyle havale edilmiştir. Kur’an-ı kerimi hadis-i şerifler, hadis-i şerifleri de mezheb imamları açıklamıştır. Nasıl ki, kanunlar, anayasanın gösterdiği istikamette hazırlanıyorsa, mezhepler de, fıkıh kitapları da Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin bildirdiği istikamette teşekkül ettirilmiştir. Kur’an-ı kerimi herkes kolayca anlasa idi, Peygambere ihtiyaç kalmazdı. Hadis-i şerifler, Kur’an-ı kerimin açıklaması mahiyetindedir. Hakiki âlimler de, hadis-i şerifleri açıklamışlar ve fıkıh kitapları ortaya çıkmıştır. Büyük âlim Muhammed Hadimî hazretleri bu gerçeği şöyle ifade eder: “Dindeki dört delil, müctehid âlimler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, ayetten ve hadisten hüküm çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, ayet ve hadise uymuyor gibi göründüğünde, mezhebimizin hükmüne uyulur. Başka bir ayet veya hadisle değişmiş olabilir o hüküm. Bunları da ancak müctehid âlimler anlar. Bunun için tefsir ve hadisten değil, âlimlerin kitaplarından dinimizi öğrenmemiz gerekir.” İslâma, Kur’an’a uymak, tefsir okumakla değil, ancak fıkıh kitabına uymakla olur. Bir kimse, Kur’an-ı kerimden, tefsirden anladığına uyarsa, İslâma uymuş olmaz. Kur’an-ı kerimde her hüküm var ise de, bunları doğru olarak Resulullah efendimiz açıklamıştır. Resulullaha uymak farzdır. Kur’an-ı kerimde, “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun!”, “Ona tabi olun ki, doğru yolu bulasınız.” buyuruluyor. İmam-ı Rabbanî hazretleri buyurdu ki: “Cenab-ı Hak, Kur’an-ı kerimde, Muhammed aleyhisselama itaat etmenin, kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, Onun Resulüne itaat edilmedikçe, O’na itaat edilmiş olmaz.” Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı, zekât hesabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiçbir kimse, bunları Kur’an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu hâlde Kur’an-ı kerimi anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır. Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Bu bakımdan Peygamber efendimiz, İslâma, Kur’an’a tabi olmak isteyenin âlimlere tabi olmasını emrediyor. “Âlimlere tabi olun!” buyuruyor. Allahü teâlâ da, âlimlere uymayı emrediyor, “Âlimlere sorun!” buyuruyor. Şu hâlde, Kur’an’dan, hadisten ve bunların tercümelerinden din öğrenmek mümkün olmaz. Her Müslüman dinini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından, ilmihallerden öğrenmelidir! Eğer herkes Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarabilseydi, hadis-i şeriflere, Eshab- ı kirama ve âlimlere ihtiyaç kalmazdı. Onun için Allahü teâlâ da, Peygamber efendimiz de âlimlere uymamızı emrediyor. Abdülgani Nablüsi hazretleri: “Kur’an-ı kerimin manasını öğrenmek isteyen, hakiki İslam âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlâk kitaplarını okumalıdır!” buyuruyor. Netice olarak; ondört asırdır İslamiyet bize bu yolla ulaşmıştır; bizden sonra da devam etmesi için bu yolu takip etmekten başka çaremiz yoktur! ( Mezheplerin çıkışı ve Fıkıh ilminin önemi hakkında geniş bilgi sahibi olmak istiyenler, Hakikat kitapevinin, “Faideli Bilgiler” kitabına müracaat edilibilir.) |
BABA HAKKININ ÖNEMİ (HİKAYE) Baba Hakkı`nın Ehemmiyeti… Hârun Reşîd devri vezirlerinden Fazl bin Yahyâ el-Ber-mekî’de baras hastalığı (alaca-vitiligo) vardı. Nedîmlerini topladı ve ‘Zamanımızda Irak, Horasan, Şam ve İran’da en meşhûr ve tecrübeli hekim kimdir?’ diye sordu. “Şiraz’daki Caslık isminde bir hekimdir.” dediler. Hemen hediyelerle bir heyet gönderdi ve onu Bağdad’a getirtti. Sonra onu imtihan için ‘Benim ayaklarımda bir hastalık var, tedavi ediniz’ dedi. Hekim ona bir perhiz tarif etti ve bazı şeyleri yememesini söyledi. Fazl perhize riayet etmedi. Ertesi gün hekim bevil nümunesi istedi. Tetkikten sonra “Ben nasıl sizi tedavi edeyim, ne dediysem aksini yapmışsınız” dedi. Fazl bin Yahya, onun mahâretini görüp memnun oldu ve onu imtihan için yaptığını söyledi. Sonra asıl hastalığını söyledi. Hekim, ne türlü tedavi ettiyse günler geçti ama hastalık geçmedi. Bunun üzerine Fazl’a: “Efendim, size her türlü ilacı yaptım, amma fayda etmedi. Öyle zannediyorum ki babanız size darılmıştır, sizden razı değildir. Onu razı etmedikçe sizden bu hastalık gitmez, tedavi mümkün değildir” dedi. Fazl hemen o gece babası Yahyâ’nın yanına gitti. Onun ayaklarına kapanıp râzı etti. Bundan sonra hekimin tedavisi fayda verdi ve kısa zamanda iyileşti. Fazl, hekime: “Hastalığımın pederimin bana gazablanmasından olduğunu nereden bildin?” diye sordu. Şöyle cevap verdi: “Ben bu hastalığa iyi geleceğini bildiğim her neyi denediysem fayda vermedi. Kendi kendime ‘Bu adam bir taraftan bir mânevî darbeye uğramıştır’ dedim. Baktım, gece size öfkeli yahut sizin sebebinizle hüzünlü uyuyan kimseyi bulamadım. İnsanlara devamlı iyilik ettiğinizden sizden herkes memnun idi. Sonra pederinizle aranızda ihtilaf olduğunu öğrenince sebebin bu olduğunu anladım.” |
Fırtına Rüzgâr Anında Dua Fırtına Rüzgâr Anında Dua Rüzgârlar estiği zaman, Efendimiz (s.a.v.) hazretleri iki dizinin üzerine çöker ve şöyle dua ederdi: Allâhım! Bunu bizim için rahmet rüzgârları” kıl! Onu bizim için azab rüzgârı” kılma! Bizi gadabın ile öldürme! Ve bizi azabın ile helak etme! Bundan önce bize afiyet ver!” ( Kenzu’l-Ummâl: 18033. ) Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular: “Rüzgâra sövmeyin! Siz hoşlanmadığınız bir şey gördüğünüzde şöyle dua edin: Allahım! Senden bu rüzgârdan daha hayırlısını, bunun içinde olanlardan daha hayırlısını ve rüzgârın emir olunduğu şeylerden (daha hayırlısını) istiyoruz! Allâhım! Bu rüzgârın şerrinden, rüzgâr içinde olan şeylerden ve rüzgârın emir olunduğu şeylerin şerrinden sana sığınıyoruz!” ( Tirmizi: 2178.) |
EVLENECEKLERE NASİHATLER Evlilik Nasihatleri.. Gelin İçin Nasihatler ; 1. Beyine hoşlanacağı isim ve sıfatlarla hitap et! 2. Onun sevdiği yemekleri güzel yap ki, evini özlesin. 3. Beyin evden çıkarken onu uğurla; akşam döndüğünde güler yüzle karşıla! 4. En çok güzel görünmen gereken kişinin beyin olduğunu bil! 5. İffetini ve hayanı muhafaza et. En güzel elbisenin takva elbisesi olduğunu unutma; her işimizi murakabe eden Allah’ı düşün! 6. Sevgini beyinle ve çocuklarınla paylaş. Evinin direği ol! Beyin evde olmadığı zaman gözü arkada kalmasın. 7. Beyine her fırsatta teşekkür etmeyi unutma! Gücü yetmeyeceği külfetin altına sokma, başkalarına da şikayet etme! 8. Beyini işlerini makam ve mevkisini bil! Sevincini ve üzüntüsünü paylaş! 9. Beyinin izni olmadan ve onun müsaade etmeyeceği yerlere gitme! 10. Tutumlu ol! Müsrif olma. Zor zamanlarda da isyan etme! 11. Temiz ve tertipli ol. Beyinin elbiseleri de temiz ve tertipli olsun. 12. Beyinin akrabalarına ve onun sevdiklerine yedirip içirmekten kaçınma. Onlara güzel davran! 13. Kaynananı tecrübeli bir anne olarak sev ve say ki, beyin üzülmesin. 14. Annenin evine gereksiz ve aşırı gitme ki, evdeki işlerin aksamasın. 15. Çocuklarını hayırlı bir evlat olarak yetiştirmeye gayret et ki, millet de sizi hayırla yad etsin. Damat İçin Nasihatler; 1. Evinden çıkarken hanımına Allah’a ısmarladık diyerek çık. Onun gönlünü hoş tut! 2. Pencerelerden yolunu gözletme, vakitlice evine gel! 3. Dışarıda yediğinden içtiğinden evine de getir! 4. Hanımının kusurlarını başkalarına anlatma, güzelliklerini an! 5. Evini harçlıksız bırakma, onları kimseye muhtaç etme! 6. İş hayatının sıkıntılarını eve yansıtma! Evde sevinç olsun. 7. Bir yere misafirliğe veya gezmeye gittiğinde mümkünse hanımını da götür! 8. Evine geldiğinde selamla ve güler yüzle gir ki, ev halkı senin geldiğine sevinsin. 9. Evini Kuran’sız, kitapsız ve namazsız bırakma! Sabah namazına kalktığında ev halkını da kaldır ki, rahmet ve bereket gün boyu sizinle olsun. 10. Gayretli ol, kıskanç ol! Ancak tecessüs etme, su-i zan ile hareket etme! Ayıp ve kusur araştırmakla meşgul olma! 11. İnsaflı ol; hanımının gücünün yetmeyeceği işleri ondan bekleme. Gerekirse ona yardim et. 12. Kararlarında hanımınla da istişare etmeyi unutma! 13. Beklenmedik anlarda sürpriz hediyelerle gönül almasını bil! 14. Evlenmek, dünyaya dalmak olmamalı; Ahiretini unutma! Din, vatan ve insanlık için çalışmayı terk etme! 15. Şunu bil ki, az olan helal kazanç, çok olan haram kazançtan hayırlıdır. Haram lokma yeme, hanımına ve çocuklarına da yedirme! Değerli Hanım Anne – (Gelin hanımın annesi) 1. Kızını savunma, o şikayete geldiği zaman ona yüz verme! Damadının iyiliklerini başkalarına da anlat! 2. Kızının evine çok sık gitme ki, saygınlığın artsın. Ancak torunların olduğunda yardımını da esirgeme! 3. Kızında ve torunlarında damadının anne ve babasının hakları olduğunu unutma! 4. Hısımlarını akraba bil. Onların hatırını üstün tut! 5. Damadını oğlun bil. Onu da zaman zaman ara, gönlünü hoş tut! Değerli Hanım Anne – (Damat beyin annesi) 1. Gelinini kızın gibi bil. El kızı gelip oğlumu elimden aldı deme! 2. Gelinine annelik yap, kusur bulmak için çalışma. Çok da nasihat etme. Kendini sevdir, gerisi gelir. 3. Başkalarının gelinin hakkındaki dedikodularına hemen inanma! 4. Yapabileceğin basit işleri kendin yap, gelininden bekleme! Kendi zamanınla kıyaslama! 5. Gelininden gizli oğlunla konuşma ki, gelinin senden endişe etmesin. Sana güvensin. |
MİNİK TAFSİYELER Kızartma: Kızartma yaparken, önce yağın iyice kızmasını sağlamalı, sonra da kızartılacak eti tamamen kuru olarak yağa atmalıdır. Bu sâyede kızgın yağın köpürüp, etrafa sıçraması önlenmiş olduğu gibi, etin de daha yumuşak pişmesi sağlanmış olur. Fakat kızartma yerine dâimâ ızgara tercih edilmelidir. Kızartma yaparken, bol yağ kullanılırsa, hava ile teması azalacağından, kızartılan maddenin vitaminleri ölmez. Kızartmalarda yağ sıçramasını önlemek için, önceden tavaya biraz tuz atmak yetişir, et kızartılırken atılırsa, sertleştirir. |
ayet-hadis-dua 05-02-2022 [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: Jkl Dini PayLaşımLarı Eline sağlık faydalı haberler günceldir.. |
BU GÜNÜN DUASI 06-02-2022(NAZAR DUASI) Nazar duâsı Nazar haktır. İnsana, hayvana ve hatta cansıza da nazar değer. Nazar hastalık yapar, hatta öldürür. Kadınlara ve çocuklara daha çok tesir eder. Peygamberimiz, nazar ile ilgil olarak,”Nazar insanı mezara, deveyi kazana sokar” “Hoşa giden bir şeyi görünce, “Maşaallah la kuvvete illa billah” denirse o şeye nazar değemez.” Sabah-akşam, 3 defa “Bismillahillezi la yedurru maasmihi şeyün fil erdi vela fissemai ve hüvessemiulalim” okuyan, büyü, nazar ve zulümmden korunur.” Göz değene, Peygamber efendimizin bildirdiği şu tavizi okumalıdır: “Euzü bi-kelimatillahittammati min şerri külli şeytanın ve hammatin ve min şerri külli aynin lammetin.” Nazar değen kimseye şifa için Ayet-el-kürsi, Fatiha, Muavvizeteyn ve Kalem suresinin son iki ayetini okumanın muhakkak iyi geldiği bildirimiştir. Ayat-ı hırzı okumak ve üzerinde taşımak da çok faidelidir. Herkes, bilhassa nazarı değen kimse, beğendiği birşeyi görünce “Maşaallah” demeli, ondan sonra, ne söyliyecekse, o şeyi söylemelidir. Önce Maşaallah deyince, nazar değmez. Büyüklerimizin bildirdiği Nazar Duâsı şöyle: Bismillâhirrahmânirrahîm bismillâhi azîm-iş- şâni şedîd-il birri mâ şâallahü kâne habese hâbisün min hacerin yâbisin ve şihâbin kâbisin. Allahümme innî radedtü ayn-el âini aleyhi ve alâ men ehabb-en-nâsi ileyhi ve fî keyedihî ve kilyetihî lahmün rakîkun ve azmün dakîkun fîmâ lehû yelîku ferci-il basara hel terâ min fütûrin sümmerci-il basara kerrateyni yenkalib ileyk-el basaru hâsian ve hüve hasîr ve in yekâdüllezîne keferû leyüzlikûneke biebsârihim lemmâ semi-uz- zikra ve yekûlûne innehû lemecnûnün ve mâ hüve illâ zikrun lilâlemîne lâ havle velâ kuvvete illâ billâh-il aliyy-il azîmi Lâ ilâhe illallâhü hısnî, men kâle-hâ dehale hısnî, ve men dehale hısnî emine min azâbî. Sadaka rasûlullahi sallalahü teâlâ aleyhi ve selleme. |
OSMANLI DA PENİSİLİN İĞNE ÜRETİMİ NASIL OLDU Osmanlı döneminde ki penisilin iğne nasıl üretilirdi ? Kanuni Sultan Süleyman sefere çıkmadan önce, saray hekimlerine askerlerin seferde iken salgın hastalıklardan hasta olmamaları için ne yapmak gerektiğini sorardı. Hekimler ise , kuvvetli bir ilaçtan bahsettiler . Sultanın da hoşuna giden bu ilaç penisilin ilaç idi. Hemen saray aşçılarına ferman gönderilir ve askerlere her öğün, küflü peynir verilmesi söylenirdi. Evet , yanlış duymadınız… atalarımızın, dedelerimizin , toprak altın da muhafaza ederek küp içinde muhafaza ettikleri , küflü peynir koruyucu aşıdır. Içinde ki probiyotik bakteriler , bağırsak florasını kuvvetlendirir ve iç organların ömrünü uzatır. O zaman şartlarında bir sefer yaklaşık 2 sene sürerdi. Asker 6 ay yürüyerek gider ve 6 ay yürüyerek geri dönerdi..tozun toprağın havaya kalktığı, tuvalet ve banyo ihtiyacının zor karşılandığı bu sağlıksız şartlar altında , düşman askerleri telef olurdu. Salgın hastalıktan toplu asker ölümleri olurdu. Ancak Osmanlı askerleri bu salgından etkilenmez , basit bir grip gibi atlatırlardı .. Sebebi ise sefere çıkmadan önce yemeye başladıkları küflü gömme peynirdi … Ne güzel bir ilaç, ne güzel bir gıda.. Içinde ne prospektüsü var , ne de son kullanma ve üretim tarihi var .. Herkes bu aşıyı evinde kolaylıkla üretebilir. Herkesin evinde bulunur .. Vücudumuzda ki hastalıkların sebebinin %70 bağırsak florasının bozulması ile olduğunu hepimiz biliriz… Bağırsak da ki faydalı bakterileri : Küflü peynir Kefir Ekşi Maya Ev yapımı yoğurt ile çoğaltabiliriz. Bizi savaş meydanın da yenemeyen düşmanlarımız, gıdalarımızı değiştirerek yenmeye çalışıyor.. 7 den 70’e hasta bir millet olduk .. Tekrar eski sağlığımıza kavuşabilmemiz için köylülerden doğal gıda üretmelerini talep etmeliyiz .. Avm ‘de Bir fincan çaya 15 tl ödeyip , pazarda ki köylünün ürünü için pazarlık yapmamalıyız.. Domates yetiştirmeyen bir kişi domatesin zahmetini bilmez … saksılarda tarihi eser gibi seveceğimize , köylüyü bireysel olarak teşvik ve onore etmeliyiz .. Doğal yiyecek bulduğunuz da asla pazarlık yapmayın.. Ahir zaman da yapacağımız en güzel yatırım salih amel ve gerçek gıdadır… Gerçek peynir bulunca altın bulmuş gibi sevinin ve hemen alıp yiyin … Ortokdoks tıbbi penisilin iğneyi 1940 da bulunca, altın bulmuş gibi sevinmiş garibim … Bizim şanlı ecdadımız 400 yıl önce bulmuş ve uygulamıştır. Eskiye dair , atalarımız her ne yemiş ise , bizde onları yiyelim. |
İMAM AZAM DAN TAKVA DERSİ(HİKAYE) İmâm-ı A‘zam ’ın Takvası İmâm-ı A‘zam (r.a.) hazretlerinin bir Mecûsî’den alacağı vardı, onu istemek üzere evine gitti. Borçlunun kapısına vardığında ayakkabısına necaset bulaştı. Onu silkeleyince bir parçası Mecûsî’nin evinin duvarına yapıştı. İmâm-ı A‘zam (r.a.) “Eğer şunu bırakırsam Mecûsî’nin duvarını çirkinleştirmiş olacak, kazımış olsam duvardan az da olsa toprak dökülecek” diye düşünüp kapıyı çaldı. Mecûsî çıktı, borcunu istemek için geldiğini zannederek mazeretler söylemeye başladı. İmâm-ı A‘zam hazretleri ‘bundan daha mühim bir iş için buradayım’ deyip duvarın kirlendiğini bildirip ‘nasıl temizleyelim’ diye sordu. Mecûsî: “Ben önce nefsimi temizlemekle işe başlıyorum” deyip hemen orada Müslüman oldu. (Mir’atü’l-Hâmidîn) |
YAHUDİLERİN ALLAH C.C KARŞI YAPTIKLARI İFTİRALARI Kavimlerin içinde Allâhü Teâlâ hazretlerine en çok iftira edenler Yahudîlerdir. Posted by Site - Yönetici Aralık 9, 2020 Kavimlerin içinde Allâhü Teâlâ hazretlerine en çok iftira edenler Yahudîlerdir. Kur’ân-ı kerim bizlere, Yahudilerin, Allâhü Teâlâ hazretlerine şu iftiralar ettiğini haber vermektedir: 1 – Altın ve gümüşten buzağı yapıp insanlara, işte bu sizin ve Musa’nın ilâhı’dır, 2- Allah fakirdir, biz zenginiz. 3- Allahın eli tutuktur. 4- Uzeyir Allah’ın oğludur demeleri. 5- İlâhî kitap Tevrâtı tahrif etmeleri, 6- Tevrâtta bulunan Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin sıfatlarını değiştirerek, Allah’a iftira etmeleri, 7- Tevrâtta bulanan peygamberlerin kıssalarını değiştirerek İftira etmeleri. 8- İlâhî emir ve yasakları değiştirmeleri. 9- Ve benzeri şekillerde Allâhü Teâlâ hazretlerini inkâr ederek, ona iftira ettiler, Allâhü Teâlâ hazretlerine iftira eden Yahudiler, Allah’ın 1- Meleklere, 2- Peygamberlere, 3- Salih kullara, 4- Âlimlere, 5- Müslüman devlet adamlarına hayli hayli iftira ederler… |
ÖLÜM VE RUHLARIN HALİ Ölüm ve Ruhlar… (Bilindiği) gibi göğe yükselmek mü’minlerin duaları, amelleri ve ruhlarının şânındandır… Hadis-i şerifte buyuruldu: Muhakkak ki mü’minin ruhu semâ’ya yükseltilir. Kendisine (semânın kapılan) açılır ve ona denilir ki: Merhaba! Ey cesette olan temiz ruh hoş geldin! Tâ yedinci kat semâ’ya kadar (böyle hep merhabalarla karşılaşır…) Ve kâfirin ruhu için de kapılar açılır ve ona; Yerilmiş (kötü olarak) geri dön! Böylece (kâfirin ruhu) tâ siccîn’e kadar yuvarlanır. Siccîn Nedir Siccîn: yedi kat arzın (yeryüzünün) altında iblisler iblisinin yerleştirildiği bir yerdir. Kâmûs”ta Siccin’in, hapis mânâsından “devamlı”, “şiddetli”, “kötülerin kitabının konulduğu yer”, “cehennemde bir dere” mânâlarına ve ayrıca “açık ve ortada” ve “dibinin çevresine çukur kazılmış hurma ağacı” mânâlarına geldiği ve “devamlı şey” mânâsına o şiddetli vuruş” mânâsına ve açık açık geldi” mânâsına denildiği yazılıdır. Netice olarak Siccin, maddesi itibarıyla bir zindan, veya zindancı veya zindanda hapsedilmiş mânâlarını ifade eden bir kelime olmakla, kötülerin yazısına zarf yapılmasına en yakışan mânâda bir “zindan sicili” veya “sicil zindanı” olmasıdır. “Onların defterleri zindancıdadır” yani. “çok şiddetli bir zindancıya teslim olunur” mânâsına da gelebilir. Bunun sade akıl yoluyla bilinir şeylerden olmadığını anlatan şu tefsir, bir zindancı sicilinde olması mânâsında açıktır. Elmalı tefsiri, c. 8. s.5652. İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/500. 8/501. Ruhlar Cesetlerine Bağlıdırlar Bütün ruhlar, saîd ve şakîlerin hepsinin ruhları, cesetlerine bağlı (ve bitişiktirler.) Ruhlara azab edilir. Ve o azaptan cesetler de elem ve acı duyarlar. (Bu durum) Güneş gibidir. Güneş göktedir; nuru, ışık ve aydınlığı da yeryüzündedir… Ölülerimizin ruhlarının semâya karargahlarına yükselmesi için mutlaka , onlara okumalı, ruhlarına sadakalar vermeli ve onlar için hayır ve hasenet yapmalıyız. Ve Özellikle vasiyetlerini yerine getirmeli ve iskatlarını yapmalıyız. |
Cevap: ÖLÜM VE RUHLARIN HALİ ayyy cok korktum valllah |
HADİS ALİMLERİNİN TAHLİL VE TETKİKİ( CERH VE TADİL ) CERH ve TA'DÎL Cerh; yaralamak, sövmek; ta dîl, düzeltmek, hizaya getirmek, tezkiye etmek demektir. Istılahî manaları ise; Cerh, günahkârlık, tedlis (karıştırıcılık), yalancılık gibi sebeplerle bir râvinin, hadis mütehassısları tarafından rivayetlerinin reddedilmesi. Ta'dil; Bir râviyi rivayetleri kabul olunacak şekilde vasıflandırmak, tanıtmak demektir. Hadis râvilerinin kusur ve meziyetlerinin özel terimlerle tetkik edildiği "cerh ve ta'dil ilmi" hadis ilminin en önemli konularından birini oluşturur. Sözlü rivayetlerin yaygın olduğu bir dönemde ortaya çıkıp gelişen bu ilmin, hadisin ve dolayısıyla İslâm'ın korunması açısından hicrî dördüncü yüzyıla kadar çok faal bir rol oynadığı kesin bir gerçektir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'den sonra meydana gelen bazı siyasî olaylar neticesinde birtakım sapık itikadî grupların ortaya çıkması ve bunların kendi görüşleri lehinde hadisin otoritesinden yararlanmak istemeleri, kendilerini hadis uydurmaya sevketmiştir. (Ahmed Nâim, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, Mukaddime, 351; Yaşar Kandemir, Mevzu Hadisler, 31-48). Bu olumsuz gelişmeler karşısında İslâm âlimleri kılı kırk yararcasına bir titizlik göstererek, hadislerin kitaplara geçirilip tasnif edildiği zamana kadar her râviyi cerh ve ta'dile tabi tutmuşlar ve bu şekilde, güvenilir olanları zayıflardan, tanınmayanlardan, uydurmacı ve yalancılardan ayırdetmişlerdir (Ahmed Nâim, Mukaddime, 351). Dini, aslî berraklığı içerisinde korumayı yegane hedef ve vazife bilen İslâm âlimlerinin bu davranışlarını bir başka şekilde yorumlamak mümkün değildir. Zira Tirmizî'nin de açıkça ortaya koyduğu gibi, amaç, müslümanların hayrını ve iyiliğini istemektir (Ahmed Nâim, Mukaddime; 351). Yoksa hiç bir kimse sebepsiz yere müslümanın gıybetini yapmış ve onları çekiştirmeyi istemiş değildir. Tanınmış münekkitlerden Yahya b. Saîd el-Kattân cerhettiği muhterem zevât dolayısıyla kendisine yöneltilen: - Sen cerhettiğin bu zevâtın kıyamet gününde karşına hasım olarak çıkmalarından korkmuyor musun? şeklindeki bir soruya: "Bunların düşmanlığına maruz kalmam; hadisini müdafaa etmediğimden dolayı Rasûlullah (s.a.s.)'in karşıma hasım olarak çıkmasından çok daha kolaydır." diye cevap vermiştir (Ahmed Nâim, Mukaddime, 350). Onun bu cevabında da görüleceği gibi, konu bir gıybet ve çekiştirme meselesi değil; ilim ehlinin taşıdığı sorumluluk duygusunun ve ilmî anlayışın bir çeşit tezâhürüdür. Diğer taraftan cerh ve ta'dili yapacak âlimlerde birtakım özelliklerin arandığı gibi; cerh ve ta'dil esnasında dikkate alınması gereken esaslar da mevcuttur. Bu yönleriyle ehil olmayan bir kimsenin cerh ve ta'diline itibar edilemez. Şartlarına riayet edilmeden yürütülmüş cerh ve ta'dilin de ifade edeceği hiç bir değer yoktur. (Ahmed Naim, Mukaddime, 365-389). Hadis münekkitleri cerh ve ta'dilde râvilerin kuvvet ve zayıflık, doğruluk ve yalancılık gibi durumlarına işaret eden bir takım terimler kullanmışlardır. Ta'dil için kullanılan terimlerin tertibinde ulema arasında tam bir ittifak yoktur. İbn Hacer el-Askalânî bu terimleri en yükseğinden alta doğru altı derecede toplamıştır. Aynı şekilde cerh için kullanılan tabirler de en hafifinden en ağırına doğru altı kısma ayrılmıştır. Ta'dilin en yüksek derecesi "evseku'n-nâs", "esbetü'nnâs" (insanların en güveniliri); cerhin en ağır derecesi ise "ekzebü'n-nâs" (insanların en yalancısı), "hüve ruknu'l-kezibi" (o, yatanın ocağıdır)... tabirleriyle ifade olunur (Ahmed Naim, Mukaddime, 391-398; İbn es-Salâh, Ulûmu'l-Hadis, I33-137; Suyûtî, Tedrib, 229-236). Hadisin sahihini sekîminden, makbulünü merdudundan ayırma gayretinin bir neticesi olarak gelişmiş olan bu ilim dalında kaleme alınmış bir çok eser mevcuttur. İbn Ebi Hâtim er-Râzi'nin "Kitâbü'l-cerh ve't-ta'dîl'i"; Ahmed b. Hanbel'in "Kitâbü'l-ılel'i" ; Zehebî'nin "Mizânü'l i'tidâl" ;Buhârî'nin "et-Târihü'l-kebir'i" bu alanda yazılmış çok sayıdaki eserden sadece birkaçıdır. |
BU GÜNÜN DUASI 07-02-2022 Sıkıntıdan Kurtulmak İçin Okunacak Duâ Yâ Allah-ür-rakîb-ül-hafîz-ür-rahîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-halîm-ül’azîm-ür-raûf-ül-kerîm. Yâ Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kâimü alâ külli nefsin bimâ kesebet, hul beynî ve beyne adüvvî! Lâ ilâhe illallâhül’azîm-ül-halîm lâ ilâhe illallâhü Rabbül-Arş-il’azîm lâ ilâhe illallahü Rabbüs-semâvâti ve Rabbül-Erdı Rabbül’Arş-il-kerîm. “İstiğfara devam eden, her sıkıntıdan, her dertten kurtulur, ummadığı yerden rızıklanır” “Lâ ilâhe illallah demek 99 belâyı defeder, en aşağısı sıkıntıdır.” “La havle ve la kuvvete illa billah okumak, 99 derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdır” “Sıkıntıya düşen veya borçlanan, bin kere “La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim” derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır.” “Sıkıntılı iken “Hasbünallah ve ni’mel-vekîl” deyiniz!” İmam-ı Rabbanî hazretleri, her türlü zararlarından kurtulmak için her gün 500 defa La havle vela kuvvete illa billah okur, okumaya başlarken ve okuduktan sonra yüz defa Salevat-ı şerife getirirdi. |
GECE NAMAZI VE FAZİLETİ Gece namazları… Kul, işlediği günahı sebebiyle geceleri namaz kılmaktan,gündüzleri de oruç tutmaktan mahrum bırakılır. Hasan-ı Basrî (k.s.) hazretleri demiştir ki: “Kul, işlediği günahı sebebiyle geceleri namaz kılmaktan, gündüzleri de oruç tutmaktan mahrum bırakılır.” Âlimlerden bir zât ise şöyle demiştir: “Ey insan, oruç tuttuğunda kimin yanında ve ne ile iftar ettiğine dikkat et. Çünkü kulun kalbi ve tefekkürü, yediği şeye göre değişir ve ilk hâline bir daha dönemez.“ Bir diğeri de şunları söylemiştir: “Nice yiyecekler vardır ki, sahibinin gece kıyâmına mâni olur. Nice bakışlar vardır ki, Kur’an okumaktan alıkoyar. Kul bir şey yer veya bir iş yapar da, bunlardan dolayı bir sene boyunca gece ibâdeti yapmaktan mahrum bırakılır. Güzel bir tedkik ve iyi bir araştırma ile neyin artırıcı, neyin noksanlaştırıcı olduğunu bilebilir, [günahları azaltabilirsin]. Ve ancak günahları azaltarak kayıplarını görebilir, onlara vâkıf olabilirsin.“ Kezâ denilmiştir ki; “Gece namazının uzun olması, kıyâmette rahatlık sebebidir ve bu namaz, büyük günahlara keffârettir… Gece namazları, farz namazlardaki eksiklikleri telâfi eder.” GECE İBÂDETİNE KALKABİLMEK İÇİN YAPILACAKLAR Hadîs-i şerifte buyuruldu ki; “Kul, gece ibâdetine kalkabilmek için, şu üç şeyden yardım sağlamalıdır: 1. Helâl yemek, 2. Tevbeye yönelmek, 3. Allâh’ın vaîdi (cehennemi)nin korkusu, va‘di (cenneti)nin şevk ve recâsı (ümidi) içinde bulunmak.” Demek ki, kulu gece ibâdetlerinden mahrum bırakan veya onu uzun süre gaflet içinde kalmaya mahkûm eden üç sebep vardır. Bunlar; a) haram ve şüpheli yiyecekler yemek, b) Israrlı bir şekilde günah işlemeye devam etmek, c) Dünya düşüncesinin kalbe gâlip gelmesidir. Dünya düşüncesi ve sevgisinin gâlip geldiği kalp, ne Allâh’ın azâbını hatırlar, ne de cennet ve Cemâli’ni özleyip ümitvâr olur. |
ALLAH C.C E DARILMAK -UMUDUNU KESMEK HAKKINDA ALLAH’A DARILMAMAK Allah’a (CC) çok darılıyorsun; O (CC) senin Rabbın (CC) olduğu halde onu töhmet altına almak istiyorsun. O’nun (CC) her işine itiraz ediyorsun, zorla bağlanıyorsun. O’na (CC) bağlılığın yolu zulüm ile oluyor. Halbuki O’na (CC) candan inanman ve teslim olman lazım. Rızık babında sıkı olma, geniş ol. Zengin olursan herkese dağıt; fakir olunca da sabırlı ol. Gün olur, güçlük gider, bela kalkar. Yaptığın bir yana kalır. Bilmez misin her şeyin bir vakti var, o gelince olacak olan olur… Şunu bil ki; malın çoğu bela getirir, çok isteme azla yetin. Bela biter, güçlüğün sonu var, biteceği gün var. Sen yalnız sabırla bekle. Bela vakitleri değişmez, yalnız onun içinde afiyetler olur, onu gör. Bela anında ümitsizlik iyi olmaz. İmanla onu iyi gör. Fakirlik hali zenginliğe çevrilmez, ona sabırla tat kat. Hile yoluna kaçma, doğru ol, samimi ol… Hakk’a (CC) karşı edepli ol. Sukûtu, sabrı sev, buna devam et. Haz al. İlahi fiillere uymaya çalış. Allah’ın (CC) emir ve fermanına karşı kalbinden bir şey geçerse tevbe et. Şayet Hakk’ı (CC) töhmetleyen bir kusur ettinse nadim ol. Şunu iyi öğren ki; Hakk (CC) kapısından başka kapı yoktur. O’ndan (CC) kaçmak mümkün olmadığına inan ve hak işlerden intikam almanın imkansız olduğunu bil. Günah yapmak yalnız seni körletir. Hakk’a (CC) yapacağın taarruz, yalnız tabiatını karartır. İntikam hissi kullar arasında caridir. Vazife, bir kul tarafından verilmişse, ondan kaçınma olabilir. Her şey, bu dünya alemine çıkmadan çok evvel yaratılmıştır. Onların kârını, zararını Allah (CC) bilir. Herşeyin ilki, sonu ona malûm, bir şeyin doğuşunu gördüğün gibi gün olur batışının da seyredersin. Allah (CC), yaptığını iyi bilir, yapacağı iş ona göre kolaydır. İşlerinde asla tenakuz bulamazsın. Yaptıklarında yersizlik göremezsin. Boş iş yapmaz. Lüzumsuz şey yaratmamıştır, yaratmayacaktır. O’na (CC) noksanlık izafe etmek caiz değildir. İşlerini beğenmeyen kişinin aklına şaşılır. Herşey biter, yeter ki beklemeyi bilesin. Bekle zorla bekle!.. Kendini sabra alıştır. Nefsini, şahsi arzularını yen, onları emirlerine uymaya çabala. Kendini bütün varlığınla sabır aleminde yok et!.. Bekle, bir gün hepsi biter, yok olur gider. Herşey zamanla zıddına döner. Gün geçtikçe işler değişir. Evvela kış, ardından yaz gelir. Bir zaman gündüz arkasından gece sarar. Akşamla yatsı arası: – “Gündüz olsun…” Dersen olmaz. Belki daha kararır, ışık olmaz. Taa, şafak atıncaya kadar, karanlık devam eder. Boynunu yüce emirlere eğ.. Allah (CC) için, iyi düşün, iyi sabret. Senin için olmayan sana gelmez. Sana nasip olmayanı kimse eline tutuşturamaz. Hayatım pahasına da olsa, sana yemin ederim ve sonra kendiliğinden açılır. O zaman istediğin hiç olur. İstesen de istemesen de ortalık aydın olur, her yer aydınlığa kavuşur… İşin hikmet tarafına aklın erince, işlerin kendiliğinden yürüdüğünü görürsün. Ne isteğinle gündüz gece olur, ne de aksi olur. Çünkü güneş emrinde değil. Dünya senin fermanınla dönmüyor. Rüzgar emrinle esmiyor. Duan, her zaman alemde makbul olmaz. Çünkü burada istenenlerin çoğu, zamansız ve yersiz isteniyor. Ama yine dua et, her an Allah’a (CC) yalvar, ancak duan kabul olmayınca Allah’a (CC) sitem etme!.. – “Niçin kabul olunmadı…” Diyerek şaşma… Zamanı gelince olan olur, burada bir şey olmazsa öbür alemde sana sevap olur. Ama bağırıp çağırırsan, mahcup olursun… Derim ki: Daima dua edeceksin… Çünkü her şeyden evvel sen bir kulsun. Allah’ın (CC) emirlerine uymaktasın. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri: – “Bana dua edin, kabul ederim.” Buyuruyor. Diğer bir yerde de: – “Allah’tan (CC) fazilet isteyin.” Deniyor. Bu mevzuda daha bir çok ayetler vardır… Duan her zaman duyulur ama, ihtiyacın kadar verilir. Sonrası öteki aleme kalır. İhtimal ki her arzunun bu alemde yerine gelmeyişi bir hikmet icabı ve senin hayrına olmaktadır. Sonra, her olan şey, Allah’ın (CC) kaza ve kaderine uygundur. Arzun yerine gelmeyince Hakk’ı (CC) itham etme!.. Kabul olmadı diye ümitsizliğe düşme!.. Daima dua et. Kârın olmasa bile zarar da etmezsin. Hemen olmasa bile, bir zaman sonra olur. Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyruluyor: – “Kıyamet günü hesap defterinde insan, yaptığı ibadet haricinde bir çok iyilik bulur. Bunları bilemez, sorar, ona şöyle denir: ‘Bunlar dünyada kabul olmayan dualarının karşılığıdır. Kader-i İlahi icabı orada yerine getirilmedi fakat sana mükafat olarak burada veriliyor’.” En azından halin, zikir olmalı. İhtiyacını O’na (CC) aç!. Başkasına bir şey deme!.. O’nu (CC) tevhid ederek, her derdini arzet… Duanın kabul edilmesi işini Allah’a (CC) bırak…. Tekrar hatırlatmak yerinde olacak… Sana iki yoldan başka yol yoktur ve olamaz. Gecen de gündüzün de aynı. Sağlığın da hastalığın da öyle. Darlık olsun genişlik olsun değişmez. Ki o: Dua ve sabırdır, yani rıza… İyi zamanda, darlıkta genişlikte hep böyle ol… O iki hali biraz açalım: En iyisi, benlik davasını bırakıp, Hakk’a (CC) bağlı olmandır. Tıpkı, bir ölü gibi Hakk’a (CC) karşı iradesiz halde kalman… Bir süt çocuğu gibi, tam teslim olmandır. Senin için hak fiil ve irade önünde, topçu önündeki top gibi olmak var. İlahi irade böyle çevirir. Bu halinle sana, nimet gelirse şükür edersin… Şükür ettikçe de nimetin artar. Çünkü Allah (CC): – “Şükür ederseniz nimetinizi arttırırım.” Diye vad ediyor. Darlık baş gösterince de sabredersin. Bu da senin için bir nimettir. Darlık zamanı, sabreder; günlerin Peygambere (SAV) salât ve selâmla geçerse daha ne istiyorsun… Bu; Allah’ın (CC) sana en büyük nimetidir. Her kula nasip olmaz, bu ayetin: – “Allah (CC), sabırlı kullarla beraberdir..” Mealinde buyurulan yüce manasında bu bapta kayıt vardır. Allah (CC), kullarına yardımıyla koşar; sebatını verir. Nefse, şeytana galebe çalması için kula yardımcı olur… Bir ayette: – “Eğer, Allah’tan (CC) yana olursanız o da size yardımcıdır. Dizlerinize kuvvet verir.” Buyuruluyor… Nefsine muhalif ol; Allah’tan (CC) yana olmuş olursun. Allah (CC) yoluna muhalif olan herşeye muhalif ol. Hakk (CC) emirlerini itirazla karşılama, kabul et, darılma. Nefsine muhalif ol; Hak fiillerin içine düş, onlarda kaybol… Bunu yaptığın takdirde hak için mücahid sayılırsın. Nefsin her başını kaldırdığında Allah’ın (CC) emriyle vur. Onun karşısında kalkanla dur. Bu kalkan; sabır, muvafakat, sükûn, hak emirlere teslim olmaktır. Bunları yapabildiğin an, Hakk Teala (CC) sana en büyük yardımcıdır. Bütün bunların sonunda, bir de büyük rahmete ermek vardır, ona “SALÂVAT” derler. Bu makam Peygamberlere (AS) hastır. Bu “SALÂVAT” onlarındır. Sen bir günahkar olduğun halde günahların bağışlanıyor, Nebiler (AS) için verilen sevaptan hisse alıyorsun. İşte bu manayı ifade eden bir ayet-i kerime: – “Onlara musibet veya bir bela karşı geldiği zaman, ‘biz Allah (CC) içiniz, dönüşümüz O’nadır (CC)’.” Derler. Onlara Rabb’larından (CC) salavat olsun. Rahmet onlaradır. Hidayete eren onlardır. Buraya kadar anlatılan yaşamak zorunda olduğun iki halin ilkiydi. İkincisine gelince: Sen Rabb’ına (CC) yalvardıkça ona yaklaşmış olursun. Allah’ın (CC) emirlerini tut. Senin yalvarmak hakkındır, ayrıca vazifendir. Hakk’a (CC) tazarru ve niyaz ettikçe, bu vazifeyi yerine getirmiş olursun. Sakın dualarına yanlış şey girmesin. Bu mühim vazifeyi Hakk’a (CC) imanla yap!.. Duanı aziz bir yolcuyu uğurlar gibi yap. Çünkü dua, Hakk (CC) katında sana yer hazırlar… Şunu tekrarlamakta fayda görüyorum. Duana derhal icabet olunmazsa hemen bağırıp çağırmaya kalkma. Dua hem kabul olunur, hem de olunmaz. Her ikisi de senin için musavi olmalı. Sonra bu olanlardan ibret almalısın… Sakın haddi aşanlardan olmayasın. Çünkü baş vuracak kapı yoktur. Sakın, nefsinin iyiliğini veya kötülüğünü bilmeyen zalimlerden de olmayasın. Allah (CC) seni helak eder. Hiçbir şey bu helak işinden Hakk’ı (CC) alıkoyamaz. Geçmiş ümmetleri de helak etti. Şöyle ki; dünyada içinden çıkılmaz bela ile öldürür, kıyamet günü en kötü azaba sokar… |
BOŞ VE GÜNAH SÖZLER SÖYLEMEKLE GÜNAH BİRİKTİRME BOŞ VE GÜNAH ŞEYLERİ ANLATMAK Dilin bir zararı da kadınla, içkiyle, zevk ve sefa ile debdebe ile ilgili şeylerden bahsetmektir. Zira bunların hiçbirinden bahsetmek helal değildir. Oysa gereksiz sözler haram değildir. Fakat gereksiz sözlerle uğraşanlar günaha düşmekten emin olamazlar. İnsanların çoğu konuşma zevkini tatmak için toplanırlar ama dedikodu yapmaktan veya günaha düşmekten kurtulamazlar. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Kimisi mükafat alacağını sanmadan bir söz söyler. Yüce Allah, rızasına uygun düşen bu söz için kıyamete kadar kendisinden razı olur. Kimisi de hiç önemsemediği bir söz söyler. Bu sözü ile kıyamete kadar Allah’ın gazabına uğrar.“ Peygamberimiz buyuruyor ki: “Kıyamet günü en büyük hatada olanlar, dünyada en çok batıla dalan insanlardır.“ Yüce Allah buyuruyor ki: “Başka söze dönünceye kadar onlarla (batıla dalanlarla) bir arada oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.“ Bu anlattıklarımız batıla dalmanın cezalarıdır. İleride anlatacağımız dedikodu, çekiştirme, fuhuş ve diğerlerinden ayrıdır. Bu, geçmişte olmuş kötü şeylerden bahsetmek veya dini bir zaruret olmaksızın onları düşünmektir. Bid’attan ve sahabeleri suçlayacak şeylerden bahsetmek de bu kısma girer. |
Allaha İtaat,Onu Sevmek,Rasulünü Sevmek Allaha İtaat,Onu Sevmek,Rasulünü Sevmek Ulu Allah (C.C.) buyuruyor: — De ki, «eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin» (38). Allah'ın rahmeti üzerinde olsun, bil ki, kulun Allah'ı ve O'nun Resul'ü-nü sevmesi, onlara boyun eğmekle, onların emrine uymakla olur. Allah'ın kullarını sevmesi de onlara mağfiret suretiyle ikramda bulunmasıdır. Denilir ki, kul gerçek kemâlin yalnız Allah'da olduğunu, kendisine ve-ya başkasında gördüğü her kemâlin gerçek kemalin Allah'dan ve Allah sayesinde olduğunu bilince ne Allah'dan başkasını sevebilir ve ne de Allah'a dayanmayan bir sevgiye gönlünde yer verebilir. Bu bilgi de Allah'a ibadet etmek isteğini, O'na yaklaştıracak davra-nışları arzu etmeyi gerektirir. Böyle olduğu için Allah sevgisi, ibadet is-teği ile yorumlanmış ve yine bu sevgi ibadet ederken Peygamber'imize (S.A.S.) uyma ona itaate teşvik şartına bağlanmıştır. Hasan el-Basrî'den (rehimehullahu) rivayet edildiğine göre Peygam-ber'imizin (S.A.S.) zamanında bir takım kimseler «ey Muhammed! Biz Rabb'imizi çok severiz» demeleri üzerine yukarıdaki ayeti kerime inmiştir. Bişr el-Hafi (R.A.) diyor ki, «bir gece Peygamber'imizi (S.A.S.) rü-yamda gördüm, bana dedi ki, «ey Bişr! Allah senin dereceni arkadaşların arasında neden yüksek kıldı, biliyor musun? «Hayır, ya Rasulellah» diye cevap verdim. Bunun üzerine Peygamber'imiz, salihlere hizmet ettiğin için, mümin kardeşlerine nasihat ettiğin için, dostlarını ve yolumdan ay-rılmayanları sevdiğin için ve yolumdan gittiğin için» diye kendi sorusuna cevap verdi. Peygamber'imizi (S.A.S.) buyuruyor ki: — Benim sünnetimi ihya eden beni sevmiş olur, beni sevenler de Kıyamet günü cennette benimle birlikte olurlar.» Bize kadar intikal eden bütün meşhur islâmî eserlerde belirtildiğine göre ahlâkın bozulduğu ve halkın çeşit çeşit mezheplere kapıldığı zaman-larda Resullerin efendisi olan Peygamber'imizin sünnetine sımsıkı sarı-lanlara yüz şehidin ecri verilecektir. Meşhur «Şırat-ül İslâm» adlı kitab-da da böyle yazar. Yine Peygamber'imizi (S.A.S.) şöyle buyurur: — Bana yüz çevirenler müstesna, ümmetimin hepsi cennete gire-cektir» Sahabîler sordular, «ey Allah'ın Resul'ü! Yüz çevirenler, kimler-dir?» Peygamber'imiz sözlerine şöyle devam etti, «kim bana uyarsa cen-nete girecek, bana isyan edenler, bana yüz çevirmişler demektir. Sünne-time uygun olarak yapılmayan her iş, isyandır.» Ehl-i tasavvuftan biri der ki Allah'ın-farz, kıldığı ibadetlerden birini bile bile terkeden veya sünnetlerden birine bilerek uymayan bir şeyhi ha-vada uçarken, denizde yürürken, ateş yerken veya daha başka olağan-üstü davranışlar gösterirken görseniz, bütün bunlara rağmen adamın da-vasında yalancı olduğunu, gösterdiği olağanüstülüklerin «keramet» de-ğil, olsa olsa «istidrac» olduğunu biliniz. Allah böyle kimselerden cüm-lemizi korusun. Cüneyd ül-Bağdadî (rehimehullahu) der ki, «Allah'a ancak yine Al-lah'ın sayesinde ulaşılabilir, Allah'a ulaşmanın yolu da Peygamber'imizin (S.A.S.) yoludur.» Ahmed ül-Hıvarî (rehimehullahu) der ki, «sünnete uymaksızın işlenen her amel batıldır. Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyurur: Şiratül islâmda bildirilmiştir. — Sünnetimi yozlaştıranlar şefaatimden mahrum kalırlar.» Hikâye edildiğine göre, adamın biri bir delinin cahil sayılacak bir işi-ni görür ve durumu Ma'ruf ul-Kerhî'ye (rahimehullahu) bildirir. Ma'ruf gü-lümseyerek der ki. «kardeşim! Allah'ı sevenler içinde küçüğü, büyüğü, akıllısı, delisi vardır. Senin gördüğün bu adam, onların delilerinden biri-dir.» Cüneyd-ül Bağdadî (rehimehullahu) der ki, «bir gün şeyhimiz Sırri (rehimehullahu) hastalandı, hastalığının ne sebebini anlayabildik ve ne de nasıl tedavi edileceğini bilebildik. Bize mütehassis bir doktor tavsiye ettiler,şeyhin idrarını bir şişeye koyarak ona götürdük, doktor idrara uzun uzadıya baktı. Sonra bize dö-nerek «zannederim bu idrar aşık birine ait olsa» dedi. Ben bir nara ko-yuvererek bayılmışım, idrar şişesi de elimden düşmüş. Dönünce Sırrîye durumu anlattım, gülümseyerek «Allah canını al-masın, nasıl da gördü!» diye cevap verdi. «Şeyhim, demek ki, muhabbet idrardan bile belli olurmuş» dedim, bana «tabii» karşılığını verdi. Fudayl (rehimehullahu) der ki, «sana, Allah'ı seviyor musun, diye sordukları zaman, sus. cevap verme. Çünkü eğer, hayır, diyecek olsan imandan çıkarsın, buna karşılık, evet, diyecek olsan ve Allah'ı sevenlere yakışmayacak tavsif de bulunsan Allah'ın gazabından kork.» Süfyan (rehimehullahu) der ki. «Allah'ı sevenleri seven kimse as-lında Allah'ı seviyor demektir. Allah'a ikram eden kimselere ikram eden kimse, aslında Allah'a ikram ediyor demektir.» Sehl (rehimehullahu) der ki, «Allah'ı sevmenin alâmeti Kur'an-ı ke-rimi sevmektir. Allah ve Kur'an sevgisinin alâmeti ise Peygamber (S.A.S.) sevmektir. Peygamber (S.A.S.) sevgisinin alâmeti ise sünneti sevmektir. Sünneti sevmenin alâmeti ise, Ahireti sevmektir. Ahireti sevmenin alâmeti ise dünyadan hoşlanmamaktır. Dünyadan hoşlanmamanın alâmeti de Ahiret azığı olabilecek kadarının dışında onun varlığından uzak dur-maktır.» Ebul Hasan ül-Zencanî (rehimehullahu) der ki. «İbadet binasının te-meli üç direk üzerinde oturur. Göz, kalb ve dil. Gözün ibadeti, ibret al-makladır. Kalbin ibadeti, düşünmek ve duymakladır. Dilin ibadeti ise doğru konuşmak ve Allah'ı zikretmekle olur. Nitekim ulu Allah şöyle bu-yurur — Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikrediniz. O'nu sabah - akşam noksan sıfatlardan tenzih ediniz.» (39). Anlatıldığına göre bir gün Abdullah ile Ahmed İbni Hab bir yerde bir-likte bulunuyorlardı. Bu arada Ahmed İbni Hab yerden bir ot kopardı. Bu-nun üzerine Abdullah ona dedi ki. «bu hareket sana beş şeye mal oldu 1 — Bu hareketle kalbini Allah'ı teşbih etmekten alıkoydun. 2 —- Bu hareketle kendini Allah'ın zikrinden başka bir işle oyalan-maya alıştırdın. 3 — Bu hareketinle başkalarının da aynı davranışta bulunmalarına önayak oldun. 4 — O ot parçasını Allah'ı teşbih etmekten alıkoydun. 5 — Bu hareketinle Kıyamet günü Allah'a kendi aleyhinde bir de-lil meydana getirdin,» (Revmak-ül Mucaniste böyle anlatılmıştır.) Sirrî (R.A.) der ki, «bir gün Gürcanî'yi kavrulmuş un yutarken gör-düm, «neden başka bir şey yemiyorsun» diye sordum,bana şöyle dedi: Yiyeceği çiğnemek ile yutmak arasında yetmiş tesbihlik bir zaman geç-tiğini hesab ettim, o yüzden kırk yıldır hiç ekmek çiğnemedim.» Nakledildiğine göre Sehl İbni Abdullah onbeş günde bir yemek yer-di. Bütün Ramazan ayı boyunca sadece bir kere yemek yerdi. Bazen yet-miş gün geçer de hiç yemek yemediği olurdu. Yemek yediği zaman za-yıflar, aç kalınca kuvvetlendiği görülürdü. Mescid-i Haram'da otuz yıl Ebu Hammad ül-Esved'e komşu oldu da yerken veya içerken hiç görül-medi, her an Allah'ı zikrederdi. Anlatıldığına göre Amr İbni Ubeyd {rehimehullahu) yalnız şu üç şey için evinden dışarı çıkardı: 1 — Cemaatle namaz kılmak 2 — Hasta ziyaret etmek 3—Cenaze namazı kılmak O derdi ki, «insanları hırsız ve yankesici olarak görüyorum. Ömür, paha biçilmez bir nadide mücevherdir. Ondan Ahirete kalacak bir hazine doldurmak gerekir. İyi bilmelisiniz ki, Ahirete talip olanların dünya ha-yatından el-etek çekmeleri gerekir. Ancak o zaman kulun ulaşmak is-tediği hedef tek olur ve içi ile dışı arasında uyumsuzluk kalmaz. Böyle bir hali muhafaza etmek, ancak kulun içini ve dışını devamlı kontrol al-tında tutması İle mümkündür. İmam-ı Şiblî (rehimehullahu) der ki, «İlk intisap ettiğim günlerde uy-kum bastırınca göz kapaklarıma tuz sürerdim. Durum daha da ağırla-şınca mili kızdırıp göz kapaklarıma sürme çekerdim.» İbrahim İbni Hâkim der ki, «babamın uykusu geldiği zaman denize girer yüzmeye başlardı, o yüzerken denizdeki balıklar etrafına üşüşür, onunla birlikte teşbih ederlerdi.» Anlatıldığına göre Vehb İbni Münebbih (rahimehullahu), geceleyin uyuma ihtiyacının üzerinden kaldırması için Allah'a dua etmiş ve duası kabul edilerek kırk yıl hiç uykusu gelmemiştir. Hasan El-Hallac (rehimehullahu), kendi kendine topuğundan dizine kadar onüç pranga vurur ve bu durumda her gün ve gece bin rekat na-maz kılardı. Cüneyd ül-Bağdadî (rehimehullahu) ilk intisab ettiği günlerde çarşı-ya gelir, mağazasını açar, içeri girer ve hemen namaza dururdu. Dört yüz rekat kıldıktan sonra evine dönerdi. Habeşî İbnî Davud'un (rehimehullahu) kırk yıl yatsı abdesti ile sabah namazı kıldığı bildirilmiştir. Mü'minin her zaman abdestli bulunması gerekir. Her abdest bozduğunda abdest tazeleyerek iki rek'at namaz kılmalıdır. Nerede oturursa otursun, kıbleye yüzünün dönük bulunmasına dikkat etmesi gerekir. Ken-disini daima Peygamber'imizin (S.A.S.) huzurunda oturuyormuş gibi farz ederek ona göre kendisine çeki düzen vermelidir. Ta ki, bu düşünce altın-da her hareketi vakar ve ağırbaşlı olsun, kabalıklara katlanarak her çir-kin harekete karşılık vermesin, kusurlarına karşılık hemen istiğfar etsin, kendini ve amelini beğenip böbürlenmesin. Çünkü kendini beğenmek, şeytanın sıfatlarındandır. Tersine kendini küçümsesin, buna karşılık sa-lihlere hürmet ve mühimseme nazarı ile baksın. Çünkü salihlere hürmet etmeyi bilmeyenleri Allah (C.C.) onlarla birarada bulunma nimetinden mahrum eder. İbadete hürmet etmeyi bilmeyenlerin de Allah, kalblerin-den ibadet lezzetini çıkarır. Anlatıldığına göre Ebu Ali, Fudayl İbni İyad'a (rahimehullahu) sor-dular ki, «ey Şeyh! İnsan ne zaman salih sıfatını kazanır?» O şöyle ce-vap verdi: «Kulun niyeti, başkalarına nasihat etmek, kalbinde Allah kor-kusu, dilinde doğru sözlülük bulunur ve bütün davranışları salih amel olduğu zaman o kimse salih sıfatını taşımaya hak kazanır. Ulu Allah Mi'rac'da Peygamber'imize «ey Ahmed! Eğer insanların günahlardan en kaçınanı ve dünyadan en el-etek çekmişi olmak istiyorsan, Ahirete yö-nel>> diye buyurdu. Peygamber'imiz «dünyadan nasıl el-etek çekeyim» di-ye sordu. Ulu Allah «dünya varlığı olarak sadece yiyecek, içecek ve gi-yecek kadar yanında bulundur. Yarın için hiç bir şey biriktirme, hiç dur-madan beni zikret» diye buyurdu. Bunun üzerine Peygamber'imiz «Allah'ım! Seni nasıl devamlı zikre-deyim» diye sordu. Ulu Allah «insanlardan uzak durmakla; uykunu na-maz, yemeğini açlık yap» .diye buyurdu. Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S. buyuruyor ki: — Dünyadan uzak durmak hem bedeni ve hem de kalbi huzura ka-vuşturur. Buna karşılık dünya tutkunluğu keder ve üzüntüyü artırır. Dün-ya sevgisi, her günahın başıdır, ondan uzak durmak da her iyilik ve iba-detin ilk adımıdır.» Anlatıldığına göre salihlerden biri bir cematin yanından geçiyordu. Baktı ki, bir doktor, hastalıkları sayıyor ve bahsettiği her hastalığın nasıl tedavi edileceğini tarif ediyordu. Salih kişi doktora seslendi, «ey be-denlerin tedavi edicisi! Kalbleri de tedavi edebilir misin?» Doktor «evet, hastalığını bana anlat» dedi. Salih kimse «bahsettiğim kalbi atışında da büzülüşünde de günahlar karartmıştır. Onun tedavisi var mıdır?» dedi. Doktor şu cevabı verdi, «böyle bir kalbin ilâcı, gece-gündüz Allah'a yalvarmak, yakarmak, O'ndan af dilemek, O'na ibadet etmeye koyulmak. O'ndan özür dilemektir. Kalblerin tedavisi böyledir, şifa ise gayblerin bi-licisi olan Allah'dandır.» Doktordan bu cevabı alan salih kişi yüksek bir nara atarak ağlaya ağlaya yoluna devam etti. Yürürken şöyle dedi, «Sen ne iyi doktorsun, kalbimin tedavisini doğru bildin» Doktor sözlerini şöyle bitirdi, «bu tari-fim, tevbe ederek kalbiyle tevbelerin kabul edicisi olan Allah'a yönelen-lerin tedavisidir.» Anlatıldığına göre adamın biri bir köle satın alır. Köle efendisine der ki, «efendim, aramızda şu üç şart bulunacak. 1 — Vakit geldiğinde farz namazları kılmama engel olmayacaksın 2 — Gündüz bana ne iş buyurursan buyur, geceleri bana iş ver-meyeceksin. 3 — Evinde bana, benden başka hiç kimsenin giremeyeceği bir oda ayıracaksın.» Adam köleye «bu şartlarını kabul ediyorum, kalk evleri gez, kendine kendin bir oda seç» der. Evleri dolaşan köle orada yıkık bir ev bulunca «burayı seçtim» der; Adam «oğlum, neden yıkık bir ev seçtin» der. Köle «efendim. Allah ile birlikte olunca yıkıntıların bakımlı bahçe gibi olduğunu bilmiyor musu-nuz» der. Köle gündüzleri efendisine hizmet eder, geceleri Allah'ına ibadete ayırırdı. Bu böyle devam edip giderken bir gece «efendi evi gezmeye çıkar, kölenin kapısı önüne varınca odayı apaydınlık içinde ve köleyi de sec-deye kapanmış görür, başından aşağı yerle gök arasına asılmış bir kan-dil göz kamaştırıcı bir ışık saçmaktadır. Köle Allah'ına şu sözlerle yal-varıp seslenmektedir. «Allah'ım! Efendimin hakkını omuzlarıma yükledin, ben de ona gündüzleri hizmet ediyorum. Eğer böyle olmasaydı, gece-gün-düzünü sırf sana ibadet ederek geçirirdim. Beni mazur gör, ya Rabb'i.» Köle secdeye kapanmış böyle dua ederken efendisi ondan gözlerini ayırmıyor, nihayet tanyeri ağarır, kandil geri alınır ve odanın tavanı geri-ye kapanır. Adam geri döner, varıp olup bitenleri karısına anlatır. Ertesi gece olunca bu sefer karısının elinden tutarak odanın kapısı önüne ikisi gelir-ler. Köle yine secdeye kapanmıştır, kandil yine başından, aşağı sark-mıştır. Karı-koca kapının önünde dikilip gözyaşları içinde köleye bakarlar. Sonunda yine gün ağarır. Bunun üzerine efendi köleyi çağırarak ona der ki, «sen Allah rizası için azadsın, böylelikle kendini artık tamamen kendisine mazeret beyan ettiğinin (Allah'ın) ibadetine verebilesin.» / Köle ellerini havaya kaldırarak şu beyti söyler: Ey sır sahibi! Artık o sır açığa çıktı. Halim başkalarına malum olduktan sonra artık yaşamak istemiyo-rum. Sonra Allah'a şöyle yalvarır, «Allah'ım! Senden ölüm istiyorum» Dua-sı biter bitmez derhal yere düşer ve ölür. İşte salihlerin, Allah aşıklarının ve O'nun rızası peşinde koşanların hali! Zehri Riyaz'da rivayet edildiğine göre Hz. Musa (A.S.) nın samimi bir arkadaşı vardır, birlikte hoş vakit geçirirlerdi. Bir gün dostu Hz. Musa'ya «Allah'a yalvar, kendini bana iyice tanıtsın» der. Dostunun ricasına uya-rak Allah'a dua eden Hz. Musa'nın duası kabul edilir. Bir müddet sonra Hz. Musa'nın dostu dağlara düşer, vahşî hayvan-lara karışır, Musa onu iyice kaybetmiştir. Allah'a şöyle yakarır, «Rabb'ım! O benim yakın dostum, kardeşimdi. Şimdi onu kaybettim.» Gizli bir ses ona der ki, «ey Musa! Beni iyice tanıyan kimse artık hiç bir insanoğlu ile düşüp kalkmaz.» Rivayete göre bir gün Hz. Yahya (A.S.) ile Hz. İsa (A.S.) çarşıda yü-rürken karşıdan gelen bir kadın aralarından çarparak geçer. Hz. Yahya «vallahi ben bir şey anlamadım» der. Hz. İsa, Yahya'ya «sübhanellah! Vü-cudun yanımda, ama kalbin nerede» der. Hz. Yahya şöyle karşılık verir, «Ey Halamoğlu göz kapayıp açasıya kadar bile kalbim Allah'ımdan başkası ile irtibat kursa Allah'ı tanıma-dığımı anlarım.» Bildirildiğine göre Allah'ı gerçekten tanımak, dünya ve Ahiretin her ikisinden sıyrılarak sırf Allah'a yönelmek, muhabbet şarabı ile bir kere sarhoş olduktan sonra onun cemalini görünceye kadar ayılmamaktır. O kimse rabbinin nuru içindedir. |
ŞİİR NECİP FAZIL KISAKÜREK(TÂ MAVERÂDAN) TÂ MAVERÂDAN Rüzgar öyle esti , öyle esti ki ; Her şey uçup gitti kaldı Yaradan. Ayna düştü , hayal , perdelerdeki Bir akiscik gibi çıktı aradan. Sırtımı uykuda dürtüyor bir el; Fırla yatağından koşar adım gel ! O bir minicik zar i kabuğunu del ! Seni çağıran var , tâ maverâdan ! Eserin yazarı: Necip Fazıl Kısakürek Eser: ÇİLE |
ŞİİR( AFİYET SEBEPLERİ) ÂFİYET SEBEPLERİ Azizim; arıyorsan âfiyet sebeplerini, bulabilirsin dört şeyde: Evde bolluk, emniyet; Sonra sağlık, feragat. Olursa nimetle emniyetin, alametidir bu afiyetin. Rahat olursa gönlün, olursun sağlıklı. Bekleme artık dünyadan hiçbir şey. Oğlum; getirme nefsinin dileğini elverdikçe; düşme aman nefis tuzağına. Al ayağının altına nefsinin arzusunu. Ver ağzının payını kötü nefsin. Götürür seni kuyu başına atmak için nefis ile Şeytan. Ez nefsin başını, hor gör daima. Uzak tut pislikten geldikçe elinden. Kim doyurmaya çalışırsa kötü nefsi, cesaret verir günah işlemede ona. Tut boğazını her türlü zevkten; ki düşme belaya, girme günaha. Doyurma karnını tıka basa ekmek ile, su ile. Ahır yapma hayvan gibi kendine. Değilsen oruçlu, az ye gündüz. Yeme çok; değilsin dört ayaklı hayvan. Ey uykuda olan gece gündüz! Bir lamba yak mezarın için. Uyuyup yemek hayvanlara mahsus yalnız. Yok farkı uyuyanların hayvandan. Oğlum; kalk; çok uyuyacaksın ilerde. Varsa haberin kendinden, çok söyleme, kalk. Hatadır bu alçak dünyaya gönül bağlamak. Revadır ondan kendini uzak tutmak. Niçin bağlarsın aşağılık dünyaya gönül? Çünkü yok onda ebedî kalmak. Ey fakîr! süsleme fazla dışını; dolunay gibi kalsın için aydınlık. Talip olma her güzel yüze. Bulunma atlas ile ipek arzusunda. Vazgeç isteklerden, kul ol Allah’a. Giy eski elbise, hem de yırtık. At omuzuna yün hırkayı. İç muratsızlık şerbetini. Ey üstüne yünlü giyinen! Arıt önce göğsünü kibirden. Almak istersen nasibini ahiretten, git, çıkart seni övündüren giysileri üstünden. Ol gösterişsiz, arama huzur. Terket rahatı; rahatlık arama. Taşıma üstünde iyi giysi. Dile, olmasın yatacağın bir yatak. Yün ve kilim içinde ol sûfî gibi. Sıfatlan Allah sıfatlarıyla. Yol erine hasır halı olur. Ker*** sonunda ona yastık olur. Eserin yazarı: Feridüddin-i Attar Eser: Pendname |
RÜYA TABİRLERİ ( RÜYADA KAN GÖRMEK) Rüya tabirleri Kan görmek Kan Çok büyük hayal kirikligina ugrayacak ve mutsuz olacaksiniz. Garip ve esrarengiz arkadaslardan uzak durun. Sagliginiza dikkat edin. Kan kuyusuna düstügünü gören kimse, kana yahut haram mala müptela olur, denilmistir. Kendi üzerinde kan gören kimsenin üzerine söylenecek yalana isarettir. Herhangi bir kasit olmadan, kan aldirmaksizin ve yara olmaksizin vücudundan kan aktigini gören kimse zengin ise kanin aktigi kadar mali dinden çikar, eger fakir ise o miktarca eline mal geçer. Bir kimse Rüyada kan çukuruna düstügünü görse, onu heyecana ve izdiraba atacak bir kana isarettir. Rüyada görülen burun kani çok akici ve ince otursa, burnu akan kimseye isabet edecek haram mala, eger kan kati olursa düsük yapilan erkek çocuga isarettir. Rüyada burnunun kanadigini ve burnunun kaninin kendisine fayda verecegini düsünüyorsa, o kimseye amirinden hayir isabet eder. Eger kanin ona zarar verecegi düsüncesi varsa, o kimse amirinden bir söz erisir. Eger burnundan bir veya iki damla kan aksa, o kan menfaattir. Eger kanin çikmasindan sonra kendisinin kuvveti gitse o kimse fakir olur. Kanin çikmasindan sonra kendisine kuvvet gelse o kimse zengin olur. Burnundan akan kani elbisesine bulassa o kimseye kötü mal ve günah isabet eder. Eger burnunun kani hiçbir seye bulasmasa günahtan kurtulur. Eger yol üzerine damladigini görse, o kimse malinin zekatini verir ve onunla yol üzerinde bulunan fakir fukaraya tasadduk eder. Burnunun kanadigini gören kimse günahtan çikar. Bazilari, burnunun kanadigini gören kimse hazineye ve büyük mala nail olur, dediler. Bazilari da burun kani, kisiye reis tarafindan gelecek kandir. Bir kisim tabirciler ise, burun kani, hatira gelmedik bir yerden üzüntü ve sikintidir, dediler. Rüyayi gören, burnundan akan kan ile kendisinde bir rahatlik hissetse bu halde zekat yahut elbise veya söhrete isarettir. Kan sahibinin hayatina, kuvvet ve malina ve onu teminati altinda bulunduran yardimciya yahut elbise v.s. gibi seylerden onu örten giysilere, yahut iyilik ve kötülükten kazandigi seylere isarettir. Bazen, haddinden fazla çikan kan, rüya sahibinin yardimcisi bulunan ana baba yahut çocuk ya da ortak tarafindan gelen menfaatin kesilmesine isarettir. Bir kimse rüyada kendi kanini içse, o kimseye üzüntü, keder ve mesakkat isabet eder. Adet kam, bekar kiz için kocaya, gebe kadin için düsük yapmaya, hayizdan kesilmis kadin için de hastaliga isarettir. Arkasindan kan çiktigini gören kimse günahtan çikar. Eger kan kendisine bulassa ondan haram mal çikar, insan kani ev balkinin, ev sahibinin az harcamalarina. Bazen de bu rüya, arkada olan hastaliga isarettir. Kan Damardan kan akması zengin için mal noksanlığına, yoksul için eline mal geçmesine, Dişlerden kan çıkması akraba yüzünden üzüntü ve kedere döşmeye, Burundan az kan akması üzüntü ve kederden kurtulmaya, çok kan akması mal noksanlığına, Vücuttaki bir yaradaan çıkan,elbise ve bedeni lekeleyen kan haram kazanca; zarar, hasar ve kedere; elbise ve bedeni lekelemeyen kan haram ve şüpheli şeylerden karunmaya, Kılıç, mızrak vb. darbesiyle vücudun iltihaplı kısmından çıkan kan sıhhat ve afiyete, yolcu ise salimeneve dönmeye, Kan içmek haram mala, kan birikmiş bir yere düşmek şüpheli kazanç sağlamaya, Kanın cilt ve deriden acı hissetmeden akması sıhhat ve esenliğe, Hayız kanı genç kız için kocaya, hamile kadın için düşük yapmaya, hayızdan kesilen kadın için hastalığa, Arkadan kan çıkması günahı terk etmeye, bu kan çevreyi ve elbiseyi lekeler ise haram kazancın elden çıkmasına, Yara olmadığı halde vücuttan kan çıkması memur için rüşvet almaya, halktan biri için zarara uğrmaya delalet eder. (AyrıcBakınız; Kan Aldırmak.) Rüyada kan görülmesi, savaş ve felaket haberi olarak yorumlanır. Hayal kırıklığına uğrayacak ve üzüntülü Günler yaşayacaksınız demektir. Arkadaşlarınıza dikkat edin demektir. Kan aldırmak dinlenmeniz gerektiğine yorumlanır. Rüyada kan görülmesi, savaş ve felaket haberi olarak yorumlanır. Hayal kırıklığına uğrayacak ve üzüntülü günler yaşayacaksınız demektir. Arkadaşlarınıza dikkat edin demektir. Kan aldırmak dinlenmeniz gerektiğine yorumlanır. Çok büyük hayal kırıklığına uğrayacak ve mutsuz olacaksınız. Garip ve esrarengiz arkadaşlardan uzak durun. Sağlığınıza da dikkat etmenizde yarar var. Rüyada kan görülürse yorum yapılmaz. Önemsizdir. Rüyada kan görmek, haram malla yorumlanir. Rüyasinda birinin bir yerinin kana bulastigini görmek, mal sahibi olacagina delalet eder. Bir kimsenin rüyada kendi gömlegine baskasinin kaninin bulastigini görmesi, o kimsenin arkasindan ona ait konusmalar geçtigine isarettir. Gömleginin hayvan kaniyla lekelendigini görmek, bir hirsiz tarafindan kendisine yalan bir söz söylendigine; kendi gömlegi onu alip yirtan bir vahsi hayvanin kaniyla lekelenmis ise, kendisine düsman tarafindan bir söz söylendigine; gömlegine eti yenilen bir hayvan kani bulasmis ise, ona se refli ve zengin biri tarafindan yalan bir söz söylenmis olmasina ve bu yalanlardan sonra, kendisinin haram bir mala sahip olacagina delalet t eder. Seyyit Süleyman Hüseyni ye göre; kanin rüyada insan vücudunun herhangi bir yerinden akmasi, sagliga ve selamete isaret tir. Bazi yorumculara göre de, vücudun herhangi bir yerinden kan çikmasi veya yara oldugunu görmek, saglik ve zenginlige delildir. Rüyasinda akan insan kan görmek günahlarindan siyrildigina. ve çirkin islerden uzak olacagina isarettir. Kan kuyusuna düstügünü görmek, haram mal edinmektir. Önünde içi kan dolu bir çukur oldugunu görmek, kaninin akarak topraga karisacagina delalet eder. Abddülgani Nablusi ye göre: herhangi bir sebep olmadigi hal de, vücudunun bir yerinden kan aktigini gören, zengin ise kanin miktari kadar para veya mali eksilir, fakir ise o kadar para veya mal sahibi olur. Ibn i Kesire göre; rüyada görülen kan, sahibinin hayatina, yasantisina. kuvvet ve kudretine, mal varligina, giydigi elbiselere ve bu gibi hayatinda yasamasina yardimci olan seylere delalet eder. Kanin vücuttan çiktigini görmek ugursuzluktur. Bu sebeple vücuttan sebepsiz olarak kan akmasi sikinti ve üzüntüden kurtul mak demektir. Ibn i Sirin e göre; vücuttan çok fazla akan kan. ana, baba, ço cuk veya arkadas tarafindan gelen menfaatlerin kesilmesine, ya hut malinin bir kisminin elinden çikacagina, elbiselerinden bir kisminin satilmasina, veya sevdiklerinin birisinden ayrilacagina isarettir. Rüyada kendi kanini içtigini görmek, bu kimsenin büyük bir si kinti ve kedere kapilacagina, veya borcunu baska birisinden borç alarak, ödeyecegine delalet eder. Rüyada kadinlarin adet kanini görmek, genç kizlar için kocaya, hamile kadinlar için düsük yapmaya, yasli kadinlar için hastaliga delalet eder. Rüyasinda arka küreklerinden kan aktigini görmek, günahlarindan kurtulduguna, bu kanin vücuduna bulastigini gör mek, haram mallarinin elinden çikmasina isarettir. Cafer i Sadik a göre; insan kani, mal ve para ile de tabir edilir, bu yüzden kendi vücudundan kan çiktigini görmek, çikan kan kadar malinin veya parasinin elinden çikacagina delildir. Bir baska rivayete görede: Rüyada görülen kan, haram mala yahut rüya sahibinin isledigi günaha, yahut kendisiyle günah kazanilacak bir fiile isarettir. Bundan dolayi kana bulandigini gören kimse mal sahibi olur. Yahut haram mal ve büyük günah içinde bulunur. Eger rüyada kendi gömleginde bilmedigi yerden gelmis bir kan oldugunu görse, o kimse üzerine yalan bir söz söylenir. Gömleginin kedi kaniyla bulandigini gören kimseye bir hirsiz tarafindan yalan bir söz söylenir. Eger kendi gömlegini aslan ve yirtici bir hayvan kaniyla bulastigini görse, o kimseye galip olan zalim bir kimse yalan bir söz söyler. Eger gömlegini koç kaniyla bulastigini görse, ona serefli, zengin ve kuvvetli bir kimse yalan bir söz söyler. Yalandan sonra kanin nispetince haram mala nail olur. Kanin, rüyada cilt ve deriden akmasi sihhat ve selamettir. Bazi tabirciler, bir kimse vücudundan kan çiktigini ve yara oldugunu görse, o kimseye beden sagligi ve çok mal gelir. Eger kaybolmussa sag olarak döner, hayir ve sevince nail olur. Insan kani içtigini gören kimse mal ve menfaata nail olur ve bütün fitne ve belalardan kurtulusa erer, Bazi tabirciler, insan kani içtigini gören kimse günahtan ve yaramaz hareketlerden kaçinir ve çirkin islerden kurtulur, dediler. Kan kuyusuna düstügünü gören kimse, kana yahut haram mala müptela olur, denilmistir. Kendi üzerinde kan gören kimsenin üzerine söylenecek yalana isarettir. Herhangi bir kasit olmadan, kan aldirmaksizin ve yara olmaksizin vücudundan kan aktigini gören kimse zengin ise kanin aktigi kadar mali elinden çikar. eger fakir ise o miktarca eline mal geçer. Bir kimse rüyada kan çukuruna düstügünü görse, onu heyecana ve izdiraba atacak bir kana isarettir. Rüyada görülen burun kani çok akici ve ince olursa, burnu akan kimseye isabet edecek haram mala, eger kan kati olursa düsük yapilan erkek çocuga isarettir. Rüyada burnunun kanadigini ve burnunun kaninin kendisine fayda verecegini düsünüyorsa, o kimseye amirinden hayir isabet eder. Eger kanin ona zarar verecegi düsüncesi varsa. o kimse amirinden bir söz erisir. Eger burnundan bir veya iki damla kan aksa, o kan menfaattir. Eger kanin çikmasindan sonra kendisinin kuvveti gitse o kimse fakir olur. Kanin çikmasindan sonra kendisine kuvvet gelse o kimse zengin olur. Burnundan akan kani elbisesine bulassa o kimseye kötü mal ve günah isabet eder. Eger burnunun kani hiçbir seye bulasmasa günahtan kurtulur. Eger yol üzerine damladigini görse, o kimse malinin zekatini verir ve onunla yol üzerinde bulunan fakir fukaraya tasadduk eder. Burnunun kanadigini gören kimse günahtan çikar. Bazilari, burnunun kanadigini gören kimse hazineye ve büyük mala nail olur, dediler. Bazilari da burun kani, kisiye reis tarafindan gelecek kandir. Bir kisim tabirciler ise. burun kam, hatira gelmedik bir yerden üzüntü ve sikintidir, dediler. Rüyayi gören, burnundan akan kan ile kendisinde bir rahatlik hissetse bu halde zekat yahut elbise veya söhrete isarettir. Kan sahibinin hayatina, kuvvet ve malina ve onu teminati altinda bulunduran yardimciya yahut elbise vs. gibi seylerden onu örten giysilere, yahut iyilik ve kötülükten kazandigi seylere isarettir. Bazen, haddinden fazla çikan kan, rüya sahibinin yardimcisi bulunan ana baba yahut çocuk ya da ortak tarafindan gelen menfaatin kesilmesine isarettir. Bir kimse rüyada kendi kanini içse, o kimseye üzüntü, keder ve mesakkat isabet eder. Adet kani, bekar kiz için kocaya, gebe kadin için düsük yapmaya, hayizdan kesilmis kadin için de hastaliga isarettir. Arkasindan kan çiktigini gören kimse günahtan çikar. Eger kan kendisine bulassa ondan haram mal çikar, insan kani ev halkinin. ev sahibinin az harcamalarina. Bazen de bu rüya. arkada olan hastaliga isarettir. Çok büyük hayal kırıklığına uğrayacak ve mutsuz olacaksınız. Garip ve esrarengiz arkadaşlardan uzak durun. Sağlığınıza dikkat edin. Rüyada vücudunuzda yara olmadığı halde kan görmek; zarara uğramaya, rüşvet almaya ve rüşvet teklif etmeye, kanın yaralardan aktığını görmek; üzülmeye, kan içmek; haram mala ve haksız yere kan döküleceğine, ağzınızdan kan geldiğini görmek; iftaira atacağınıza ve yalan söyleyerek birini kandıracağınıza, damarlarınızdan kan aktığını görmek; zengin iseniz fakir düşeceğinize, fakir iseniz zengin olacağınıza, erkeklik organından kan geldiğini görmek; evli iseniz eşinizin çocuğunu kaybedeceğine, bekar iseniz bir zarara uğrayacağınıza, makattan kan geldiğini görmek; sağlığınızın bozulacağına ve kederleneceğinize, bir yarde birikmiş kan görmek; görülen yerde haksızlıklar olacağına, kan Gölü veya çeşmeden kan akığını görmek; görülen yerde kan döküleceğine, burnunuzun kanadığını görmek; üzüntülerinizin sona ereceğine, burnunuz çok fazla kanarsa zarara uğrayacağınıza işarettir. |
İBRETLİK OLAYLAR (HİKAYE) ÖLÜM HABERCİSİ BAYRAK "İbret alınacak şey ne kadar çok, ibret alan ise ne kadar az." Hazreti Ali (a.s.) 1981 yılında Halit İslamboli ve arkadaşları, düşman kabul ettikleri Mısır Devlet Başkanı Sedat'ı resmi geçit esnasında öldürdüler. "Tasmalı Çekirge" isiöli kitabın yazarı, eski Dışişleri Bakanlığı görevlisi İsmail Berdük Olgaçay hadisenin oldukça düşündürücü ayrıntılarına dikkat çekiyor: Resmi geçit başlarken karşımızdaki ehramın arkasında, göremediğimiz bir yerden havai fişek atılır gibi havaya sekiz adet füze fırlatıldı, bunlar havada dağıldı. Dördünden Mısır bayrağı, dördünden de üzerinde Enver Sedat'ın yüzü bulunan renk ağırlığı yeşil olan bayraklar çıktı. Bunlar uçlarına kurşun bağlanmış ipler sayesinde, havada muntazam şekile dalgalanmaya ve halktan alkış toplamaya başladılar. Ehramın bize bakan cephesinden iki yanında dörder bayrak direği vardı. Bunların ehrama yakın olan ikisine Mısır bayrağı, diğerlerine silahlı kuvvetler bayrakları çekilmişti. Havada uçan Sedat bayraklarından biri döndü dolaştı, ehramın bize göre sol yanında, resmi geçitin geliş yönündeki direkte dalgalanan Mısır bayrağına sarıldı. Sarkan ipler iyice dolanınca iki bayrak birlikte dalgalanır hale geldi. Bu beklenmeyecek bir şeydi, bir yüzyıl boyu her saat başı, bu şekilde bayrak fırlatılsa, tek atışta gerçekleşen bu kucaklaşma herhalde tekrarlanamazdı. Bu manzara halk arasında çoşku oluşturdu. Allah'ın millet ile 'reis'i arasındaki yakınlığı ispatladığına inanıldı. Zaman ilerledikçe Sedat'ın resmini taşıyan bayrağın orada durması zorlaşıyor, bayrak yavaş yavaş aşağı kayıyordu. Uzun süre buna kimse aldırmadı. Fakat bayrak orta noktayı geçip toprağa yaklaşınca görüntü tatsızlaştı. Kimse de gidip bunu oradan almayı akıl etmiyordu. Çok kişi gibi, Sedat'ın kendisi de artık onu görmez olmuştu. Toprağa dokunur hale geldiğinde bayrak birden, tam Sedat'ın boğazına isabet eden orta yerden ikiye ayrıldı. 15 dakika sonra da Sedat'ın kurşunşa bayrağın yırtıldığı yerden, boğazından vurulduğu görüldü. |
TATLI TARİFİ(PORTAKALLI KEK HAVUZU) Portakallı Kek Havuzu Tarifi İçin Malzemeler Kek İçin: 3 adet yumurta 1 çay bardağı fındık yağı 1 paket kabartma tozu 1 paket vanilya 1 çay bardağı portakal suyu 1 çay bardağı toz şeker Alabildiği kadar un Sosu İçin: 2,5 su bardağı süt 1 paket kakao 150 gram tereyağı 1 paket nişasta 1 su bardağı toz şeker Süslemek İçin: 150 gram çekilmiş fındık yada ceviz 10 adet doğranmış Kabe hurması Portakallı Kek Havuzu Hazırlanışı Kek malzemeleri derin bir kapta homojen hala gelene kadar karıştırılır ve kabartılır. Özel kek kalıbı fırça ile hafif yağlanır. Önceden 200 derecede ısıtılmış fırına, kek kalıbına dökülmüş olan kek malzemesi koyulur. 30-35 dakika pişen ve kabaran kek arada çatal ile kontrol edilir içi hamur kalmaması sağlanır. Öte yandan başka bir kapta tereyağı eritilir nişasta eklenir. Karıştırma işlemi devam ederken sütte yavaş yavaş eklenir. Koyulaşma başlarken kakao da eklenir ve kısık ateşte krema kıvamında sosumuz pişirilir. Kek ve krema soğuduktan sonra krema kekin çukur olan kısmına yayılır. Üstüne çekilmiş ceviz yada fındık ta koyulur. Kabe hurması da serpiştirilir. Not: Arzuya göre meyve ile de süsleme yapılabilir. Extra Not: Krema yerine meyve jöleli olarak da servis edilebilir. Afiyet Olsun! [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: ŞİİR NECİP FAZIL KISAKÜREK(TÂ MAVERÂDAN) Alıntı:
Uzun yıllardır saygı duyarak eserlerini tekrar tekrar okudugum, hayranı oldugum degerli bir isim. Paylasımı gorunce anılarımı yad ettim:) Degerli emeklerinize saglık, ne mutlu boyle bir buyuk ustadı anımsayanlara :melek: |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 04:31. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk