![]() |
Cevap: BU SABAH Kİ DUA MIZ Emeğine yüreğine sağLık... |
Cevap: Ağacın Peygamberimize Doğru Gelişi Mucizesi. Emeğine yüreğine sağLık... |
Cevap: SAĞLIKLI TATLI YEMEYE NE DERSİNİZ.Jkl mutfağından (Siyez Unlu Meyveli ve Fındıklı Puding Tarifi) Ben merak ettim, görmek isterim mahsuru yoksa @[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] Alıntı:
|
Cevap: İBADET Mİ YOKSA HİZMET Mİ DAHA HİKMETLİ(HİKAYE) Güzel bilgiler için eline sağlık.. |
Cevap: SAĞLIKLI TATLI YEMEYE NE DERSİNİZ.Jkl mutfağından (Siyez Unlu Meyveli ve Fındıklı Puding Tarifi) Güzel bilgiler için eline sağlık.. |
Cevap: SAĞLIKLI TATLI YEMEYE NE DERSİNİZ.Jkl mutfağından (Siyez Unlu Meyveli ve Fındıklı Puding Tarifi) [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: SAĞLIKLI TATLI YEMEYE NE DERSİNİZ.Jkl mutfağından (Siyez Unlu Meyveli ve Fındıklı Puding Tarifi) Çok güzel görünüyor, teşekkürler. Yalnız masadaki işleme de çok güzelmiş :) Alıntı:
|
Cevap: SAĞLIKLI TATLI YEMEYE NE DERSİNİZ.Jkl mutfağından (Siyez Unlu Meyveli ve Fındıklı Puding Tarifi) @[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] senle MasterChef'e katiliriz senle bu gidisle :)) Emegine saglik |
Cevap: SAĞLIKLI TATLI YEMEYE NE DERSİNİZ.Jkl mutfağından (Siyez Unlu Meyveli ve Fındıklı Puding Tarifi) diğer tariflerde de aynı işleme olacak :) alışmalısınız --IRCForumlari.NET ; Flood Engellendi -->-> Yeni yazılan mesaj 19:17 -->-> Daha önceki mesaj 19:14 -- Alıntı:
|
BU SABAH Kİ DUA MIZ 15-01-2021 Peygamberimizin (S.A.V.) Bir Duası. “Ya Hannân yâ Mennân yâ ze’l -Celâl-i ve’l-ikrâm. (Ey çok merhametli! Ey çok iyilik eden, Celâl ve ikram sahibi olan Allâhım!) benimle hatalarımın arasını uzaklaştır; doğuyla batının arasını uzaklaştırdığın gibi! Beni hatalardan arındır temizle, beyaz elbise kirden temizlendiği gibi! Beni kar suyu ve dolu (suyu) ile yıka! Allâh-ü Teâlâyı teşbih eder ve ona hamdederim. Büyük olan Allah’tan mağfiretimi isterim ve ona yönelirim.“ AMİN |
Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri – İmam Suyuti Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri – İmam Suyuti Peygamberimizin, yazı yazmasının ve şiir söylemesinin kendisine haram olması Peygamberimizin bir özelliği de, yazı yazmasının ve şiir söyleme*sinin kendisine haram olmasıdır. Yüce Allah bu hususta şöyle buyur*maktadır: “Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de buldukları o elçi’ye o ümmî peygamber’e uyarlar.” “Ey Muhammed, sen bundan önce bir kitâb okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun. Öyle olsaydı, bâtılcılar o zaman kuşkulanırlardı.” “Biz ona (Muhammed’e) şiir öğretmedik, şiir ona yakışmaz da...” tbn Ebû Hatim, Mücâhid’în şöyle dediği haberini nakletmiştir: “Kitâb ehli olanlar, kendi kitaplarında Peygamberimiz’in okur-yazar ol*madığını görürler ve bunu söylerlerdi, işte bununla ilgili olarak: “Sen, bundan önce bir kitâb okumuyordun, elinle de onu yazmıyorsun!” mealindeki âyet inmiştir.” îmâm-ı Râfîî ise bu konuda şöyle der: “Peygamberimiz’in bir Özelliği olarak, yazı yazmasının kendisine haram olabilmesi için, O’nun yazı yazar olduğunu söylememiz gerekir. Halbuki O, yazı bilmezdi.“ îmâm-ı Nevevî ise, bunu tenkid eder ve şöyle der: ‘Yazı yazmasını bilmediği halde, yazmanın kendisine haram kılınmış olması mümteni’ (imkansız) değildir. Bundan maksad, okur-yazar olmanın sebeblerine tevessül etmemesidir ve doğrusu da, O okur-yazar değildi...” Bâzıları ise bunun aksini söylemişler ve: “Hudeybiye andlaşması-nın yazıldığı sırada Kureyş temsilcisinin itirazı üzerine, Peygamberimiz (s.a.v.): “Bu, Muhammed bin Abdullah’ın andlaşmasıdır” diyerek yaz*mıştı. Zira Ali, böyle yazmaktan çekinmişti” demişlerdir. Onlara verile*cek cevab ise şudur: “Bu andlaşma ile ilgili olarak “…Yazdı” denilmesinden maksad, emir verip yazdırdı demektir Ebû Mes’ûd Dımeşkî de, Hudeybiye Musâlehasıyla ilgili olarak: ‘Yâni Peygamberimiz kalemi eline aldı, fakat güzelce yazmasını bilmi*yordu. Buna rağmen “Resûlüllah” yerine “Muhammed” kelimesini yazdı” der. Ömer bin Şeybe’nin bu husustaki sözü ise şöyledir: “Peygamber (s.a.v.), Hudeybiye’de, kendi eliyle yazdı. Halbuki O, daha önce yazmayı hiç bilmiyordu. Tam yazmak istediği sırada, bir mucize olarak yazması*nı bildi ve yazdı.” Onun bu sözünü kabul edenler de olmuştur: Hadîs âlimlerinden Ebû Zerr el-Herevî, Ebu’l-Feth el-Nisâbûrî, Kâdî Ebu’l-Velîd el-Luhamî, Kâdi Ebu Cafer el-Simnanî el-Usûlî; bunu kabul eden*lerdendir. Hattâ Ebû’l-Velîd el-Luhamî şöyle demiştir: “Peygamberi-miz’in hiç yazı bilmediği ve öğrenmediği halde anîden orada yazmış olması, O’nun en kuvvetli mucizelerinden biridir.” Bazıları da şöyle de*miştir: “Peygamberimiz, o gün kendi eliyle; yazı bilmediği, yazıyı teşkîl eden harfleri hiç tanımadığı halde yazdı. Kalemi eline aldı ve hareket ettirdi. O’nun yazmak istediği şekilde bir yazı meydana geldi. Yâni yazı kendiliğinden ve mucizevî bir şekilde oluştu… Evet Peygamberimiz ka*lemi hareket ettirdi, fakat bilerek bir şey yazmadı. Yazı yazıldığı zaman bile, yazıyı ve onun harflerini tanımıyordu” Şiirin Peygamberimiz’ e haram olmasına gelince: “Ebû Davud’un buna delâlet eden hadîsi; îbni Ömer’den sevketmiş olduğunu görüyo*ruz… O, şöyle diyor: “Ben, Peygamber’in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu i-şittim: “Ben eğer tiryak içersem nazarlık takınırsam, kendiliğimden şiir söylersem, hâlim ve âkibetim ne olur bilmem.“ îbni Sa’d’ın Zühri’den rivayetine göre, Peygamber (s.a.v.), Medi*ne’ye göçten sonra Mescid yapılırken, ashabın bu husustaki candan ça*lışmalarına bakarak duygulanmış ve: “Bu göç, Hayber göçü değildir! Rabbimiz, bu daha iyi, daha temizdir” anlamında bir söz söyleyivermiş-tir. Yine Zührî şöyle dermiş: “Peygamberimiz, şiir olarak ne söylemişse, bir başkasına âit misâl vermek üzere söylemiştir. Kendisinin, Mescid yapılırken söyleyiverdiği bu şiirden başka hiç şiir söylediği olmamış*tır. (Bunu da, şiir söylemek maksadıyla söylemiş değildir.) Yine îbni Sa’d, Abdurrahmân bin Ebûz-Zennâd’dan şöyle nakle*der: “Peygamber (s.a.v.) birgün, Abbas bin Mirdâs’a hitaben: “Hatırlıyor musun? Senin: “Benim ve kölelerimin elde ettiğimiz mallar, Akra’ ve U-yeyne arasında kaldı” gibi bir şiirin vardı?” demiş… Orada bulunan Ebû Bekir de: “Ey Allah’ın Resulü, anam babam sana kurbân olsun! Sen, bir şâir olmadığın gibi, şiiri de değiştirerek naklediyorsun. Zaten şiir de sana yakışır birşey değildir. Bunun söylediği o şiirin aslı, öyle değil;”…Uyeyne ile Akra’ arasında kaldı” şeklinde idi” der. (Yâni Peygambe*rimiz, bu misâlde de görüldüğü gibi, şiiri, bazen değiştirerek söylerdi. Bazân da misâl vermek için.) Alimlerimiz demişlerdir ki: “Peygamberimiz’in şiir şeklinde söyle*miş olduğu sözler; şiir maksadıyla söylenmiş şeyler değildir ve kafiyen bunlara, şiir söylemek de denilmez… Kur’ân’da dahi bazân vezinli sözler vardır. Bunlar da kafiyen şiir değildir.” İmâm-ı Mâverdî der ki: “Peygamber Efendimiz’e yazı yazmak ha*ram olduğu gibi, başkaları tarafından yazılmış bir yazıyı okumak da haramdı, ilgili âyet de bunu bildirir. O’na şiir söylemek yasak olduğu gibi, bir başkasına âit olan şiiri, şiir olarak nakletmesi de yasak idi.” El-Harbî de şöyle demektedir: “Peygamber (s.a.v.), iki mısraı bir araya getirerek, tam bir beyit halinde şiir okumamıştır. Mutlaka tek mısra halinde misâl vermiştir. Bir beytin, yâ birinci mısraını okuyup i-kinci mısraını bırakmıştır, yâhud da ikinci mısraını okuyup birinci mısraını terketmiştir. Eğer her iki mısraı okuyarak misâl vermek iste-mişlerse, bu seferde mutlaka kelimelerin yerini değiştirmek suretiyle misâl vermiştir. Az yukarıdaki Abbas bin Mirdâs’m şiirinde olduğu gibi…” DEVAMI GELECEK NASİPSE ........... |
BÜYÜ YAPMAK HAKKINDA Büyü Yapmak. İslamiyet sihri inkar etmemiş, ancak Tevhid itikatına zarar verdiği, İslam ahlak ve prensiplerini bozduğu, kötüye kullanıldığı için kesinlikle haram kılınmıştır. Bir müslümanın bunlarla meşgul olması katiyetle doğru değildir, bu gibi şeyler küfür basamaklarıdır. Allah-u Teala sihri öğrenenler hakkında Ayet-i kerime’de şöyle buyurmaktadır: “Onlar kendilerine faydalı olacak şeyler değil de zarar verecek şeyler öğreniyorlardı.” (Bakara:102) Bir Ayet-i kerime’de de şöyle buyuruluyor: “Nerede olursa olsun, sihirbaz asla iflah olmaz.” (Taha:69) Resul-i Ekrem -sallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz sihri “Helak edici yedi büyük günahtan birisi saymıştır, bir Hadis-i şerif’lerinde de şöyle buyurmuştur: “Muhabbet vesaire için efsun yapmak, iplik okumak veya muska yazmak suretiyle sihir yapmak şirktir.” (Ebu Davud) Sihir yapmak haram olduğu gibi sihire inanmak da haramdır. Karı-koca arasındaki aile bağlarını koparmaktan başlayarak, insanlar arasında fesatlıklar çıkaran sihirbazlar asr-ı saadette Resulullah -sallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e de sihir yapmaya cüret etmişlerdi. Aişe -radiyallahu anha- Validemiz’den rivayete göre, şöyle demiştir: Bir keresinde Peygamber -sallahu aleyhi ve sellem-e sihir yapılmıştı. Bu hadiseden sonra işlemediği bazı şeyleri işlediğini sanırdı. Nihayet günün birinde tekrar tekrar dua etti ve bana dedi ki: Ya Aişe! Allah bana şifamı bildirdi. İki melek gelip biri başucumda diğeri ayak ucumda durdu. Birbirleri ile şöyle konuşuyorlardı: -Bu zatın hastalığı nedir? -Sihirlenmiştir. -Kim sihir yaptı? -A’sam oğlu Lebid. -Ne ile yaptı? -Tarak, saç ve sakal tarantısı, erkek hurma çiçeği ile. -Nerede yapıldı? -Zervan kuyusunda. Peygamber -sallahu aleyhi ve sellem- oraya doğru gitti. Sonra geldi ve bana “Büyü yapılan hurmanın uçları şeytanın başı gibidir.” buyurdu. Bunun üzerine ‘Ya Resulullah! Onu çıkardınız mı?‘ diye sordum. Şöyle cevap verdi: Hayır çıkarmadım. Çünkü Allah bana şifa verdi. İnsanların görüp de nasıl yapıldığını öğreneceklerinden endişe ettim ve kuyuyu kapattırdım.” (Buhari. Tecrid-i sarih:1352) |
İBRETLİK HİKAYELER Fakir ve Kör Kibirli ve zengin birisi kapısına gelen bir fakire bir şey vermediği gibi, onu hem paylar hem de kapıyı yüzüne kapatır.. Zavallı fakir içlenir; bir tarafa çekilir ve oturur, ağlamaya başlar.. Bir kör, onun ağlamalarını duyar. Kalkar yanına gelir, niçin böyle üzgün olduğunu, ağladığını sorar. Fakir olanı biteni anlatır. Kör, teselli vererek, üzülmemesini, kendi evine gelmesini, evinde kalmasını, ekmeğini çorbasını kendisiyle paylaşmasını ister ve ısrarda eder. Fakir onun içtenliği ve ısrarı karşısında kabul eder, onunla gider. Kör ona karşı çok güzel bir konukseverlik gösterir. Fakirin, hem karnı doyar hem de gönlü hoş olur. Gönlü öyle hoş olur ki, o hoşnutluk içinde: - Sen bana evini açtın, sen bana gönlünü açtın, Kadir Mevlamda senin gözünü açsın, diye dua eder. Gece olur, körde bir gariplenir bir gariplenirki, o gariplik içersinde gözünden birkaç damla yaş damlar, gözleri birden açılır. Görmeğe başlar. Körün görmesi ile ilgil i haber bir anda şehirde yayılır. Yer yerinden oynar. Bu haberi onu kapısından kovan, kovmakla kalmayan taş yüreklide duyar. İşin doğruluğunu anlamak için gözü açılan şahsa gelir: - Çok şanslıymışsın. Gözün nasıl açıldı, kim açtı. - Hey! seni gidi gafil seni, sen nasıl bir adammışsınki, öyle bir mübarek zatı azarladın, üzdün, yüzünü yıktın. devlet kuşunu bıraktın, baykuş ile meşgul oldun. Gözümün kapısını, senin yüzüne kapıyı kapattığın o kimse açtı. - Desene kendime yazık ettim, öyle bir doğanmışki öyle bir devletmiş ki, kıymetini bilemedim, bana değil sana nasip oldu, ben avlayamadım sen avladın, der ve kıskançlıkla parmağını ısırır. Dişini sıçan gibi hırsa batırmış kimse koca doğanı nasıl avlayabilir? İyilerin bastıkları toprak dermandır, göz açar. ancakgönül gözü kör olanlar o dermandan gafildirler, kıymetini ne bilsinler. |
İSLAM BÜYÜKLERİ-EVLİYAULLAH(DURSUN FAKİH (Tursun Fakih)) DURSUN FAKİH (Tursun Fakih) Tefsîr, hadîs ve fıkıh âlimi. Şeyh Edebâlî hazretlerinin dâmâdı. Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Beyin bacanağıdır. Doğum târihi bilinmemektedir. Sultan Orhan devrinde vefât etti. Aslen Karamanlı olup, hocası Edebâlî hazretlerinin hemşehrisidir. Çeşitli ilimleri, Edebâlî'den tahsîl edip, tefsîr, hadîs ve fıkıh bilgilerinde âlim, tasavvufta yüksek derecelere sâhib oldu. Kalbi, kötülüklerin pisliklerinden temizlendi. Dünyâlık olan şeylerden uzaklaşmakta ve takvâda, güzel ahlâkta, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymakta, insanlara doğru yolu göstermekte çok ileri idi. Bu sırada Anadolu Selçuklu Devleti Sultanının, İlhanlı Gâzan Han tarafından İran'a götürülmesi üzerine devlet parçalandı. Her önüne gelen bey, herkes sığınacak yer arar oldu. Haber Osman Beyin meclisine ulaştı. Mecliste hazır bulunan Osman Beye, hatîb ve vâiz Dursun Fakîh şu teklifi yaptı: "Beyim! Cenâb-ı Hak size, sığınacak yer arayan müslümanları bir araya toplayıp idâre etmek basîretini ve gücünü ihsân etmiştir. Allahü teâlânın inâyeti, duâ ordusunun himmet ve bereketi, gazâ ordusunun kuvvet ve kudretleriyle çevrenizdeki tekfurları dize getirip, birçoklarının topraklarını mülkünüze dâhil ettiniz. Şimdi sıra Anadolu topraklarını ehil olmayanların elinden kurtarıp, ahâlisini huzûra kavuşturmaya gelmiştir. Müsâade buyurun da, adınıza hutbe okuyup, sizi sultan îlân edelim." dedi. Sultan düşünüp, istişâre etti. Dursun Fakîh'e hak verdi. O gün Dursun Fakîh, Osman Gâzi adına hutbe okuyup, beyinin sultanlığını îlân etti. Dursun Fakîh bundan sonra Osman Gâzinin cihâd hareketine iştirak etti. O hem elinde kılıcı ile gazâlara katılıyor hem de namaz vakitlerinde gâzilere namaz kıldırıyordu. Ayrıca gâzilerin dînî meselelerdeki suâllerini de Dursun Fakîh çözüyordu. Bu husûsiyetleri ile onun Osmanlı Devletinin resmî olmamakla berâber ilk kâdıaskeri hüviyetini taşıdığı anlaşılmaktadır. Dursun Fakîh, okuduğu hutbelerde vâz ve nasîhatlarında gâzilerin gazâ şevkini artırıcı sözler söylerdi. Resûlullah efendimizin ve O'nun mübârek Eshâbının güzel ahlâk ve örnek yaşayışını anlatırdı. Bu mübârek âlimin sözleri ve duâları bereketi ile Osman Gâzinin seçme yiğitleri, Allahü teâlânın dînini yaymaya, insanlara merhametli davranıp zarar vermemeye çok gayret ettiler. Herkese iyilik edip, hayırlı amel işlediler. Nefslerini terbiye edip, ebedî saâdete kavuşmak için gayret gösterdiler. Osman Gâzi 1302'de memleketi beş idârî bölgeye ayırıp, Bilecik'in idâresini Şeyh Edebâlî hazretlerine bıraktı. Dursun Fakîh bundan sonra hocası Şeyh Edebâlî'nin yanında kalıp onun yerine tefsîr okuttu ve fetvâ işlerini yürüttü. Edebâlî hazretlerinin vefâtından (1326) sonra onun zâviyesinde şeyhlik makâmına oturdu. 1330'da İznik, Orhan Gâzi tarafından alındıktan sonra Bilecik kâdısı olan Çandarlı Kara Halil, İznik kâdılığına getirildi. Bu târihten îtibâren Dursun Fakîh'e de Bilecik kâdılığı vazîfesi verildi. Dursun Fakîh'in bu görevde iken vefât ettiği tahmin olunmaktadır. Kabri Bilecik'teki hocası Şeyh Edebâlî türbesi içindedir. Şeyh Edebâlî hazretleri hatip, kâdı ve şâir olan talebesi Dursun Fakîh ile yanyana yatmaktadır. Bu çok sevilen derviş gâzinin bir makam türbesi de, Söğüt'ün Küre köyü civârında bir tepe üzerindedir. Dursun Fakîh'in ilmi, zühd ve takvâsı güzel ahlâkı yanında diğer bir yönü de şâir oluşudur. Nitekim onun; Mukaffâ Kalesi Gazâvatnâmesi isimli eseri günümüze kadar gelmiştir. Dursun Fakîh eserini şu şekilde bitirmektedir: Yâ İlâhî Habîbinin hürmeti Rahmetinle bağışla bu ümmeti Suçumuz çok anı şefi kılıruz Rahmetini ol sebebden bilirüz Rahmetin umar isen Dursun Fakı Resûlullah'ın mücâzâtların oku. |
GERÇEK HAYATTAN ELEM VEREN HİKAYELER DOĞUM KONTROLÜ Çocuğun tenasül uzvunda kan fışkırıyordu. Kardeşini sünnet etmişti aklınca. Önceleri bağırabildiği kadar bağırdı çocuk. Kanla beraber ses de yavaşladı; bir iniltiye dönüştü. Küçük ağabey hadisenin şokunu yaşıyordu. Anne ve babasına ne diyecekti? Bu korku içinde kanlı bıçağı pencereden fırlatıverdi. Hâlâ ne olduğunu, neye uğradığını anlayamamıştı. Ortada bir felaketin olduğunu sezinliyordu. Suçunu bile idrak edemeyecek kadar küçüktü. Orada reşit biri olsaydı ona: "Sen niye korkuyorsun evladım, anne babanın anlaşarak atmaya karar verdiği ceninden daha küçük bir şey kestin kardeşinden, onlar ağzı dili olmayan bir çocuğun dünyaya gelişini engellediler, onların suçu seninkinden daha büyük" diyecekti. Bu çocuk, dünyaya gelmeden, ağlayıp gülmeden buradan gidecekti. Ona yaşama hakkı en yakınları ve "Gönüllü Aile Planlamacıları" tarafından haram ediliyordu. Bir küçüğü, bir yıldır hayatın tadını tatmış, küçük ellerini gökyüzüne kaldırmış, yıldızları parmaklarıyla göstermişti. Fakat yeni dünyaya gelecek masum, kendine kaderden tevdi edilen hakikat tohumunun sümbülünü gösteremeden gidecekti. Batılı dostlarımız ! bizim çoğalıp güçlenmemize razı değillerdi. Gerçi kadın çocuğunun alınmasını istemiyordu. Hayat şartları bunu gerektiriyordu. Hem de bu konuda o kadar kesif bir kampanya vardı ki bazıları bunlara kanıyorlardı. Halbuki bu reklamlarda ve çalışmalarda yapılan masraflarla dünyaya gelen çocuklar beslenebilirdi. Hastahanelerdeki "Aile Planlaması Merkezleri" doğum kontrolü için bedava ilaç da dağıtıyordu. Kadının buralardan aldığı haplar onun sinirlerini hayli yıpratmıştı. Üç çocuğa birden bakamazlardı. Bu çocuk onlar için bir hazır yiyiciydi. Ekonomiyi sömürecek, pahalılığa sebep olacaktı. Devletin ve bazı kuruluşların aile planlamasında bu kadar ısrarlı gayretlerine rağmen ülkenin fakirlikten, enflasyondan kurtulamaması da ayrı biR mevzü. Bu anne ve babalar kendi mahsulleri olan evlatlarını, kendi elleriyle, başkalarının telkinlerine aldanarak katlediyorlardı. İlahi beyanın: "Onlar nesli ve ekini (ekonomiyi) bozarlar" (Bakara 2/205) ifadesi ne kadar açıktır. Kardeşinin tenasül uzvunu kestikten sonra kapıyı kapatıp sokağa çıktı. Aniden aklına, evlerinin önündeki kamyonun arkasına saklanmak geldi ve kamyon tekerinin altına büzüldü. Korkunun ve soğunun verdiği heyecanla bir kuş gibi titriyor ve ağlıyordu. Sırtını sağlam bir kaya gibi dayadığı tekerin arkasında yorgunluk ve bitkinlikten uyuyakalmıştı. Birdenbire sırtına çok ağır bir yükün bindiğini hissetti. Bu habersizgelen yükün altında ikiye katlanmıştı. Şöförün arabayı çalıştırmadan el frenini bırakıvermesi, bu feci kazaya sebep olmuştu. Bu çocuk da ağlayıp bağırmadan kardeşinin gittiği, görmediği o meçhül aleme gidiyordu. Kocaman lastiğin altında o körpecik vücudu ezilmişti. Olup bitenlerden hiç haberi olmayan anne ve baba, hastahanede çocuğu olmayan komşu kadına rastlamışlardı. Baba, bu kadının aniden karşılarına çıkmasından çok rahatsız olmuştu. Kadın, anneyi lafa tutmuştu. Konuşma esnasında hastahaneye gelmelerindeki gerçek sebebi öğrenen kadın, anneye yalvarırcasına: "Ne olur kaldırmayın, onu bana verin, ben sizin yerinize ona bakıveririm, büyüyünce yine size vereyim!" demesine rağmen kadına birşey söylemeden oradan uzaklaştılar. Kadın çok hislenmişti. Herşey Allah'ın elinde değil miydi? Verir imtihan eder, vermez imtihan ederdi. İnsanın evladı olması kadar güzel birşey var mıydı? Bazen evlatları yüzünden eğitimi çok önemliydi. Aslında bugünkü yaşadığımız çevrede çocuğun terbiyeli yetiştirilmesi gerçekten çok zordu. Bazen en iyi insanların çocukları bile mükemmel yetişmeyebiliyordu. Çocukların ilk doğdukları gündeki gibi günahsız büyümeleri lazımdı. Düşünen kimdi bunu? Bir selin ortasında herkes yuvarlanıp gidiyordu. Bunları düşününce kadın şöyle derin bir nefes aldı. Kendi başının hesabını rahatlıkla verebilirdi, ama dünyaya gelmesine sadece vesile olacağı çocuğun günahını nasıl taşıyacaktı? Rabbinden ümidini hiçbir zaman kesmemişti, nurtopu gibi bir evladı olsun istiyordu. Allah ruhunu yarattıysa ona dünyada ceset giydirecekti. Onbeş-yirmi sene sonra çocukları olanlar bile vardı. Hz. Zekerriya (as)'ın durumu da ayrı bir mucizeydi. Kadın bu düşüncelerle, inkisar ve ümit arasında oturdukları mahalleye doğru yola koyulmuştu. Anneye ise müdahale yapılıp çocuk alınmış, ekonomik sebeplerle bir masumun kanı yere dökülmüştü. Anne birkaç damla gözyaşıyla teessürünü belirtti. Babanın da yüzüne bu suç, bir korku, pişmanlık ve tatminsizlik şeklinde yapıştı. Tuttukları taksiye evlerine dönerken anneyle baba, ne birbirlerine baktılar ne de bir çift söz ettiler. Şimdi diğer çocuklarını fazla bekletmek istemiyorlardı. Ancak onlara sarılarak biraz önce ameliyathanede bıraktıkları masumun hasretine tahammül edebilirlerdi. Hem öteki çocukları küçüktü, daha fazla yalnız bırakamazlardı. Evleri uzaktan görünmüştü. Bu evin önündeki kalabalık da neydi? Mahalleli de onların geldiğini farketmişti, ama bu feci hadiseyi nasıl anlatacaklar, büyük oğlunun kamyonun altında kalarak hayatını kaybettiğini nasıl söyleyeceklerdi? Hiçbir şey söylemeye gerek yoktu. Anne çoktan hadiseyi hissedip bayılmıştı bile. Hastahanede rastladıkları çocuksuz kadın bir yandan anneyi ayıltırken, onu teselli etmeye çalışıyordu. Baba ise evlerinin kapısını açarken bir yandan da gözyaşlarını siliyordu. Kapının gerisindeki flaketten ise hiç kimsenin haberi yoktu. Orada onları bir üçüncü acı beklemekteydi. |
GÜNAHTAN SAKINMAK (HİKAYE — HİKÂYE- Adamın biri bir kadına tutulur. Günün birinde kadın bir iş için yolculuğa çıkar. Adam de peşine takılır. Kafilenin mola verdiği bir sırada yol arkadaşlarının uykuya dalmalarını fırsat bilerek kadınla başbaşa kalmayı başaran âşık ona sırrını açar, Kadın adama «bak bakalım herkes uyuyor mu» der. Bu sözü, karşı tarafın arzusuna ram olmak üzere olduğu şeklinde yorumlayarak sevince kapılan âşık derhal yerinden fırlayarak kafilenin etrafında bir tur atar. Her-kesin mışıl mışıl uyuduğunu görür. Kadının yanına dönerek «evet, herkes uyuyor» der. Bunun üzerine kadın adama «acaba Allah hakkında ne der-sin, o da mı uyuyor» diye sorar. Adam «Allah uyumaz. O'nu hiç bir zaman ne uyku ve ne de uyuklama hali yakalamaz» diye karşılık verir. O zaman kadın der ki, «insanlar bizi görmüyorsa da şu anda uykuda olmayan ve hiç bir zaman uyumayan Allah bizi görüyor. Buna göre asıl O'ndan kork-malıyız» Kadının bu sözleri üzerine adam Allah'dan korkarak tuttuğu kötü yol-dan vazgeçer de kadının yanından ayrılır, evine döner. Öİdüğü zaman bir tanıdığı onu rüyasında görür, «Allah sana nasıl mu-amele etti» diye sorar. Adam «Allah'dan korkarak o günahı işlemediğim için O beni affetti» diye cevap verir. |
ayet-hadis-dua [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
BÜYÜK SÖZÜ DİNLEYİN (HİKAYE) Gerçek anlaşılınca... Zülkarneyn Aleyhisselam ordusuyla gece yolda giderken ordusuna: - Ayağınıza takılan şeyleri toplayın, diye emir verir. Ordu bu emri duyunca; içlerinden bir grup: -Çok yürüdük, çok yorgunuz. Gece vakti bir de ayağımızı takılan şeyleri toplayarak boşuna ağırlık mı yapacağız. Hiçbir şey toplamayalım, diyerek hiçbir şey toplamıyorlar. İkinci grup ise; - Madem Komutanımız emretti, birazcık toplayalım, emre muhalefet etmeyelim. Zira ordun komutanına itaat etmek gerekir, diyerek az bir şey topluyorlar. Üçüncü grup ise; -Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez. Muhakkak bildiği bir şey vardır. Bir hikmete vardır, diyerek bütün abalarını ağzına kadar doldururlar. Sabah olduğunda bir de bakıyorlar ki, meğer bir altın madeninden geçmişler de, ayaklarına değen şeylerin altın olduğunun farkına varamamışlar. Bunu anlayınca: Hiç almayan birinci grup; -Ah niçin almadık! Nasıl dinlemedik komutanımızın sözünü. Keşke alsaydık! Bir tane bari alsaydık diyerek pişman oluyorlar. Az alan ikinci grup ise; -Ah ne olaydı da biraz daha fazla alsaydık. Ceplerimizi, abalarımızı hınca hınç doldursaydık diye sitem ediyorlar kendilerine. Çok alan üçüncü grup ise: - Keşke gereksiz, lüzumu olmayan eşyalarımı atsaydım, daha çok toplasaydım. Her şeyimizi doldursaydık, daha fazla alsaydık diyerek, fazla almalarına rağmen üzülüyorlar. İşte bu misalde olduğu gibi, Ahirette bütün insanlarda bunun gibi ağıtlarda bulunacak. Kafir olan; - Keşke iman etseydik, keşke inansaydık da hiç olmasa Cehenneme girdikten sonra iman etmemiz sonucunda Cennete girseydik,ebedi cehennemden kurtulsaydık, Mümin, fakat az sevabı olan; -Keşke biraz daha sevap işleseydim de, biraz daha ikrama mazhar olsaydım. Mümin,çok sevabı olan ise; -Ah ne olaydı da Makamımı biraz daha yükseltecek bir vakit daha namaz kılsaydım, biraz daha fazla sadaka verseydim,oruç tutsaydım, biraz daha sevap işleyecek ameller yapsaydım... diyeceklerdir. Rabbim bu misallerden ders almak nasip etsin... |
KALBİN HAKİKA Tİ KALBİN HAKİKATİ Ruhun hakikatinin mahiyetini, ona mahsus sıfatların neler olduğunu bildirmeye dinimiz müsaade etmiyor. Bunun için Allah'ın Resulü (sallâllahü aleyhi ve sellem) bunu açıklamadı. Nitekim, Allahü Teâlâ Peygamberimize (s.a.) buyurdu: «Ve, sana rûhdan sorarlar. Onlara de ki, ruh Rabbimin emrindendir» . Bundan fazlasını söylemeye izin yoktur. Ruh, Allahü Teâlâ'ya, ait şeylerdendir ve âlem-i emirdendir. O âlemden gelmiştir: «Biliniz ki, halk [yaratma] ve emir O'nundur» , buyuruldu. Âlem-i halk başkadır, âlem-i emr başkadır, ölçülebilen, sayılabilen ve boyutları olan her şeye âlem-i halk denir. Halk kelimesinin lügatta asıl mânâsı ölçmektir. Halbuki insanın kalbinin ölçüsü ve sayısı olmaz. Bunun içindir ki, bölünmeyi kabul etmez. Eğer bölünebilseydi, bir tarafında bir şeyi bilmemek, diğer tarafında aynı şeyi bilmek caiz olurdu. Böylece, bir anda hem âlim, hem de cahil olmuş olurdu. Bu ise imkânsızdır! Bölünme ve ölçü kendisine yanaşamadığı hâlde, bu ruh, mahlûktur, yaratıktır. Takdir, yaratmak mânâsına geldiği gibi, halk kelimesi de yaratmak mânâsına gelir. O hâlde, bu mânâda yaratıktır. Diğer mânâda ise, âlem-i emirdendir. Çünkü, âlem-i emirdeki şeyler, boyut ve ölçü kabul etmez. O hâlde, ruha kadîm [ezeli] diyenler yanılıyor. A'raz [sıfat] diyenler de yanılıyor. Çünkü, a'razın kıyamı [ayakta durması, varlığı] kendi ile değil, tâbi olma seklindedir. Ruh ise, insanın aslıdır. Bütün kalıp, ona uymaktadır. Nasıl a'raz olabilir? Ruha cisimdir diyenler de yanılıyor. Zira cisim, bölünebilir. Ruh ise bölünemez. Ama başka bir şey daha vardır ki, ona da ruh [can] derler. O bölünebilir. Belki o hayvanların ruhu olabilir. Fakat bizim kalb dediğimiz ruh, Allahü Teâlâ'yı tanımak, bilmek yeridir. Hayvanlarda bu yoktur. Bu, ne cisim, ne a’razdır, belki melek cevherlerinden bir cevherdir. Onun hakikatini bilmek zordur. Onu şerh etmeye [açıklamaya], uzun anlatmaya da izin yoktur. Başlangıçta bunu bilmeye hacet de yoktur. Başlangıçta tutulacak din yolu mücâhededir [nefis mücadelesidir]. Bir kimse şartlarına uyarak mücâhede yaparsa, bu marifet kendiliğinden hâsıl olur. Kimseden dinlemesine lüzum kalmaz. Bu marifet Allahü Teâlâ'nın buyurduğu şu hidâyet cümlesindendir: «Rızâmızı isteyip, zahir ve bâtın düşmanlarla cihâd edenlere cennetlerimize kavuşma yollarını hidâyet ederiz» . Mücâhedesini henüz tamamlamayanla, ruhun hakikati hakkında konuşmak doğru olmaz. Fakat mücâhededen önce, kalbin askerini bilmek lâzımdır. Zira kalb askerini tanımayan, (nefsiyle) cihad edemez. |
MURAKABE ( YAPTIĞIN İŞLERİ ÇLÇÜP BİÇMEK) MURAKABE Yâni, nefsi kontrol etmek, ondan gâfil olmamaktır. Ondan gâfil olursan, kendi şehvetlerine ve tenbelliğine döner. Allahü teâlânın, her yaptığımızı, her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar, birbirinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin, işleri ve düşünceleri edebli olur. Buna inanmıyan kâfirdir. İnanıp, muhâlefet etmek ise, büyük cesarettir. Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki: (Ey insân! Seni her ân gördüğümü bilmiyor musun?). Bir Habeş, Resûlullah efendimizin huzuruna gelip, (Çok günah işledim. Tevbem kabûl olur mu?) dedikte, (Evet, olur) buyurdu. O günahları işlerken, O, görüyor mu idi? dedi; (Evet) buyurunca, Habeş, bir âh! çekti ve yıkılıp cân verdi. Îman ve hayâ böyle olur. Peygamberimiz buyurdu ki, (Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet ediniz! Siz, Onu görmüyorsanız da, O sizi görüyor). Onun gördüğüne inanan, Onun beğenmediği birşeyi yapabilir mi? Büyüklerden biri, bir talebesini, başkalarından daha çok severdi. Ötekiler, bu hâle üzülürdü. Her birine bir kuş verip, (Bunu, kimsenin görmediği bir yerde kesip getiriniz) dedi. Hepsi tenhâ bir yerde kesip getirdi. O talebe ise, kesmeden getirdi. (Niçin sözümü dinlemedin, canlı getirdin?) buyurdukta, (Kimsenin görmediği bir yer bulamadım. O, heryeri görüyor) dedi. Diğerleri, bunun müşâhede makamında olduğunu anladılar. Mısr mâliye nâzırının zevcesi olan Zelîha, Yûsüf aleyhisselâmı, kendisine çağırınca, önce kalkıp büyük olduğunu sandığı, bir heykelin yüzünü örttü. (Bunu, niçin örttün?) buyurdukta, ondan utandığım için, dedi. ( Sen, bir taş parçasından utanıyorsun da, ben yerleri ve yedi kat gökleri yaratan, Rabbimin görmesinden utanmaz mıyım?) buyurdu. Biri, Cüneyd-i Bağdâdîden (207-298 [m. 910] Bağdâdda) sorup, (Sokakta, kadınlara, kızlara bakmaktan kendimi men edemiyorum. Bu günahtan kurtulmak için ne yapayım?) dedikte, (Allahü teâlânın seni, senin o kadını görmenden daha çok gördüğünü düşün!) buyurdu. Peygamberimiz buyurdu ki: (Allahü teâlâ, Adn ismindeki Cenneti, şu kimseler için hazırladı ki, günah işliyecekleri zaman, Onun büyüklüğünü düşünüp, Ondan hayâ ederek, günahlardan kaçınırlar). [Kadınların, saçları, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları haramdır. Îmanı olan kadınlar, Allahü teâlânın gördüğünü düşünmeli, yabancı erkeklere çıplak görünmemelidir]. Abdüllah ibni Dînâr diyor ki, Ömer ile Mekke-i mükerremeye gidiyorduk. Bir çoban sürüsünü dağdan indiriyordu. Halîfe buyurdu ki, bu koyunlardan birini bana sat! Ben köleyim. Bunlar benim malım değil, dedi. Efendin ne bilecek, kurt kaptı dersin! O bilmezse, Allahü teâlâ biliyor ya, deyince, Ömer, ağladı ve efendisini bulup, bu köleyi satın aldı ve âzâd etti ve (Bu sözün, seni bu dünyada âzâd ettiği gibi, o cihânda da âzâd eder) buyurdu. |
Cevap: MURAKABE ( YAPTIĞIN İŞLERİ ÇLÇÜP BİÇMEK) Emeğine sağlık |
Cevap: KALBİN HAKİKA Tİ Emeğine sağlık |
Cevap: KALBİN HAKİKA Tİ Emeğine yüreğine sağLık... |
Cevap: MURAKABE ( YAPTIĞIN İŞLERİ ÇLÇÜP BİÇMEK) Emeğine yüreğine sağLık... |
Cevap: ayet-hadis-dua Emeğine yüreğine sağLık... |
Cevap: GÜNAHTAN SAKINMAK (HİKAYE Emeğine yüreğine sağLık... |
Cevap: GERÇEK HAYATTAN ELEM VEREN HİKAYELER Emeğine yüreğine sağLık... |
Cevap: İSLAM BÜYÜKLERİ-EVLİYAULLAH(DURSUN FAKİH (Tursun Fakih)) Emeğine yüreğine sağLık... |
Cevap: İBRETLİK HİKAYELER Emeğine yüreğine sağLık... |
Cevap: BÜYÜ YAPMAK HAKKINDA Emeğine yüreğine sağLık... |
Cevap: Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri – İmam Suyuti Emeğine yüreğine sağLık... |
Cevap: BU SABAH Kİ DUA MIZ 15-01-2021 Emeğine yüreğine sağLık... Aminnn |
Cevap: BÜYÜK SÖZÜ DİNLEYİN (HİKAYE) Emeğine yüreğine sağLık... |
Cevap: BU SABAH Kİ DUA MIZ 15-01-2021 Amin amin.. |
Cevap: ayet-hadis-dua Eline sağlık berhudar ol... |
EVLENECEK OLANLAR BUNLARA ÇOK DİKKAT (PEYGAMBER TAFSİYELERİ) Peygamberimizin Hz. Aliye Evlilik öğüdü ! Özellikle yeni evlenen ve evli olanların bu hadisi şerifleri hıfz (ezber) etmeleri kendilerini birçok sıkıntıdan kurtarıp dünya ve ahıret saadetine nail olmalarına vesile olacaktır. Hazret-i Fâtıma-tüz-zehrâyı “radıyallahü teâlâ anhâ” hazret-i Alîye “radıyallahü teâlâ anh” tezvîc (nikah) etdiklerinde buyurdukları vasıyyetleri beyânındadır. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: * Yâ Alî! Gelini kendi evine götürdüğün zemân çorabını ayağından çıkar. Ayağını yıka. O suyu evin bütün köşelerine saç. Böyle yapınca Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri senin evinden yetmiş dürlü fakîrliği dışarı çıkarır. Yetmiş dürlü bereketi evine dâhil eder. Yetmiş rahmeti sana nâzil kılar. O gelin ile ve onun bereketi evin köşelerine erişir. O gelin delilikden ve diğer hastalıklardan emîn olur. * Yâ Alî! Gelini ilk hafta yoğurt yimekden ayran yimekden sirke ve ekşi yimekden men’ et! Hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” “Yâ Resûlallah! neden ötürü bu şeyleri vermemem gerekdir” diye sordu. Buyurdu ki: (Ondan dolayı ki turşu ve yoğurt ve ayran rahmde evlâd olmasına mâni’ olur. Evde bir hasır olması doğurmayan kadından iyidir.) Hazret-i Alî dedi ki: Yâ Resûlallah! Sirkenin illeti nedir. Buyurdu ki: (Sirke yiyen kadının hayzı zahmetli olur ve temizliği uzar. Keşenç yimek hayzı karında habs eder. Eğer Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bir evlâd verirse doğumu zor olur. Ammâ ekşi elmâ yimek hayz kanını keser. Onun ardından başka hastalık zuhûr eder.) Sonra Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: * Yâ Alî ayın evvelinde ortasında ve sonunda ehline yakın olma ki o hanımda ve o evlâdda cüzzam ve dîvânelik (delilik) ve pislik olmasından korkulur. * Yâ Alî! Ehline asr (ikindi) nemâzından sonra yakın olma. Eğer Allahü tebâreke ve teâlâ bir evlâd nasîb ederse ahvel (şaşı) olur ve şeytân şaşı evlâda sevinir. * Yâ Alî! Ehline yakınlık (cima) etdiğin vakit çok konuşma ki eğer bir evlâd olursa yiyici olur. Avret yerine bakma. Sohbet (cima) esnâsında gözünü yumma. Evlâda körlük getirir. * Yâ Alî! Kendi ehline bir başka kadının şehveti ile yakın olma ki eğer bir evlâd olur ise muhannes (kadına benzeyen erkek) olur. Kadınlara benzemeye çalışır. * Yâ Alî! Cünüb olduğun zemân kat’i olarak Kur’ân-ı azîm-üş-şânı okumayasın ki korkulur ki gökden bir ateş inip seni yakar. Cünüb hâlde sohbet (cima) etme. Senin bir su kabın ehlinin bir su kabı olsun. Ayrı ayrı su kapları ile temizleniniz. Eğer bir su kabından ikiniz yıkansanız şehvet şehvet üzerine düşer (tekrar cima ederseniz). Aranıza düşmanlık düşer. Korkulur ki talâk ve iftirâka müncer olur. * Yâ Alî! ikiniz de ayakda iken sohbet (cima) etmeyiniz eşekler böyle yapar. Eğer çocuk olur ise döşeğe bevl (idrar) eder. * Yâ Alî! Ehlinle bayram geceleri buluşma! Eğer çocuk olur ise altı parmağı veyâ dört parmağı olur. * Yâ Alî! Ehlinle meyve ağacı altında buluşma ki eğer çocuk olur ise kâtil olur kan dökücü olur. Halka zulm eder. * Yâ Alî! Ay ışığında (Açık havada ay ışığının altında) ehline yakın olma. Meğer bir yerde örtünülmüş olasın. Eğer bir çocuk olursa fakîrlikden ömür boyu kurtulamaz. * Yâ Alî! Ezân ile ikâmet arasında ehline yakın olma ki eğer bir çocuğunuz olur ise kan dökmeğe hevesli olur. * Yâ Alî! Hanımın hâmile olduğu zemân abdestsiz ona yakın olma. Eğer çocuk olursa kör gönüllü ve bahîl (cimri) elli olur. * Yâ Alî! Şa’bânın ortasında Berât gecesi ehline yakın olma eğer aranızda bir çocuk olursa derisinde tüylerinde ve yüzünde kötü nişânlar olur. * Yâ Alî! Hanımına bacısının (baldızının) şehvetiyle yakınlık etme ki eğer bir çocuk olursa hırsız olur ve halkın felâketi onun eli ile olur. * Yâ Alî! Ehline etrâfında dıvâr olmıyan damda yakın olma ki eğer aranızda bir çocuk olursa münâfık ve mürâi mübtedî’ (bid’at sâhibi) ve kumarbâz olur. * Yâ Alî! Sefere çıkacağın gece ehline yakın olma ki eğer bir çocuk olursa malını harâm yerlere harc edici olur. Sonra meâl-i şerîfi “Malını saçıp dağıtanlar şeytânın kardeşleridir” âyet-i kerîmesini okudular. (İsrâ sûresi 27.ci âyet-i kerîmesi.) * Yâ Alî! Üç günlük seferden geldiğin gecesi ehline yakınlık etme. Bir çocuk olursa zâlim olur. * Yâ Alî! Pazartesi gecesi ehline yakınlık edersen aranızda bir çocuk olursa hâfız-ı Kur’ân olur. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kısmetine râzı olur. * Yâ Alî! Salı gecesi ehline yakınlık edersen çocuk hâsıl olursa mü’min olur ve iyi huylu olur. Rahîm gönüllü (yumuşak kalbli) cömert elli yalandan bühtândan ve gıybetden temizlenmiş dilli olur. * Yâ Alî! Perşembe gecesi ehline yakınlık et ki eğer çocuk olur ise hikmeti çok hakîm olur. Ve ilmi çok âlim olur ki ilmi ile âmil olur. Perşembe günü öğleden evvel ehline yaklaşsan eğer aranızda bir çocuk olursa aslâ şeytân ona ölene kadar yaklaşamaz. Dünyâda ve âhıretde selâmetde olur. Eğer Cum’a gecesi ehline yakınlık edersen bir çocuk olur ise Kâri-i Kur’ân olur. Veyâ hatib olur. Veyâ Vâiz olur. Eğer Cum’a günü hanımına yakınlık edersen bir çocuk olursa âlim olur. Dindârlığı ile ma’rûf ve meşhûr olur. Eğer Cum’a gecesi îşâ (yatsı) nemâzından bir sâat sonra ehline yakınlık edersen eğer bir çocuk olursa ebdallar (velîler) cümlesinden olur. * Yâ Alî! Ehline gecenin evvel sâatinde (başında) yakınlık etme ki eğer bir çocuk olursa câdı ve kâhin olur. Dünyâyı âhıret üzerine tercîh eder. * Yâ Alî! Benim vasıyyetlerimi ezberle ki Allahü teâlânın izni ile sana fâide versin. Kaynak : (Menakıb-ı Çihar-ı Yari Güzin) |
BU GÜNÜN DUASI(16-01-2022) Hz. Aişe validemize bildirilen duâ Resûl-i Ekrem efendimiz hazret-i Âişe’ye hitâben şöyle buyurmuştur: “Bütün duâların mânâlarını içine toplayan cümleler ile duâ et, duâ ederken şöyle söyle: ‘Allahım! Hâlde ve gelecekte bildiğim ve bilmediğim bütün iyilikleri senden ister, bildiğim ve bilmediğim hâlde ve gelecekte bütün kötülüklerden sana sığınırım. Allahım! Cenneti ve Cennete götürecek söz ve işleri senden ister, Cehennemden ve Cehenneme sürükleyecek söz ve hareketlerden sana sığınırım. Allahım! Kulun ve Resûlün Muhammed sallâllahü aleyhi ve sellemin senden istediği hayır ve iyilikleri senden ister ve sana sığınıp ilticâ ettiği (kötülüklerden) her şeyden ben de sana sığınırım. Allahım! Benim için takdir ettiğin herşeyin sonu hayır olmasını senden, senin merhametinden dilerim. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi!” AMİN |
Hikaye (Şeytana Karşı İnsanlar?) Hikaye (Şeytana Karşı İnsanlar?) Hikâye olunur: Habîs Şeytan Yahya bin Zekeriyya Aleyhisselâm’a göründü. Ona; Sana nasihat etmek istiyorum!” dedi. Yahya Aleyhisselâm; Sen yalan söylüyorsun! Sen bana nasihat etmezsin! Lakin bana Âdem oğullarından haber ver?” dedi. Şeytan; Âdem oğullan, bizim yanımızda üç sınıftır. Amma onlardan birinci sınıf: Bize sınıfların en şiddetlisidirler. Onu fitneye (ve günaha) düşürmeye yöneliriz. Onu fitneye düşürürüz ve ona yerleşiriz. Sonra o kişi, kendisine gelip, Allah korkusundan titrer ve hemen tevbe ve istiğfar eder. Bizim onda idrak ettiğimiz her şeyi bizim aleyhimize bozar (bütün çalışmalarımız boşa gider…) Sonra biz ona bir daha döneriz; o da tevbe ve istiğfara döner. Ve biz ondan hacetimize ulaşamayız. Fakat ondan ümit de kesmeyiz… İşte biz (şeytanlar) böyle kişilerin elinden yorgun ve bitkin düşeriz… Amma ikinci sınıf: Bunlar bizim elimizde, çocuklarınızın elindeki top gibidir. Biz onları dilediğimiz tarafa çeviririz (yani istediğimiz gibi onlarla oynarız…) Amma son sınıf ise, bunlar senin gibi ma’sûm olanlardır. Biz onlardan hiçbir şeye kaadir olamayız…” dedi. Leziz Yemek? Bundan sonra Yahya Aleyhisselâm ona sordu: Sen benden bir şeye kaadir olabildin mi hiç?” Şeytan: Hayır! Ancak bir kere sana gücüm yetti! (Yahya Aleyhisselâm, hayretle sordu: Nedir o?” şeytan devam etti.) Bir defasında sana bir yemek takdim olunmuştu. (Senin önüne bir yemek getirilmişti.) Sen ondan yedin. Ben o yemeği sana leziz göstermeye devam ettim. Senin iştahın çekti ve sen istediğinden daha çok yedin… Böylece o gece, daha önceki gecelerde olduğun gibi ayni saatte (gece namazına ve teheccüde) kalkamadın…” Yahya Aleyhisselâm: Hiç şüphesiz bundan sonra artık kesinlikle doyuncaya kadar yemeyeceğim!” dedi. Şeytan da ona; Senden sonra hiçbir âdeme (insana) asla nasihat etmeyeceğim!” dedi. Fâsıkın Cömertliği Şeytan yine kendi aslî suretinde Hazret-i Yahya bin Zekeriyya Aleyhimâ’s-selâm ile karşılaştı. Yahya Aleyhisselâm şeytana; Bana haber ver! İnsanların içinde sana en sevimli kimdir? Ve insanlardan en çok buğzettiğin kişiler kimlerdir?” Şeytan: Ben en çok cimri mü’mini severim! Ve insanlardan bana en kötü ve en çok buğzettiğim kişi ise, cömert fâsıktır…” Yahya Aleyhisselâm ona sordu: Bu nasıl olur?” Şeytan: Çünkü cimri adamın cimriliği bana yeterlidir! Fâsık olan cömert ise, Allâhü Teâlâ hazretlerinin onun cömertliğine muttali olması onun yapmış olduğu cömertlik sebebiyle ona hidâyet nasip etmesi ve onu kendisine yöneltmesi ve ona velayet mertebesini vermesinden çok korkarım! dedi. (Şeytan bütün bu açıklamalarından sonra da) Eğer sen Yahya olmamış olsaydın; gerçekten sana bunu haber vermezdim!” dedi. [ Cömert fâsıkların ve günahkarların zamanla tevbe ettikleri, hidâyete erip, Allâhü Teâlâ hazretlerinin sâlih ve evliya kulu oldukları tecrübeyle de sabittir… Eğer bir arkadaş, eş ve dostunuzun hidâyete ermesini, hak yolu bulmasını ve hak yol üzere yaşamasını istiyorsanız, Allah’ın yolunda, İslâm’ın kalkınması, sünnet-i seniyyenin yaşanması ve din-i mübîn-i islâmın eğitimi ve öğretimi için, onun yardımda bulunmasını sağlayın… O kişinin çok kısa bir zaman içinde hidâyete erdiğini ve hak yola girdiğini göreceksiniz… Bu ilâhî bir sırdır…Ben bunu çok gördüm. Mütercim.] Kaynaklar : Âkâmü’l-Mercân fî Ahkâmı’1-Cân isimli kitapta bu böyledir. İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/440-441. |
CENNET CÖMERTLERİN EVİDİR CENNET CÖMERTLERİN EVİDİR Resûlullah Efendimiz Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular: “Cömerdin yemeği şifâdır, cimrinin yemeği ise hastalıktır.” (Hadîs-i Şerîf, Feyzu’l-Kadîr) Cömertlik, ülfet ve muhabbete sebeb olan iyilik ve yardımın direğidir. İslam dini bütün insanları cömertliğe çağırır. Zira cömertlik ile Allâh’ın rızâsı ve insanların memnûniyyeti kazanılır. Hadîs-i şerîfte buyurulmuştur ki: “Cömert, Allâhü Teâlâ’ya ve bütün insanlara yakın, cehennem azabından uzaktır. Cimri ise Allâhü Teâlâ’dan ve insanlardan uzak, cehennem azabına yakındır.” Diğer hadîs-i şerîfte buyurulmuştur ki: “Cömerdin suçunu ve hatasını affedin, görmezlikten gelin. Zîra Kerîm olan Allâhü Teâlâ Hazretleri, kerîm (cömert) olan kimsenin günahlarını ve hatasını affeder.” Hazret-i Âişe (radıyallâhü anhâ) buyururlar ki: “Cennet, cömertlerin evidir, cehennem de cimrilerin evidir.” Cömert olmayan insan askeri olmayan hükümdar gibidir. Yani hükümdarların emrinin ve yasaklarının geçerli olması, saltanatının şanı ve azameti askerine, kuvvetlerine bağlı olduğu gibi zenginlerin de insanlar arasında hürmet ve izzeti, cömertlik ve eli açıklık ile olur. İnsanın cömertliği, düşmanlarını kendisine dost kıldığı gibi cimri olması da kendi evladını bile kendisine düşman eder. |
İbrahim Bin Edhem ve Ceylan İbrahim Bin Edhem ve Ceylan İbrahim bin Edhem, önceleri Belh’te saltanat ve debdebeye düşkün bir hükümdardı. Onu bu düşkünlükten kurtarıp ahiretini de ihya edebilmesi için, devrin arif ve sûfîlerinden zaman zaman kendisine ibretli îkâzlar yapılıyordu. Nitekim meşhur rivayete göre bir gece sarayının damında birtakım acaip gürültüler duymuş, uyuyamayıp merakla seslenmişti: “- Orada ne yapıyorsunuz?” Garip bir cevap verildi: “- Devemizi kaybettik, onu arıyoruz!” İbrahim bin Edhem kızdı: “- Damda deve aranır mı hiç?” Bu seferki cevap ise pek manidar ve ibretli idi: “- Ey İbrahim! Damda deve aranmayacağını biliyorsun da, şu yaşadığın dünyevî şatafat ve debdebe içinde ebedî saadetin aranamayacağını niçin düşünmüyorsun?” .... Diğer ibretli îkâzlara nazaran bu sözler, İbrahim bin Edhem’e bir hayli tesir etti. Ancak bir müddet sonra bunu da unuttuğundan hâlinde herhangi bir değişiklik görülmedi. Günler böylece gelip geçerken İbrahim bin Edhem, birgün maiyyetiyle birlikte ceylan avına çıktı. Bir ara maiyyetinden ayrıldı. Pür-dikkat iyi bir av arıyordu ki, kulağına “Uyan!” diye bir ses geldi. Pek aldırmadı. Aynı ses bir daha tekrarlandı, sonra bir daha… Sonra her taraftan benzer sesler duymaya başladı. Sesler: “- Ölüm seni uyandırmadan sen kendin uyan!” diyordu. İbrahim bin Edhem hem şaşırdı hem de korktu. Ancak o sırada karşısına güzel bir ceylan çıktı. Bunun üzerine İbrahim bin Edhem o nazlı hayvanı avlama heyecanına düştü. Biraz evvel duyduğu sözleri unutup sadağından bir ok çıkardı ve yayına sürdü. Nişan aldı. Tam oku fırlatacaktı ki, nazlı ceylan gözlerini İbrahim bin Edhem’e dikip dile geldi: “- Ey İbrahim! Rahman olan Allah, beni avlayasın diye mi seni yarattı?” İbrahim bin Edhem baştan ayağa titredi. Gözleri bulut bulut oldu, atından atlayıp secdeye kapandı; tevbe etti. Cenâb-ı Hakk’a yalvardı: “Ey lutf u keremi sonsuz olan Allah’ım! Benim hâlime de nazar kıl! Nice zamandır debdebe içinde ömür nefeslerimi zâyî etmişim… Ey Allah’ım! Lutfunla gönlümü yıka; kalbimde muhabbetinden başka bir şey bırakma!” Artık İbrahim bin Edhem, gözlerini bambaşka bir âleme açmış, ilâhî bir iklîmin temaşasına dalmıştı. İşte bu temaşa, ondaki diğer güzellik telâkkilerini tamamen silivermişti. Böylece her sabah ihtimamla giydiği saltanat elbiseleri ve göğsünü kabartan Belh sultanlığı, artık gönlünde bütün ihtişam ve süsünü, hâsılı bütün ehemmiyetini kaybetti ve gözüne iğreti görünmeye başladı. Bu halet içinde gözleri tevbe yaşlarıyla nemli, yüreği nedamet ateşleriyle yanık olan İbrâhim bin Edhem, sahralara doğru yola koyuldu. Hayli yürümüştü ki, bir çobana rastladı. Derhal yanına vardı ve kendi libâsına mukabil onun abasını alıp üstüne geçirdi. O anda gönlünde büyük bir rahatlık hissetti. Çoban ise bu hâl karşısında şaşkına dönmüştü. İçinden: «Pâhişâhımız herhalde aklını yitirmiş olmalı…” diyordu. Oysa İbrahim bin Edhem aklını yitirmemiş. bilâkis aklı başına gelmişti. O, ceylan avına çıkmış, ancak Allah Teâlâ onu bir ceylan ile uyandırmıştı… |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 04:31. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk