IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası

IRCForumları - IRC ve mIRC Kullanıcılarının Buluşma Noktası (https://www.ircforumlari.net/)
-   IF Günlük (https://www.ircforumlari.net/if-gunluk/)
-   -   Hepimiz birden sevinemeyiz. (https://www.ircforumlari.net/if-gunluk/387879-hepimiz-birden-sevinemeyiz.html)

Jawsofangels 12 Ağustos 2012 13:54

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
Sorma bana "ne kadar seviyorsun" diye. O kadar işte!
- Tavanı kadar sokağın, dibi kadar cehennemin!

Üstad Nazım Hikmet Ran

Melodram 03 Eylül 2012 14:32

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Sonbahara İstanbul'da merhaba dedim, her zamankinden biraz daha farklıydı.
Öyle hüzün müzün hiç yok üzerimde, solan yapraklar, esen rüzgar, yağan yağmurun da pek bir önemi yok.
Vaktim olsaydı gezecektim, o hayalini kurduğum eski evlerin oralarda oturup düşünecektim ama zaman yoktu. Sanırım bundan sonra daha sık gideceğim İstanbul'a, kalabalığı sevmem ama o kalabalıkta yalnızsam eğer tadından yenmez.
Teoman'ın şarkıları geldi aklıma,
'' Sokaklarda sapsarı yapraklar, mazgallarda yağmurlar.
Hangi kentte bu denli acı var, başka nerede İstanbul kadar? ''
Ankara'da da belkide son 3 yılım..
Planlarımız, düşündüklerimiz, hayallerimiz gerçekleşirse eğer, gidebilirim buralardan, gidebiliriz daha doğrusu.
Daha farklı bir yıl oluyor benim için, 2012 yılıyla birlikte her şey değişecek diyordum, bu kadar çabuk değişeceğini beklemiyordum sadece.
Hatta ben 2012 doğdum bile diyebiliriz, çok farklı hissediyorum. Anlatmak istediğim çok şey var aslında, ama saklıyorum.
Hepsini anlatacağım tek bir insan var, onu bekliyorum..
..
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Kendime şöyle bir raf yapayım diyorum, çünkü elimdeki kitaplar bir hayli birikti, artık sığdıramıyorum. Boydan boya büyük bir kitaplık benim işimi görecek.
Zaten sonrada çekip gitmeyecek miyim? Gideceğim.
Pek bir şey yazmak için gelmedim zaten, sadece sıkılan canımı biraz oyalamak istedim. O halde bizim Madonna'yla bitirelim bu abidik gubidik yazıyı.

'' İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduklarını bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar. ''

-martnisanmayıshazirantemmuzağustoseylül.
Deh deh düldül.


esekherif 03 Eylül 2012 15:52

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
şehla bir sözün peşine düştün
bir yudum içip tükürecek seni istanbul
hep kendine efendi bu şehir

Melodram 14 Eylül 2012 16:32

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Oturdum, düşündüm, nefes aldım, nefes verdim, konuştum, sustum ve sonunda yapmam gereken şeyi buldum.
Yüreğimin götürdüğü yere gitmek.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

En anlamsız şeyler bile, onunla anlamlı geliyorsa;
Asla yapmam dediğin şeyi, onunla yapmaktan keyif alıyorsan;
Yanında olduğunda her şey bambaşkaysa,
Gitmek verilecek en doğru karardır.
Zaman kaybetmek, zamana yenilmektir; o zaman tam zamanı.


- Günlük hayatta alışkanlık olması dolayısıyla hep söylediğimiz iki kelime var, bence bunu yaşamayı da denemeliyiz.
'' İyi günler... ''



esekherif 14 Eylül 2012 18:14

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
artık karanlığa mum değilsin
cansız bedenine gururla bakabilirsin
pegasusun koynunda
işlediğin bütün günahların cezasını
kör ve sakat olarak orada geçireceksin
taa göklerde
pegasus dahada yükselecek
dahada acıtacak seni

Melodram 20 Eylül 2012 11:05

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
Alıntı:

esekherif Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 1041213991)
artık karanlığa mum değilsin
cansız bedenine gururla bakabilirsin
pegasusun koynunda
işlediğin bütün günahların cezasını
kör ve sakat olarak orada geçireceksin
taa göklerde
pegasus dahada yükselecek
dahada acıtacak seni

Sevdikçe acıyacağımızı bildiğimiz için, daha çok seviyoruz
daha çok acımak için bütün uğraşımız.
İster ayaklarının yere sağlam bastığı şehirde olsun,
ister mutluluktan kanatlandığın gökyüzünde,
acı acıdır işte, bile bile göze aldığımız tek şeydir aslında şu hayatta.
Tek cesur olduğumuz noktadır acı çekmek, sınırsız, uçsuz bucaksız.

Melodram 28 Eylül 2012 17:48

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Her yenilgide biraz daha değişiyor insan, biraz daha büyüyor ya da küçülüp yok olmak istiyor. Farklı yollar vardır bir şeyleri unutmak için. Kuaföre gider kadınlar, saçlarını boyatır, saçlarını kestirir mesela. Sabahlara kadar müzikler dinleyip ağlayabilirler. Ben de bugün kalkıp kurabiye yaptım kendime, biraz yanık oldular gibi ama nefisti. Ağızda dağılan kurabiye tarifi isterseniz sorabilirsiniz yani, belki makarna yapamıyorumdur ama yaptığım bir şeyler var. Ha yaptığım bir şeyler derken, ben sana ne yaptım? Niye böyle oldu bilmiyorum.
Bu kadar basit bir sebebin arkasına sığınıp, bahane yaratıp gitmek çok basitmiş senin gözünde. Öyle uzun uzun yazasım yok, yeterince yazdım. Gecelerde yeterince uzun, sensizlikte. Aslında çok uzatmayıp şu şarkı sözlerini yazacağım..
'' Kuşlar, her baharda gelirler ama
sonbaharda göçerler aşkım,
sakın sen kuşlara uyma.. / sen kuşları sevdin ''
Kısacası sen o kuşlara uydun, çünkü onlar kadar ürkekti yüreğin.
O kadar kısaydı kanatların, yetişemedin bana.
Bir de bu var, hangi kitapsa bu sayfasını benden çalmışlar gibi.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Hayat bizi sınıyor, zamansa hep yanımızdaymış gibi davranıyor.
Oysa sadece zaman mıydı geçen?
Sol yanında da gelip geçen bir şeyler var senin, bizim buralarda aşk diyorlar, gelip de geçemediği için.

Melodram 10 Ekim 2012 22:27

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Bence hayat düzenli kurulmuş hayallerden ibarettir.
Benim hayallerim öyleymiş, geçen gün fal baktırdığım kadın öyle söyledi. ( Ankara'da olup falcı arayan varsa, önebilirim, hayatınızı bir de bu kadından dinleyin hohho ).
Hayalperest bir tarafın var ama hayallerin bile çok düzenli ve mantıklı, hayal olarak kurduktan sonra düzenli bir şekilde gerçekleşmesini bekliyorsun, dedi.
Vay be, ben neymişim demeden geçemedim.
Bir hayal kuruyorsanız, insanlarla ilgili hayaller kurmamanızı tavsiye ederim, pek kurmadım. Arada ipin ucu kaçarsa kurduğum oluyordu, ama önemli olan hayal kurmaktan çok kurduğun hayalin arkasında durabilmektir.
İlkokuldayken bir şeyler yazmak benim için işkence gibi geliyordu, nasıl cümle kuracağımı bilemiyordum, yani yazmak hayaldi.
Şimdi daha farklı düşünüyorum, yazmak hayat benim için.
Belki de bir şeyin zorluğunu anlamadan kıymet bilmiyoruz ya biz insanlar, o yüzden şimdi her cümlem benim için altın değerinde gibi geliyor. Bu kendini beğenmişlik değil tabii ki, beğendiğim için söylemiyorum, iyi yazdığımı da iddiaa etmiyorum, sadece yazıyorum ben.
Şu sıralar da kendime vakit ayırmanın verdiği mutluluk var üzerimde. Herkesin de fark ettiği bir mutluluk bu, büyük bir değişim ve gülen bir ben.
En çok annem yakınıyordu asık suratlı halimden, o da şimdiler de pek sevinçli böyle olduğum için.
Alışkanlıklarım derslerin erken başlamasıyla değişti, daha düzenli bir hayatım var ve bundan çok memnunum.
Sabah erken kalkmak benim için dert bile değil, çünkü enerjimi derslere verdikten sonra güneş tepedeyken dersten çıkıyorum.
İhmal ettiğim arkadaşlarımla vakit geçiriyorum, ha sorsan Ankara'da mutlu musun diye, aslında şu an '' hayır mutlu değilim '' demek bile gelmiyor içimden. Benim sıcaklığını hissettiğim çoğu insan Ankara'da, en önemlisi de ailem. Ne olursa olsun, insan elindekinin kıymetini bilmeli, bilmek zorunda. Belki de okulum bitince giderim bu şehirden, belki kalırım ve ne kadar şikayet etsem de, beni bu şehirde tutan bir şeylerin olduğuna inandırırım kendimi.
Şimdilik her şey yolunda ve bütün hayatım boyunca da bunu diliyorum.

Sevgiler, Melodram.
( Ahaha bu mektubu kime göndersem ki? )

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

İnsanlara, '' senin için ölürüm, sensiz yaşayamam, sensiz ölürüm '' gibi cümleler kurmak yerine, onlarla nasıl yaşayabileceğinizi göstermeyi deneyin.
Hemen yokluğunu düşünmek değil de, varlığının ne denli huzurlu olduğunu hissettirin.
Doğanın kanunu hep erkeklerden yana ya, aşkın kanunu da öyle sanki.
Aslında ilk günden beri onların bilinçaltında '' ayrılık, ölüm, eksiklik, yokluk '' yatıyor ve buna şartlanıyorlar ama hayat bazen onları tongaya getiriyor. Skor tablolarına bir puan daha eklenemeden, yolun ortasında bırakılıyorlar.
Bence birkaçınız bunu hak ediyor, birçoğunuz çoktan bunu yaşamış ve birazınız bunu yaşamak için sabırsızlanıyor.
Sonra bir laf vardır diyorum, son zamanlarda çok gördüm.

- Çok kadın hiç kadındır, yalnızlıktır sonu.
Tıpkı dendiği gibi, aslında çok yalnızlar, çok yalnızız.
Hatta yalnızım, yalnızız, yalnızlar elimde değil diyerek Vega ile veda edelim.

Dün, dün ile gitti, şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Soğuk bir Ankara Ekim'inden dökülüşler.
Gerçekten sonbahar ve kışı Ankara'da yaşamayan insan, hayatı doyasıya yaşadım demesin bence.
Seviyorum bu şehri işte.
Bu şehirde üşümeyi, bu şehirde ıslanmayı, bu şehrin ayazında otobüs beklemeyi, bu şehrin karlarına gömülmeyi, seviyorum.
Ne diyorduk biz?
- İstanbul şiir yazdırır, Ankara roman.
Ve ben şiirleri, romanlardan çok sevmeme rağmen yazmaktan açılınca konu Ankara'yım.


Melodram 19 Ekim 2012 00:45

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Hani sizi üzmek istemezdim ama, böyle adamlarda vardı bir zamanlar. İyi ki de varlarmış, çünkü yani onlar olmasa şimdiki adamlarla ömür geçmezdi, heh laf.
Bazı insanların yaşadığı kafadan istiyorum ben de, bilmiyorum nasıl başarıyorlar, nasıl yaşıyorlar ama istiyorum.
Bilmem kaç aydır, en yakın arkadaşıma acının dibini yaşatan adam, adam diyorum çünkü severim onu, ayrılıktan sonra her gün aramaya, sormaya başlamış, başladı. Hani ya Eskişehir'e gittiğimde ya da o bayramda geldiğinde tutup '' Oğlum sen neyin kafasını yaşıyorsun '' diyesim var, acayip yani. Eskişehir demişken, artık Eskişehir şey gibi oldu bize, '' aa anne ben halamlara yemeğe gidiyorum '' der gibi. Artık bir vazgeçelim ordan, geçilir gerçi geçilmeyecek bir yanı yok ama neyse.
Sonra o tutup bu cümleyi kurduğum adam da, bildiğin sempatik, komik bir şey olduğu için gülerim diye korkuyorum. Yok yok gülmem, hatta şöyle bile derim '' lan benim arkadaşımı üzen adamın var ya ... ''
Neyse efenim, malum havalar bu ara pek karışık.
Gündüz sıcağından nefret ettiğim kadar, bazı insanlardan nefret etmemişimdir. Sıcak ne ya, bir insan sıcağı nasıl sever ki? Sıcak be, sıcak. Tamam gelin soğuğu sevin de demiyorum da, peki işinize karışmıyorum, sustum.
Ha şey, benim Eskişehir'de okuyan bir arkadaşım daha var. Konuşmuyorduk ne zamandır, özlemişim ben, cidden. Hayattaki bir diğer hata, gözünde büyüttüklerin yüzünden ötekileri ezip geçmenmiş. Bunu ben söylemesem de bilirdin. Bazen bir isim koyasım geliyor sana. Mesela geçen arkadaşın sevgilisinin adı çok hoşumuza gitti. Çağkan'dı adı. Çok tatlı bir isim değil mi ya? Öyle öyle.
Felsefe okuyan bir arkadaşınız varsa, hayat gerçekten çok zor.
Sadece uykum gelir umuduyla 3 bira içtim ben ve itiraf etmeliyim ki ne yazacağımı unuttum. Gerek yoktu bütün bunlara, Turgut Uyar tek başına da yeterdi, yeterdi hatta artardı bile.
Bir de ben şu başka başka şehirlerde okuyanların, bayramlarda ailelerinin yanına gitmek için kapıldıkları telaştan istiyorum.
Pek hoşuma gidiyor o muhabbet, şimdi ailesinin yanına gelen bütün arkadaşlarımdan bende faydalanacağım.
Dur bana bir sıkıntı geldi, yine gerildim Ankara'da okuduğuma.
Yok valla bir şey oluyor.
Tamam geçti.
O zaman iyi geceler.



Melodram 06 Kasım 2012 15:47

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Sana bir şey söylemem lazım.
Bu cümleyi duyar duymaz hissettiğim şeylerin sanırım sonu yok. Merak, korku, şüphe, heyecan, endişe, sevgi, huzur, mutluluk, hüzün hepsini barındırıyor içinde.
Düşündüm acaba beni anlatan bir şey bulabilir miyim diye ama benden çıkan bir şey olmalıydı bu ve buldum işte, tam da bu cümle. Herkes tarafından bilinen, herkes tarafından söylenen ama herkeste bambaşka şeyler uyandıran bu cümle, çok düşündürücü değil mi? Bana benziyor biraz, aslında herkesin söylediği söylüyorum sadece gidiş yolum farklı. Ben zaten matematik yazılılarında aldığım bütün puanları gidiş yolundan alıyordum, sonuca varamadan. Matematikte sonuca varmayı başardığım gün gidip ben de anneme '' Sana bir şey söylemem lazım '' demiştim ve çok korkmuştu. Çünkü ben bütün sevimliliğimin altında korkutan bir insan olmaya bayılıyordum. Matematikte sonuca vardım anne dememiştim tabii ki de, sadece notumu söylemiştim ve ben o günden beri matematik yapabiliyordum. Bunu sağlayan kimdi biliyor musun? Bana bir şey söylemesi lazım olan bir adam. Söyledi ve ben de başardım.
Sana bir şey söylemem lazım, diye yazan insanlar asla söyleyecekleri şeyin devamını cümlenin ardına eklemezler, çünkü onlarda merak uyandırmak isterler ya da karşıdakinin tepkisini ölçmesini. Böyle bir cümleyle karşı karşıya gelen hiçbir insan kalkıp da '' SÖYLEME '' demez. Neyine istiyorsanız, bahsine girerim, diyemez; çünkü içi içini kemirir ve kendi kendini bitirir, uyduruktan bu cümle yüzünden. En çok da sevdiğin insanların bu cümleyi kullanması korkutur. Ayrılığın habercisi olabilir çünkü, bir dostun gidişi olabilir, acı bir bitiş olabilir, kötü bir anı bazen de müjde olur, mutluluk olur, sevinç olur ama en başında hep korkutur.
Ben de vaktinde bir şeyler söylemek istedim, söyledim ve hiçbir şey birikmedi bende, zamandan başka. Eğer bir şey söylemek istiyorsanız, bana bir şey söylemeyin, bana bir şeyi söyleyin.
Sana bir şey söylemem lazım.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Hayat nasıl devam ediyor bilir misiniz?
Birileri gelir, birileri kendini tanıtır, siz birilerine kendinizi tanıtırsınız ve birkaç dakika içinde büyük olasılıkla memnun olursunuz. Aylar önce hatta 1 yıl 1 ay önce falan kurduğum bir cümle vardı. '' Memnun olmak istiyorsanız, insanlarla tanışın diye. '' Hafızamın kuvvetli olduğunun bir kanıtı sanırım bu da, unutmam da ben ne dediğimi, ne yaptığımı, ne denildiğini ve ne yaşadığımı ama hatırlamam da. Benim bu cümlelerim Nietzsche'yle yarışır gibi duruyor, sadece duruyor ama yarışmıyor, yok daha neler yani. Ne diyordum ben? Hah memnun olursunuz diyordum. Sonra zaman geçer, adından, yaşından ve yaşadığı yerden daha çok şeyi öğrenirsiniz onun hakkında. Hatta hayatının birçoğunu sizinle paylaşır ve siz aptal gibi buna memnun olmaya devam edersiniz, pişman olana kadar. Az önce 4 yıldır benim hayatımda çok önemli bir yere sahip olan, başkaları yüzünden de haksızlık ettiğim bir dostum-ki dosttan öte- bana '' Beni tanıdığına memnun musun? Olma. '' dedi. Nedeni de, mutsuzluğu ve mutluluğu yaşarken sınır tanımaması. Mutluysa ölümüne mutlu, mutsuzsa ölümüne mutsuz olmasıymış ve bu beni üzermiş. Ona söylediğim şey ise, '' Ne insanlar tanıdım, memnun oldum, sonra pişman oldum. Hepsinin pişman edecek bir şeyler vardı çünkü ve ben şimdi mutluluğun ve mutsuzluğun sınırını tanımama gibi bir yapısı olduğu için çok sevdiğim bir insanı tanıdığıma pişman olmam. ''
Çünkü neden? Çünkü onun kaygıları çok başka, çünkü onun hayata karşı bakışı bambaşka. Çünkü o bana çok benziyor. Herkese yardım için koşar ama kimsenin ona koşmasını istemez, önce içinde cebelleşir, önce kendini bitirir, önce kendiyle mücadele verir. Sonra dönüp etrafında kimin olduğuna bakar ve kimi bulur? Tabii ki o kayda değer kesimdeki, başka kaygılı insanları. Buradaki kaygının, sınav kaygısı, aile kaygısı, gelecek kaygısı olmadığını söylememe gerek olmamasına rağmen, söylemek zorunda hissediyorum.
Çünkü o zaman olağanın dışında olduğumuzu bir kez daha anlıyorum.
Ve ben Pazar günü biraz daha güçlü hissettim kendimi.
Üç minik adamla beraber saatlerimi geçirdim, hem de tek başıma.
Umutsuz ev kadınlarındaki Elif gibiydim.
Kucağımda bebekle dolandım tüm gün, mutluluğumun tarifi yoktu. 7 aylık, uzun kirpikli, geleceğin esmer bombalarından olacak bu veletle geçirdim tüm günümü, tabii 5 ve 6 yaşlarında iki abisi de vardı. Bez değiştirdim, hepsine yemeklerini yedirdim, oyun açtım, çizgi film izledik, su içirdim, kumandayı araba yapıp oynadık, çişleri geldi yaptırdım, kakaları geldi yaptırdım, popolarını bile sildim. Hep tekrarlıyorum ya, hayatta en çok anne olmayı istiyorum diye. Ben bunları yaşarken kendimi tam bir anne gibi hissettim, çünkü bir şey oldu mu hep bana koştular. Ayağımda sallayıp uyuttum, yatağa yatırıp giderken arkamdan ağladı, gittim yanına ve bana doğru emeklemeye başladı.
Ben bugün annelik provası yapmış gibi oldum ve bu hayatta yaşadığım en en en en en en en en en yorucu gün ve en tatlı gündü.
Galiba annelerimizin kıymetini bir kez daha anlamalıyız, şaka maka kadınlar bildiğin yoruluyor.
Bu sohbete nereden geldiğimi bilmiyorum ama mutluluğumu paylaşayım dedim.
Bak yine çok uzun oldu sanırım yazdıklarım, ama kısa olursa herkes okur ki.
Ben en sevilmeyen, kalın kitabım.
Bugün güzel, yarın daha güzel, gelecek en güzeli.
Ha bu arada,
'' Sana bir şey söylemem lazım. ''
(merak,korku,heyecan,şüphe,mutluluk,sevinç,hüzün,n eşe,keder,endişe)
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
heh.

Melodram 19 Kasım 2012 13:58

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Bu sefer biraz daha uzun yazarım belki daha kısa ve son olur bu. Ciddi anlamda belki de son kez bunu yapacağım, ne kadar dayanabilirim bilmiyorum ama deneyeceğim, sustuğum kadar yazmamayı da denerim.
Hayatımıza bir süreliğine girmiş ve sonra görevini tamamlamış gibi hayatımızdan çıkardığımız insanların arkasından hiçbir zaman iyi düşünemeyeceğiz biz. Hayatımızdaki her insan mükemmelmiş gibi, hayatımızdan çıkan herkese '' kötü gözle '' bakmak gibi bir mecburiyetimiz varmış gibi davranıyoruz. İsterse 10 gün olsun, isterse 10 ay ya da 10 yıl. Birini hayatına almışsan eğer ve onunla bir şeyler paylaşmışsan, onun arkasından kötü bir şey düşünebiliyorsan, bu bir gün gelir seni bulur, senin yakanı bırakmaz. Herkesin herkesle anlaşabilmesini ve sevebilmesini bekleyen insanları hiçbir zaman anlayamam. Dönüp kendilerine bir kez olsun bakmaları gerekiyor, hayatlarında gerçekten onları seven birileri muhakkak vardır. Çünkü her insan bir başkasını kendine daha yakın hisseder, bir başkasında kendini bulur ama hiçbir zaman herkes herkesi sevmez. Her tanıdığın insanda kendini bulamazsın, herkes senin düşüncelerine katılmaz, kötü anında hep yanında olmaz ve sen bunların hepsini fark ettiğin gün, yalnız kalırsın; çünkü hayatındaki önemli insanlara o gidenler yüzünden haksızlık etmişsindir. Yalnız kaldığını hissettiğin için hep bir arayış içinde olursun, beni anlayan birileri olsun artık diye milyon kez bağırırsın ama nafile. Bu yaşadığın yalnızlık en çok senin suçundur, senin bir şeyler kabullenemeden yaşamanın suçudur. Başlayan bir şeyin bitme olasılığına hiç alışamıyoruz, hiç kabul edemiyoruz. Hep mükemmeli ararken kendimizin mükemmelden uzak olabileceği aklımıza bile gelmiyor. Hatalar yapıyoruz ama hiç kabul etmiyoruz, insan kendisini hatalı göremez hiçbir zaman, pek başaramaz bunu ama ben başardım. Ben hatalıydım, belki en başında, belki de bunları yazarken en büyük hatayı yapıyorum ama eğer bunu yapmazsam, rahat uyuyamam. Bir şeyler okumamla dünyam bir anda değişebiliyor, bir nakaratı dinlerken de değiştirebilirim ben dünyayı ya da çok mu iddiaalı oldu bu, sadece kendimi değiştirmem yeter de artar bile. Öyle yapıyorum işte ben de. Hayatıma kolay kolay birilerini sokmam ben ve hayatıma da hayatımda olanların burunlarını sokmasına müsade etmem. Başkalarının aklıyla fikriyle yaşamaktansa kendi hatalarımla akıllanmayı tercih ederim. Hayatımda olan herkesi önemserim ben, gerçekten hayatımdaysa eğer ama ben en çok kendimi önemsiyorum artık. Çünkü o görevini tamamlayan nice insandan sonra anladım ki hayatta benden önemli hiçbir şey olamaz. Sonra düşündüm, hata yaptım mı diye? Hiç başkası benim arkamdan kötü bir şey demiş midir diye düşündüm. Düşününce bir şey bulamadım, çünkü kimseyi hayal kırıklığına uğratmadım ben. Hayatımdaki 10 insana sorun, nasıldır Cansu diye, biri de çıkıp kötü bir şey demez, kendimden o kadar eminim ya da onlardan çok eminim. Neden? Çünkü onlar benim hayatımdalar ama bir de hayatımdan çıkardığım insanlara sormak lazım bunu, nasıldı diye. İşte o zaman onları hayatımdan çıkardığım için bana sövebilirler. Kendi hatalarını örtebilmek için, benim hatasız olduğumu bile bile '' bana söverler '' Bu sadece benim hayatımda olan bir şey değil, bir sürü insanın başına gelen bir durumdur. Onca güzel geçirilen günü hiçe sayarız, yaşanmamış gibi yapar ve gidenin arkasından söveriz. Bırakın herkes sizi sevmesin, bırakın herkes sizi anlamasın, herkes sizin için '' iyidir '' demesin, önce siz kendinizi sevin, anlayın ve iyi olduğunuzu görün. Başkalarının onaylamalarından ziyade, kendinizin farkına varın. Nefes mi alıyorsunuz, yaşıyorsunuz demektir. Yaşıyorsunuz değil mi? O zaman hiçbir şey bitmedi. alın bir kitap okuyun mesela, her cümlesinde kendinizi bulursunuz. Çünkü yazan da sizinle aynı şeyleri yaşadığı için yazmıştır. Neden dinlediğiniz şarkılar size çok tanıdık geliyor? Çünkü yazan da bu yollardan geçmiştir, biliyordur herkesin neye üzüleceğini, herkesi nasıl etkileyeceğini iyi biliyordur. Acının babasını yaşamıştır belki de. Hayatınıza aldığınız insanlar derken bunu sadece '' aşk '' anlamında düşünmenize de hiç gerek yok. Her gelen insan sizin için aşk mıdır zannediyorsunuz? Neyse, siz ne zannederseniz zannedin. Bir yerlerde sizin için kötü konuşan birileri muhakkak vardır, çünkü onlar sizi hak etmemiştir. Siz size hak etmeyen birine/birilerine hak ettiğinden daha fazla değer verdiyseniz eğer, hata budur işte. Şimdi niye bu kadar doldum diye soracak olursanız, bir şeyler okudum ve etkilendim. Bu etkilenmenin kötü bir anlamda olduğunu da söyleyemeceğim, sadece hayatın ne kadar basit olduğunu anladım. Benden kendisini sürekli sevmemi bekleyen insanların, nasıl bir anda yok olabildiklerini gördüm dün gece. Aslında her şeyin pamuk ipliğine bağlı olduğunu ve kimseye kendinden çok değer ve önem vermemem gerektiğini bir kez daha gördüm. Ben bunu zaten yıllar önce anladığım için '' Melodram '' oldum. Gelip soruyorlar, nickinin anlamı nedir diye. Aç dergileri bak, sözlüklere bak yazıyor orada eğer anlamını merak ediyorsan. Yok, sen neden '' Melodram '' nickini kullandın diyecekseniz eğer, benimle 2-3 saat konuşmanız gerekiyor, ben size anlatırım ama artık çok geç. 3-4 yıllık '' Melodram '' maceramı 2-3 saate sığdırabilecek kadar gördüm ve geçirdim. Yaşım istediği kadar genç olsun, akılın yaşta olmadığını anlayacak kadar da büyüdüm. Belki hayatın kendisinden tokat yemedim ama o tokatı yediğim çok insan oldu hayatımda ve hepsi benim daha da güçlenmeme sebep oldu. Giden hiçkimseye sövmüyorum, sövmeyeceğim de. vaktinde hayatımda olan herkese saygımı da kaybetmeyeceğim, çünkü ben onlar sayesinde güçlüyüm. Ve bir gün hepsi bana bir yerde rastlayacak, güçlü olduğumu gördükleri için yeniden eskiye götürmek isteyecek, çünkü bir kadının gücüyle baş edebilecek başka bir kadın ve erkek yoktur. Sen güçlü durmak zorundasın artık dedim kendime ve o günden beri, tek bir kez bile yenilmedim insanlara. İçimde ne varsa hepsini sökebilecek kadar gözümün döndüğü dün gece, anladım. Birkaç insan var, birkaç insan olarak hep kalacaklar. Ne bir fazla olacak ne bir eksik, hep birkaç kişi. Benim iki belirgin özelliğim var. Bir insanı çok sevmem ve bir insandan çok nefret etmem. İkisini de hakkıyla yerine getiririm, sonunu da hiç düşünmem. Dünden sonra, ne kimseye nefretim ne de geçmişimde kalan insanlara ufacıkta olsa sevgim yok. '' Geçmişi seviyorsun. '' diyen arkadaşıma '' Hayır geçmişi sevmiyorum, sadece bugün iyi olabilmem için geçmişte bir şeyleri değiştirmem gerekiyor ama bunu yapamam biliyorum, o yüzden bugünü sevmem lazım, yarının iyi olması için '' dedim. O da benim geçmişimdi, geçmişimden bugüne gelebilen nadir insanlardandı ve büyük ihtimalle artık o da olmayacak. İnsanlar hep kendi düşündükleri gibi olsun istiyor her şey. Cansu bugün benim yanımda olsun, Cansu bugün beni anlasın, Cansu bugün benimle konuşssun, Cansu bugün benim dostum olsun, Cansu bugün benim sevgilim olsun, Cansu bugün beni bıraksın, Cansu bugün terk edilsin, Cansu bugün benden nefret etsin, Cansu bugün çekip gitsin. Hiçbir zaman öyle olmadı, üzgünüm. Ben istediğim de sevdim, istemediğimde de gittim. Hepsi bu.
Ve unutmadan;
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Yani kaybettiğim hiçbir şey yok. Bu böyle veda konuşması falan değil, aslında sitemde değil, özlemde değil, kırgınlık değil, nefret hiç değil, öfke bile değil.
Bu sadece bu.
Hepsi bu yani, bu.
Değiştirebilme şansım varken, değiştirmeye gidiyorum, çünkü şu an düzenli nefes alabiliyorum. Koşunca tıkanmıyorum, öksürüklere boğulmuyorum, merdiven çıkınca nefesim kesilmiyor. Sadece biri boğazıma yapışırsa eğer o zaman her şey farklı olur, bu yüzden o elleri üzerimden bir bir siliyorum.
Belki bir gün yine üzüleceğiz; ama bugün gülmek zorundayız.
Bensiz nefes alamayan, bensiz yaşayamayan, bana bir şeylerini anlatmadan duramayan, beni en iyi dostu gördüğü için yanımdan ayrılmayan, seni hep yanımda görmek istiyorum diyen o geçmiş, gerçekten geçmiş.
Boşuna uğraşmayın, hayat karşınıza onlardan bir sürü çıkaracak ve emin olun hepsi de ölene kadar nefes alacak, korkmayın. Haydi gidin şimdi.
Yıl oluyor 2013, e o zaman geç oldu biz kalkalım.

Melodram 06 Mart 2013 15:14

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
Başlangıç notu: 3 aylık boşluğun toparlaması olacak yazacaklarım, daha doğrusu yazılan şeyler mevcuttu aslında, sadece konumu hortlatmak istiyorum. En büyük sorunu yorgunluklarım yüzünden yaşadım. Uzun bir yazı olacağının garantisini vererek, başlarım. ( @[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] sana tanıdık gelecektir bunlar gadınım, günlüğümü hortlatma aşkı senin günlüğünü görünce geldi, boş bırakmışız farkında olmadan! )

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Ne kadar sakin olmak istesem de bunu başarmak için önce aklımdaki her şeyi bir bir yapmam belki de sonlandırmam gerekiyor. Piyanonun dokunuşları gibi hafif ve sakin bir hayat istiyor olmam anormal bir şey değil. Kendimi düşünmem lazım, kendimi iyi hissetmem lazım. Ben hiçbir zaman başıma gelen şeyler de gidip başkalarından yardım istemedim. Hiçbir zaman saatlerce ağlayarak birilerinin başını ağrıtmadım. Evet dertlerimi paylaştığım insanlar vardı, onlar olmasaydı zaten yaşamın anlamı da kalmazdı ama onların kapılarını da bir yere kadar çalabildim. Hep kendim mücadele ettim, hep kendim başarmak istedim. Bazı şeyleri başardım, mesela tek başıma savaşmayı öğrendim. Her şeyle, herkesle… Güçlü olmayı öğrendim, gücümü kaybetmemeyi öğrendim. Sevginin ne demek olduğunu çok iyi öğrendim, sevgiden önce olması gereken tek şeyin saygı olduğunu öğrendim. Bir insanın başkasına saygı duyabilmesi için önce kendine saygı duyması gerektiğini öğrendim. Hayat bu, yaşa başa bakmıyor. Kaç yaşındasın, güzel misin, çirkin misin, kısa mısın, uzun musun, şişman mısın, zayıf mısın, nerelisin, neye inanıyorsun, neyi savunuyorsun hiçbirine bakmıyor. Hayat acılar hususunda hiçbirimizi ayırmıyor, yeterince eşit davranıyor aslında farkında değiliz. Asıl ” insan ” olduğunu unutanlar biziz. Bir başkasını o kadar kolay incitebiliyoruz ki, sonunu düşünmeden. Pişmanlıklar da insana dahil mi demeliyim şimdi? Pişman oluyoruz bir de biz insanlar; çünkü geç kalıyoruz. Geç anlıyoruz, geç fark ediyoruz. Hal böyle olunca çok da cazip gelmiyor ” başkalarına gidip dert yanmak, yardım istemek. ” Genelleme yaptığım zaman kendime kızıyorum, herkes aynı değildir diyorum ama ben bunları yazabiliyorsam eğer demek ki tanıdığım herkes aynıymış. Ben bir zamanlar önce karşımdakini düşünürdüm, kırılmasın karşımdaki diye çok sustuğumu hatırlarım. Sonra çoğu kişiye olan şey oldu işte, o düşündüğün, kıyamadığın insanların hepsi birleşti, bir oldu seni yok etmeye çalıştılar. Bir anda dünya üzerindeki bütün insanları ” onlar gibi ” sandın. Güven kelimesini duymak bile istemiyordun; çünkü güven duymak çok zordu, zorlaşmıştı. Artık başkasını düşünmemen gerektiğini anladın, en azından her zaman düşünmemeliydik. Duygusal bir insan olduğumu biliyordum, sevinince, üzülünce, sinirlenince gözlerim dolardı hep benim. Bir insanı hayatımdan çıkarmak ya da birinin benim hayatımdan çıkmasına ne kadar gözyaşı dökebileceğimi de çok iyi biliyordum. Bu zamana kadar neyi bildiysem, ne hakkında konuştuysam hepsi yaşadığım şeylerden bana kalanlardı. Acılar, mutsuzluklar, gidişler hepsini tecrübeden sayarak rahatlamaya çalıştım. Bir gün bir insanı hayatımdan çıkardım, hiç gözyaşı dökmedim. Sonra bir insanı daha sildim attım, umursamadım. Sonra bir diğeri geldi, cevap bile vermeden uzaklaştım ondan. Sıradakini bekliyordum, onu da bırakacaktım. Geldi. Biraz farklıydı ötekilerden, bırakılmayı hak etmiyordu ama hayat bana hiçbir zaman hak ettiğim şeyleri vermemişti, onu da bıraktım. Geçmişim nasıl da kirli duruyor oradan bakılınca. Oysa ben sadece kendimi düşünmüştüm ve beni de düşünebilecek birini istemiştim. Şimdi anladım ki, benim birinin beni düşünmesine ihtiyacım yok, birinin benim için üzülmesine ihtiyacım yok, birinin bana yardım etmesine ihtiyacım yok. Benim kendimle baş başa kalmaya ihtiyacım var. Başka insanların ” Ne oldu, neden, niçin, nasıl, neredesin, ne yaptın, nasılsın? ” gibi samimi olmayan sadece kendi meraklarını gidermek için sordukları sorudan öylesine sıkıldım ki, o kadar bıktım ki, o kadar yoruldum ki… Susun dememek için gideceğim, kalp kırmayı istemiyorum ben; çünkü ne demek olduğunu biliyorum o kalp kırıklığının. Bak! Baksana haydi. Bir kez olsun bak, işte kalp kırıklığı bu. Bakamazsın. Dokunamazsın. Anlayamazsın. Bilemezsin. Yardım edemezsin. Sadece bir gün başına gelirse eğer hissedebilirsin…
Ve sonra bütün yorgunluklarını üzerinden atmak için kendine bir şans verirsin ve en kolay şeyin gitmek olduğunu düşünürsün.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Bütün insanlara gösterdiğim tepkinin ardından, bir insanın yapabileceği en iyi şeyi yaparak tek başıma kafa dinlemeye gittim. Anladım ki ben yalnız başınayken her şeyi yapabilecek kadar güçlü ve mutluyum. Bu yalnızlığı duygusal açıdan düşünmemenizi de şiddetle tavsiye ederim. Başka bir şeydi bu. 15 günümü orada geçirdim, çok kısa geldi bana, neden döndüğümü de bilmiyorum ama bu bir daha yapmayacağım anlamına gelmiyor. Kafayı dinleyebildim mi diye sorduğumda kendime kocaman bir '' Evet '' sesi yükseliyor yalan değil ama insan gittiği her yere kendini de götürüyor, o yüzden her şeyin unutulması, bitmesi gibi bir durum söz konusu bile değil. Benimle sürekli iletişim halinde olan insanlar zaten canımın neye sıkıldığını, neden kendimi iyi hissetmediğimi çok iyi biliyordur. Uzun uzun düşündüm, vaktim oldu ve anladım ki bazen çok boş şeyleri kafama takıyorum. Biliyorum, takarım ben. En küçük şeyleri bile kafama takarım. En basit şeylere bile karar verirken günlerce düşünürüm. Garanticiyim, risk almam. Risk almadan başarılı olamazsın diyenlerin de yüzüne tükürürüm. Bu insanların herhangi bir cümleden ya da minicik bir kelimeden kocaman anlamlar çıkarıp, içine kendini katıp, sonra bir sürü fikir sunmaları kadar tahammül edemediğim bir şey daha yok. Gittiğimde, karşı komşumuz olan dedemiz ve ninemiz vardı, onlar 4 mevsim yaşıyorlar orada. Çünkü birbirlerinden başka kimseleri yok, çocukları uzakta, torunları da... Malum işte, hayırsız evlatlar. Gider gitmez kapılarını çaldım, geldiğimi söyledim, ses duyup korkmamaları için. Sonra birkaç gün nineciğim beni çağırdı, beraber oturduk, televizyon izledik, onlar için fırına gittim, kahve yaptım onlara, kek yaptım götürdüm. Bir insanın gözlerindeki mutluluğu görebilmeyi özlemişim ben. Ankara'daki insanların öküzlüklerinden uzak, orta yaş sendromuyla geçirdiğim günlerden hiç şikayetim yoktu. Bunları yaşarken bir yandan da kitap okuyordum, ders çalışıyordum. Bu üç kitap beni benden aldı, daha neredeyim bilemiyorum.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Hikâyem Paramparça kitabına göz atmak için elime aldığımda, direkt bu sayfa çıktı karşıma. Okudum, önce kendime gelemedim biraz. İçimden küfrü bastım, yok artık dedim. Nasıl yani dedim. Hatta sen bu kitabı okursan bu gece sağ çıkamazsın bile dedim kendime, başladım. 2 saat sonra kitap bitti. Bu yolu Ankara'dan geçen yazarların içtenliği ve samimiyeti beni bitiriyor. Ankara samimiyetsiz gibi gözüken bir şehir olmasına rağmen içindeki bazı şeyler bütün bu samimiyetsizliği ortadan kaldırıyor. Kitabın sonuna kadar hiçbir sorun yoktu ve son bölümüne geldim. '' Galip İşhanı '' Bence kilit noktası burası zaten.
'' Hepsi senin yüzünden kardeşim, '' dedi.
'' Ne benim yüzümden? ''
'' Beni anlatamadın. '' okur okumaz gözlerimden yaşlar süzüldü. Kendim için değil be, Galip'e ağladım. Hepimizin Galip olabilme ihtimaline, belki de Galip olmamıza, çaresizliğimize, mecburiyetlerimize ama ağlarken bunları düşünmedim sadece Galip'i düşündüm. Aşkın ne kadar büyük olabileceğini iki kelimeyle anlattı Galip ve bitti. Hikâyemiz paramparça, herkes gibi, herkesin hikâyesi gibi...
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Mutlu insanların hayır diyebilme lüksü varmış. Gerçekten mutlu oldukları için mi hayır derler, yoksa mutsuz olma riskini göze alamadıkları için mi? Bazı şeylerin tanımı ve tarifi olduğuna inanmıyorum. Kendimi kalıplara sokmaya sevmediğim gibi bazı kavramları da kalıba sokamıyorum. Aşk, sevgi, mutluluk, hüzün, nefret. Ne bileyim, bunların kelimesel bir tanımı yoktur ama biyolojik olarak neler hissettirebildiğini biliyorum. Eğer hayır dediğim için mutluysam, vazgeçtiğim için hiçbir zaman pişman olmadım. Resmen kendimi buldum ben, yukarılarda bir yerlerde kaybetmiştim sanırım. Hayat böyle işte, bulmanın zor olduğu yerde kaybetmek en kolay şeydir bazen.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Murat Menteş'in kitaplarına gelirsek eğer başka bir dünyaya kapı açılıyor gibi. Korkma Ben Varım'a henüz başlamadım, sadece içine göz attım. Dublörün Dilemması'nda ise bizim bir Hakan Günday vardı, kitapları Ankara'da çılgınlar gibi tükenen adam. Onu andırıyor, sayfalara tekrar bakmaya üşendiğimden bir şey çekip atamıyorum, sadece buna denk geldim. Bu da Shakespeare'in bir cümlesi. Bu arada ben Nietzsche ve Shakespeare'i bir yere bakmadan yazabilenlerdenim. Murat Menteş'in dili de bana yakın, bana yakın anlatımı olan şeyleri elimden düşürmek istemiyorum. Bir nefeste okundu bu da. Okunurken tuhaf oluyorsunuz, yani ben oldum. Bana oluyor bazen böyle. Kitap okurken heyecanlanıp, garip şeyler hissediyorum. Boğazımı biri sıkıyormuş gibi hissediyorum. Ne hisli hatunum. Şimdi şu cümleye bakınca herkes ne kadar ağladığının hesabını yapıyordur. Çok ağladıysam ne zaman ölüyorum, ben hiç ağlamadım ki çok ömrüm var. Edebiyatın bittiği nokta derim ben buna.
Bazı şeyler için söz verdim kendime, sözümden dönmeye de niyetim yok. Bir elin beş parmağı kadarız, ortadaki benim, işaret parmağım ve yüzük parmağım hep benimle olacaklar, serçe parmağım bırakmamak için direnecek ama küçülecek zamanla, baş parmak ise kopup gidecek. Hiçbir şeyin aynı kalmadığını söylememe gerek yok herhalde.
Yorulmuştum en son, belki hâlâ yorgunum ama farkında değilim; çünkü insan bazen yorulduğunun farkına varamayacak kadar yorgundur ve yorulduğunu itiraf edebilecek kadar yorgun. İşin içinden çıkılmıyor sanki, zaten sorun da bu ya, çıkamıyoruz. Aynı yere saplanmış binlerce insanız ve hepimiz birbirimizi küçümsüyoruz, herkes ötekine kendini ispatlama derdinde. İnsanların kendini fazla önemsemesi kadar onları küçük düşüren bir şey olamaz, bunu yüzüne karşı söylemek istediğim birkaç insan var ama beni duyamamalarından korkuyorum, neyse...
Şu başlığı da değiştirsem mi ne yapsam? Yeterince heyecan, merak uyandırdı gibi. Hani ilk değiştirdiğimde yazdığım şeyler işte. Bu cümle çok derin geliyor bana ve ben yazdıkça yazıyorum sanırım.
Ankara'yı sevdiğimi biliyordum, özlemişim de. Özlüyoruz ya elimizde olmadan ve
-insan bir şehri bile özlerken bir insanı ne kadar özleyebileceğini oturup düşünelim.
Yalnız ne romantik bir cümle kurdum öyle, ee her sokak başında kedileri görünce insan efkârlanıyor.
* Ve az önce bir film izledim.
Girl, Interrupted. Angelina Jolie ve Winona Ryder gibi iki güzel kadının başrolde olduğu bir film. Anneme oyunculuk hayallerimden bahsederken önce '' ruh hastası bir kadını '' oynamak isterim diyordum. Sinir hastası da olabilir ama gerçekten delirmiş olmayı istiyorum rolümdeyken; çünkü yeterince sıkıcı her şey.
'' Hissetmek istemediğin zaman ölüm bir rüya gibi görünebilir ama ölümü görmek, onu gerçekten görmek, onu hayal etmeyi son derece gülünçleştiriyor. '' diyor filmin bir bölümünde.
Bu gerçeği yüzümüze vurdukça, daha çok kıymet bilmemiz gerektiğini anlayacağız ama hiçbir zaman kıymet bilmeyeceğiz.
Biliyorum.





Melodram 07 Eylül 2013 01:49

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Efsane günlüğüm neler yapıyorsun sen? 6 aydır tek bir icraatı olmayan tozlu günlüğüm. Bir şey diyeyim mi sana? Şu an kaçtı sanki yazasım. Neyse gelmişken üç beş kelâm edeyim. 6 ay neredeydin dersen, elbette '' sana ne '' gibi bir cevapla karşılaşacaksın. Beni sorgulamayı bir kenara bırak, hayat nereye gidiyor? Garip, saçma, komik ve isyan ettiren şeyler oldu tabii. Detaylara girecek kadar çıldırmadım henüz.
mart: kediler çiftleşti.
nisan: babam doğdu.- bu nisan doğmadı tabii, nasıl zekiyim-
mayıs: ben doğdum, dönüm noktası dedik, değişsin dedik, değişti de biraz biraz ve mayıs sonu, evet 31 MAYIS. Tatsız şeyler oldu, şiddet, ölüm, haksızlık. En zoru ölümdü. Unutmadık.
haziran: yine devam etti, yaralandık, öldük ama o karanlıkta biraz aydınlandık, biraz ışık gözüktü ya da öyle sandık. Duvarlara kazıdık. '' Haziran'da ölmek zor! ''
temmuz: bütünlemelerle geçti, Gazi'de okuyorsanız her dakika pişman olma ayrıcalığınız vardır.
ağustos: hem tatil, hem tatsız şeyler ama çok hızlıydı bu ay. Anlamadım bile.
ve eylül: beklenen ay, beklenen mevsim başladı birçoğumuz için. Güzeldir üşümek, tıpkı şu soğukta balkonda oturan bendeniz melo'nun, ellerinin ve ayaklarının üşüdüğü gibi.
Detaysız bu kadar oluyor, ne kadar da çirkin yazdım.
Böyle miydi eskiden? İyi de eskisi gibi mi sanki her şey?
Neyse işte, sıkıntıdan ne yapacağımı bilemediğimden buradayım.
Bunları saçmaladım.
Gideyim de biraz havlayan köpekleri izleyeyim. Galiba ihtiyarın teki hoşt diyerek taş attı onlara ya da bardan dönen kızlı erkekli bir grup kızdırdı. Bu saatte havlamazlardı çünkü, kısa kesiyorum.
Şairin dediği gibi;
'' kısa kes beni ''
hangi şairse bu artık!
Fillere selam, mücadeleye devam a dostlar.

Melodram 11 Kasım 2013 18:09

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
bir şarkının melodisinden, bir şiirin en güzel dizesinden, aylardır açmadığım sevdiğim bir kitabın hafifçe ucunu kıvırdığım en güzel sayfasından güç aldım da geldim.
her şeyin daha zor olacağını bile bile geldim ama biliyor musun, ilk kez korkmuyorum.
kötü bir şey olursa, diye başlayan o karanlık cümlenin sonunda '' hiçbir şey olmaz, en fazla sarılırız. '' diyen bir insan bulursanız, sakın onu kaybetmek gibi bir aptallık yapmayın.
yapmayın işte, olmaz çünkü öyle, incinirsiniz.
bu hikayenin bir devamı olmalıydı, yaşadığım her şeyin bir hikaye olduğunu varsayıyorsam eğer, bu hikayenin bir de en güzel bölümü olmalıydı.
o en güzel bölüme biraz daha var, sadece ben senaristler gibi birkaç bölüm ileriden gidiyorum ve sanırım ilk kez bir hikayenin sonunu düşünmüyorum.
gideyim ben.

Melodram 31 Aralık 2013 15:35

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 


[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Zamanın nasıl geçtiğinden bahsetmeyeceğim bu sefer, çünkü zaman da umrumda değil artık.
Ne olduğu ve olacağı da umrumda değil, düşünemiyorum çünkü, kestirebildiğim sonları da görmezden gelmek istiyorum.
Ertelemek istemiyorum, yeterince geç kaldım hayata, yakalamak için çok koşmam gerekecek, tek ya da değil, çok ya da yok fark etmiyor hiçbiri, koşmam lazım, çok hızlı koşmam lazım.
Zaman kadar hızlı, zaman kadar gelip geçici olmasa da onun kadar etkili olmam lazım bugün ve yarın, yarından sonrası yok gibi yaşayabilirim ama bugünü görmezden gelerek yaşayamam. Söz verdim, tutacağım illa ki, tutulacak bu sefer.
Dayatma yok, diretme yok bu sefer, direnme var. Anladık direnmenin ne olduğunu, yolumuzdan çeviremez kimse bu yüzden, denerler, taş koyarlar, engel koyarlar ama değişmez.
Bir şey yürekten isteniyorsa, beden o yüreğin olduğu yere ulaşır, biliyorum. Kötüydü her şey, pisti, karanlıktı. Korkutuyordu ama yıldırmıyordu, biliyordum da ışık vardı, ışık gelecekti ya da bir el.
Hangisinin olduğunun önemi yok, önemli olan kararlardı ve sonuçlardı, oldu ya da olmadıları bıraktım. Ne çok şey bırakmışım farkında olmadan, bırakırken bilinçli olsam da yıl sonu bilançosu gibi ortaya döktüğümde çok oluyormuş, demek ki tahammülüm kalmamış benim hiçbir şeye, üzgünüm. Vakit dolmuş, saatler sonu gösterir gibi oldu şu an, bir gariplik var bu işte ama çözemedim, çözesim de gelmiyor. Bazen bir özür bekliyorum insanlardan, keşke yazıp da uzun uzun özür dileseler benden diye, sonra saçmalama diyorum. Ne değişecek, ne önemi var sanki olmuşların üzerine gitmenin? Bir anlamı yok tabii, yok.
Anlamını olan çok şeyi kaybettim, anlam aramaktan vazgeçtim ben.
Koca günleri devirdik, her umudu bir ertesi güne saklayarak, yine elde var sıfır.
Değişen bir şey olmadı, değişmesi için bir şey yapmadım, aslında değişen bir şeyler oldu. Özlemedim, nefret etmeyi bile bıraktım. Daha çok konuştum ama kimse anlamadı, duymadı, bilmedi.
Garip oldu, garip. Bu dünya hali bir garip dostlar. Hep bir kaçış var insanlarda, bir tükeniş.
Yalnızlık başka, yalnız kalmak başka, yalnızlıkla boğulmak başka. Hangisini seçtiğinizin bir önemi yok gibi duruyor, sonunda yalnızsınız değil mi? Öyle değil ama güzel hatrınız için bir şey demeyeceğim.
- hiçbir şey değişmedi, çünkü hala aynı cümle dilimde.
'' bir gün uyandım ve bitti ''
büyüdük yaralarımızla ama geçiyor hepsi,
bir el dokunduğunda, o el kendinden başkası değil aslında
kanadığında anlayacak insan.
kalp hep soldan atıyorsa eğer, biz de soldan bakalım dünyaya bu sefer.
ethem sarısülük, mehmet ayvalıtaş, ali ismail korkmaz, abdullah can cömert, medeni yıldırım, ahmet atakan, hasan ferit gedik'ler içindir bu yıl, unutulmayacak, unutursak biliriz ki kalbimiz kuruyacak.
erdal'lar, deniz'ler, mahir'ler, İbrahim'ler, hüseyin'ler aşkına, bu dünya bir gün bize kalacak.
paylaşacağız o gün güzellikleri.
bu yıldan çıkarılacak tek şey budur.
kahrolsun halkların salaklığı, yaşasın halkların kardeşliği.
siyasi mesaj vermek yasaksa, yasakları da çiğneriz be anacım.
sen anaları ağlatıyorsun, biz yasak çiğnedik çok mu?
her neyse işte, güzel kalın.
hayatımın en kötü yılını geride bırakacağım için mutluyum ama umudum da yok hani, garip bir şey.
susuyorum ve de seviyorum, yine bir garip.
Güzelliklere.
Mutluluklara.
Barışa.
Sevgiye.
Aşka.
31.12.2013 / Salı.
15:35.

huzur isyanda, şiir sokakta, aşk her yerde.










Melodram 11 Şubat 2014 02:05

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
geldi.
sarıldı.
gitti.
geldi.
görmedim.
gitmiş.
geldi.
gördüm.
gidecekmiş.
gelmedi.
görmedim.
ama hiç gitmedi.

hadi bunun sonunu getirmeye çalışayım bu gece, yok olmuyor.
herkes anlıyor artık ama ben hâlâ itiraf edemiyorum.
çok korkuyorum.
neden korktuğumu bilmiyorum ama çok korkuyorum.
ne saçma.
çok saçma be.
yoksa saçma değil mi?
anlıyorlar ya şaka gibi, belli etmiyordum oysa.
çok mu belli oluyor acaba?
olmamalıydı.
ya anlarsa?
ya biliyorsa?
yok, olamaz.
olmasın.
içime doğan başıma gelmesin.
sıkıldım.
kusayım biraz.

Melodram 25 Nisan 2014 15:14

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
xvı.
varoluştan söz edemeyecek kadar yok olmuş olduğumu hissettim.
korkmadım desem yalan olacaktı, korktum ama yürümekten başka bir yol yoktu.
bana yollar bırakılmamıştı, seçeneklerim yoktu, seçme sansım da.
yürüdüğüm tüm kaldırımların taşlarını sayıyordum, insanların yüzüne bakmak
midemi bulandırıyordu çünkü, onların gözlerindeki öfkeden korkuyordum.
benim içimdeki öfkem bana yetiyordu, hatta artıyordu bile, başkalarını düşünemezdim.
yürüdüm, yürüdükçe yeni yollar keşfettim ama yine seçme şansım yoktu.
ben kendi tarafından kurulmuş bir bebek gibi, pilim bitene kadar yürüyordum sadece.
düşünmeden yürüyordum, düşünmediğimi zannediyordum.
öyle olmadığını anladığım zaman, saç tellerimde bir beyaz gördüm.
üzülmedim de, sanki yarın ölecekmişim gibi hissettim.
sonra iki oldu o beyaz tel.
iki küçük beyaz telle kırıldı sanki bacaklarım, oturmam lazımdı.
oturup düşünmeye başlamam lazımdı, düşünmediğimi iddia ettiğim her anı.
yeniden düşünmem gerekiyordu.
ilk kez oturduğum sandalyede ayaklarım yere değmiyordu.
belki de dizlerimi kendime çektiğim içindir, bunun farkında bile değildim.
ayaklarım uyuşana kadar öylece kaldım.
keşke her şey böyle uyuşsa, o an hissetmeyi unutsam diye geçirdim içimden.
uzattım ayaklarımı, kırıldılar. basamıyordum sanki.
biraz bekledim, biraz daha bekledim.
topuklarımın karıncalanmasının geçmesini beklerken de düşündüm.
başka bir işim yoktu, bir şeyim yoktu, aslında hiçbir şeyim yoktu benim.
ayaklarım yere sağlam basmazsa konuşmam diyordum kendi kendime, sonunda bastım.
güçlü olduğumu hissettiğim o an, yalnız olduğumu da fark ettim.
evet yalnızdım ben ve ben yalnız kalacaktım, ne yaparsam yapayım yalnızdım.
insanlar yoktu aslında, bundan emindim.
bedenlerinin olması bir anlam ifade etmiyordu, bunu kimseye anlatamıyordum.
hangi cesaretle yaptığımı bilmesem de, birini sevmeyi denedim.
sevgi bana göre değil galiba, beceremiyordum.
belki de herkesin hayalindeki o sevgi bile anlamsızdı benim için.
düşündüğüm onca şey arasında, birini sevmek mi? fazla cüretkar.
ama yine de korkmadım, emindim.
emin olduğum şey, o sevginin sadece aklımda dolaşan bir düşünce olduğuydu.
emin olduğum şey, benim sevmeyi unuttuğumdu.
böyle hissettirdiler çünkü, beni böyle hissetmeye mahkum ettiler.
ben de kaçtım. hepsinden, herkesten, her şeyden.
bu kadar kaçan insanın gittiği yerde kimsenin olmaması lazımken,
her seferinde kaçtıklarıma çarptım.
sarhoştum sanki ama ben sarhoş da olamıyordum.
olup da böyle bir güzel unutamıyordum, oysa sarhoşken daha çok hatırlar insanlar.
haberleri yok.
dönüp yeniden koşmaya halim yoktu evet, durmak gitmek kadar zordu,
kaçmak kadar zordu birinde kalabilmek, bir yerde durabilmek.
her şeyi ben mi zorlaştırıyordum, yoksa her şey gerçekten bu kadar karmaşık mıydı bilmiyorum.
açıkçası bilmek istediğimi de sanmıyorum, bir şeyler duymaktan nefret eder oldum.
birilerinin konuşmasından nefret eder oldum, korktum.
alışacağım seslerin yok olmasından korktum.
ihtiyaç duyduğum zaman, o sesi bulamamaktan korktum ama korku hiçbir şeye engel olamazdı, eğer düştüyse insanın aklına bir şeyler, zordu.
yürüdüğüm sokaklara geri döndüm, köpeklerle yürüdüm.
onların gözlerine baktım, düşündüm.
bazen sokak köpeklerinden farkımız kalmıyor,
onlar yanlarına gelip uzanan her elde sevgiyi bulabileceklerine inanıyorlar,
kim severse sevsin dokunan o el onları mutlu etmeye yetiyor,
çünkü başka şansları yok, başka kimseleri de yok, mecburlar o ellere.
hiç bilmediği insanlardan medet umuyorlar,
biri fark etsin diye bazen sessiz de olsa bütün yol boyunca yürüyorlar,
genelde karşıdan karşıya geçecekleri zaman arabalar fark ediyor onları,
arabalardan korkuyorlar çünkü onlar sadece kendilerine dokunacak sıcak bir el arıyor.
biz de yapıyoruz bunu bazen, onlar gibi yapıyoruz,
gelen kim olursa olsun bizi sevebileceğine inanmak istiyoruz,
yapayalnız olduğumuzu düşünüp bilmediğimiz bir insanı herkesten daha çok tanıyabileceğimize inanıyoruz,
bazen şanslı oluyoruz,
sıcak bir yuvası olan, süslenmiş köpekler kadar şanslı oluyoruz,
bazen korna çalmayıp ezip geçtiği yol kenarındaki o kanlı köpeklerden oluyoruz ama;
biz aslında hep o arabanın içindeki, geçip gidenleriz, hep.

üzgünüm, çok eksik kalacağız.
bu eksiklik bizi kemirecek ve sandığınız kadar gülmüyor insanlar.
ve dişlerini gösteren insanlar aslında güzel gülmüyor,
onlar hayata karşı gücü dişlerini sıkarak gösteriyor, o kadar.
gülmek güç, ağlamak güçsüzlük diye kazıdılar ya bizim aklımıza hani,
yanlış.
uyumaktır güç.
ya da güç olan uyumaktır.
karmaşık.
çünkü bu benim melodramım.
benden ötesi de ben, öncesi de ben.
xxv.
büyüyünce anlaşılan şeyler varmış bir de hayatta.
büyüdüğüme mi pişman olmalıydım, anladığıma mı bilmiyorum ama
bir şeylere pişman olmayı hiç istemiyordum.
olunuyormuş.
çünkü insanlar dünyaya birilerini pişman etmeye gelmiş.
birileri pişman olmaya gelmiş.
bazen de o insanlar birini pişman ettiğine pişman olmuş.
yani aslında asırlardır düşünülen her şeyin altında, biraz pişmanlık yatıyor.
kendinden beklenmeyen şeyleri yapıyorsun.
gördüğün sen olmuyorsun o an, duyduğun ses senin değil.
dokunsan kendi ellerine, yabancı gibi.
saçların bile dökülmüyor omuzlarından o an.
karanlığı sevmekle, karanlığa hapsolmak başka şeylerdi.
ben sevdiğim şeye hapsoldum.
oysa bir şeye hapsolmamaya da söz vermiştim, verdiğim bütün sözler gibi
çiğnedim, yok ettim onu da.
büyüdüm.
çok büyüdüm ben, istemediğim kadar hem de.
aslında bakıldığında hiçbir şeyim yokmuş gibi.
duvar muamelesi bile görüyorum çoğu zaman, yıkılmayan son kale ben gibiyim.
öyle miyim diye sorsam, içimde susturamadığım şeylerin altında eziliyorum.
ezildiğimi hissettikçe daha da saldırganlaşıyorum.
bir yerlerde tutunmak isterken koptu bütün tırnaklarım.
yürüdüğüm o yanlış yollardan dönerken su topladı ayaklarım ama
bunu bir ben biliyordum, bir de ayaklarım.
bazen kalbimin de bildiğini düşünüyorum, ona fazla yükleniyorum bazen.
sonra geçiyor, işte bu asırlardır geçen her şey gibi bu da geçiyor.
uykum geliyor bazen.
o hiç uyanılmayan uykuya meyilleniyorum.
henüz o kadar cesur değilim ya da gözlerim o kadar hapsolmadı karanlığa.
hala renkli görebiliyorum, renkleri ayırt edebiliyorum,
sorun o renkleri hissedememek de.
bunun için renklenmeye bile karar verdim, bunca karanlık içinde kendime bir renk seçtim.
en renkli yanı gri olan insanı öldürmeye çalıştım.
oldu gibi ya da olduğu kadar işte.
kendimle uğraşıyorum yani, kendimden başka kimsem yok gibi davranıyorum.
yineliyorum, olanlar var, onlar zaten benden.
gerisi yok işte.
dünyadaki en saçma şey olan sınırlar gibiyim.
sınırlarım var, çizmişim, belirli bir şeklim var.
yönetim biçimim var, kurallarım var, kapılarım var, duvarlarım var.
bahçelerim var.
çiçeklerim bile var, hem de en çok papatya var.
onlara dokunmuyorum ama koparmıyorum, ayırmıyorum sevdiğinden onları.
ayrılıkları da sevmiyorum.
birine kavuşmaktan da korkuyorum, sarılmaktan da.
birçok şey isterken, aslında hiçbir şeyi istemediğimi fark ediyorum.
çünkü büyüdüm.
insanlar bunu fark ettirdi bana.
insanlar büyüdükçe acımasız oluyormuş dedim kendime.
sonra hep çantamda tuttuğum ama bakmaya ihtiyaç duymadığım aynamı açtım.
sordum kendime, acımasız mısın?
cevap vermek çok zordu.
değildim.
olamazdım.
yoksa fark etmeden olmuş muydum?
ben de o nefretin ocağına düşünce kavrulmuş muydum?
bilmiyorum, o an çok korktum kendimden.
acının insana neler yaptırabileceğini düşündüm ve
hiçbir şey yapmadığımı düşününce, rahatladım.
ben sadece elimden geleni yaptım, herkes için.
iki elim vardı ama çarşıdan alınan tek bir nar gibiydi, insanların içinde çoğalıyordu.
uzananlara uzatmaya çalıştım.
bazı eller geri dönmedi bana.
dönenlerin bir kısmı hasarlı, bir kısmı yarım.
elimi vermek istediğim zamanlarda, ben kendimi kaptırdım.
bunu fark ettiğim zamanda korktum, ne korkak çıktım ben de...
korkağım çünkü;
insanlar.
insan.
başka bir cevabım yok aslında, hep insanlar.
yine düşünürken pişmanlık yaşadım.
eğer uzandığı elini kırdığım varsa, gidip konuşmak istedim.
kapılarını çalıp, her şeyi düzeltmek istedim.
hayatın bu kadar ucuz olduğu bir yerde,
bu kadar ucuz olmamalıydı insan kırmak diye düşündüm.
ama...
ama yine insanlar.
yine insanlar bunu istiyordu aslında.
kendimi kötü hissettim, kötüydüm.
kötü oldum.
iyi oldum.
ne olduğumu bilmeden insan oldum bazen.
bazen kızdığım insanlar gibi oldum, onlar gibi olunca soldum.
yine kendi kendimi iyileştirdim.
büyüdüm ben.
kimse inanmıyor, annem bile bilmiyor ama büyüdüm ben.
saçlarımı tarayan kadın değil o da artık, çöktü.
en çok anneme kızsam da bir tek ona üzülüyorum,
onun kadar güçlü kalabilmeyi isterdim ve sanırım bütün agresifliğim bu yüzden.
ikimizin de birbirimize olan kızgınlığımız hep duygularımızı belirli edemediğimizden.
bir gün tutup onu, anne diyeceğim.
her şeyi kırıp gidelim mi?
gitmezsek öleceğiz anne, kaybolacağız anne.
hep aynı şeyi diyor, yine diyecek bana.
'' kendinden değerli hiçbir şey yok '' diyecek bana, kendine zerre değer vermeyen kadın.
bir gün o da arkada kalacak.
dizleri bana yetişemeyecek, ben korktuğum bu yolları tek başıma yürüyeceğim.
o zaman kimse bana kızmayacak.
kimse beni uyarmayacak insanlara karşı.
o gün ben biraz daha kırılmamak için daha güçlü olmaya çalışacağım.
ben o gün kötü bir insan olup, birilerini kıracağım.
anne ben büyüdüm.
ve büyüdüğüm için çok pişmanım.
seni de pişman ettiğimi hissediyorum bazen, o yüzden affet beni anne.
ben de senin gibiyim bazen ama
ben kendimi önemsediğimi düşünüp pişman oluyorum anne.
bu kalabalık ortasında, bu kadar kimsesiz ve çıplak hissettirdikleri için,
ben yaptığım şeylerden pişman oluyorum işte.
herkes bir yerlerde, herkes bir yerde.
ama ben nerede olduğumu bulamıyorum anne.
çünkü...
çünkü;
insanlar anne.
benim bütün huysuzluğumun sebebi,
insanlar anne.
bunu bir gün sana söyleyeceğim, söz.
ve o güne kadar, ben kendi içimde kaybolmaya devam edeceğim.
bütün gülüşlerimin arkasına saklayacağım öfkemi, kırgınlıklarımı, pişmanlıklarımı.
ve insanları.
en çok onları gizleyeceğim.
ve bir gün...
biliyorum ki,
kurtulacağız anne.
kurtulacağız.




Melodram 10 Haziran 2014 20:06

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
artık kafam götürmüyor birçok şeyi, özellikle de içinde kendimin olduğu her şeye tahammülsüzüm.
istemekten de vazgeçtim, beklemekten de, böyle canım sıkılıyor artık, içim çöküyor sanki, çok garip oluyor.
bazen insanlarla konuşmak istiyorum saatlerce ama yok, hemen kırılıyor hevesim.
benim sustuğum zamanlarda da onlar konuşmak istiyor,
bu sefer sinirlerime hakim olamıyorum, hayattan soğuyorum.
niye buradayım, niye insanlar sürekli yanımdaymış gibi yapıyor,
neden susmuyorlar diye düşünüyorum.
tam o an yaptığım her şeyden eşek gibi pişman oluyorum,
pişman olduğum şey de sadece insanları tanımış olmamdan ibaret, hata yok, yanlış yok. birden tersine dönüyor dünyam,
herkesten nefret ettiğimi hissediyorum.
herkes yapmacık geliyor, midem bulanıyor.
bir günü bir günleriyle tutmuyor, bir dedikleri bir dediklerine uymuyor insanların.
herkes başka bir şey istiyor, herkes istenen olmayı da istiyor. ilgi istiyor, sevgi istiyor, gelsin istiyor,
sonra hepsi olunca yine olmuyor, çünkü onlar olmuş, yetmiyor. gördüğünü istiyor, bilmediğini istiyor, bildiğini istiyor,
hep istiyor bu insanlar.
hep istiyoruz galiba. dayanamıyorum ben.
kafam götürmüyor artık,
benim en başta kendime tahammülüm kalmamışken
insanlara karşı bu kadar tahammül edebilmem bile bir mucize. bilmiyorum, sıkılıyorum,
öküzler oturuyor içime, öküzler kalkıyor,
şaka gibi ama o öküzler bile kalkıp gidiyorken, yok ben hiçbir şey beklemiyorum. herkesten eşit nefret ediyorum,
herkes de benden etsin diye bekliyorum çünkü hiçbir samimiyetsizliği benim kafam götürmüyor.
götürmüyor. gidip de biraz jeff buckley dinleyeyim,
bir gün onun sesi gibi sakin olmak istiyorum,
bir de domateslerimi sulamak, çiçeklerimi böceklerden korumak istiyorum,
yanımda biri olsun da isteyebilirim belki ama domates gibi hemen ezilecek büzülecek
ve de bazı domatesler gibi sulu biri olmasın,
şu dışı sert içi güzel domatesler var ya,
kafaya atsan yaracak domateslerden, hah öylesi olabilir ya da vazgeçtim, kimse olmasın,
bir domatesin iki yarısı olmak için çok gencim,
domatesler aşkına! biber gibi kızarıp domates gibi patlayasıcalar!
-bu ne diyor ya?!-







Melodram 03 Temmuz 2014 00:16

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Yeni günlerin, yeni ayların, yeni yılların bir başlangıç olmadığını yıllar önce anladım ben ama yine de her yeni gün, her yeni ay ve her yeni yıl bana bir başlangıç gibi geldi. Bir şeye başlamak için en uygun zaman, yeni olan bir zamandı. Şimdi de bu günlerden birini yaşıyorum, ben bunu hep yaşıyorum aslında ve buna iç temizliği demiştim önceleri, bu bir detoks aslında.
Yeşil çay içip de içindeki toksinleri atan kadınlar gibi, ben de kendime uyguladığım bu sakinlik detoksuyla, içimde ne kadar kötü varsa onu atıyorum, bana göre müthiş mantıklı bir şey bu.
Her başlangıçta bir yenilik yapmak zorunda değiliz elbette ama ben bir şeyler yapmadan duramıyorum sanırım ki, kendim keserek garip bir hale koyduğum saçlarıma hepten kıyma kararını aldım. Pişman mıyım? Evet pişmanım ama galiba en son üzüleceğim şey bu olur şu an. Her tutamın düşüşü, benim yeniden ayağa kalkışım gibiydi. O bahsedilen uçları kırık teller, güçsüzlüğümdü. Yenildiğimi düşündüğüm her gece, biraz daha erimiştiler. Bir saç üzerinden bu kadar edebiyat yapılır mı demeyin, belki de her şey bir saçın kokusuyla başlamıştır, ne bileceğiz?
Sanırım bu kıyma evresinden sonraki kabullenme evresi olan '' kökü bende '' avuntusuyla bir süre kendimi idare edebilirim, gittiği yere kadar.
Bununla biteceğine inanıyorsam, kesin yanılıyorumdur diyerek başka şeyleri de değiştirdim tabii ama hepsini yazarak kendimi sıkmak istemiyorum şu an, bildiğim şeyler çünkü. Sadece bunun biraz daha uzun sürmesini istiyorum, biraz daha dingin olabilmeyi diliyorum, işin özü sadece bu.
Buraya gelene kadar bahsettiğim onca yorgunluk, onca nefret, öfke, kavga adına ne dersek diyelim o gün için eksik bugün için anlamsız kalacak ve ben bunca anlamsızlıktan kurtulmak için kendime bir fırsat yaratmaya karar verdim.
Duygular, hisler ve nefretler değişmedikçe aslında bütün söylediklerim hep aynı yere çıkıyor, hatta cümle tekrarlarına düşme ihtimalim bile olabilir, tam emin değilim ama duygularımın ve hislerimin neden bu kadar çabuk değiştiğine neyin sebep olduğunu iyi biliyorum. Ben yıllardır yapmadığım hataların bedelini ödüyorum, hiç haberim olmayan hataların ceremesini çekiyorum, hem de çok gereksiz yere. Bu neyin ödeşmesidir, kestiremiyorum. Sadece adalet benim için hiçbir zaman işlemedi, buna tüm kalbimle inanıyorum. Kalbimle inanmak demişken, sanırım insanlar için bu kalp olayı çok kolay bir şey. Hatta insanlar, hayatta bir tek kalplerine önem verdiğini söylerken bile mide bulandırıcı ve gerzekçe davranacak kadar da bencil ya da kötü, hatta hepimiz belki bir tutam kötüyüz, bilemedim. Bir kalbim olmadığını iddia edemeyecek kadar anatomi biliyorum sanırım ve bir kalbin sadece kan pompaladığını düşünecek kadar da bilgim var. Verilen hiçbir kararın, yapılan hiçbir hareketin kalple bir alakası olamaz, en azından ben bunu kabul etmiyorum. Kalp kırmak diye bir şey de yok mesela, çünkü kimse kalbiyle hareket etmez, kalbiyle düşünmez. Yapılan her şey bilinç işidir ve verdiği hasarlar da düşünceleri değiştirir. Bir başkasının kalbini kırdığını düşünmek basittir ama bir insanın düşüncelerini değiştirdiğinizi düşünmek, onun düşüncelerindeki sizi yok ettiğinizi bilmek yeterince basit değildir ve siz hep kolay olanı seçip, ömrünüz boyunca nerede ters yola girdiğinizi düşüneceksiniz. Çünkü kendinizle yüzleşecek kadar büyümediniz, kendinizle konuşacak kadar cesaretiniz yok, sizin kendinizden anlayışınız sadece bencilliğiniz ve bu sizi her gün öldürecek ve ben de böyle ölen insanların ölümlerini önceden tahmin ettiğim için, kendimle gurur duyacağım. Bir ölümle gurur duyacak kadar, kalbim yok mu yoksa, ne dersiniz? Diyeceklerinizi biliyorum, o kadar garip bir şey ki bu kendime yapılacakları bilmek, bana denilecekleri tahmin etmek, hayatım o yüzden heyecansız ilerliyor. Beni şaşırtmayacak birini tanımak için can atıyorum ama onun bu dünyada olduğuna henüz inanmıyorum, çünkü inancımı kaybettim ben, kalbimi değil.
En son kendime inanıyorum demiştim, her şeyimle kendime, her şeyiyle kendime inanıyorum hatta, başlamak için en gerekli şey buydu çünkü ama ben bunu başlamak için değil, inanacak bir şeyim olmadığı için savunuyordum. Peki inanacak bir şeyimin olmaması evresine, neden ve niçin geldim? Oturup bunu tartışmak istemezdim, hatta şu an uzunluğunu ve karmaşıklığını düşününce vazgeçer gibi de oldum ve ben vazgeçmeyi göze aldığım şeyler yüzünden bu evredeyim. Vazgeçmek, kendini kurtarmaktır bazen. Ben kendimi kurtardım o halde, böyle diyebiliriz. Hem böylelikle upuzun ve saçma cümlelerin yerini, basit bir cümleyle bitirmiş olurum fena mı? Bence değil.

[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Evreleri tek tek geçerken, sanırım en güzel evre nereye gittiğini bilmediğin ama gitmek istediğin evredir. Bütün yollar benim, bütün arabalar benim, bütün otobüsler ve bütün gökyüzü de benim, yani gitmemem için hiçbir engel yok, gidebilirim.
Ama ben bu kadar gitmeme rağmen hiçbir yere varamıyorum, hiç sonu göremiyorum, zamanı yakalayamıyorum çünkü kendimden gidemiyorum.
Her defasında bana eşlik etmek zorunda kalan en iyi yol arkadaşım, iç sesimse eğer, onu bir defalığına öldürüp, öylece bırakıp gitmek istiyorum. Evet, yine mümkün olmayacak bir isteğimin daha sonuna gelip, kafamdaki bin türlü soruyla boğuşmaya gidiyorum ben.
Farkında olmadan fazla büyüdüğüm için, kendimi biraz çocuk ama biraz da kadın gibi hissedebileceğim bir yere gidiyorum, hayır hayır gittiğim yer beni öyle hissettirmeyecek de ben kendimi öyle hissetmek isteyeceğim desem daha doğru olur.
Şu aylardır çalışıp da taksitini yeni bitirdiğim ama iş dışında elime alamadığım notebookumu alıp, pardon satıcı çocuk ne demişti, '' bu ultrabook efendim '' hah işte, onu alıp, her gün yeni şeyler anlatacağım ona. Yazar olmak gibi bir hayalim eskiden vardı evet ama büyüdükçe bunun hayal olarak kalmasının hem benim için hem de hiç satmayacak saçma hikayelerim için daha iyi olacağına inandım. Şimdi her gün bir şeyler anlatmam, beni yazar yapmayacak, ben kendime yazarım, kendimce yazarım. Sanırım böyle bir meslek dalı ortaya atılmalı. Mesleğiniz nedir? - Kendimce yazarım. Gayet mantıklı ve mütevazi bir meslek sanki, sevdim. Belki de ben büyüyünce kendimce yazar olurum anne, bilmem o zaman gurur duyar mısın benimle? Çünkü daha benimle gurur duyabileceğiniz hiçbir şey yapmadım bu hayatta. En azından ben somut olarak gurur duyamadım kendimle ama içsel olarak o kadar çok gurur duyduğum şey var ki, size anlatsam beni ciddiye bile almayacağınız için böyle kendi odamda çürüyorum anne. Sen belki farkındasındır, hatta belkisi yok, sen her şeyin o kadar farkındasın ki anne, bazen seninle konuşurken utanıyorum, bir şey soracaksın diye ama babam öyle değil. Hayatta herkes mutlaka birine haksızlık yapar, buna kesinlikle inanıyorum ve ben bana en büyük haksızlığı babamın yaptığını düşünüyorum. Bu düşünce bizi hiç o ideal baba-kız yapmadı ya da beni babasına aşık o şanslı mı değil mi bilemediğim kızlardan yapmadı. İki insan arasındaki en korkunç sorun olan iletişim bozukluğu veya iletişimsizlik, bizi hep birbirimize yabancılaştırdı baba. Belki ben de şu an sana haksızlık ediyorum, belki bunları söylediğim için 1 ay sonra belki de 1 yıl sonra ya da 10 yıl sonra pişman olacağım ama insan yaşadığıyla vardır baba. Ne gariptir ki, insan kendi bağından olanla bile anlaşamazken, bunca farklı insanla anlaşabilmeyi başarabiliyor bazen ama burada da bir yanılgı vardır ki, çok insanla anlaşmak sizi çok iyi bir insan yapmaz ama çok insanla anlaştığını düşünmek sizi aptal bir insan yapar, yani yapabilir. Çünkü mutlaka bir yerde hatanız vardır. Hayatta en çok böyle insanlardan çekinirim bir de bağışlayıcı olduğunu zanneden insanlardan. Bağışlayıcı olduğunu bildiğim birkaç insan tanıdım ve onlara sonuna kadar da kefil oldum ama bazı bağışlama hastaları için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. İnsan kendini bağışlayamadığı için başkalarından bunu bekler ya da başkalarına bunu gösterir. Fazla olan her şey inandırıcılığını yitirir bu hayatta.
Evet sanki hayatı 50 kez baştan sona yaşamış gibi konuşuyorum, hatta bence bu kadar çok konuşmam sinir bile bozuyordur. Ben olsam belki de kendim için '' aman bu da her şeye bir şey diyor '' derdim ve böyle demem bilinçaltımda benim kendim için böyle düşündüğümü göstermez. Toplumsal düşünmek diye bir şey vardır, bu gözünü oyduğumun toplumunu iyi biliyorum da ondan böyle, yoksa ne haddime çok bilmek, sizleri!
Buradaki yaman çelişkiyi de sonra inceleyebiliriz aslında ama ben anlatmak istediğimi anladığım için, bir sorun göremiyorum. Ha bir de bu var işte, insanların kendinde bir sorun görememesi.
Ben kendimde olan sorunları fark ettim biraz biraz, zaten o yüzden bu kadar çok konuşabilecek şeyim oldu, o yüzden her şeye olan inancımı kaybettim. Evet, başta hep insanlardı suçlu, ötekilerdi, birçok şey de bu hâlâ böyle ama bazen benimde suçlu olduğum durumlar olduğunu anladım. Acı çektiğim için birine acı vermeye çalışmak, hayatta yaptığım en büyük hataymış, bunu anladım. İnsanlara karşı nefret beslemenin kötü olduğunu düşünmüyorum ama bu nefreti onlara belli edip, gözlerine sokmanın da bir hata olduğunu anladım. Yani kendimde bir şeyler buldum, onları değiştirdim, değiştirmek kolay olmadı, onun bile evreleri vardı ve ben hepsini başarıyla geçtim. Yine de, hiçbir zaman bağışlayıcı ve her şeyi unutup silen bir insan olamayacağım, bu da beni ne kötü yapar ne de duygusuz. Yani bu iki durumdan olayı basite indirgeyerek kendi içlerindeki kiri akıtmak isteyen ne kadar insan varsa, onları bir an önce çöpe atın, hayatınıza acil bir detoks uygulayın. İnsanların böyle düşünmesi, sizin doğru şeyler yaptığınızı gösterir ve kendi yanlışları yüzünden düştükleri b*k çukurundan ayağını kurtarayım derken bütün bedenini kaptıran ahmaklar, size hep böyle saldırır ama yine de ben bazı insanları seviyorum, onların bu tavrı beni eğlendiriyor. Böyle mutlu oluyorum, anlık mutluluklar benim işim çünkü biliyorum.
Ve inanılmaz karışık olan bu saçmalamamın ne zaman biteceğine şu an itibariyle karar veriyorum.
Verdiğim karar doğrultusunda gittiğim yerde, sadece kendimce yazar olacağımı düşünerek, bu kadar uzattığımı ve saçmaladığımı belirtmek isterim ki, bunları okuyan insanlar var. Cidden okuyanlar var yani ve ben onları çok seviyorum, tabii sinsi okuyanlar var onları sevmiyorum, pisler sizi.
Kim bilir, belki döndüğümde benimde bir kitabım çıkar? Zaten ben ona buna yardım ederken, dertleşirken kullandığım cümleleri bir kitapta toplasam Nobel bile alırdım da, hadi o kadar iddialı olmayayım, Ahmet Batman'dan öteye gidemezdim belki de. Yalnız, bu betmen ötelere gittiyse bence bizimde bir yola çıkmamız lazım yani.
Çok güzel kitaplar aldım, okuduğum kitapları da alıyorum yanıma yeniden, intihar eden ne kadar yazar varsa hepsinden birer ikişer kitap aldım.
Bence bu yeterince açık bir mesajdır.
Belki de bunu yazdıktan sonra intihar ederim, belki de bu benim son mektubumdur.
Yalnız bir fark var ki, kahrolası dünyada son mektubumu yazarken bile bahsedeceğim bir sevgilim yok.
Hani kimseye, '' ben seni sevdim ama ölüm daha sıcaktı sevgilim '' diyemeyeceğim ben. Bunu kimse demedi yani, benim diyeceklerimden biri bu olurdu, yanlış olmasın, gerçi bu kadar kestirme bir şey de diyemezdim ben, dolandırma hastası olarak.
Bence ben etkilenmişim okuduklarımdan, cidden arkamda gözü yaşlı bir adam bırakasım var! Erkekler çok güzel ağlıyor. Bence erkeklere tek yakışan da bu.
Ağlayan bir erkek bulursanız bırakmayın demeyeceğim size, daha çok ağlatın, gebersin pislikler! Erkek diye cins mi olur? Ahah.
İntihara giderken bile atarlanan tek insanımdır herhalde, böyle tatlı olmayı nerden öğrendim bilemiyorum. Galiba şu an kendimi sevmeye başladım, intihar korkuttu gözümü, beş dakika sonra hayatı bile sevebilirim!
Gerçekten, mektup bırakabileceğim bir sevgilim olsaydı intihar ederdim, olmadığından etmiyorum. Bir an edeceğimi düşündüyseniz eğer, kıyamam size, belki üzülmüşsünüzdür, olmaz ki böyle.
Demedim öyle bir şey tamam. ( Hasta mısın sen? - Nööö. )
-
Sevgili olmayan sevgilim,
sana bu mektubu soğuk bir kış gününde ellerim uyuşmuş bir halde yazmayı isterdim, bir yandan da son gittiğin Kolombiya seyahatinden getirdiğin kahvenin kokusunu içime çekip, küçük yudumlamalarımla edeceğim vedanın düğümünü boğazımdan çözmeye çalışarak.
üzgünüm, içinde veda geçen cümleleri sana kurabilecek kadar kötü hissediyorum kendimi ve bu hisler önce içimi, sonra kemiklerimi şimdi de beni eritiyor sevgilim.
senin güzel bakan gözlerinin önünde erimeyi hiç istemedim, bunun sana bir haksızlık olacağını düşündüm hep ve sana bu haksızlığı yaparsam kendimi hiç affetmeyecektim.
bunları okuduğun zaman sen de beni affetmeyeceksin biliyorum, çünkü hiçbir şey benim vedamı senin gözünde haklı kılmayacak ve sen her gün sana bunu yaptığım için belki de benden nefret edeceksin.
sevgilim, öyle kırılgansın ki, hiçbir erkeğin böylesine pamuktan olabileceğine inanmıyordum ben, sen karşıma çıkana kadar.
bir erkeğin elinin bu kadar naif dokunabileceğine, gözlerinin bu kadar mahzun bakabileceğine de inanmıyordum, sen bana ilk kez o Fransız restoranında bakana dek.
şimdi böyle güzel bir adamı ardımda bırakmanın hüznü mü yoksa bu veda da kendi ipimi çekecek olmanın hüznü mü sardı beni bilmiyorum.
ama dilerim, hiç olmayan çocuklarımıza iyi bir baba olursun.
sakın kendini ve onları '' annen bizi gökyüzünden izliyor '' diye kandırma.
sevgilim...
sana bunları bir kış gününde soğuktan ölürken yazmak isterdim ama
üzgünüm aylardan Temmuz, hava 40 derece, yanıyorum lan gerizekalı.
kalk bir su getir, bir de okuyor bunu.
-
dssdgsjhgjhsdgjhgss, yalnız ben de kesin iş var.
bir insan bu kadar güzel intihar mektubu yazamaz, hem de olmayan birine.
siz daha olanlara sahip çıkıp da, bir şeyi beceremiyorsunuz, terbiyesizler sizi.
hepinizi öpüyorum.
kesinlikle hepinizi öpmüyorum.
ikinci cümleyle öptüklerim kendini anlamıştır, zaten ötekiler de çok meraklıydı benim öpmeme, hiç yani.
ve size, kendim için yazdığım bir cümleyle veda ediyorum.
yok yok intihara gitmiyorum, en fazla biraz tatil yapar dönerim, ormanda kurtlar beni kapmadıkça, denizde ahtapotlar bacağıma sarılmadıkça, yolda trafik canavarları beni bulmadıkça sıkıntı yok ama yine de hayat bu.
'' çünkü en başında yanlış bir yolda
az da olsa yürümüştür herkes ve bu
hepimizi kötü yapmaya yeter. ''

bir mesaj, hiç bu kadar net ve hiç bu kadar gerçek olmamıştı, ben gerçekten kendimce yazarım.
seviliyorsunuz.
illa ki.



Nava 10 Eylül 2014 14:54

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
Hort.

@[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Melodram 10 Eylül 2014 15:03

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
Alıntı:

Nava Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 1041489651)
Hort.

@[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Buralar hep boşluk olmuş gadınım, hareketlendirmek lazım.

Melodram 24 Ekim 2014 15:06

Cevap: Zamanı yaralarla ölçen kadın.
 
ne çok düşmüşüm, ne çok kalkmışım ayağa inadına.
ne gereksiz ağlamışım bilmeden, ne çok sitem etmişim her şeye.
nasıl geçmiş onca yıl, nasıl böyle değişmiş o gün hissettiklerim.
kimler gitmiş, kaç kere dönmüşler, kimler kalmış, hiç bırakmayacak gibiler.
ne çok yazmak istedim bir bilsen, bazı sayfalarını değiştirmek için ne çok savaştım bir bilsen.
haberin yok, söylemedim bir şey, çünkü birine haber vermek beklemekti.
ondan da aynı şeyi.
bir şeyleri değiştirmek, hatırlamaktı yeniden.
gerek yok.
ya da halim yok, şimdilik ama bir gün mutlaka her şey baştan yazılacak.
gram pişmanlık duymadan, hiç arkama bakmadan koşacağım bir gün.
pişmanlık yaşananlara değil, geç yaşanmak istenenlere.
bu kadar şimdilik, içinden çıkılmaz bir tüneldeyim.
kendimi dinliyorum, bir de uğultuları.
bitti.


Melodram 03 Kasım 2014 19:49

Cevap: her şey anını bekler
 
'' her şey anını bekler. ''
seni uzun süre saklayacağım ve bir gün gelip yeniden uzun uzun yazacağım.
o gün çok uzak değil, sadece yazacağım an daha gelmedi.


Ocean 03 Kasım 2014 23:48

Cevap: her şey anını bekler
 
yeni ismi, pek bir yakışmış. hayırlı olsun .)

beklerim ta sabaha kadar, beklerim de geceyi değiştiremem gecenin gücü beni aşar. "herşey anını bekler". bir ne nakarat, Hadi gel senin zamanın artık, yürüsene benim ile hadi gel senin zamanın artık, senin zamanın artık..

Melodram 14 Kasım 2014 19:17

Cevap: her şey anını bekler
 
Normalde stresli geçen vize haftam bu sefer, o stresi bir kenara attırdı bana, biraz daha farklı mutlulukları tattırdı.
Yani mutluluk diye bir şey mevcutmuş dünya üzerinde ve ben buna bir gün inanacağımı ama geriye kalan binlerce gün, böyle bir şey olmadığına inanacağımı yine biliyorum.
Hayatımda öyle güzel insanlar var ki, mutluluğu yok saymak kendim dışında onlara da ayıp olur-muş, oluyor-muş. Aslında çok şey yazmak, anlatmak istiyorum ama konuşabildiğim çok güzel insanlar olduğu için, yazmam da anlamsızlaşıyor.
Bir gün mutlulukları için elimden geleni yaptığım insanların, kalplerindeki iyilikler beni bulacaktı, bulabilirdi, buldu belki de.
Okulum, işim, arkadaşlarım, ailem ve bir evim var.
Üşüdüğüm zaman ısınabiliyorum, delice gülebiliyorum, hatta ben de bir deliyim çoğu zaman.
Bana kendimi hatırlattıkları için teşekkür ederim onlara.
Her şey anını bekler, diyor ya şarkıda. O anlardan biri, gerçekleşecek yarından sonra.
Bir de her şey iyi olacak-mış.
Ve sanırım kendi düzenimi kuracağım bir ev, bir de battaniye her şeyi unutturabilir. Ayrıca okuldaki başarım beni farklı alanlara yöneltti, galiba hocalarımda bendeki yazma aşkını sınav kağıtlarımdan anladılar ki, yeni kitabı için editörlük yapabileceğimi, hatta bu işlerle ilgilenen arkadaşlarıyla beni tanıştırabileceğini söyledi.

Yine normal bir günlük tadında oldu bu, farklı şeyler parçalamak isterdim ama parçalanmayı bir süreliğine rafa kaldırıyoruz.
Ne demek parçalanmak?
En fazla bir şarkıdır, o kadar.



Melodram 28 Kasım 2014 13:36

Cevap: her şey anını bekler
 


İçim bana hep şunu söylüyor.
'' İnsanlar bu dünyaya birbirini yanlış anlamaya ve kısıtlı zamanlarını birbirine zehir etmeye gelmiştir. ''
Hiç de yanıltmıyor içimdeki bu ses beni, kendimizi ne kadar önemsiyorsak o kadar batıyoruz dibe, ne kadar iyi olduğumuzu düşünüyorsak o kadar maske saklıyoruz yüzümüzde.
İçimdeki sesin olumsuzluğu beni kör edebilirdi aslında ama hâlâ insanlara dair umutlarımın olması bunu engelliyor. Umutlarımın sebebi olan birkaç güzel insanın hayatımın bir köşesinde olması, hep de olacak olması bütün perdeleri kaldırabiliyor ama bu yine de içimdeki o sesi susturmuyor.
İğneden korkan çocuklardık oysa biz, neden bu kadar iğnelemek diye düşündürüyor bazen beni yaşanılanlar. Öfkelerin doğurduğu sonuçlar ürkütüyor beni, insanlar kendi içine hapsoluyor. Belki de hapsolmazsa diğerlerine zarar vereceğini bildiğindendir bu, kim bilir.
Etrafımda güzel şeyler olsun diye uğraştığım o koca Ekim ayının, böylesine hüsranla sonlanacağını az çok tahmin ediyordum. Kendi açımdan değil tabii, benim açımdan tek bir sorun var şu an, uçamamak.
İnsanlar insanlar insanlar insanlar.
Onların mutlu olması için, kendimden daha çok düşündüğüm insanlar, yine mutlu olamadılar. Bir insanın, başka bir insana müdahale hakkı en fazla uydurulmuş ahlak düzeni içinde yanlış bir hareket yaptığında olabilir ama kişisel müdahalelere kimsenin hakkı olduğunu düşünmüyorum.
Çünkü bu müdahaleler üzüyor, yıpratıyor, geri çekiyor insanları, yapmayın.
Her neyse işte, buralara nasıl geldim bilmiyorum. O kadar çok anlatabilirim ki ama yetişebileceğimden emin değilim.
Öfkelerimden, kırgınlıklarımdan bu kadar sıyrılabilmişken ya da sıyrıldığımı düşünürken yeniden başa sarmak korkuttuğu için yetişemiyorum belki de.
Bir üstte iyiliklerin ve güzelliklerin beni bulacağına inanmışım, sahiden öyle oldu değil mi? Peki bunca iyiliğin ve güzelliğin arasında sadece içimi dinleyerek kaybolmam ne kadar doğru ya da ne kadar güzel?
Sınav kağıdımı kendim hazırlasaydım, bomboş bir kağıt verirdim geri kendime. İnsan her şeyin cevabını bulabilir bir şekilde ama kendine sorduğu soruların cevaplarını bulmak için hiçbir arama motorundan ve kitaptan yardım alamaz.
En çok hatayı kendi sorularını cevaplarken yapar.
Cevapsız bütün sorularımı bırakıyorum birkaç günlüğüne ben de. Hep o hayalini kurduğum kamp olayını gerçekleştireceğiz. Kesinlikle kendimizle zorumuz var ki, bunun için Aralık'ı seçiyoruz. Çok değil, üç gün, ağaçları dinleyeceğim. Bir de ateşin sesini. Belki klişelerimiz olur, biri gitar çalar onu dinleriz. İçime inat, güzel olduğunu düşündüğüm insanları alıyorum yanıma.
Umarım dağda kurtlara ve kuşlara yem oluruz.
Şehirde insanlara yem olmaktan iyidir.
Siz beni anlamayacaksınız, ben de anlatmayacağım zaten. Bunlar anlatmadıklarım.
Ne olur, sevin kendinizi, başka çare yok.
Çocukluğumun yarı kısmı, 6 yaşındaki aşkım, kötü anılar, enkazlar merhaba.
Merhaba Bolu!
Bu alakasız yazılara, bir yenisini daha ekleteceksin bana, mutlu musun?
Ve ben eskiden ne çok yazıyormuşum buraya, bir gün yine okuyacağım hepsini.
Unutmayayım diye değil, hatırlayıp aynılarını yapmayayım diye.
Biriciksiniz siz, hepiniz biriciksiniz.
Üç kere derin nefes alınca her şey geçmez ama kendinizi sevmiş olursunuz.
Alın.


Not: Bu forumu perdeleme olayı her yerde varsa eğer, benim günlüğümün canım misafirleri artık okuyamıyor! Bu onlara haksızlık. (üzüldüm)
O zaman üye olun canımlar, resmen üye getiriyorum. (şakaymış)
Hadi yine iyiyim, siz?





Melodram 23 Ocak 2015 00:56

Cevap: her şey anını bekler
 
Ortadoğu ve Balkanların en popüler günlüğü merhaba! (şaka ya ama çok eğlendim birden)
Misafiri eksik olmayan yadigar, gel biraz şöyle. (perdelemeye boyun eğmeyen canımlar ya, misafirlerim bile anarşist! hah)
Seni özledim, biraz önceki sayfalarına baktım, seni çok özledim. Belki de özleyebileceğim bir şey olmadığından sana geldim ya da özlediğim her şey çok uzakta olduğundan en yakınımda seni buldum, geçelim buraları.
2015'e girmişiz biz, 23. gününe gelmişiz ve ben bu kadar iğrenç bir başlangıç yaşamamıştım hiç. Hani her yeni yıl, yeni umutlar ve yeni heyecanlardı ya, işte en büyük heyecanı final dönemimde yaşadım. Yineliyorum, bir tek okulda her şey yolunda gidiyor ve her an aklımdaki her şey alt üst olabilir ve ben okulda kalmaya karar verebilirim. Okulda kalmak yalnız, derslerden kalmak değil.
Okulu uzattığım yıl, hiç görmediğim kadar AA görmüş olmanın verdiği haklı gurur ile ve de ayıptır söylemesi ama 3.33 ortalama ile bütün tabuları yıkmayı geç, yerle bir edip, perişan etmişim. Efendim '' 333 '' olması da tesadüf olmamalı, 333 diyerek çekilen güzel gün fotoğraflarına da bir gönderme sayıyorum bunu. Okulda kalırsam sanırım, bir efsane olarak adımı yazdıracağım bir yerlere, bilemiyorum artık ne yaparlar benim için. Her neyse işte, bu güzelliğin dışında pek de yolunda gitmiyor bir şeyler.
Çekip gideceğim gün için aldığım bileti iptal ettirdim, İstanbul'la bir türlü kavuşamıyoruz, İzmir'le de öyle. Bunu da geçelim.
Gelelim insanlara.
Çok acele ediyorlar, çok istiyorlar, çok bekliyorlar, çok korkuyorlar, çok kırılıyorlar.
Hepsine tanık olup, hiçbirine yardım edememek biraz üzüyor beni ama hayat insanların birbirine her an yetebileceği kadar uzun değil. Kısa değil, yani aslında belli değil hiçbir şey ama biz kısa gibi düşünmüyoruz hiç.
Uzun vadede her şeyin güzel olacağına inanmak işimize geliyor olabilir.
Gelsin o vakit, ben mi değiştireceğim insanlığı? Hiç de böyle bir iddiam yok.
Böyle içim dolu dolu ama o doluluğun arasında boşluklar var, hani bir çalkalansam saç bakım spreyleri gibi eşit olarak dağılacak o doluluk, rahat edeceğim ama yok. Boşlukları doldurmak mı daha kolay, yoksa tamamen boşaltmak mı içimizi? Bunun cevabını da bulamıyorum. Sahi, ben felsefe öğretmeni olsaydım iyi olabilirdi. Bir sürü sorum var size çocuklar, derdim. Binlerce cevap okurdum sınav kağıtlarında, hiçbiri tatmin etmezdi, herkes düşük alırdı, söverdi çocuklar bana ama bir yandan severlerdi de. Septisizm nedir diye soracak halimiz yok herhalde dimi? Zaten kuşkuculuğun tavan yapmış olduğu bir toplumda bir de bunu soru olarak sormak büyük risk.
Öğretmenliği de bırakalım bir kenara.
Şu an canım sıkıldığı için devam da etmeyeceğim.
Müthiş şarkılarım var benim. Keşke ruh haline göre playlist hazırlama diye bir meslek dalı olsaydı.
Okulum uzadığı sene sadece 2 adet dersim olacağı için, uzun vadede düşülen bir hataya düşüp şimdiden bunu yazacağım, sanırım hayalimde olan bir hobimsi meslek için kolları sıvayacağım. Belli mi olur, belki de hiç beklemediğim bir şey olurum. Topuklu ayakkabı ve kumaş pantolonlara hapsolmayacağım bir hayat sunulsa tabii ki hayır demezdim. Kısa vadede en yakın planımın saçlarımı boyatmak olduğunu da düşünürsek, durumumun aslında ne kadar içler acısı olduğu ortaya çıkıyor.
Bakma sen, ben gülerim, biz güleriz ama o işler pek de öyle değil. Zaten bu hayattan bir gün gidersem, arkamdan diyecekleri ilk şey Cem Yılmaz'ın gösterisindeydi sanırım bu cümle '' bu sefer güldürmedi '' olabilir.
Zaten çok güldürenlerin ve çok gülenlerin %60'ını mutsuzlar oluşturur, bu yüzdeyi de ben uydurdum. Başka türlü bu dünya çekilmez, düşünsene gülmeyi unutan bir sürü insan olduğunu. Herkes kendini bohem hayata falan adamış. E o zaman hepimize majör depresif derler, beraber kederin dibine vurup, saçlarımızın dökülmesini bekleriz. Bu da bir seçenek dilersen.
Devam etmeyeceğim dedikten sonra yine biraz saçmaladım, daha neler neler yazacaktım da ellerim üşüdü.
İyi bari kalkalım biz o zaman.
Önce kendinize, sonra ellerinize, sonra içinize, sonra da sevdiklerinize iyi bakın.
Ya da siz bilirsiniz.
Portakal ve çikolatanın uyumu kadar güzelsiniz.
Ehm kafiye hastası şairlere selam olsun.
Bu arada '' her şey anını bekler. ''
Nasıl bir ansa, gelemedi.





Melodram 08 Şubat 2015 04:04

Cevap: her şey anını bekler
 
Jelibon yiyerek selamlıyorum seni, yanımda Oğuz var. Sevdiğim adam.-bunu derken de insan bir sorumluluk hissediyor üzerinde, Atay'dan bahsediyorum, bu sorumluluk daha fena- Ona anlatıyordum bunları da, sonra sen geldin aklıma. Şöyle başlayayım istersen, pat diye konuya girmiş olalım.
6 yaşında bebek sevmeyi öğrendim, 7 yaşında ona bakabilmeyi. 9 yaşında kalbin zararlarını fark ettim, yine 9 yaşında hayatımdaki ilk vedayı yaşadım.
11 yaşında çok büyüdüm. 14 yaşında biyolojik gelişim olarak ana denilebildiğini düşünüp, anne gibi hissettim. 17 yaşında gözüme kırmızı kalem çektim, pişman oldum. 18 yaşında saçlarımı düzleştirerek büyük bir hataya imza attım.
19 yaşında öğrendim duyguların nasıl öldürüldüğünü, 21 yaşında kalbimi geri döndürebileceğimi sandım, 22 yaşında geri döndü ve yine 22 yaşında sonsuzluğa doğru bir yolculuğa çıktı.
22'den sonra insan oldum, ben oldum, tam oldum. Hem de bunca eksiğe rağmen.
Saysam eksikleri, kesin bir 22 yıl daha gider ömrümden ama hepsi boştur eminim. Sayabildiğin bir şey eksik olmaz bence. Eksikse, gider alırsın çünkü, tamamlarsın. Buzdolabında bir eksik olunca ne yapıyorsan, kendin için de onu yaparsın. Olmaz mı öyle? Denemedik ki hiç.
Neydi o klişe laf, paranın satın alamayacağı şeyler.
Şu 'şeyler'e bir çözüm bulamadık, bunca yıldır insanız, onca yıllık insanlık tarihi var, bir şey'e çare bulamadık.
Dolduramadığımız boşluklara şey demeyi de kim öğretti bize, gelsin buraya, gelsin de ya hepten kapansın bu konu ya da dolduralım boşlukları, gerekirse taşalım ama bir şeyler yapalım.
22 yaşında öğrendim dizginlemeyi, pek tavsiye etmem aslında, tavsiye edecek yaşta değilim, tavsiye edecek tecrübede hiç değilim ama Freud bazen kafamı karıştırıyor. Kalbiyle bağlantısını kesmiş insana tecrübeli denir diyor, nasıl korkuyorum biliyor musun?
Mümkün değil çünkü o bağlantının koptuğuna inanmam, sorun bağlantıdan haberimin olmaması. Yani yeni neslin tabiriyle haberim yokmuş gibi taşıyorum bu kalbi. Yeri belli, muhtemelen tıkır tıkır da işliyor bir yerde yığılmadığıma göre, peki sorun ne o zaman diye soruyorum kendime. Aslında sormadım biliyor musun? Sürekli biliyor musun diyorum da, bilmesen de olur, sakın gerilme. Bilmeyeceksin zaten.
Ne diyordum, kalbin işleyişi...
Muhtemelen 3. dalga toplumunun etkisine girdi kalplerimiz. Yani teknoloji gelişti, çoğu kalp makineleşmeye başladı, iletişim ağı hızlandı, haberleşme oranı arttı, iş gücü azaldı.
Ha? Böyle mi ki?
Eski sistem bir kalbi, yeni toplum düzenine alıştırmak gibi bir şey herhalde bu. Kalbin işlemesinden çok, kalbe bir şeyleri işleme çabası.
Yani zoraki yandaşçılıklar.
Vesaire vesaire diye de devam etsin çünkü konumuz bunlar değil.
Konu tamamen 17 yaşında neden o kırmızı kalemi sürdüğüm.
Böyle kapatalım konuyu, çünkü ilk akla gelen saçmalık mutlaka bir pişmanlığın eseridir.
Buna da literatürde bir yerinden bir şey uydurmak denebilir.
Özeti de şudur:
Her şeyi bir kenara bırak, hatırladığın anları sil ve bekleme.
Sadece bunu demek için gelmiştim ama uzatasım geldi, çünkü 25 yıl yaşamak da yeterince uzun geldi.
Şu intihar eden yazarlar gibi bitirmeyeceksek hayatımızı ne anladık ki bu işten? Neye karar vereceğiz, kendimiz dışında?
Ama daha erken, henüz o kadar da delirmediğimize göre, eh dişlerimizi fırçalamış olmanın verdiği güvenle gülebildiğimize göre, orda dur bakalım, diyeceksin kendine!
Ballı bir süt yapacaksın, uykunu getirecek, mutlaka sağ tarafına dönüp uyuyakalacaksın.
Sabah uyanınca, bu ne biçim gün diyeceksin, anlaştıysak dağılalım.
Biliyor musun çok güzel dağılırdın sen.
Dağıtırdın da diyebiliriz, sen nasıl istersen.
04:04
İyi geceler demenin anlamsızlaştığı saatteyiz.
Anlam mı?


Melodram 18 Şubat 2015 03:00

Cevap: her şey anını bekler
 
Kafamın içindeki dünyada yaşamak mı daha zor, yoksa herkesin olduğu bu dünyada yaşamak mı?
Bu ikilemden pek emin olamasam da, yaşamanın bir zorluğu var, hele ki bir daha hiç yaşayamayacakların ardında kalarak yaşamak çok ağır. Girmeyeceğim o kötü olayların içine şimdi, girmeyeceğim çünkü zaten o işin içinden hiç çıkamadık, çıkamadım, çıkamıyoruz. Sözlüklerde bulunan en kötü, en acı dolu, en öfkeli karşılığı olan kelimeleri bulup da yazmak bile eksik kalır. Neyimiz tam ki?
Bunca yarım, bunca eksik insan bir araya gelip de bir tam edemiyoruz, bize de yazıklar olsun. Olmuyor.
İnsanlığa dair büyük bir savaş verirken, içimizdeki son insanlık kırıntısını, son sevgi tohumunu da öldürüyorlar ya, daha ne diyeyim ben. Hayata pembe gözlüklerle değil de, sadece gerçekleriyle baktığımdan beri kafam bedenime, bedenim dizlerime, dizlerim ayaklarıma ağır gelir oldu. Kafa olarak kesinlikle yerçekimine karşı koyuyorum ama bazen keşke hiç basamasaydık karaya diyorum. Yine atlayacağım konulardan konulara.
Denizi olmayan bir şehirde dalgaların çatıyı uçurması gibi imkansızdı umut ettiğimiz günleri görmek, aynı zamanda denizi olmayan bir şehirde sokakların denize çıktığını düşünmek kadar da masumdu yaşamak. Yaşatmadılar.
Bu kalp atıyorsa, sadece benim için değil, biri için daha atsın dedik, attırmadılar. Ellerim varsa eğer, yazabilsin, tutabilsin üşümüş bir eli dedik, ne yazdırdılar ne de tutturdular. Ayaklarımız sağlamsa, yürüyelim dedik. Hiç bilmediğimiz sonlara, bir amaç uğruna. Yürütmediler.
'Kim bunlar?' diye sormak istedik, sordurmadılar. Böyle bir dünya varken, kendi kafamızın içindeki dünyaya gömülmeyip de ne yapacaktık?
Bakma böyle aşk ve sevgiden bahsediyorum da, pembe gözlüklerini 9 yaşında kırmış bir çocuk için fazla lüks kalır, onlardan bahsetmek. Belki de ben dünyayı çok kafaya taktığımdan, birini sevmenin güzelliğinden uzaklaşıyorum ya da birini sevmenin beni dünyadan uzaklaştırdığını bildiğim için kaçıyorum. Belki ikisi de değil, sadece samimiyetsiz şeylerden hoşlanmıyorum. Ne bileyim, dünyaya ağlanacakken, birinin ardından ağlamaktan hoşlanmıyorum. Sevdiğim için kendimi kör kuyularda merdivensiz hissetmekten hoşlanmıyorum. Çok gerçek şeyler varken, her yanımda olanı gerçek sandığım günlerin yinelenmesi düşüncesinden hoşlanmıyorum.
Kendimle çeliştiğim en gerçekçi noktada bu galiba. Bu insanlardan hoşlanmıyorum ama bu insanlar için bir şeyler yapmak istiyorum. İnsanlara dair hiçbir umudum yok ama yine bu insanlarla bir umudun peşinden koşmak istiyorum.
En iyisi ben kafamı da alıp gideyim.
2015'e girdiğimizden beri, sevmemiştim zaten. Yine sevmiyorum. Öleceksem, samimiyetsizliklere olan sevgisizliğimden öleyim. Şubat'ı da sevmiyorum, en samimiyetsiz ay Şubat.
Ben Ekim'i geri istiyorum, herkesin sırtını döndüğü Ekim'i.
İyi gece yok, aymış gün yok, ne olduğu meçhul, hiçbir şeyimiz olmadığı aşikâr.
03:00
Lütfen şu köşede Birsen Tezer söylesin.
'' ben bunları kimseye anlatmadım, kendimle bile konuşmadım. ''
Ve Bülent Ortaçgil'in Kadın Sesi Değmiş Şarkılar konserini dinleyelim.






Melodram 23 Şubat 2015 02:08

Cevap: her şey anını bekler
 
Dünyadaki en güzel şeyin arkadaşlıklar olduğunu bir kez daha anladığım gün.
Bu cümle burada böylece kalsın ki, her seferinde bakıp bu tarihi hatırlayayım ve aynı mutlulukla dolsun içim. Sanki konuşurken ağzımdan renkli baloncuklar çıkıyor, kelebekler püskürtüyor gibiyim. Belki de şu meşhur dost kazığını tatmadığımdan böyle mutlu oluyorum ben, eh burada da her şey bana kadar olduğu için bunun tadını çıkarayım.
Şimdi hayat felsefesine girmeyeceğim de, mutlu olabileceğiniz insanları seçebilme hakkınız olduğunu, bu konuda beceri seviyenizi de kendiniz belirlediğinizi unutmayın.
Seçimlerinizle mutlu olun isterim; çünkü bazen hakikaten 'sarılınca geçiyor'
Bu günlük böyle kısalıklara alışık değil, bir afallayacak ama mutluluk yazdırmaz yadigar, yaşatır.

Melodram 10 Mart 2015 23:59

Cevap: her şey anını bekler
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Geçen 9 Mart gecesi içime kötü bir his düşmüştü, uzun uzun anlatmıştım seni kendime, beni sana, bizi sana, seni bize. Her şey çok karışıktı, sen iyice küçülüyordun uyuduğun yatakta, biz uyanmanı bekliyorduk, yılmadan, umudumuzu hiç kaybetmeden bekliyorduk. Sana da '' umudun çocuğu '' dedik bu bekleyiş sırasında. Sen uyansaydın bir umudumuz olacaktı, umut yeniden doğacaktı buna inanıyorduk. Neden 9 Mart'ta böyle bir sızı saplandı kalbime bilmiyorum, o geceyi atlattım. 10 Mart'ta yine bir şeyler hissediyordum ama hissettiklerimi sana yakıştıramıyordum, olmaz diyordum. Zor da olsa uyudum o gece, sabah annem kapıma gelip '' kalk hadi, bir şey söylemem lazım sana '' dedi. Hiç alışık olmadığım bir ses tonu, bir cızırtı vardı sesinde. '' Berkin ölmüş. '' dedi, ardından kardeşim de geldi. Yataktan nasıl kalktım, nasıl fırladım, nasıl giyindim ve kendimi sokağa attım bilmiyorum. İlk kez böyle bir şey yaşıyordum, sanki hep hayatımdaymışsın gibi seni kaybettiğim için nefret ediyordum dünyadan. Fotoğrafını bastırdım bulduğum ilk kırtasiyede, fotokopileri çıkarırken '' Bu çocukcağız da öldü '' dedi adam, ağlamamaya söz verdiğim için tuttum kendimi, aldım fotoğraflarını bir tanesini yakama taktım ablacığım, geriye kalanları cüzdanıma koydum. Binlerce Berkin Elvan artık hep yanımdaydı.
Yürüdüm, belki 1 saat, belki 2 saat, sonra oturduk senin için, senin için bağırdık tüm dünyaya. Senin için hep beraber ağladık kardeşim, sen bizi hiç tanımasan da biz seni çok sevdik.
Ölüm kelimesini kullanmak istemiyorum hiç, sen sadece uyanmak istemedin diyorum, işte uyanmak istemediğin o günden sonra bir sitede seni bulduk. Sorulara verdiğin cevapları. En çok da 2013'te ne beklediğin sorusuna verdiğin cevap yıktı bizi, sen güzel şeyler bekliyordun ama biz sana bu güzel şeyleri veremedik Berkin'im. 2013 seni önce başından vurdu, sonra yatağa düşürdü, sonra uyuttu, sonra gün geçtikçe eridin o yatakta, sen eridin biz seninle büyüdük, sen büyüdün, biz doğum gününde seninleydik ama sen uyanmadın kardeşim. Güzel şeyler beklediğin 2013, hepimiz için felaket oldu. Özür dileriz. Hala affettiremedik kendimizi, senden önce giden abilerin gibi, senden sonra gidenler de oldu. Bir türlü durduramadık sizi, tutamadık ellerinizden. Ne abilerinin, ne ablalarının ne kardeşlerinin önüne geçip de gitmeyin diyemedik.
Bugün 11 Mart 2015. Sen uyanmayacağın konusunda kesin karar vereli 1 yıl oluyor. Bu 1 yılda hiçbir şey düzelmedi kardeşim, umudu falan da bıraktık artık ama seni, sizi hiç unutmadık, unutturmayacağız da.
Sen sakın bakma, burada olanlara, sana karşı olan hassasiyetimi sorgulayanlara aldırma, ben aldırmıyorum. Hayatlarında bir şeye bağlanmayı tercih etmemişler diyorum at gözlükleri dışında. Sen bu dediklerimi de duyma. 11 Mart sabahı yine birçok insanın yüzünde seni göreceğim için belki biraz umudum vardır, içimdeki bütün umutların adı da Berkin Elvan'dır, böyle bilinsin.
Sen hepimizin kardeşisin, ben senin hiç bilmeyeceğin ablanım.
Biz senin kaşlarından kuşlar yaptık, uçurduk sana. Sen hep böyle güzel bakabileceğin için şanslısın, sen hep güzel güleceğin için şanslısın. Biz seni hep öyle hatırlayacağımız için şanslıyız. Hiç unutulmayacaksın. Kardeşim.


Melodram 17 Mart 2015 01:52

Cevap: her şey anını bekler
 
İçimizdeki boşluğa fil sığdırabiliyorsak, fil o kadar da büyük bir şey değildir, eğer fil o kadar büyükse, dünya çok küçüktür, dünya küçükse biz dünyaya fil kadar büyük geliyoruzdur, desem kimse bir şey anlamaz, ben de dahil ama buraya daha anlaşılır şeyler yazsaydım da, herkes beni anladığını düşünecekti. Herkesin beni anlaması, yukarda kurduğum cümleden daha saçma bir şey olurdu, yani asıl anlam veremediğimiz şeyin bu olması gerekiyorken, bütün ilginin o cümlede olması işime gelir, niye mi?
Çünkü her şey yolundaymış gibi duruyor oradan bakınca, keşke hepimiz bir dakikalığına da olsa kendimize 'oradan' bakabilsek, belki biraz daha iyi hissedebilirdik ama sadece bir dakikalığına. Bir dakika da az geldi şimdi değil mi? Gelmesin. Bazen bir dakika birçok şeyi değiştirir çünkü bu hayatta, hatta bir dakika fazla bile gelir her şeyin değişmesi için. Bahse girerim, iki saniye her şeyin değişmesi için yeterlidir, insanlar iki saniye içinde birçok şeyi değiştirebilir, kullandıkları en güçlü şey olan 'dil' silahıyla. Yani sanıldığı gibi en güçlü silahlar Amerika'da değil, bizim ağzımızda üretiliyormuş, yani aslında bize de 'katil' deniyor bir yerlerde, birileri tarafından.
Peki bundan ne sonuca varmalıyız?
Belki şuna varabiliriz: az önce konuşurken kelebekler püskürttüğün ağzın iki saniye sonra aynı kelebeklerin ölülerini püskürtüyor.
Sorun kelebeklerin ömrü değil, onu da bil isterim.
Daha sonra da filleri masaya yatıracağım, şimdi masa kalabalık.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
sylvia seni seviyorum, şimdi gidip biraz şarkı keşfetmeliyim.

çünkü İstanbul'a yolculuk var.
bakın hayat sizin plan ve hayallerinizle alakalı olan bir şey değildir, beklentilerinizle hiç değildir.
o bildiği gibi gelir, sen bildiğin gibi yaşarsın bazen.



Melodram 20 Mart 2015 14:03

Cevap: her şey anını bekler
 
Hiçbir şey yapasınız olmadığı zaman, insanların sizden bir şeyler beklemesi kadar korkunç bir şey yok diyemem, vardır mutlaka ama bu da epey bir korkunç.
Şu an ne yapasım olduğunu düşünüyorum da, sokaklarda çalmak isterdim. Tatlı tınılar yaratıp, insanların kalbine işleyen bir grubum olsun isterdim.
İstanbul'a gidip sokakta gördün birilerini, ona mı özendin derdim belki kendime sokağa çıkabilseydim ama gidip hasta olup geldim, öyle de şanssız bir insanım ki bunu hiçbir zaman tartışmadım bile.
İlkokul arkadaşımla rastlaştık, bir dönem aynı sırayı da paylaştığımız olmuştu, müziğe hep ilgisi vardı şimdi de tatlımsı bir grubu var, Ankara'da çalıyorlarmış bazen. Tabii bunu duyunca insan bir düşünüyor, diyor ki zevk aldığım şeylerle ilerde yapmak zorunda olacağım şeyler arasındaki fark beni öldürmez mi? Öldürür.
Ölene kadar o zaman spirit family reunion - climb up the corn kıvamında şeyler dinleyeyim, her ritimde boynumu kırdırayım.
Ha bir de unutmadan, dünya sizin etrafınızda dönen bir şey değildir, en fazla Güneş'in etrafında döner, bazen bencilleşip kendi etrafında döner, yani sizin gibi ama sizin etrafınızda dönmez, sakin olun o yüzden. Turgutcuğumun güzel bir dizesiyle bitireyim;
'' Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
. ''



Bir gün biri '' neredesin? '' diye soracak, '' hevesimin kırıldığı yerdeyim '' diyeceğim ve kimse beni bulamayacak, inanıyorum kendime.




Melodram 02 Nisan 2015 21:02

Cevap: her şey anını bekler
 
  • Kıştan daha soğuk bir Ankara gününde vizeler nedeniyle beyni ısınan arkadaşlarıma Freud yüklemesi yaparak o beyni tamamen yakmanın ve sonunda ısınmış olmamızın haklı gururunu yaşadım. Hep diyorum yanlış bölümdeyim diye, neyse ki siyaset psikolojisi diye mucize bir dersim var ve hocası da kliniği olan bir psikolog, dilediğim gibi davranıyorum. Adama gizli olduğunu bile bile gidip ''hocam en ilginç vakalarınızın raporlarını alabilir miyim?'' dedim, sonra gülüp ''gördüğüm en ilginç vakasın Cansu, ben sana anlatacağım'' dedi. İşte bir erkeğe hayran olunacak andı o an, nasıl tatlısın.
  • Kafamın en allak bullak olduğu, en halsiz olduğum zamanlarda mükemmel iş teklifleriyle bana gelinmesine üzülüyorum. İki hafta beklerler beni herhalde değil mi? Yemişim o İstanbul'dakilerin taleplerini. Ortada arz yok ama talep çok, eğrisini düzelttiklerim.
  • Ben hiç bu kadar hasta olmamıştım. Yeni yıla girerken olduğum dışında, iki haftadır dünyayla bağımı koparmış gibi sümüklü, solgun ve yorgundum. Üstüne bir de hafta sonu varlığından haberdar olmadığım tansiyonumun çıkası tuttu, iyiyim iyiyim.
  • İnanmayacaksın ama tam Pazar gününden beri düzenli bir hayatım var. Nasıl yani? İşte sabah kalkıyorum, akşam yatıyorum. Ee? Ne 'ee'si, en son sabah kalktığımda Pazar akşamları Şahane Pazar vardı ve annem pileli eteğimi ütülerken isyan ederdi. Sahi neydi o pileli etek çilesi.
  • Bugün uykusuzluğun nirvanasındayken nasıl bu kadar pozitif elektrikler saçtığımı da birinin çıkıp açıklamasını isterim.
  • Son olarak neydi ya, hah. Nar ayıklamaya başladım bu hafta. Ayıklarken cinayet işlemiş gibi olup kan efektleriyle süslenmiş olsam da, nar kesinlikle mucize ya. Düşünsene çarşıdan alıyorsun bir tane eve geliyorsun bin tane oluyor. Aslında bunun altında da birçok şey olabilir. -Ne olabilir bir söylesene, ne? Mesela her çarşıda bulduğun şeyin evde bin tane olması seni memnun etmeyebilir. Bence burada insandan yola çıkılıyor. Şimdi sen bir insanı görüyorsun, bir tane görüyorsun değil mi? Kafa güzel değilse. Sonra o insanı tanıdıkça iyi ya da kötü bin tane insan çıkıyor içinden. Yani her yönüyle ayrı tanıyorsun onu ve hepsinin tadı da farklı. Yani hiç nara benzemiyor. Narla insanın tek ortak noktası ikisi de ayıklanırken ortalığı batırıyor. Sen bir insana ''seni çözdüm'' dediğinde nasıl kan kustuğuna tanık olmadıysan anlamazsın bunu. Bazen insanları çözmüş olduğunuza pişman olduğunuz an, nar ayıklayın ve kendiniz için iyi bir şey yapmış olun. Siz dünya için iyi bir şey yapmak zorunda değilsiniz çünkü.
  • Yine madde madde gideyim derken işi uzattım mı? Uzatırım arkadaş.
  • 25 Mayıs'ta Mezuniyet Balosu var, 26 Mayıs mıydı yoksa? Her neyse ne, okuluna delice aşık ve müthiş arkadaşları olan ya da okula makyajsız geliyor ama baloda afet-i devran olma ihtimali yüksek hatunları kesmeye gelecek olan ya da ya da ya da gri eşofmanla okula gelen 185 üstü erkeklerin takım elbise giyince Biscolata reklamından fırlamış olacağını hayal ederek oraya gidecekler için kesin çok eğlenceli olur. Ben mi? Benim müthiş arkadaşlıklarım var ama okulla sınırlı değildi, aslında henüz karar vermiş değiliz ama ona yapacağımız abuk sabuk masrafla çıkar kendimiz dibine kadar eğleniriz, alkolü de sınırsız tutarız dedik. İyi dedik. Olmadı bir de Miami yaparız!
  • Bu kadar büyüyecek ne vardı?
  • İş hayatına okul olmadan da atılmak için bazen sabırsızlanıyorum.
  • Ben en son 'son olarak' mı demiştim? Bu son olsun o zaman.
  • Neydi o şarkı?
  • Doğarken ağladı insan, bu son olsun bu son.
  • Ha ben doğarken ölüme göz kırpıp sonra hadi ordan demiş biri olarak, bir hayli geç ağladığım için sanırım, o geç ağlama hali bazen nüksediyor ben de.
  • SON.
  • (mutlu mu / mutsuz mu?)
  • :(:
  • Bazen tutup kendinizi sevesiniz gelir ya, tutmayın kendinizi kalkıp sevin. Hangi kendinizi tutup hangi kendinizi tutmayacağınızı da size bırakıyorum, işte böyle.
  • [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
  • Haayıır... (bildin sen o sesi)


Melodram 11 Nisan 2015 20:39

Cevap: her şey anını bekler
 
Üniversite hayatımın zirvesi olan iki sınava girdim bugün, zirve diyorsam gerçekten zirve yani, ağlattım diyeyim kısaca, kabalaşmadan! Ama konumuz bu mu? Değil, hatta konumuz bile yok, sadece üşüyorum, bu soğuk mahvetti beni bugün o yüzden ellerim ısınsın diye azıcık saçmalayayım dedim.
Bana şey oluyor, keşke size de olsa, kulaklığı taktığım an metroda, yolda nerede olursam olayım kendi kendime klip çekiyorum. Hatta bence abartıp yüz mimiklerimle bayağı bir duygulara giriyorum, çıkıyorum, hele ki cam kenarındaysam ve metro dışardan gidiyorsa, hadi cam patlasa da düşsek hissi uyanıyor. Tam böyle griyken şu an koyu laciverte çalan bir havada, sizce de camdan atlamak için güzel bir fırsat değil mi? Hem de yükseklik korkumuz varken! Bugün mor ve ötesi bana bu duyguları yaşattı, çok özledim ben bu grubu, bir gün oturup baştan sona bütün albümlerini dinleyeceğim, belki de bugün olur ama çok özledim. Son Sabah şarkısı, beni niye böyle bitirdi bilmiyorum, şöyle şeyler diyor şarkıda:
'' her şeyden bir şarkı çıkmaz ya,
her şarkıdan da çıkılmaz ya,
kalbin de ruhun da farkında,
hikayen bitmemişti aslında.
hakikat neye yarar, göz yalansa,
bilsen hiç ağlar mıydın sonunda?
duyar mı ki anlar mı sorunca?
koca bir an yansın mı karşımda?
belki son sabahtır, belki de bahardır
al aklımı al da, yerine koy zamanı.
başka bir karanlık, istemem ki artık
rüyadan güzelse, ah bu aşk bu aşktır. ''
Şimdi bununla sokaktayım, son ses kulağımda. Hiçbir şey duymuyorum bu sözlerden başka, karşıdan insanlar geliyor, ben hafif vücudumu geri çekip yol veriyorum ve an neden hep ben omzumu çekiyorum diye düşünüyorum. Size de öyle olmuyor mu? Sanki karşıdaki hiç çekmiyor omzunu, insanlara çarpmamak için çaba sarf eden hep kendimiz oluyoruz. Birine çarpmaktan mı korkuyoruz, çarpınca yere yığılacağımızdan mı korkuyoruz? Ya zırhlarla çevrili bir duvarsa karşıdaki, ya ateştense etrafı, ya düşersek, ya yanarsak? Yolun ortasında, ne yaparız. Sonra 8 tane köpek üzerime doğru koşuyor, bence bir tanesi atlar üstüme diyorum hiçbiri atlamıyor; çünkü sabah hepsine domuz pastırması verdim kaç kilo! Nankörlük insanlara mahsus sonuçta. Köpekten korkmama rağmen-ki ben her hayvandan korkarım da- hiç kaçmıyorum, hatta utanmadan birini sevdim bile. Korkuların üzerine gitmek bu oluyor sanırım ama yine de şansımı fazla zorlamadım. Şarkının sonuna gelirken, bakkal abi çıkıyor. Bakkal abi mi? Adı yok mu bu abinin? Var var ama bizce bakkal abi. Senelerdir önünden geçince selam vermeyince çıkıp onca yıl geçmesine rağmen '' dershaneye mi gidiyorsun? '' diyor. '' ABİ BEN ÜNİVERSİTEDEN MEZUN OLACAĞIM ÖH! '' Sus sus. Sen hala dershaneye giden küçük kızsın onun için. 15 adımlık yolda sayısını tam hatırlayamadığım ama milyon tane olacağı rivayet edilen anılarım canlanıyor. '' Beni burada öpmüştün '' diyor şarkı da ama biz de öyle romantikli şeyler olmadı pek ama '' bana burada küsmüştün aaaaağğğhh, Ağustos'ta üşümüştüm '' kısmı doğru olabilir. Sonuçta kötü şeyleri hatırlamak daha kolaydı. O arada dershane hocalarımdan biri çıkıyor. Hala en sevdiği öğrencisi olduğuma eminim aslında; bir insanı ne kadar zaman geçerse geçsin gördüğünüz an sarılabilecek kadar seviyorsanız, başka bir şeyi düşünmenize hiç gerek yok. O klasik cümle '' ne kadar büyümüşsün, artık düğününe çağırırsın '' (eheheheheheeh) Tabii hocam tabii. Sonuçta bizi okutup, sınava hazırlayıp, kariyere temel hazırlıyorlar mürüvvetimi görmek de hakkı, hakları!-bak asla inanmıyor burada dediğine- Yine şarkı bitiyor, yine başa sarıyorum. O da nesi, liseden biri geliyor karşıdan. Yürürken sohbet etmeyi bilir misin? Zıt yönlere giderken hani. Tam böyle 1 metre kala selamlaşıp, 70 cm kalınca ''naber?'' dersin, 50 cm kalınca '' iyidir senden? '' derken 30 cm kalır '' iyiyim ben de ne olsunlar '' havada uçuşur, tam omuzlar birbirinin hizasına gelince '' görüşürüz '' dersin ya, mükemmel iletişim. Ne fazla samimiyet ne de çok gudubet. Eah ama bir yalnız bırakın da klip çekeyim! derken zaten evin kapısı beliriyor, ne olur asansörde yalnız olayım, ne olur asansörde yalnız olayım. Yanlış anlamayın ya bir dakka! Klip çekeceğim.-çekemedi- Sonra fark etti ki işte bunlar hep klip. Sonra telefon çalıyor, en sevdiğim kuzenim, en sevdiğimiz şeyi yapıyoruz ve yine İzmir'de bir işletme açıyoruz. O zaten hukuk okuyor, ben de işle alakalı ne kadar hukuk varsa hepsini biliyorum, eh tamam o zaman ya, her şey kuralına uygun! Sonra hayal gücü giriyor devreye. Cafeye gelen çiftler kavga ediyormuş, hemen kuzenim ''bence daha fazla uzatmayın, buyrun kartım diyor '' Çünkü boşanma avukatı! Herhangi bir bayılma, sinir krizi geçirmede de kardeşim devreye girecekmiş doktor olarak. Fakat ben ne saçmalıyorum?
Amaç buydu zaten. Bugün kendimi çok özgür hissediyorum, hatta bir tek bunu hissedebilince mutlu oluyorum. Hadi mor ve ötesiyle devam edelim, sabaha kadar. Bakın size bu şarkılardaki asıl hayal edilen klibi atacağım şimdi. Hepinizin aklından geçen o sahne, kesin geçmiştir, bence yani.
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Ne diyelim, güzel kavuşmalara.
Ha bu arada
'' bak dinledim seni, dokunmadım sana,
dokunmadım kalan rüyalara,
zarar ziyan döküldü ortaya, ölüm kadar rahatmış ayrılık,
ufak tefek birkaç sorun mu var? geçer geçer zaman şu an yalan
nedir ki bak silindi hafızam, hayat kadar yalanmış ayrılık. ''
güzel şarkı güzel.
şarkıların gözü kör olsun, gidiyorum.
bir de bence ayrılmayın.



Melodram 13 Nisan 2015 18:40

Cevap: her şey anını bekler
 
Her şey anını bekler dedik, bekledik ve her şeyin içindeki bir şey için o an geldi.
Ben yanılmam ve iyi ki 'yanlızlık' diye bir şey yok, yanılmaktan gelir zannederdim.
Yalnızlık var, yanıltmadıklarından gelir. Sevdiğim birinin bir cümlesiyle bitireceğim, o biri ben oluyorum.
'' Çünkü en başında yanlış bir yolda az da olsa yürümüştür herkes
ve bu hepimizi kötü yapmaya yeter. ''
Teşekkürler.


NarÇiçeği 17 Nisan 2015 11:46

Cevap: her şey anını bekler
 
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Yalın/Benimki

Meloşum buldum yalnız değilsin yalnız gitmeyeceksin cesur olan gelecek gelecek gelecek!
:)


[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Melodram 17 Nisan 2015 11:54

Cevap: her şey anını bekler
 
Alıntı:

NarÇiçeği Nickli Üyeden Alıntı (Mesaj 1041645278)
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Yalın/Benimki

Meloşum buldum yalnız değilsin yalnız gitmeyeceksin cesur olan gelecek gelecek gelecek!
:)


[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Narçom ya ahah ama nasıl isyan ettim dün, sonra çok güldüm yazdıklarıma. :D Evet bu şarkıyı bana yollayın siz yollayın, gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, yeryüzünde onlar kadar yalnız olduğumu bilmesinler, çaktırmayalım. :(:
Biz her türlü güzeliz, gelen giden olmasa da olur.
(dün telefonda ağlarken-ağlamak temsili isyan yani- hiç öyle demiyordum ahaha, bak hâlâ gülüyorum :*)

Melodram 23 Nisan 2015 01:55

Cevap: her şey anını bekler
 
Küçükken 23 Nisan geldiğinde çocuklara hediye alınması gerektiğini düşündüğüm zamanlar oluyordu, sonra babamın doğum gününün 23 Nisan olduğunu öğrenecek kadar büyüdüğümde bana en büyük hediyenin o gün babamın doğmuş olması olduğunu düşündüm ve her 23 Nisan babaanneme telefon edip ''hediye için teşekkürler'' diyerek telefonu kapattım.
Kimse beni anlamıyordu muhtemelen, ben de bunu kimseye anlatmadım, babam da hiçbir zaman onun benim için bir hediye olduğunu bilmedi ama bir gün 23 Nisanlar 23 Nisan gibi kutlandığında, çocuklar bir gün değil her gün hatırlandığında ve çocukların öldüğü değil güldüğü bir dünya olduğunda, ben de babama söyleyeceğim gerçekleri. Bu kadar.

Melodram 25 Nisan 2015 16:12

Cevap: her şey anını bekler
 
Zaman mı yoksa insanlar mı daha hızlı düşünüyordum hep, her ikisi de hızlı aslında ama insanlar zaman içinde hızını daha da arttırıyor buna eminim sanki. Bir arkadaşım daha bu hıza ortak oldu ve bugün evleniyor! Lise sıra arkadaşım. Şimdi düşününce biz hâlâ lisedeymişiz gibi geliyor, yanımda aptallıklar yapan küçük kızın bu akşam birine ''Eveeet!'' derken ciddi olacağını düşününce diyorum ki biz bildiğin büyümüşüz! İşin garibi de, onlar yuva kurarken benim bırak yuva kurmayı, birini sevmeye bile sıcak bakmamam ne olacak peki? Hiç, ne olsun! Geçen sene çocukluk arkadaşlarımdan birini evlendirirken salya sümük saldığım doğrudur da, bu sefer pek öyle olmayacak gibi, bir duygulanma olabilir de salyalarım ve sümüklerim bana kalır bence. Bence çok garip bir şey bu evlilik, ben kendimi şu an kınamı yaparken, gelinlikle oturmuş kuaförün saatlerce saçım için uğraşmasını beklerken hayal edemiyorum. Acaba onlar mı acele ediyor, yoksa ben mi fazla zamana yayıyorum? Bir de şu var tabii, iki yıllık bitirip direkt işe girerken o, ben daha aptal saptal derslerle boğuşuyorum. Bir de bunun iş bulma derdini düşün, üstüne bir de birini sevip evleneceğimi düşün? Zaten rahat 30'u aştık. Bence onlar çok aceleci, hem 35'inden sonra evlenen kadınlar daha mutlu oluyormuş, erkekler zaten geç olgunlaşıp tek fırtınada çürüğe çıkan yapıya sahip olduklarından, ne kadar geç o kadar iyi. Hem zaten böyle bir zorunluluk da yok, ben sadece niye acele ediyorlar diye düşünüyorum, çok genciz ya! Tamam 30'a 5 sene kalmış olabilir, neeeeeeeeeey?! Bir daha söyle bakayım, kaç kalmış! Be-be-beş! Tamam tamam, benim enerjim yeter! Şimdi şu saçma paragrafı nasıl bitirsem diye düşündüm de, açıkçası kerevete çıkasım yok, ha eren ersin muradına da, ben bir köşede otururum. Ne garip, eve gidiyorsun evde bir adam, mutfağa gidiyorsun mutfakta bir adam, o adam senin sevdiğin adam oluyormuş, oturup her şeyi beraber yapıyormuşsunuz falan, çok ilginç. Sevebilen her insana saygılarımı sunuyor, hadi tamam darısı başımıza da diyorum. Şu evlenenlerin en iyi yanı da, çocuk yapmaları. Hatta insanın en güzel özelliği içinden çocuk çıkabilmesi ama bir yandan da en kötü özelliği bu ki, her çocuk insan olmuyor ilerde. Tamam hadi bırak felsefeyi. Ha bir de, lisede birbirinin sabaha kadar dedikodusunu yapan bu evlenen arkadaşımla, bir başka arkadaşımın şu an sıkı fıkı, fıkı sıkı olması da cabası. Düğünde ''bu sana böyle demişti'' diye kaos yaratıp, bir kadını daha evlenmekten kurtarmalı mıyım? Bilemedim.
Bence evlenmeliyiz, hem de bu sene!
Not: Umarım giriş müziği ve ilk dans müziği ''duuuuualaar edeeer insaaaağnnn mutluuuğ bir ömüüüür içiiiğnn'' şarkısı olmaz. Hoş, Ferhat Göçer'in Cennet şarkısından iyidir. Bunlardan bana ne ayrıca, gidip halay çeker dönerim ben, Kürt halayına bayılırım! 3 gün sürecek sanırım düğün, 3 gün bana ulaşamayanlar herhangi bir halay içinden beni bulabilir, paniğe gerek yok. İdeolojik halaydan tutuklanmayalım da. Evlenmek için fazla neşeli ve fazla espriliyim, köreltemem, iyi günler efendim.


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 22:29.

Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk