![]() |
![]() |
![]() | #11 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Carl Gustav JUNG ve Astroloji Yaklaşımı Psikolojik Tipler Dört işlevsel kişilik türünden her biri içedönük ya da dışadönük olabilir. Bu yüzden Jung dört işlev ile iki tutumu birleştirip, sekiz psikolojik tipe ulaşmıştır (Snowden, 2012: 147). Jung’un psikolojik tipler teorisi, kişilerin geçmiş tecrübeleri ve geleceğe dair umutlarının ve beklentilerinin davranışlarını ve kişilik yapısını etkilemesi, kişilerin devamlı yaratıcı bir gelişim süreci içinde olması ve kişilerin yapılarının öğrenmeye ve değişime açık birer sistem olarak tanımlanması olarak üç temel hipoteze dayanmaktadır (Selvi, 2011: 20-21). Dışadönük Düşünen Tip: Enerjisini çevredeki objelere ve onları öğrenmeye vererek, nesnel dünya hakkında bilgi toplayıp bu bilgiler yığınına anlam verebilen, mantık ve düzenden hoşlanan kişilerdir (Ukray, 2016: 156). Psişik enerjisini dışarıya, pratik başarılara yönlendiren, bütün düşünce ve eylemlerini nesnel verilerin analizine dayandıran dışadönük düşünen tip, düzeni ve olguları seven, problem çözmede ve meseleleri açıklığa kavuşturmada usta olan bir tip olarak tanımlanır (Snowden, 2012: 147). İçedönük Düşünen Tip: Entelektüel fikirlerle ilgilenen, dış olgulardan çok fikirlerden oluşan iç dünyaya yönelmiş olan bu tip, kişilik yapısı gereği derin düşünen, sürekli olarak sorular soran ve nesneler hakkında kuramlar oluşturan, ama gerçekleri kabul etmekte sakınımlı davranan kişilerden oluşur. Filozoflar ve entelektüellerin bu tipte olduğu açıklanırken, Jung’un da bir meslektaşıyla konuşurken kendisini bu kategoriye yerleştirdiği belirtilmiştir. Dışadönük Hisseden Tip: Akran grubuyla uyum içinde olan kişilerden oluşan dışadönük hisseden tipler çevresindeki dünyaya iyi uyum sağlamaktadır. Uyumun bu tiptekiler için önemli olmasının nedeni düşüncelerinin geleneksel toplum değerlerine dayanmasıdır (Snowden, 2012: 148).Daha çok kadınlarda rastlanan bir tip olarak tanımlanan dışadönük hisseden tipler, genellikle çevrelerinde değerli kabul edilen ya da moda olan her şeyi kabul eden, çevreyle uyum sağlamaya çalışan ve gösterişi seven kişilerdir İçedönük Hisseden Tip: Kadınlarda daha çok rastlanan bir diğer tip olan içedönük hisseden tipe sahip olanlar; duygularını dış dünyadan saklamakta, sessiz, duyarlı, az sayıda kişiyle ilişki kuran ve diğer insanların ilişki kurmakta zorlandığı bir yapı sergilemektedir (Ukray, 2016: 157). Aynı zamanda mazbut olup, huzuru ve sakinliği, şiir ve müziği seven, nesnel gerçekliği önemsememe eğilimi gösteren yapıya sahiptirler. Dışadönük Duyusal Tip: Dış dünyadaki fiziksel nesneler ve duyumlara son derece önem veren bu tip dış dünyada yaşamaktan zevk alan pratik ve olgun kişidir (Snowden, 2012: 149). Erkeklerde daha sık görülen bu tip, akıldışı ancak gerçekçi, pratik, tuttuğunu koparan kişilerdir. Neşeli, eğlenceye ve zevke düşkün olan bu kişilerin dış dünyayla ilgilenen ama dış dünyanın anlamı üzerine düşünmeyen kişilik yapısına sahip olduğu belirtilmiştir. İçedönük Duyusal Tip: Bu tipte önemli olan içsel, öznel olarak yaşanmış duyumsamadır. Nesnelerin o kadar önemli olmadığı bu kişiler duyumlarıyla çok dolu olduğundan dolayı erişilemez görünebilmekte ve kendisini başkalarına ifade etmekte zorlanabilmektedir. Dışadönük Sezgisel Tip: Beyninin sezgisel bölümünü kullanan dışadönük sezgisel tipler, bir sorun yaşandığında olayları tüm yönleriyle ele almaktan, farklı bakış açılarını değerlendirmekten hoşlanan kişilerdir. Bu kişilere girişimciler, gazeteciler, moda tasarımcıları ve iş adamları örnek gösterilebilmektedir (Snowden,2012: 150). Karar ve davranışlarına sezgilerin rehberlik ettiği dışadönük sezgisel tip olan kişiler, gelenek ve göreneklerden, örf ve adetlerden hoşlanmamakta, sürekli yeni şeyler peşinde koşan ancak tutarsız olan bir kişilik olarak tanımlanır. İçedönük Sezgisel Tip: Kolektif bilinçdışıyla fazla ilgilenen içedönük sezgisel tipe sahip kişiler mistik veya eksantrik tip olarak tanımlanmakta hayaller, kehanet rüyaları görülmektedir (Ukray, 2016: 158). Bu kişiler çoğu zaman iç dünyasındaki hayaller, düşler ve dinsel aydınlanmalarla ilgilenmekte ve dış dünyalarında olanları bu hayaller, düşler ve dinsel aydınlanmalar çerçevesinde yorumlamaya çalışmaktadır (Snowden,2012: 151)
__________________ Hanif kalmak cesaret ister... |
| ![]() |
![]() | #12 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Carl Gustav JUNG ve Astroloji Yaklaşımı Astroloji ve Simya Simyayı madde ve ruhun bütünleşmesini, zıtların birliğini ve ruhsal dönüşümün araştırmasını sunan bir bilim olarak tanımlayan Jung’a göre simyanın sembolik girişimleri insanın iç dünyasının dış dünyasından ayrımlaşmamış olan durumunu açıklamaktadır (Case, Phillipson, 2014: 482). Astrolojinin eski dönemlere ait psikolojik bilginin tümünü (hem bireylerin doğuştan gelen eğilimlerini hem de yaşam krizlerinin zamanlamasını) içerdiğini vurgulayan Jung, bir kişinin doğuştan gelen ruhsal eğiliminin horoskopuna bakılarak anlaşılabileceğini ifade ederek astroloji ve psikolojinin ilişkili olduğunu belirtmiştir (Arroyo, 2016: 51).Jungcu psikolojinin terimiyle, Satürn-ötesi planetler kolektif bilinçdışının fonksiyonel özelliklerini temsil ederler. Ay ve Satürn kişisel bilinçdışının yapısal modelini ve bilinçdışı ihtiyacını temsil ederler. Ay anne (içsel destek) ile bağlantılandırılan manevi, duygusal güvence ihtiyacını, Satürn baba (dışsal destek) ile bağlantılandırılan somut, maddi güvence ihtiyacını gösterir (Arroyo, 2016: 104). Hem analitik hem de deneysel yaklaşımlara olanak tanıyan Astroloji, insanın varlığını anlamasını sağlayan hem rasyonel hem de fenomenolojik yaklaşımları kapsadığı için yeterince esnektir (Harding, 1993: 26). Jung’un analitik psikolojisinin astrolojik faktörlerinin yorumlanması için temel özellik olduğu, burçların Jung’un dört psikolojik tipine benzediği belirtilmiştir. Jung’un gölge arketipi ile Satürn gezegeni arasında ilişki olduğunun ifade edilmesi psikoastrolojik senteze bir örnek olarak gösterilmiştir (Rossi, Le Grise, 2018: 6,7)
__________________ Hanif kalmak cesaret ister... |
| ![]() |
![]() | #13 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Carl Gustav JUNG ve Astroloji Yaklaşımı Eşzamanlılık İlkesi Nedensellik ilkesine önemli bir alternatif olarak ilk kez kapsamlı olarak Jung tarafından tanımlanan eşzamanlılık ilkesi, olayların anlamlı rastlantılarını zaman ve mekandan ayırma anlamına gelen nedensel olmayan bağıntı ilkesidir (Groff, 2009: 56).Eşzamanlılık; Jung’un ilk kavramlarından biri olmasına rağmen, Jung’un yaşamı boyunca yeterli oranda ifade etmek için çabaladığı bir kavramdır (Coward, 1996: 479). Jung’a göre eşzamanlı olayların tümü iki zihinsel durumu içermektedir. Birincisi, o an birey hangi faaliyetle meşgulse onun sonucu olan sıradan zihin durumu, diğer bir arketipin harekete geçirilmesinden ileri gelen olağan dışı zihin durumlarıdır. İkincisi ise bilinçdışıdır. Jung eşzaman olaylarının üç şekilde olabileceğini ifade eder. Birincisi, belirli bir psişik içeriğin, kendine tekabül eden ve kendisiyle eş zamanlı olarak meydana gelmişçesine algılanan nesnel bir süreçle rastlaşmasıdır. İkincisi, öznel bir psişik halin, aşağı yukarı eşzamanlı olarak fakat uzakta oluşan eşzamanlılık niteliğine sahip nesnel bir olayın aslına uygun bir yansıması olduğu daha sonra anlaşılan rüya veya görüntü ile rastlaşmasıdır. Üçüncüsü ise idrak edilen olayın gelecekte oluşması ve şimdiki zamanda sadece kendisine tekabül eden bir rüya ve görüntü ile temsil edilmesi şeklindedir (Tarlacı, 2006: 153). Psikoterapi Tedavisi Psikoterapi öncelikle bir bireyleşme süreci olarak tanımlanır. “Psikoloji ve Simya” adlı kitabında Jung, bir hastanın düşlerinde ve vizyonlarında bireyleşmeyi ne gibi bir sürecin izlediğini araştırmaktadır (Hall, Nordby,2006: 83). Jung, psikoterapiyi bir anlamda iki şahıs arasında bir diyalog veya hesaplaşma olarak ifade edilebilen diyalektik bir usül olarak tanımlar (Jung, 2015c: 13). Jung’a göre sorunlar her zaman özel olduğundan dolayı her hastaya özel yaklaşılmalıdır. Dolayısıyla ne kadar insan varsa o kadar da psikoterapi yöntemi ve analiz vardır (Jung, 2017: 163). Psikoterapistin, hastasının sadece biyografik verilerini değil, zihin dünyasında geleneksel öğelerin ve dünya görüşünün ne kadar etkili olduğunu ve hangi rolü oynadığını da bilmesi gerektiği anlayışını benimseyen Jung, en iyi kanıtın kişinin kendisi olduğunu söyler (Wehr, 2012: 108). Psikoterapi sürecinin ilk aşamasında kişisel problemler ele alınmakta, ardından kolektif bilinçdışı ile ilgilenilmektedir. Terapi süreci gölge ve persona arketiplerinin uzlaşmasını da kapsamaktadır (Ukray, 2016: 214).Başka bir deyişle psikoterapi, Jung’un psikolojisini diğerlerinden farklı kılan, kişisel olduğu kadar kolektif yönü de olan bir bilinçdışı kuramıdır (Fordham, 2015: 126). Jung tedaviyi “Tedavi, doktor ile hastasının kendilerine düşen rolleri tüm varlıklarıyla oynaması sonucu ortaya çıkan karşılıklı etkinin ürününden başka bir şey değildir” şeklinde tanımlamıştır (Fordham, 2015: 124). Tedaviye yönelik Jung’un methodu geleneksel psikiyatristlerden belirgin bir farklılık gösterir. Bu tür psikiyatristler sıkıntıyı dindirmek adına ilaç ve destek sağlama yoluna giderlerken, Jungcu yaklaşım tarzı hastayı ıstırabın içinde yer almaya teşvik eder. Jung, bu sayede hastalığın anlamıyla kişiyi yüzleştirmeyi ve bilinçdışı sağlatıcı güçleri harekete geçirmeyi hedefler (Steven, 1999: 129).
__________________ Hanif kalmak cesaret ister... |
| ![]() |
![]() | #14 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Carl Gustav JUNG ve Astroloji Yaklaşımı Rüyalar 1928’de yayınladığı Allgemeine Gesichtspunkte zur Psychologie des Traumes’de (Rüya Psikolojisine Dair Genel Görüşler) Jung, rüyayı bilinç içeriğinin tersine, içeriğin sürekli gelişimine, biçim ve anlam yönüyle, görünürde ayak uyduramayan psişik bir ürün olarak tanımlamıştır. Jung’a göre rüyada her bir parça geçmişteki yaşanmışlıklar ve deneyimler ile bağlantılıdır (Wehr, 2014: 113-114).Jung’a göre rüya bilinmeyenin sesi, bir elçi ve doğal ve normal psişik bir olgudur. Rüyalar insanların çevrelerindeki insanlarının ilişkilerinin yorumlandığı nesnel ve rüyada yansıyan sembollerin kişilerin kişilik özelliklerine göre sübjektif yorumlandığı öznel olmak üzere iki yorum düzeylerine sahiptir (Apaydın, 1997: 266) Rüyalar, Jung’a göre bilinçdışı psişik aktivitenin uyku sırasında oluşan ürünleridir. Başka bir deyişle rüya, bilinçdışının bağımsız aktivitesiyle oluşan kendiliğinden bir süreçtir ve insanın bilinçli kontrolünden uzaktır. Bu nedenle insan rüyada tamamen nesnel bir sürece sahiptir ve bu sürecin doğasından itibaren durumun gerçekten ne olduğu hakkında nesnel sonuçlar elde eder (Jung, 2015b: s.72). Rüyaların temel işlevi, genel psişik dengeyi hassas bir şekilde yeniden kuran rüya malzemesi üreterek psikolojik dengemizi düzeltmeye çalışmaktır. Jung ekolünde buna rüyaların psişik yapımızdaki tamamlayıcı rolü denir. Bu, gerçekçi olmayan düşünceler taşıyan, kendilerini büyük gören ya da kapasitelerinin çok üstünde abartılı planları olan insanların neden uçtukları ya da düştükleri rüyalar gördüklerini açıklar. Rüya onların kişiliklerindeki eksiklikleri tamamlarken aynı zamanda gittikleri yolun tehlikelerine karşı da uyarmaktadır (Jung, 2015a: s.46). Jung’a göre rüyaların en önemli özelliklerinden birisi dengeleyici olmasıdır. Rüyalar, bilinç ve bilinçdışı arasında iletişim görevi üstlenerek duygusal dengenin sağlıklı olmasını sağlamakta, herhangi bir sorun durumunda dengenin yeniden kurulması için kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle günlük yaşamda bilinç alanında fark edilmeyen pek çok olayın rüyalarla anlaşıldığı ifade edilmiştir (Çetin, 2010: 247). Jung ile Freud arasında rüyalar ve rüyaların yorumlanması sürecinde farklılıklar olduğundan söz edilebilmektedir. Freud rüya kuramında daha çok serbest çağrışım yöntemini kullanarak, rüyayı çocuksu ve akla yatkın olmayan isteklerin bir tatmini olarak tanımlamıştır. Jung ise serbest çağrışım testleri yerine yeni bir dogmatik görüş ortaya atarak rüyaların bilinçdışımızdaki gizli kalmış bilgeliğin bir yansıması olduğunu belirtmiştir (Fromm, 1992: 111-112). Jung’a göre rüyalardaki görüntüler, uyanıkken oluşturulan kavram ve yaşantılara oranla çok daha resimsel ve canlıdır. Bunun nedenlerinden biri de bu kavramların bilinçdışı anlamlarının rüyada ortaya çıkmasıdır (Jung, 2015a: 39). Meslek hayatı boyunca 80.000 rüyayı çözümlemiş ve yorumlamış olan Jung, bir rüyanın anlamını araştırırken esnek bir tutum izlenmesi ve önyargılı kuramların zorlanmaması görüşünü savunmuştur (Geçtan, 2014: 185). Roesler ise bilinçdışının rüyalar yoluyla bilince yeni bilgiler getirdiğini, bireyin bilinçdışı süreci ve bilinçli uyumu arasında bu durumun daha dengeleyici olduğunu, bu anlamda bilinçdışının kişiliğin gelişimi hakkında daha kapsamlı ve bütüncül bilgiler içerdiğini açıklamıştır (2018: 1).
__________________ Hanif kalmak cesaret ister... |
| ![]() |
![]() | #15 |
Çevrimdışı ![]() IF Ticaret Sayısı: (0) | Cevap: Carl Gustav JUNG ve Astroloji Yaklaşımı Sonuç ve Değerlendirme Jung ve eserlerinin incelendiği bu çalışmada Jung’un ortaya koyduğu kavram ve kuramların günümüzde halen geçerliliğini koruduğu ve kullanıldığı gözlemlenmiştir. Analitik psikoloji kuramı olarak tanımladığı ekol içerisinde insan ruhunu üç temel bölüme ayıran Jung’un psikoloji literatürüne arketip, eşzamanlılık ilkesi, kolektif bilinçdışı gibi pek çok kavramı kazandıran psikoloji alanındaki en önemli düşünürlerden biri olduğu görülmüştür. Sağlıklı bir kişiliğin insanın kendi bütünlüğü ve bireyleşme potansiyelini gerçekleştirmesi olduğunu iddia eden Jung, bu gerçekleştirmenin yalnızca insanın kişiliğinin gelişimi boyunca çocukluktan yetişkinliğe kadar güçlükleri yenmesi sonucunda olacağını kabul etmektedir. Bu esnadaki bir başarısızlık ise kişiliğin bütünleşmesini engellemektedir (Gökalp, 2010: 107-108). Jung’un analitik psikoloji kuramı çerçevesinde görüşleri değerlendirildiğinde bireylerin yaşamlarındaki dengeyi koruyabilmesi için karşıtının mevcut olması gerektiği anlaşılmaktadır. Nitekim her insanın içerisinde hem erkeksi (animus) hem kadınsı (anima) taraflar olduğunun tanımlanması ve bu karşıtlık olmadığında bireyin kişilik problemleri yaşayabileceğinin belirtilmesi her insanın sağlıklı bir kişiliğe sahip olması için dengeyi sürdürebilmesinin önemini gösterebilmektedir. Kişiliğin ancak bireyin toplum içerisinde ayrı bir varlık olarak bireyleşmesi ve diğer toplum üyeleri ile uyumlu bir bütünlük içerisinde yaşamasına bağlı olduğunu ifade ettiği görülmüştür. Jung’un mantığın bireyin kişiliğinin şekillenmesi ve hayata ilişkin bakış açısında tek başına yeterli olmadığını ve insanları sınırlandırdığını, eleştirel mantığın egemen olduğu alanlarda yaşamı kısırlaştırdığını belirttiği görülmüştür. Dolayısıyla yaşamın gerçek anlamını bulabilmek, sağlıklı toplumsal kararlar alabilmek ve belirli çerçeve ve sınırlar dahilinde değil belirli kalıpların ve çizgilerin dışında yer alan, yaratıcı ve yenilikçi düşünebilen, hayatın tüm yönlerini gözlemleyerek ve analiz ederek yaşayan bireyler olabilmek adına tüm toplumların ve tüm insanlığın bilincin olduğu kadar bilinçdışının da işleyişi, yapısı, insana etkilerinin bilinmesi gerektiği vurgulanabilmektedir. Jung’un görüşleri bugünkü toplumsal sistemler ve psikolojik açıdan dikkate alındığında günümüzde insanı anlamanın ve problemlerini çözebilmenin temel yolunun ruhuna hitap edebilmek, ruhun yapısını anlayabilmekten geçtiği görülmüştür. Ruhsal sorunları insanlar ve genel olarak toplumları bekleyen büyük bir tehdit olarak gören ve aynı zamanda insanların henüz bunun farkında olmadığının ve çözüm yollarını da bulamadıklarının altını çizen Jung’un, tüm insanlığın belli bir oranda psikoloji bilgisine ihtiyaç duyacak noktaya gelmesini hayati önemde bir olgu olarak tanımladığı görülmektedir. Nitekim bireylerin günümüzde geçmişte olduğundan çok daha fazla psikolojik desteğe ihtiyaç duymaları ve ruhsal sorunlar yaşayan kişi sayısındaki artış bu duruma açık bir gösterge olarak ifade edilebilmektedir. Öğrendiklerimizin temel amacı, insan davranışındaki uyumu ve iki yöne doğru olan uyumu daha iyi sağlamaktır. Jung’a göre tüm insanlık ve tüm toplumsal sistemler öncelikli olarak meslek, aile, toplum gibi dış yaşama ardından ise kendi varlığı ve insan doğası gereği ihtiyaç duyduğu hayati talepler olarak iki cepheye de adapte olmalı (2015b, s.110). Jung’un kavramları ve kuramları doğrultusunda günümüzde insanların yaşadıkları en büyük tehlikenin, kendi ruhlarını tanıyamamaları ve bu ruhun yaşadığı sorunları analiz edememeleri olduğu ileri sürülebilmektedir. Ruhsal sorunları sadece bireysel olarak atfetmenin doğru olmadığı, ruhun yapısını daha iyi anlayabilmek adına ruhu evrensel bir sorun olarak görüp buna ulaşılabilecek çözüm yollarının dikkate alınması gerektiği vurgulanmaktadır. Bireylerin hayata bakış açılarının, tutum ve davranışlarının, kişiliklerinin tam anlamıyla anlaşılabilmesi için bilincin yanında bilinçdışının da bilinmesi gerektiği sonucuna varılmaktadır. Özellikle atalarımızdan miras aldığımız ve kişiye özgü olarak tanımlanamayan kolektif bilinçdışı ve kolektif bilinçdışının içeriğini oluşturan arketiplerin hayatımızı etkilediği bunun yanı sıra, kişisel bilinçdışında yer alan geçmişte yaşamış ve bastırmış olduğumuz belirli duyguların kompleksler olarak hayatımızda belirginlik gösterebildiği gözlemlenmiştir. Rüyaların ise bireyin kişiliğinin eksik olan, tamamlanma arzusunda olduğu yönlerini ortaya çıkardığı ve kişiyi yaşamış olduğu veya yaşayacağı tehlikeler konusunda uyaran bir etkiye sahip olduğu görülmüştür. Her bireyin hem iç hem de dış dünyasının bulunduğu ve birinde yaşanan sorunun diğerini etkileyebileceğinin Jung’un içedönüklük ve dışadönüklük olarak tanımladığı kişilik tutumları ve bu doğrultuda dile getirdiği düşünme, hissetme, duyum ve sezgi işlevleri ile vurgulandığı gözlenmiştir. Sonuç olarak bireylerin ruh yapılarına ve ruhun yaşadığı sorunlara gereken önem verilmediği taktirde gelecek dönemde dünya genelinde yaşanabilecek sorunların da artacağını öngören Jung’un, ruhun yapısının incelenmesini modern günümüz toplumu için kaçınılmaz bir gereklilik olarak tanımladığı gözlemlenmiştir. Günümüzde bireylerin birbirlerini anlamak için çaba sarf etmediği, iletişim teknolojileri üzerinden bilgi ve iletişim paylaşımının yoğunlaştığı ancak gerçek anlamda bir iletişim sürecinin tam anlamıyla aktarılamadığı düşünülmektedir. Ürünlerin meta haline geldiği bir toplumsal düzende; insanların kendilerine ve birbirlerine yabancılaşması, kendi benliklerini tanıma noktasında yaşanan yetersizlikler nedeniyle psikolojik ihtiyaçların giderek artması Jung’un psişik (ruhsal) tehlike olarak adlandırdığı tehlikenin boyutunu göstermektedir. Bu bağlamda dünya genelinde gelecek dönemde daha büyük sorunlar yaşamamak ve gelecek nesillere sağlıklı kişiliklere sahip bireyler yetiştirebilmek için insanların psikoloji bilgilerini artırarak ruhun yapısını anlamalarının ve ruhun yaşadığı sorunları doğru şekilde analiz edebilmelerinin önemli olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu çalışmanın bütünsel bir bakış açısıyla ele alınması nedeniyle Carl Gustav Jung’un kavramları, kuramları veya düşünceleri üzerine yapılacak diğer çalışmalara katkı sağlayacağı düşünülmektedir. International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS) December 2020 : Volume 6 (Issue 2) / e-ISSN : 2458-9381 Sevgi Kavuta Öğretim Görevlisi, İstanbul Gelişim Üniversitesi, İstanbul, Türkiye. MAKALE BİLGİSİ Makale Geçmişi: Başvuru tarihi: 16.09.2019 Düzeltme tarihi: 01.12.2020 Kabul tarihi: 21.12.2020
__________________ Hanif kalmak cesaret ister... |
| ![]() |
![]() |
Etiketler |
astroloji, carl, gustav, görüşleri, jung, jungın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |
![]() | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Cevaplar | Son Mesaj |
Carl Gustav Jacob Jacobi Biyografisi,Carl Gustav Jacob Jacobi Hayatı | AftieL | Bilim Adamları | 0 | 18 Mayıs 2014 20:35 |
Carl Gustav Hempel | Elysian | Felsefe | 0 | 10 Mayıs 2014 10:09 |
Keşfedilmemiş Benlik - Carl Gustav Jung | Afrodit | Kitap Tanıtımları | 0 | 30 Temmuz 2013 20:41 |