Melodram | 08 Şubat 2015 04:04 | Cevap: her şey anını bekler Jelibon yiyerek selamlıyorum seni, yanımda Oğuz var. Sevdiğim adam.-bunu derken de insan bir sorumluluk hissediyor üzerinde, Atay'dan bahsediyorum, bu sorumluluk daha fena- Ona anlatıyordum bunları da, sonra sen geldin aklıma. Şöyle başlayayım istersen, pat diye konuya girmiş olalım. 6 yaşında bebek sevmeyi öğrendim, 7 yaşında ona bakabilmeyi. 9 yaşında kalbin zararlarını fark ettim, yine 9 yaşında hayatımdaki ilk vedayı yaşadım. 11 yaşında çok büyüdüm. 14 yaşında biyolojik gelişim olarak ana denilebildiğini düşünüp, anne gibi hissettim. 17 yaşında gözüme kırmızı kalem çektim, pişman oldum. 18 yaşında saçlarımı düzleştirerek büyük bir hataya imza attım. 19 yaşında öğrendim duyguların nasıl öldürüldüğünü, 21 yaşında kalbimi geri döndürebileceğimi sandım, 22 yaşında geri döndü ve yine 22 yaşında sonsuzluğa doğru bir yolculuğa çıktı. 22'den sonra insan oldum, ben oldum, tam oldum. Hem de bunca eksiğe rağmen. Saysam eksikleri, kesin bir 22 yıl daha gider ömrümden ama hepsi boştur eminim. Sayabildiğin bir şey eksik olmaz bence. Eksikse, gider alırsın çünkü, tamamlarsın. Buzdolabında bir eksik olunca ne yapıyorsan, kendin için de onu yaparsın. Olmaz mı öyle? Denemedik ki hiç. Neydi o klişe laf, paranın satın alamayacağı şeyler. Şu 'şeyler'e bir çözüm bulamadık, bunca yıldır insanız, onca yıllık insanlık tarihi var, bir şey'e çare bulamadık. Dolduramadığımız boşluklara şey demeyi de kim öğretti bize, gelsin buraya, gelsin de ya hepten kapansın bu konu ya da dolduralım boşlukları, gerekirse taşalım ama bir şeyler yapalım. 22 yaşında öğrendim dizginlemeyi, pek tavsiye etmem aslında, tavsiye edecek yaşta değilim, tavsiye edecek tecrübede hiç değilim ama Freud bazen kafamı karıştırıyor. Kalbiyle bağlantısını kesmiş insana tecrübeli denir diyor, nasıl korkuyorum biliyor musun? Mümkün değil çünkü o bağlantının koptuğuna inanmam, sorun bağlantıdan haberimin olmaması. Yani yeni neslin tabiriyle haberim yokmuş gibi taşıyorum bu kalbi. Yeri belli, muhtemelen tıkır tıkır da işliyor bir yerde yığılmadığıma göre, peki sorun ne o zaman diye soruyorum kendime. Aslında sormadım biliyor musun? Sürekli biliyor musun diyorum da, bilmesen de olur, sakın gerilme. Bilmeyeceksin zaten. Ne diyordum, kalbin işleyişi... Muhtemelen 3. dalga toplumunun etkisine girdi kalplerimiz. Yani teknoloji gelişti, çoğu kalp makineleşmeye başladı, iletişim ağı hızlandı, haberleşme oranı arttı, iş gücü azaldı. Ha? Böyle mi ki? Eski sistem bir kalbi, yeni toplum düzenine alıştırmak gibi bir şey herhalde bu. Kalbin işlemesinden çok, kalbe bir şeyleri işleme çabası. Yani zoraki yandaşçılıklar. Vesaire vesaire diye de devam etsin çünkü konumuz bunlar değil. Konu tamamen 17 yaşında neden o kırmızı kalemi sürdüğüm. Böyle kapatalım konuyu, çünkü ilk akla gelen saçmalık mutlaka bir pişmanlığın eseridir. Buna da literatürde bir yerinden bir şey uydurmak denebilir. Özeti de şudur: Her şeyi bir kenara bırak, hatırladığın anları sil ve bekleme. Sadece bunu demek için gelmiştim ama uzatasım geldi, çünkü 25 yıl yaşamak da yeterince uzun geldi. Şu intihar eden yazarlar gibi bitirmeyeceksek hayatımızı ne anladık ki bu işten? Neye karar vereceğiz, kendimiz dışında? Ama daha erken, henüz o kadar da delirmediğimize göre, eh dişlerimizi fırçalamış olmanın verdiği güvenle gülebildiğimize göre, orda dur bakalım, diyeceksin kendine! Ballı bir süt yapacaksın, uykunu getirecek, mutlaka sağ tarafına dönüp uyuyakalacaksın. Sabah uyanınca, bu ne biçim gün diyeceksin, anlaştıysak dağılalım. Biliyor musun çok güzel dağılırdın sen. Dağıtırdın da diyebiliriz, sen nasıl istersen. 04:04 İyi geceler demenin anlamsızlaştığı saatteyiz. Anlam mı? |