![]() |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Seni tekrar istemek mazoşistliğe girer. |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ İşe telefon açıp, “gelirken buğday al” dedi. “Naapıcan buğdayı kızım” diye sormadım.. Söylemezdi ki.. Dünyanın en sevimli delisiydi.. O öyle biriydi işte. Küçücük giz dolu oyunlar başlatırdı. Ne buğdayı, naapıcak acaba, nereden alıcam ben şimdi.. Merak etmeye başladığım anda kendimi çoktan oyunun içinde bulurdum.. Evet, oyun başlamıştı. Savaş’a “Buğday almam lazım, nerde satılır” diye sordum.. -Haa? -Buğday -Eee, nolucak buğday? -Hiç.. Tavuk buldum da bi tane.. Buğday veriyim diyorum.. -Sittir lan.. Ciddi miyim diye gözlerime baktı.. ben de çok ciddi baktım.. -Gültepe’de bir civcivci var ama.. Buğday satar mı bilmem.. Daha çok suni yem olur onlarda.. -Yok, suni yem olmaz, buğday lazım.. Yumurtanın sarısı doğal renginde olmuyo o suni şeylerle.. Pis bi rengi oluyo.. En iyisi buğday.. -Ha bi de yumurtluyo.. Harbi tavuk yani, ciddi bi tavuk kimliğine sahip.. Bir ara ben de besledim.. Spenç tavuğu diyorlar.. Tam yumurta tavuğuydu.. Bazıları et tavuğu oluyor ya, pek yumurtlamaz onlar.. Bak ne diycem, esas darı sever hayvan.. Çift sarı çıkarır.. Darı al sen ona.. Oyun böyle bir şeydi işte.. O başlatırdı.. Hayatınıza aniden buğday, darı, tavuk, yumurta ve size “yedi kafayı” diye bakan bir sürü insan girerdi.. Komik, sürükleyen, ama paylaşılan giz nedeniyle bir o kadar da heyecanlı bir oyun.. Büroda durduk yere başlattığım tavuk geyiğine daha fazla dayanamadığımdan, buğday bulmak üzere çıktım. Buğday.. Noolcak acaba.. Kuruyemişçilerde var mıdır? -Keşkeklik mi? Aşureye falan mı katçaanız? -Ne? -Buğday sormadın mı? -Ha evet, olabilir.. -Sonunu dün sattım..Yok.. Hıyar kuruyemişçi! Lan madem yok, niye aşure mi keşkek mi car car ediyorsun.. sana ne.. Bu millet de bi tuhaf ha.. Buğday var mı, var.. Ya da yok. Bitti, bu kadar.. Sana ne ne olacağından. Az kaldı özel hayatıma giriyordu herif.. Hem bir tarım ülkesinde buğday bulmak bu kadar zor mu olur kardeşim.. Sinirleniyorum ama.. Hani lan bu ülke bir tahıl ambarıydı.. Adam başı buğday olması lazım.. Kendi kendime gülüyorum.. Biliyorum, o da gülecek.. Gülücez.. Öpücem sonra.. Sonra, sonra.. Noolcaksa o buğdaylar.. Mısırçarşısı’na gidiyorum, oradaki baharatçılarda kesin vardır.. bu arada, kendimi gerçekten tavuk gibi hissetmeye başladım.. Buğday arayan acıkmış bir tavuk.. Bık bık bık. Bıdaaak.. Aslında içimde garip bir mutluluk var. Her şeyi birden unutup bir avuç buğday için İstanbul’u dolaşıyor olmak içten içe hoşuma gidiyor. Onu bu yüzden seviyorum galiba. Bana da sıçrayan bir tılsımı var.. Her şey bombok giderken, nooluyosa bir şey oluyor.. Onun yarattığı illüzyona dalıp oyun oynuyorum.. Çocukmuşuz biz.. O, mısır saçlı, habire sümüğünü çeken afacan bir kız, ben dizleri yara içinde haşarı bi velet.. Dünyanın zillerini çalıp, vınnn kaçıyoruz. Şimdi ne kadar alıcam ki ben buğdaydan.. Bir kilo yeter mi acaba? Evde tarım yapıcak diil ya, yeter herhalde.. Anlarmış gibi buğdayları karıştırırken yakaladım kendimi, iyisini seçicem sanki.. Neyse, aldık işte.. Bir kilo buğdayımız oldu. Yanında bir tane de ufak rakı. Manyağım lan ben.. Bariz manyağım.. “Geldi mi buğday” diye sordu. Gözleri ışık ışık.. Meraktan çatlıyorum ama, belli etmeden “ıhı” diye torbayı uzattım. Cadı! Aldı torbayı masanın üstüne koydu. Ne olacak şimdi bu buğday? Sormayacağım ama.. ”Naaptın” dedi.. Elinin körü.. Saatlerdir buğday arıyoruz herhalde.. “Toprak mahsülleri ofisine gittim canım. Taban fiyattan destekleme alımı yaptım..” Gülüyor. Her şey o gülsün diye zaten.. Bence onun kadar güzel gülebilen yoktur. Ama bu gerçek yani. Çok gülen insan gördüm ben. İşim gereği. Hakkaten bakın, ben bu konuda otorite sayılırım. Ben sizinle geyik çevirirken o kayboldu. Birazdan, elinde bembeyaz bir güvercin. “Bak şimdi “dedi; “Bu senin dilek güvercinin.. Ona avucundan buğday yedireceksin, sonra gagasından öpeceksin ve bir dilek tutup gökyüzüne bırakacaksın.” Dedim ya, tılsımı var onun. Aniden güvercin de çıkarır, tutup yaşamınızı bi saniyede masala çevirir.. Bitmesin istersiniz.. “Bitmesin” diye dilek tutup güvercini gagasından öptüm. Balkona çıktık sonra. Pıt pıt kanat sesi.. Pıt pıt iki çocuğun yüreği.. Balkona yıldız tozları mı yağdı? Çok mu güldük.. peki çok gülmek iyi midir gerçekten.. Ağlar mı sonra insan.. Babaannem Deli Fadime’nin dediği gibi “Dünyanın düz murâdı yok” mu.. “Çok muhabbet tez ayrılık“mı peki.. Noolur “öyle diilmiş” olsun. Noolur bitmesin.. Pıt pıt.. Yüreğim.. Gece.. Yemin ederim, yıldız tozu yağıyor.. Ertesi sabah Kadriye oldu.. Espiri olsun diye bahar temizliğine girişti. Kadriye.. Onun masal kahramanlarından biri. Söylediğim gibi, yaşam bir oyun onun için. Gerçekle dalga geçer hep, sevmez sanki.. İlk Kadriye olduğunda yeni tanışmıştık.. yine işe telefon edip yufka ve çökelek istemişti. Buğday gibi değil, onları daha kolay buldum ve eve gittim. Kapıyı çaldığımda yeri siliyordu. “Ayağını çıkar kocacım” dedi, “yeni sildim”. Çok güldüm. Yufkayla çökelekten “yanmaz tavada sana böreği” yaptı, yedik. Sonra eline bir tığ alıp dantel örüyormuş gibi yapmaya başladı. “Delirdi” diye baktım. Saçlarına bigudi tuttururken “Naapıyosun yaa” diye sordum. “Nooluyo kızım”.. Garfield gibi gözlerime baktı. “Yarın eltimgil gelecek” dedi. Sonra güldü. Nasıl güldüğünü biliyorsunuz. O gün bana “annesi gibi” olmuştu. Ya da benim annem gibi. Oynuyordu. Başka bir şey. Herkesin “gerçek” diye bildiği şey, onun için sonuna kadar sahte ve saçmaydı. Komikti ama, ürkütücüydü. Yani hep oynanamazdı ki.. Eninde sonunda hayat “bööle bişeydi” işte.Yoksa değil miydi.. O Kadriye olup “çekirdek aileyle” dalga geçmeye başlayınca ben de rolümü aldım. “Fehmi” diye bir herif oluyordum. Çizgili pijamamı ayağıma geçirdiğim gibi biraları içip televizyon karşısında pıt pıt zapping yapıyordum. Gülüyorduk sonra. Kadriye ve Fehmi çekirdek rolünden çıkıp biz oluyorduk. Pıt pıt, iki çocuk yüreği.. Onun masal kahramanları bir tane değildi ki.. Bazen Müge ile Furkan olurduk. Aslında onlar bizim arkadaşımızdı. Ama o, onların ilişkisini sahte ve anlamsız bulurdu. “Kola alır gibi işte, birbirlerini ve herşeyi tüketiyorlar.” Müge olduğu zaman “Eskeyp’e gidelim mi, Trafo’ya zıplayalım mı diye sorardı. Ama asla gitmezdik. Onun dünyasından çıkamazdım. Ben çıkmak ister miydim peki? O zamanlar bu soruyu kendime hiç sormadım. O, “dışarıdakiler”i öyle iyi biliyor ve anlatıyordu ki, ara sıra “dışarı kaçtığımda” bile onunla oyun oynuyormuşuz, o bana “gerçeğin masalını anlatıyormuş” gibi olurdum.. Ha bir de, en önemlisi “öpücük balığı” vardı.. Onun en yalın ve samimi hali. “Ben öpücük balığıymışım” deyip yanağıma bin tane masum öpücük konduruyor, dakikalarca pıt pıt pıt öpüyordu. Öpücük balığı, öpücük balığı, pıt pıt pıt.. Masallar biter mi, biter işte. Arasına reklam girecektir, güzellik maskesi takılacaktır, savaş vardır, birileri öldürülecektir, birini kör bırakacaksınızdır, birinin yüreğini söküp atacaksınızdır.. Zehirlenecek denizler, ağlatılacak çocuklar.. İşiniz vardır yani, öyle önemli, öyle vazgeçilmezdir ki.. Bir gün bana “gitme” dedi.. Ama hep öyle derdi.. “Yelkovan dokuzun üstüne gelinceye dek.. Bu şarkıdan iki şarkı sonra..” Hiçbir keresinde bırakmazdı beni. İyi, tamam, oynadık, bitti. Dönüşte yine oynarız.. Dinlemezdi.. ”Bak şimdi bu çerez tabağını dökücez; leblebiler saatmiş, üzümler dakika, fındıklar günmüş ama.. Sayalım, o kadar sonra git..” Pazarlık ederdim. “Fındık gün diilmiş, leblebi saat.. ona tamam.” “Peki” derdi. Sonra aniden nereden bulduğunu bilmediğim tek şamfıstığını çıkarıp “peki bu yılmış, yıl olsun“ derdi. “Yüzyılmış tamam mı, ölüm gelinceye kadarmış..” Üzümleri, leblebileri falan sayardık sonra. Tek şamfıstık, o yüzyıldı.. O ölümün geldiği zamandı. Onu pek tartışmazdık. Onu açar, yarısını yer, yarısını bana yedirirdi. Sonra, sonra o öpücük balığı ve ayrılık.. “Ben gidiyim” dedim.. Sesi boğuktu.. ”Gitme” dedi.. Ama söyledim. Hep öyle derdi.. Giderdim sonra. Döndüğümde oradaydı, bilirdim. Yine “gitme” derdi.. “Gitme” dedi.. Gözlerinde yaş tomurcukları, birazdan duracak dünyalar, sanki hepimiz ölücez. “Bu kez gitme”.. Gitmesem olur sanki.. “Ama bunun sonu yok ki” dedim.. “Yok işte salak “dedi.. ”Hep sonunu istiyorsun. Sonu, bittiği yer, tükendiğim zaman.. Yerine yenisini tüketmeye başlayacağın zaman.. Bu kez gitme işte.. Gitme..” Karşısında bir çocuk gibi duruyorum.. İçimden bir çocuk o duvarı tırmanıp aşmaya çalışıyor ama olmuyor.. Birileri yıllarca ördü o duvarı.. Annem koydu bir tuğla, sonra babam.. Dayım, öğretmenim, komutanım, patronum, radyom, televizyonum.. Gidicem ben, işim var işim.. Çıkıp sokak kedilerini tekmeliycem, yalan söyliycem, rakı içicem.. Hasan’a borcum var.. Tarık’la sözleştik, kaçıcaz hafta sonu, karı bulmuş.. İlknur iş arıyo sonra.. Resmen iş istiyo işte, aramıştır.. Onun yeri ayrı ama İlknur da fena değil şimdi.. İşim var.. İşim.. “Gidiyim ben” dedim.. Bu kez gözleriyle “Gitme” dedi.. Ben de ona “gözlerim sana mı kaldı” gibisinden baktım.. Tek mi sana kısmet olacak sanıyorsun benim “çivileyen bakışlarım”.. İşi var gözlerimin. Kritik pozisyonlara bakıcam, topa konsantre olucam, Top Secret’ı izliycem, günlük kuru yakından takip edicem.. İlknur’un kalçalarına bakıcam.. MTV’nin klipleri, savaşlar, siyah-beyaz yerli filmler.. İşi var gözlerimin.. Sonra yıldırımlar çaktı.. Hiç susmadım.. “Hayat masal mıydı yani?.. Dışarıda millet birbirinin gözünü oyarken, biz burada yanak yanağa.. Noolcaktı yani.. Leblebiden saat olur mu.. “Vakit” denen nanenin ne demeye geldiğini herkes biliyor artık.. İyi.. Pıt pıt pıt öpüşelim, sen beni seviyormuşsun, ben seni çok.. Ee, Anangil “Oturma odası takımını erkek tarafı alsın” dediğinde ne bok yiyecez peki? Öpücük balığını mı satacağız..” Nefes nefese sustum.. “Dışarıdakiler” dedi.. “Dışarıdakiler, bunu beceremez işte.. Öpücük balığını kimse alıp satamaz.. Sen bile.. Diyelim ki öyküsünü yazdın, beş para etmez..” *** Bir varmıştı, şimdi bir yokmuş.. Nevizade Sokağı’ndayız, yol boyu meyhane.. Masanın altından İlknur’un elini tutuyorum.. Dördüncü kadehten sonra sayamaz oldum rakıları. Bir çingene, yanındaki masaya keman çalıp haykırıyor “Dönülmeyyz akşamıyyn ufuğuğun daiiz, vakiyyt çook geyç artık..” Elini darbukaya röntgen filminde her patlattığında gözümün önünde bi dudağı gökte bi dudağı yerde masal devleri görüyorum.. Gümm! Dev.. Güm! Lamba cini.. Güm! Haramiler.. Kocaman bir davulun üstünde küçük bir şey kırıntıları dökmüşler gibi, belki öpücük balığının yemleri onlar.. Hani onun en yalın ve sevimli hali gibi.. Gümm!.. Zıplıyor hepsi, gümm zıplıyor her şey.. İlknur’un göğüsleri kliplerdeki gibi havalanıp zıplıyor.. Uçuşup tekrar yerine düşüyor, tabaklar, yıldızlar, sigaram.. Canım yanıyor.. Sonra pıt pıt pıt.. darbukaya üç parmak darbesi vuruyor çingene.. Masalların sonunda gökten teklifsizce düşen üç elma bunlar.. Ben görüyorum, İlknur görmüyor, kimse görmüyor.. Müzik bitti.. İlknur bir şeye gülüyor.. Masanın yanı başında, tuhaf, simsiyah gözlüklü, başı sımsıkı bağlı bir kadın var.. O hep var Nevizade sokağında.. Elinde kocaman bir çerez kavanozu, sormadan, avucundaki çay bardağını kavanoza daldırıp, bardak dolusu kuruyemişi masamıza boşaltıyor.. cebimden para bulup kadına uzatıyorum.. Aklımda zamanın en acı tadı.. ”Peki kaç leblebi var bunun içinde teyze” diye soruyorum.. Kadının suratını yıllar bıçaklamış, sesinde hırıl hırıl alaycı bir öfke; “Manyak mısın sen koçum?” diyor.. İlknur gülüyor, benim gözüme üç elma kaçtı, masalların kötü kalpli cadısı avucumdaki parayı yolarcasına kapıp yan masaya seğirtiyor.. Az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor.. Öpücük balığı bir iskelede, güneş altında çırpınıyor.. İlknur’un gözlerinin işi var, benim yüreğim kovulmayı çoktan hak etmiş, boşta gezer.. Uzaklarda bir çocuk, uyuyakalmış ninesini sarsıp “Bana masal anlat” diye ağlıyor.. Diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor. Atilla Atalay. |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Merhaba pati dostum biz asla vazgeçmedikten sonra ve dost yürekleri taşıdığımız kadar engelleri aşarız ^^ [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, her şeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kimbilir, doğrudur belki de! . Adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin esrarı büyüleyici! Romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı! Ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. Maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. Yani, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. Özveri denebilir buna. Evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. İnsan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. Bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. Sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . Sakın ha üstüne alınma, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Ben seni kırmak için yaratılmadım. Uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! Belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama her şey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! Beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? Seni kaybettim. Bunu biliyorum. Seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. Ortadaydı. Bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! Sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. Hala da saygıyla ağlıyorum. Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: Tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. İnadıma öfkeleniyorsun. Seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da aşk işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! Dur, dur, bağırma, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. Yaralandım. Bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. Çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. Bir gerçek aramıyorum felakete. Bir bahane göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. Eğer hissediyorsan, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmakuçlarım neşterdi çünkü. Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Küçük İskender |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ “Ama unutmak insanın yapabileceği değil, başına gelecek bir şeydir ve benim başıma gelmedi.” John Fowles |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ neden seroquel ? |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor.. Öpücük balığı bir iskelede, güneş altında çırpınıyor.. İlknur’un gözlerinin işi var, benim yüreğim kovulmayı çoktan hak etmiş, boşta gezer.. Uzaklarda bir çocuk, uyuyakalmış ninesini sarsıp “Bana masal anlat” diye ağlıyor.. Diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor. (Bana bu sabah cok keyıflı bır okuma sundu opucuk balıgı :) pıt pıt pıt cok optum bende Mara .. |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Ne mutlu öyleyse bana @[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] , çok sevdiğim hem gülümseten hem kederlendiren bir hikaye. |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Kaşları gürdü, burnunun üzerinde neredeyse bir araya geliyordu ve kendi gürlükleriyle kıvrılıyor gibiydiler. Ağzı ağır bıyığınının altından görebildiğim kadarıyla, kararlı ve azimli görünüşlüydü; tuhaf bir şekilde keskin dişleri vardı, bunlar dudaklarının üzerinde çıkıntı yapıyordu. Dudaklarının dikkatçekici kırmızılığı, o yaştaki bir kadın için hayret verici bir canlılığa işaret ediyordu.Kulakları solgundu ve tepeleri oldukça sivriydi,çenesi geniş ve güçlüydü, yanakları zayıf,ama diriydi. Sıradışı bir solgunluk vardı yüzüne kont drakulaya dönüşüyordu ilknur. pıt pıt pıt ben de öpüyordum. |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Herkes uykudayken, herkes üzerime bahsini çoktan oynamışken, beklentilerini masaya yatırmışlar ve hepsini tek tek kaybediyorlarken sessizce öldüğüm bir sabaha uyanıyoruz hepimiz. Bir ince jilet izi bileğimde; çok sevmek istedim sizi, siz yoktunuz. /giz. |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım Eskimiş şeylerle avunamıyoruz Domino taşları ve soğuk ikindiler Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık Gölgemiz tortop ayakucumuzda Sevinsek de sonunu biliyoruz. Turgut Uyar. |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Beni çağırmadınız, kalkıp ben kendim geldim. Uzaklardan size bir haber getirdim geldim. Bıraktıklarınızdan, unuttuklarınızdan, Sımsıcak-anılası günler getirdim geldim. Gömütleri andıran yapılarınızdaki Yaşantılarınıza evler getirdim geldim. Tek-tek, ayrık-soluyan bitkiseller yerine Yüzyüze-dönük-gülen sizler getirdim geldim. Solarken suladığım, koparken bağladığım, Ölürken canladığım sözler getirdim geldim. Özdemir Asaf |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ "... konuştuklarımız başlangıçta her zamanki gibiydi, birbirimizi kavrıyorduk, ele geçiriyorduk, sonra sonra işin can damarına geldik. durdum. benden söz açmıştı, beni bulmaktan... durdum. sen zaten arıyordun dedim, bir şeyler arıyordun dedim, onları bulmaya hazırdın dedim, o zaman karşına ben çıktım, hazırdın bulmaya, bende buldun o aradığını, bende görmek istediğin, bulduğun şeyleri bulmaya hazırdın..." Bilge Karasu |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ insan dalgın bir belgedir kendiyle hayat arasında neden eve dönmekten ibarettir hayat neden bazen simsiyah bir doğruyla denilir, devletin ve allah’ın en iyi fikridir kış bütün evlerin en mükemmel hatasıdır baba başka incirin yarasını başka incir de bilmez gibi talandır bu herkesle herkes olmak kopan umur ufalan ödün adıyla iki lekenin birbirine dağılmasına sadece aşk mı denir Seyyidhan Kömürcü. |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ yuvasını bozduğum kuşların ahı desem çocuktum talihim el etse de gidemem kırar mesut ânımı bir vuruşta kabahat olsa olsa doğduğum burçta. yok içimde yılların şevki çocuk sevincim yarım gençlik dediğin ne ki ne kaldı bunca emekten avuçta? yuvasını bozduğum kuşların ahı desem çocuktum hesabı olur mu, ölüm denilen uçta? her sayfamız karalı her sayfayı çevir ne dünyalık iş yaptık ne ahiretlik zararlı biz çıktık yine sonuçta kabahat olsa olsa doğduğum burçta! Salih Mirzabeyoğlu |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Salih Mirzabeyoğlu Candır ! |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ adın deler dağ başında karları kokun aşar dereleri yarları |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ ben seni hiç üzmem papatya çayı yapmak isterim sana sonra portakal çayı fume lapseng souchong çayı ama ben seni hiç üzmem deliririm yalnızca sessizce tek başıma deliririm beni lape'ye koyarlar koyu türk çayı içerim orada yalnızca. - Lale Müldür |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Seni Öğretmene söylücem. |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Alıntı:
|
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Nadir anlatırdım, bilen bilirdi. “Kendini mutsuz etmekten vazgeç, şu ana odaklan, ona odaklan, bir kere olsun kötü sonu düşünme” demişti, en iyi arkadaşımdı, her zaman haklıydı. İçimden; “Olmayacağını biliyorum, tadını çıkaracağıma söz verdim sadece” diye geçirişimin üçüncü sevmekten dişlerimin sızladığı saatinde dağıttım ortalığı, benim olmayan bir şeyin, benim’miş’ gibi yapamayışımın şu yaşıma geldiğim yılında, çünkü ben de böyle bir insandım; bok ettikçe haz aldım, ‘madem öyle işte böyle’ rest tepesine bayrağı yine ben çektim, gardıma çarpan bahaneleri etrafımı çevreleyen bir fanusa dönüştükçe yankılanmaya başlayan iç sesim saçımı okşayan bir şefkatle kulağıma fısıldıyordu: Bütün bu imkansızlıklar çerçevesinde, aslında sebep çok basit. Sevmenin, ne yazıktır ki bir ‘yeterince’si var bebeğim ve o, seni yeterince sevmiyor. (Ne kadar değersiz hissettiğimi tasvir edecek bir değer bile bulamıyorum. Sahiplenilmemek ne kötü) İç sesim saçımı gerçeklerle okşarken, ben, onun karşısında küçüldükçe küçülüyordum. Ne yapayım, seviyordum. Bana yoluma gitmekten başka çare bırakmayışının beşinci belki de onuncu üzgün cümlesinde “Nereye gidiyorsun amına koyayım ya” yerine “Gitme” demesi gerektiğini biliyor, lakin beni ‘yeterince’ sevmiyordu. Tıpkı; “Sen benim sevgilimdin, bunu anlayamadın” yerine “Sen benim sevgilimsin, bunu kafana sok” demeyişinin, neredeyse her gece küfür kıyamet vedalaşıp sabahında birbirimizi sevdiğimiz bilmem kaçıncı ayında ‘yeterince’ sevmediği gibi; bana vazgeçmekten başka çare, nedendir ki kendisi de beni bırakmıyordu. (Kimseyi, gülümseyerek ağlayacak kadar çok sevmeyin) Bu kadar zor olmamalıydı, böyle gitmezdi biliyorduk, biliyordu, “başkalarıyla takılacağım artık, bıktım senden, kurtulursun işte rahat edersin” dediğimde alaycı ve son derece bizden emin bir mutlulukla “Sen yapamazsın öyle şeyler” demekten geri kalmıyor, duymaya ihtiyacım olanları söylemiyordu. Asla söylemeyecekti. Nadir ağlardım, bilen bilirdi. “Geldiğinde her şey farklı olacak, bak göreceksin, sana bu kadar yakın olduğunda o da fark edecek, siz kopamazsınız” demişti, kardeşimdi, kahvemi yudumlarken buna gönülden inanışımın ertesi gününde mahvettim her şeyi. Böyle bir insandım, yapacak bir şey yoktu. Benim’miş’ gibi yapamadıkça hırçınlaşmalarım ve tekme tokat dalmak isteyişlerimin ardındaki o ‘çok’ olan lanet duygu, tadını çıkarmama izin vermiyordu. Ben, belki hala umut ettiğimden, belki de yapmam gereken her şeyi yapmış olmanın verdiği saçma rahatlıkla onu tamamen bitirebildiğimde, o çok sevdiğim şapşal bakışlarının karşısında kararımdan caymamak için her şeyi yapmaya devam ediyordum. O, beni kaybedeceğini biliyordu; hiçbir şey yapmıyordu. Emindim, sevmenin bir yeterincesi vardı, beni yeterince sevmiyordu. ebru vatansever |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ ecelime berceste sevgilim biliyorum, o da benim gibi solmaya gönüllü hüsnü yusuflara aşıktı. küçücüktü, hüzünlüydü, namussuzdu koynuma büsbütün girdiğinde alkollü ölümlüydü ölüme bıçak çekmeye alışıktı ona tertemiz bir cinayet verecektim ona tertemiz bir iltihap verecektim ona tertemiz bir ihanet verecektim dinlemedi beni.. vurdu kapıyı.. çıktı.. iskender. |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ o yar gelir, oyar gider. Büyük İskender |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Sen kollarıma asla gelmemiş sevgili, sen yitirilmiş olan daha başından, senin hangi şarkılar gider hoşuna hiç öğrenemedim. Vaz geçtim ben seni gelecek anın kabaran dalgaları içinde tanımaya çabalamaktan. İçimdeki tüm uçsuz bucaksız imgeler - - çok uzaktaki derinliğine hissedilen peyzaj, şehirler, kuleler, köprüler ve patikaların tahmin- edimedik dönemeçleri ve şu bir vakitler nabzı tanrıların hayatıyla atan kudretli topraklar - - tümü, beni her zaman atlatan seni anlamlandırmak için içimden yükselirler. Sen, sevgili, daima hasretle seyrettiğim bahçelersin sen. Bir kır evinde açık bir pencere - -, ve sen daha yeni atmışsın adımını dışarı, dalgın düşünceli karşılamak için beni. Rast gele geçtiğim sokaklar, - - sen onlarda az önce yürümüş ve gözden kaybolmuşsun. Ve bazen, bir dükkanda, aynalar hala sersemlemiş olurlardı senin orada bulunmuş olmandan, irkilmiş geri verirlerdi benim çok ani hayalimi.Kim bilir? belki de aynı kuş yankılanıyordu içimizden ikimizin de ayrı ayrı, dün akşam. Rainer Maria Rilke |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ /watch?v=sOgoH3jkjDs I Rüknettin’in aynalarda ağladığı kadar var. bir mevsimin kıyısından tutarsan Rüknettin kurak ovalara yağmurlar yağar, ayak bileklerinden kavrarsan bir harfi, kalbin şiir olup vadilerini sular. senin de vadilerin vardır Rüknettin! kehanetler kurarsın, yağmalarsın kendini kurtarıp o yangında ilk önce kalbini niyedir, aynalarda azalır sesin. II doktorum ben bu kalbimi sarınır örtünürüm kış gecelerinde o nu yakar ısınırım üşürsem helak olacağımdan korkarım. doktorum gayya kuyusuna inmek istemem bana bir ip uzat, yağmurlar istemem aynaları kırarım,suretimi istemem mevsimler dönedursun, bu dünyayı istemem yalnız Allah’ı anmak isterim ben Allah’ı isterim. III ben hep aynalardan geçerim doktor IV hep böyle midir kalbin hep böyle yavaş mıdır Rüknettin aynalar sana bir savaş mıdır Rüknettin yarin dudaklarından trenler geçer de kalbinin istasyonunda durmaz mı sen hiç satrançta yenilmez misin atına binip hep gider misin bilmez misin, atından ayrı düşen bir vezir zehir gibi çoğaltır kanında yalnızlığı ve nihayet şahlar da aynalardan geçer bir sen mi kalırsın bu rüyada Rüknettin herhalde hep böyledir bu dünya sevenlere bir tuzaktır Rüknettin. V Rüknettin’in Kalbi’nin Birinci Muhasarası buraya kalbinizi kuşatmaya geldiydik konuşmayı unuttuyduk hâl diliyle söylediydik dua okuduyduk, yağmur dilediydik kalbinizi kuşatmaya geldiydik. hoşgeldiniz. buyrun, işte kalbim. adımı unuttuğum zamanlarda Rüknettinim gövdesi ihlâl edilmiş bir yetimim. şu kapıdan buyurun, az ilerisi kalbim. VI benim kalbim bir ıslahevidir doktor. yetim bir çocuk durmadan azarlanır içinde benim kalbim gövdesi ıslahevlerine çakılı bir kuştur uçmayı bilmeden ölür kenar otellerde kalbim ıslah olmaz bir kuştur doktor tıkanır, ölür metropollerde ardından Attar okunur. VII bir çiçeği uyandırmak için mi söner bu ateşgâhlar kaldırmak için mi yeraltını o derin uykusundan kurur bu göl ne var ve ne oluyor neden türkü söylüyor fesleğenler uzakta biri mi göründü biri İncil okurken düşüp bayıldı mı bir rüya mı gördü yalnız keşişler ne oldu? VIII adım Rüknettin, tanışıyor olmalıyız bir çay ocağında ya da bir merdiven başında sunmuş olmalıyım kalbimi size bakın! demiş olmalıyım henüz avladım onu iğvanın zehrini boşalttığı kuyularda. yalnız günah parlar zifiri karanlıkta ve kuyudan kuyuya bir yol yoktur bir avcı tüfeğini doğrulttuğunda ay gibi ışıdığında bir aşk bir mevsim yönünü şaşırdığında. hayret etmiş olmalısınız, kalbim hezarfen misali havalanınca. IX korkarım sevgili doktor,bu mektuba kendimisonra bir menekşeyi teheccüde kaldırmayı unutacağım unutacağım hangi şehirde durursam yâr beni karşılar nerede ölürsem bahtıma idamlar çıkar. gülümseyen bir arap olacak yüzümün size bakan tarafı terkedip gitmelerin ağırlaştığı bir güz olacak öte yarısı. alnımın dokunduğu yerden savaşlar artacak ve bahar giysilerine bürünmüş gelirken kıyamet gönüllü mağlupları olacak hayatın doktor ‘yarından korkan adam’ Rüknettin böyle söyler. X siz doktor yazabilir misiniz bir gülü yeniden alıştırabilir misiniz baharı çürüyen toprağa kabaran yağmuru yeraltına ve bir aşkı ayrılığa yakıştırabilir misiniz doktor kanatlarında hüzün ve manolya taşıyan kuşlarla konuşabilir ve trampetimi geri verebilir misiniz bana? XI ah kalbin moğolları! size verecek ne kaldı bir kitap olup yandı da o külünden zehir kaldı bir hayal olup uçtu da gökte melekler bağırdı: ‘eve dön! eve dön!’ döndüm ki şehrin ağrıları üstüme kaldı bulvara uzanmış diskotek kızları süpermarketler, bankalar /toplu insan mezarları/ üstüme kaldı. size ne denir ey kalbin istilâcıları barbar denir, ‘bir hayal yıkan’ denir alın onu da götürün, bir kalbim kaldı. XII bir ilkokul atlasında gemilerim yandıydı cenevizden geliyordum,elimde mektuplarım vardı. elimde ölü bir kızın sağır saçları vardı bir mevsimin ortasında kalakaldıydım bakkaldan manavdan değil, cenevizden geliyordum doktor o kızın saçlarından geliyordum yitirilmiş bir mahkemeden galiba kalbimden geliyordum. XIII o ayaklarını değdirdiğin deniz Rüknettin, yani yarın o ıssız ve derin ülkesi yavrukurtların içli kızlarım kederine ilişkin o hakikat gün gelir, seni açıklarında boğar ve haykırır ardından terkedip geldikleri sulara hiç ağ vurmamış balıklar; eve dön! eve dön! dönersin aklında hüthüt kuşları kalır ardında sevmeyen ve sevilmeyen bir adam kalır ve Rüknettin, senin kalbinden, her akşam utangaç çocuklar yeryüzüne dağılır. XIV güvercinler nasıl taşırsa ömrünü öyle taşırsın sır misali kalbini tabipler o yardan el çekerse aynalar sırrına agâh olur Rüknettin ne bir halvet olur sana bu dünya ne tutuşan gövdene bir gölge suskun balıkların dilini çözen rüya gün gelir sana mihrâb olur Rüknettin. XV bir güle boyun eğdiren nedir o aşk değilse nedir kalbe çıkartılan tutuklama emri aşk değilse ah, o sığınaklardan yitikleri toplayan ve düşlere vuran gemi nedir aşk değilse size kendimden bahsediyorum doktor ‘biraz yağmur kimseyi incitmez’. XVI iyi ruhların arasında dolaşan bir gölgeden sözediyorum acıdan çatlamış kalbi soğuğa dayanıklı kılan bir bilgiden terkedilmiş şizofrenleri ben kar yağarken ıslanmam. XVII benim öbür adım rüzgâr uğradığım orman değdiğim kalp uğuldar. de ki gayb seferinde kaybolmuşum yola haritasız çıkanların yıldızları ve münhâl yüzleri okuyan şarkısını unutmuşum sönmüş taşıdığım ateşle beraber yaz günleri, uğruna okul kundakladığım âyinler. de ki bulunur elbet iyi bir hâl üzre kaybolan kişi. meğer anka değil bîgâneymişim kalbim kendine varmadıkça bitmezmiş yolum, dîvâneymişim uyardı melekler Rüknettinmişim uyandım bir namaz yürür önümde. benim de buharım tüterdi doktor bir zaman, aşktan bahsedilince. XVIII eve annesiz dönen çocukların diline musallat olan ve hazin bir ırmağın geçerken ışıttığı kentlerin diline musallat olan akşamları baharın ıslattığı mezarın diline musallat olan bu dünyayı severken kalbine ağrılar saplanan kişiye düşlerin kimyasından şifalı otlar çıkaran ben bir ilâhi söylüyorum doktor ay vakti, dantel kızların diline musallat olan XIX şimdi gitsek bir yerde güneş kalır mı biz yokken gülleri sulayacak bir yağmur içeri girer mi bak yanaşıyor Rüknettin hayalin bize vadettiği gemi ömrümüzden bir yaz demir alıyor içine toplayarak vadiler arasında sıkışmış son mümini tütünle dişlerine âhir zamanı çizen son şizofreni ve köyünden dönerken zikri kendine yoldaş edinen son havâriyi su yükseliyor iyi ki gemideyiz Rüknettin iyi ki senin öbür adın rüzgâr iyi ki mevsimden mevsime bir yol yani inanan bir kalbin var. XX gözlerini kapat, Rüknettin hissedeceksin bak geyiklerin ağlayarak dolaştığı bir vadiden sana kuşlar uçacak ve serin denizlerin; kara yelkenlerin tebdil-i kıyafet gezdikleri ormandan sana tiner çeken çocuklar uçacak ve bir sabah namazından atayurtlarına dönerken yolda uyuyakalan meleklerim duasından sana sevda tüten şiirler uçacak. doktorum, uçan insandır aslında kalp denen ırmak arayıp denizini bulunca yağmurla karşılaşmamış bir şehre âniden kar yağınca dönüp dolaşıp da ruh rahmet vadisine varınca uçan insandır aslında. o halde hamdolsun hamdolsun cenneti ve cehennemi bize bir karşılık kılana Rüknettin ve doktoru konuşturana kalpleri buluşturana güneşi ve ayı aşkı ve acıyı hamdolsun kavuşturana. Kemal Sayar * Rüknettin'in kalbi için kehanetler |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Hastalarımı Daha iyi anlayabilmek için Şairlere giderim. |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ Alıntı:
Kaybettiğim adamlar cennetim, var benim. |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ bir giden, bir dönen, sonra yeniden giden şiire dönüşen bir yalnızlıksa bu da bir sen varsın, ordasın, kısık sesli yalnızlık sözgelimi iskenderiye'de bir atlıkarıncada. Edip Cansever |
Cevap: Düş'{üş}ler ~ |
Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 17:32. |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Search Engine Friendly URLs by vBSEO
Copyright ©2004 - 2025 IRCForumlari.Net Sparhawk